Yönetmenler Seminer Raporu

Pinterest LinkedIn Tumblr +

13-19 Ekim 2008 tarihleri arasında Hırvatistan’ın Medimurje bölgesi Cakovec kentinde gerçekleştirilen 2. Epifest Uluslararası Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Şenliği’ni, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü öğretim görevlisi Sayın Doç. Dr. Beliz Güçbilmez ile birlikte izleme fırsatı buldum. Öncelikle ASSİTEJ Türkiye Başkanı ve DTCF Tiyatro Bölümü öğretim görevlisi Sayın Doç. Dr. Tülin Sağlam’a ve Assitej Yönetim Kurulu’na, Cakovec’deki etkinliğe katılmam konusunda verdikleri destekten ötürü teşekkür etmek isterim.

Cakovec’de bulunma nedenim, ASSİTEJ’in düzenlediği Yönetmenler Semineri’ne katılmaktı. Sayın Beliz Güçbilmez ise, Türkiye yönetim kurulu üyesi olarak Orta ve Güneydoğu Avrupa ülkeleri arasındaki ASSİTEJ’in bölgesel işbirliği toplantılarına katıldı. Festival boyunca Beliz Güçbilmez ile ancak yemek molalarında ve bazı ortak toplantılarda birlikte olma fırsatına sahip olabildim. Bu yüzden de, öncelikle kendi katıldığım etkinlikleri anlatmak istiyorum. ASSİTEJ’in, iki katılımcının da gözlemlerinden yola çıkarak Cakovec festivaline dair kapsamlı bir bilgiye sahip olabileceğini düşünüyorum. Ağırlıklı olarak seminer çalışmasında gözlemlediğim olgusal verileri sıralamak, ardından da kısa bir değerlendirme yapmak istiyorum. Bu yüzden de, gün gün yapılan etkinlikleri kısaca özetlemek, 13 farklı ülkeden gelen yönetmenin çalışma yöntemine dair önemli bulduğum noktaları anlatmak istiyorum. Bunu yaparken yer yer kişisel yorumlarımı da ekleyeceğim. Festival programı ve seminerde kullanılan metin, okuyucular açısından yazının sonundaki ek bölümlerde bulunabilir. EK 1 Festival programıdır. Ek 2 ise seminerde kullanılan Ad de Bont’un Odyseus metnidir.

1.GÜN/13 Ekim 2008 Pazartesi
Sabah 05.20’de kalkan Budapeşte aktarmalı Zagreb uçağıyla, yaklaşık 6 saat süren uzun bir yolculuğun sonunda Zagreb havalimanına ulaştık. Havalimanında ASSİTEJ Genel Sekreteri İvica Simic ve festival organizasyon komitesinden Barbara Jakopila tarafından karşılandık. Yunanistan ve Romanya’dan gelen ASSİTEJ temsilcileri ile yaklaşık bir buçuk saat süren karayolu yolculuğu ile Cakovec’e ulaştık. Yorucu bir yolculuğun ardından Avrupa’nın en huzurlu kasabalarından biri olduğu söylenen Cakovec’e geldiğimizde öğlen olmuştu. Kısa bir süre otelde dinlenme fırsatımız oldu. Festivalin açılış oyunları olan Cinderella ve Hey! Anybody There adlı gösterileri izleyemedik. Ancak açılış gününün en son oyunu olan bir Mark Twain uyarlamasını-The Prince and The Pauper adlı gösteriyi- izleyebildik. Oyundan sonra ASSİTEJ temsilcileri ve Yönetmenler Semineri katılımcılarının bir araya geldiği kısa bir toplantı yapıldı. Toplantıda temel olarak, Avrupa ülkelerindeki profesyonel kategorideki çocuk ve gençlik tiyatroları arasındaki bölgesel işbirliği olanaklarının neler olabileceği üzerinde duruldu. Ayrıca tüm katılımcılar kısaca kendisinden ve yaptığı çalışmalardan bahsettiler.
2.GÜN/14 Ekim 2008 Salı

Zadar Kukla Tiyatrosu’nun Regoc adlı gösterisi izlendi. Saat 11.30 ve 13.30 arasında ASSİTEJ Yürütme Kurulu ve seminer katılımcılarının ortak katıldığı bir toplantı yapıldı. Toplantıya Hırvatistan Kültür Bakanlığı ve Cakovec yerel yönetimi adına katılan bürokratlar uluslararası festivallerin Avrupa kültürü ve bilincinin oluşmasına yaptığı katkıyı ve Balkan ülkeleri arasındaki işbirliğinin önemini vurguladılar. Ayrıca Yönetmenler Semineri yürütücüsü Klaus Schumacher öncelikle kendini ve Hamburg Schauspielhaus tiyatrosunu tanıttı. Daha sonrasında ise seminer çalışmasındaki temel amaçlarından bahsetti. Klaus Schumacher yaptığı konuşmada, farklı ülkelerden gelen katılımcıların önyargısız bir şekilde deneyim aktarımında bulunmasının çocuk ve gençlik tiyatrosu alanı için bir katkı olacağını söyledi.
Öğleden sonraki buluşmada, ilk defa seminer katılımcıları bir araya gelmiş oldu. Öncelikle yönetmenler semineri yürütücülerinin, katılımcılarının kimler olduğunu ve seminer konusunun ne olduğunu belirtmek istiyorum.

  Yürütücü Kadro:
1. Seminer organize eden kişi dramaturg Eckhard Mittelstaedt/ Almanya Bağımsız Tiyatrolar Birliği Genel Menajeri ve Almanya ASSİTEJ Yönetim Kurulu Üyesi
2. Seminerin yürütücüsü, yönetmen Klaus Schumacher (Almanya-Hamburg Schauspielhaus Tiyatrosu)
3. Seminerin yürütücü yardımcısı, dramaturg Stanislava Jevic (Almanya-Hamburg Schauspielhaus Tiyatrosu)Seminer yürütücüsü ekibin Hamburg Schauspielhaus tiyatrosunda birlikte çalıştığını belirtmek gerekir. Dramaturg Stanislava Jevic aynı zamanda Hırvat kökenli bir ailenin kızı olduğu için Balkan dillerini oldukça iyi biliyordu. Bu da seminerin bazı katılımcıları açısından rahat iletişim kurulmasını sağladı.
  Katılımcılar
1. Bagossy Laszlo/Macaristan
2. Bojan Milosavljevic/Sırbistan
3. Anica Tomic/Hırvatistan
4. Agata Buziuk/Polonya
5. Davey Schwartz/Romanya
6. Oystein Ulsberg Brager/Norveç
7. Bülent Sezgin/Türkiye
8. Dusko Loncar/Bosna-Hersek
9. Monika Gerbocova/Slovakya
10. Denis Kirincic/ Hırvatistan
11. Katarina Kolega/ Hırvatistan

Uluslararası Yönetmenler Seminerinin Konusu:
Organizasyonu yaz aylarında oluşturulan seminer çalışmasında, katılımcılara gönderilen elektronik postanın bir bölümünü raporuma eklemek istiyorum.

Theatre Epicentre Directors Seminar Cakovec, Croatia, October 13-19, 2008
How to Make Theater (for Young Audiences) That Matters!
In five days, directors from 20 countries of Central and Southeastern Europe will exchange experiences, discuss different approaches and work on the problems they are facing when making theater for young audiences. For those needs the Odyssey epos will be used as a working material. In the region of Central and Southeastern Europe (and not only in this region) the story of Odyssey is very often staged in theatre for young audiences. Homer’s epos is literary and cultural legacy of the region of Southeastern Europe, and only that fact would be sufficient to take it for a working material for the Seminar. Being connected to the war and post war wanderings it is perfect material for the contemplation about people, time and territory we live in. With the abundance of themes and motives, this epos is real inspiration for the artists, and offers multitude of interpretations to the directors. One of the most recent versions of the Odyssey story is the one written by Ad de Bont, Dutch playwright and director, which will be used in the seminar as an example of possible interpretations of the theme. We hope that this working material will be inspiring and allow the encounter of different artistic approaches and exchange of different artistic experiences.

Yukarıdaki bilgilerden de anlaşılacağı üzere, özetle bizlerden Homeros’un Odyseus efsanesi üzerinde tematik olarak düşünmemiz isteniyordu. Ben de bu doğrultuda, Odyseus’un Azra Erhat çevirisi ve İngilizce metninden bazı bölümleri Hırvatistan’a gitmeden önce incelemiş ve kendimce olay örgüsüne dair notlar almıştım.

14 Ekim Salı günü yapılan ilk çalışmada katılımcılar kendilerini kısaca tanıttılar. Seminer öncesinde katılımcılar hakkında bilgi sahibi olmadığımız için, tanışma bölümüne gerçekten ihtiyaç vardı. Ancak katılımcıların birbirleri hakkında ön-bilgi sahibi olmamasının sonucu olarak, atölye çalışmasının veriminin biraz olsun azaldığını düşünüyorum. Çünkü katılımcıların hangi kültürel ve sanatsal birikimle orada olduğunu bilmediğim için, analiz yapmak biraz zorlaşıyordu. Benzer bir sorunu diğer katılımcılar da çalışma esnasında gündeme getirdiler. Ayrıca ortak iletişim dilinin İngilizce olması, katılımcıların anlatım olanaklarını ister istemez sınırlandırıyordu. Özelikle tiyatro gibi bir alanda, insanın anadilinden mahrum kalması tüm katılımcılar için zorlayıcıydı. Ben de ilk defa böylesi bir atölye çalışmasında bulunduğum için zaman zaman zorlandığımı hissettim. Ancak belli bir süre sonunda rahatladığımı ve kendimi daha etkin bir şekilde ifade etmeye başladığımı söyleyebilirim.

Çalışmanın ilk bölümündeki tanışma sırasında, çocuk ve gençlik tiyatrosunun içinde bulunduğu duruma ve toplumsal sorunlara dair kısa konuşmalar yapıldı. Klaus Schumacher, Almanya’da son yıllarda artan şiddet, suça bulaşma, boşanma oranlarının artması gibi olguları özetledi. Örneğin Hamburg şehrinde boşanma oranlarının çok fazla olması yüzünden aile sevgisi olmadan yetişen bir neslin olduğunu, çocukların sorumsuz bir şekilde ortada bırakıldığını belirtti. Ayrıca Güney Avrupa ülkelerinden gelen kadınların ekonomik nedenlerden dolayı sadece ev kadınlığı yapmak zorunda kalmasının problem teşkil ettiğini belirttiler. Mülteci sorununun oldukça fazla olması ve şiddet olayları arasındaki korelasyona dikkat çekti. Örneğin özgürce yaşamayı seçtiği için sokak ortasında ağabeyleri tarafından öldürülen bir Türk kızının trajedisini, kendi tiyatrolarındaki bir prodüksiyonda anlatı konusu yaptıklarını söyledi. Bu yüzden de seminer teması olarak seçilen Odysseus metninin kendi ülkelerindeki güncel gelişmelerle çok bağlantılı olduğunu belirtti. Schumacher’e göre, Homeros’un Odyseus’undaki Telemakhus (oğlu) karakteri, babasızlık sendromu yaşamaktadır. Ayrıca kocası ülke dışında olduğu için erkekler tarafından baskı altında tutulan Penelope ile Avrupa’daki ev kadınları arasında bir bağlantı kurulabilirdi. Ya da Avrupa’daki göçmen sorunu, yersiz yurtsuz 20 yıl boyunca ülkeler arasında dolaşan Odysseus ve arkadaşlarının durumuna benzetilebilirdi. Tüm bu olguların modern ve çağdaş bir karmaşa olarak tanımlayabileceğimiz Odysseus destanını evrensel kıldığını belirttiler.

Bu tartışma sırasında söz alan Anica Tomic, Zagreb’de son yıllarda şiddet olgusunda büyük bir artış olduğunu, özelikle gençler arasında kriminal vakaların arttığını ve 1990’lı yıllarda sosyalizmin çöküşü ve Yugoslavya’nın parçalanmasıyla ortaya çıkan etnik çatışma ortamında yetişen neslin travma yaşadığını ifade etti. Daha sonra da, özelikle çocuk ve gençler için tiyatro yaparken, sahne üzerinde şiddeti nasıl gösterebileceğimizi bir soru olarak ortaya attı.

Bu noktada söz aldım ve sorunun yanıtlanmasının çok kolay olmadığını, dramaturjik ve sanatsal tercihlerimizin belirleyici olduğunu, pedagojik anlamda dikkatli olmamız gerektiğini, çocuklar ve gençler için tiyatro yaparken sorumluluk sahibi olmamız gerektiği söyledim. Bir öneri olarak da, şiddet eyleminin kendisindense, şiddete neden olan olayları sahnelemenin daha sağlıklı olabileceğini belirttim. Ayrıca göçmenlik, suç, işsizlik gibi olguları incelerken içinde yaşadığımız kapitalist modern dünya sisteminin iyi sorgulanması gerektiğini, aksi takdirde olguları bağlamından (tarihsel gerçekliğinden) kopartarak post-modern bir sürece girebileceğimizi belirttim. Bu meselenin hem ülkemizde yapılan yenilikçi sahne denemeleri söz konusu olduğunda, hem de festivallerde izlediğimiz tüm oyunlarda tartışılması gerektiğini düşünüyorum.

Katılımcılardan bazıları da benzer görüşleri ifade etti. “Sahne üzerinde şiddeti nasıl gösterebiliriz?” sorusunun etik bir soru olduğunu, doğalcı ve gerçekçi bir üslüpla da şiddeti gösterebileceğimizi, sembolik yollarla da gösterebileceğimizi söylediler.

Bu noktada söz alan Klaus Schumacher, kendi sahnelemelerinde şiddeti gösterirken kullandıkları bazı tekniklerden bahsetti. Örneğin gündelik yaşamlarında şiddete maruz kalmış iki kişinin, sırt sırta dönük bir şekilde sandalyede otururken şiddetin yarattığı travma hakkında birbirleriyle konuşurken yaptıkları bir sahnelemeden bahsetti. Klaus Schumacher sahnede sergilenen şeyin fiziksel şiddet olarak değil, trajik bir şekilde şiddetin repliklerle ifade edilmesi olduğunu söyledi. Aynı zamanda sahnedeki oyuncuların fısıldaşma şeklindeki gizli konuşmalarının mikrofon kullanılarak seyirci tarafından algılanmasının sağlandığını belirtti.

Bu tartışma sırasında, Klaus Schumacher bir grup çalışması önerisinde bulundu. Bu çalışmada tüm katılımcılardan şiddete maruz kalmış bir kişinin verili bir durum içinde bunu oyunculuk kullanarak sergilemesi istendi. Sergilemenin tüm katılımcıların kendi anadillerinde yapılması istendi. Ancak verili durum önerisini partnerimizin yapma zorunluluğu vardı. Örneğin bana öneride bulunan kişi Katerina Kolega oldu. Benden şiddete maruz kalan bir kişinin travmasını kekeleyerek canlandırmamı istedi. Ben de ondan, onu şiddete iten çevresel faktörlere olan tepkisini canlandırmasını istedim. Dolayısıyla ortaya iki farklı sahneleme biçimi çıkmış oldu. Aynı şekilde tüm katılımcılar bu egzersizi sahneye çıkarak gösterdiler. Daha sonrasında da sergilemeler üzerine kısa bir değerlendirme yapıldı.

İkinci günün sonunda seminerin nasıl ilerleyeceği hakkında bilgi sahibi olduk. Yürütücü ekip, herkesin reji anlayışını görmek istediklerini, çalışmanın bireysel uygulamaları izledikten sonra, tartışma ve sorularla ilerleyeceğini belirttiler. Bunun anlamı şuydu: Seçilen sahne parçaları üzerinden her katılımcı kendi reji nosyonunu anlatacak ve uygulamalı olarak gösterecekti. Ancak gerek dil ve iletişim sorunları, gerekse de zaman kısıtlaması nedeniyle sonuç merkezli değil, süreç merkezli bir çalışmanın olması gerektiğini belirttiler. Bu çalışma yöntemi önerisi kabul gördü.

Bu arada İstanbul’da Homeros’un Odyseus efsanesi hakkında yaptığım okumaların temaya aşina olmak dışında çok fazla bir yararı olmadığını anladım, çünkü seminerde Danimarkalı oyun yazarı Ad De Bont’un Odyseus metni kullanıldı. Ben Cakovec’e gelmeden önce organizasyon komitesinden bu metni talep etmiştim, fakat bir yanıt gelmemişti. Öğrendiğim kadarıyla Almanca olan metnin İngilizce çevirisi ancak seminer gününe yetiştirilebilmişti. Bu yüzden de, hiçbir katılımcı üzerinde sahneleme yapılan metni öncesinden bilmiyordu. Ben bunun seminer organizasyonuna dair bir eksiklik olduğunu düşünüyorum. Benim düşünceme göre, bir sahnenin hakkını vererek rejisini yapmak, önceden düşünmeyi ve dramaturjik-estetik bağlamda ön hazırlığı gerektirir. Bu görüşümü yürütücü Klaus Schumacher’e ilettim, verdiği yanıt kendilerinin de bu durumun farkında olduğunu, çevirinin geç tamamlandığını belirttiler. Ve asıl olarak metnin sahnelemesinin sonucunun değil, farklı ülkelerden gelen katılımcıların deneyim paylaşmasının ve reji nosyonlarına dair gözlem yapılmasının önemini vurguladılar.

Ad De Bont’un Odyseus metninin bazı bölümleri bize dağıtıldı ve yüksek sesle metin okuma çalışması yapıldı. Ad De Bont’un uyarladığı çağdaş metin dört bölümden oluşuyordu: (bkz Ek 2)

1) Homeros metnine benzer bir şekilde yazılan Calipso adasında ve Olympus’ta
2) Fas’ta geçen bir modern Odyseus hikâyesi olan Haram’ın beşinci sahnesi
3) Arjantin’de geçen bir modern Odyseus hikâyesi olan Desaparecıdos’un 6.bölümü
4) Penelope ve Odyseus ikili konuşmasının olduğu 2.kısmın sonsöz bölümü
Klaus Schumacher’in rejisiyle Hamburg’da daha önceden sahnelenmiş bu metnin, bir temadan yola çıkılarak değişik konseptler düşünülerek sahnelendiği öğrendik. Seminerin son gününde de bu prodüksiyonun videosu tüm katılımcılara izletildi. Ancak çalışmanın yaratıcılığını etkilememek açısından videolar ilk günlerde katılımcılara izletilmedi. İlk günün sonunda katılımcılara sahneler üzerinde düşünmeleri ve ertesi gün kendilerine yakın buldukları bir sahneyi seçmeleri önerildi.

3.GÜN/15 Ekim 208 Çarşamba
Sabahleyin, City Puppet Theatre Rijeka grubunun sergilediği Tom Savyer’in Maceraları adlı gösteriyi izledik. Seminer çalışmasının başında ise, bir önceki günün değerlendirilmesi yapıldı. Seminer katılımcıları gün boyunca beraber oldukları için çalışmalar ile ilgili sohbet ediliyordu. Benim içinde bulunduğum üç ya da dört kişi, çalışma yöntemine dair bazı soruları ve önerilerimizi gündeme getirdik. Klaus Schumacher ve ekibine şu önerildi. Önceden bir hazırlık olmadığı için her gün 13 kişinin sadece bir sahne üzerine konsantre olması ve böylece tüm sahnelere dair yorum geliştirebilme fırsatının yakalanmasıydı. Yapılan görüşme sonunda, daha farklı bir öneri ortaya çıktı. Metin olarak Desaparecıdos seçildi. Ve tüm katılımcılardan bu sahneye dair reji nosyonlarını uygulamalı olarak göstermesi istendi. Öncelikle dramaturji tartışması yapabilmek için 3 grup oluşturuldu. Gruplar temel olarak metin analizi yapmaya başladılar. Yapılan metin analizi çalışmalarında herhangi bir yöntemsel yaklaşım olduğunu gözlemlemedim. Örneğin hiçbir kimse not tutmuyordu.

Öğleden sonraki ilk oturumda, Bojan Milosavljevic’in rejisi ve çalışma yöntemi izlendi. Bojan Milosavljevic temel olarak, sahne-mekân kavramını tartışmaya açtı. Metne dair düşündüğü sahnelemeyi aşağıda fotoğrafları görülen mekânının, sahne kısmında değil merdivenler kısmında yapmayı denedi. Katılımcı kendi rejisini, Desaparecıdos metninden bir imgeyi seçerek gerçekleştirdi. Sahnedeki tüm karakterler Arjantin Tango dansı yapıyorlar ve merdiven uzamında deviniyorlardı. Baba Jose Antonio, karısı Ines’i bulmaya çalışıyor, Federico ise evlat edinilmiş bir çocuk olmanın verdiği trajediyi yaşıyordu. Federico merdivenin bir başında metnin ilk anlatısı olan kısa tiradını söylüyordu.

Genel format olarak her katılımcı kendisine ayrılan sürede reji nosyonunu gösteriyor, daha sonrasında ise gelen soruları ve yorumları yanıtlıyordu. Benim gözlemim Bojan Milosavljevic’in genel yaklaşımının bir metni tarihsel bağlamında kopartarak, salt metnin içindeki imgelerden hareketle, post-absürd veya post-modern durum tiyatrosuna yakın bir sanatsal anlayışın temsilciliğini yapmasıydı. Örneğin katılımcı birçok tartışmada, İtalyan sahnede yapılan tiyatroyu burjuva sanatı olarak değerlendiriyor ve tiyatro yapmak için sahne dışında seçeneklerimiz olduğunu ısrarla vurguluyordu. Hatta bu ısrarını bir tür yargılamaya dönüştürünce, katılımcıların tepkisini çekti. Tartışmanın biraz olsun da gerilim içermesi sonrasında, Klaus Schumacher müdahalede bulundu. Müdahalenin vurgu noktası, farklı düşüncelerin çatışmaya düşmeden ve birbirini yargılamadan sahneye yansıtılmasıydı.

Grup çalışmalarında dikkatimi çeken bir nokta, grup üyelerinin reji nosyonunu gösteren katılımcıya içtenlikle yardım etmeye çalışması ve tüm iletişim ve dil sorunlarına rağmen sahnede bir şeyler yapabilmek için çabalamasıydı. Katılımcıların yaş grubu ortalaması 25-30 arasındaydı, katılımcıların birçoğu “free-lance” diye tabir edilen proje bazlı bir şekilde tiyatro yapıyorlardı. Genç rejisörler, bana kalırsa “yönetmen tiyatrosu” hastalıklarına henüz yakalanmamışlardı.

İkinci reji örneği olarak, benim de içinde bulunduğum gruptan Dusko Loncar ve Monika Gerbocova birlikte sahneyi yönlendirdiler. Ben Federico rolünü, Agata Bizuik anne rolünü, Eckhard Mittelstaedt ise baba rolünü üstlendi. Yapılan tartışmada Federico’nun geçmişini ve kimliğini aramasının sembolik bir yolla gösterilmesine, işkenceci bir asker olan baba ile annenin tartışmalarını Federico’nun izlemesine karar verildi. Sahne başına eklenen bölümde, boş bir evde geçmişi arama fiziksel aksiyonları tarafımdan icra edildi. Daha sonra sahneye giren anne ve baba ise, dramatik bir aksiyon çizgisinde metni canlandırıyordu. Çalışma sırasındaki en önemli gözlemlerinden birisi Monika Gerbocova’nın, bir parça da Dusko Loncar’ın birden bire sahne trafiğini düzenlemeye yönelmesi ve klasik buyurgan yönetmen rolüne soyunmasıydı. Monika Gerbocova’nın bu eğilimin Slovakya Devlet Tiyatrosu’nda çalışıyor olmasının ve tamamen prodüksiyon merkezli tiyatro yapıyor olmasının bir sonucu olduğunu düşündüm. Profesyonel genç bir kadın yönetmen olarak çalışan Monika Gerbocova, oldukça soğukkanlı bir şekilde reji faaliyeti yapıyordu. Sorular bölümünde kendi tarzının sembolizmden çok etkilendiğini söyledi.

Üçüncü reji örneği olarak, Macaristan’dan seminere katılan Bagossy Lazslo’nun çalışma yöntemini izledik. Bagossy Lazslo üç karakteri de sahne üzerinde sandalyeye oturtarak, oyuncuların birbirlerini sadece gözleriyle izlemesi gerektiğini önerdi. Ortada oturan Federico karakteri, anne ve babasının tartışmalarına gözleriyle tepki vermeye çalışıyordu. Bagossy Lazslo’ya, niçin böylesi bir yöntemi kullandığı sorulduğunda, oyuncuların role dair psikolojik ön hazırlık yaptırmak istediğini ve bunun sadece bir tür egzersiz olduğunu ifade etti. Teorinin ve metodun kendisi için önemli olmadığını, oyuncuların sahne üzerinde hiç bir şey yapmıyormuş gibi gözüktüğünü ancak izlenimci-psikolojik bir üsluptan etkilendiğini söyledi. Kendisi için önemli olan sahne üzerinde gizi olanı bulmaktı. Katılımcılar bu üsluba dair anlaşılmazlık eleştirisinde bulundular.

Aynı günün akşamında, Alman Yazarları’na ait olan oyun metinleri kitabı ve Mostar’da geçen sene yapılmış olan Oyun Yazarları Forumu’nun bir ürünü olarak basılan iki kitabın tanıtım ve promosyonu yapıldı. Türkiye’den Ankara Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü Dramatik Yazarlık Ana Sanat Dalı ve aynı bölümde yüksek lisans mezunu Elif Temuçin’in de oyun metninin olduğu bu kitap çalışmasının, Ankara Üniversitesi DTCF ve ASSİTEJ işbirliği ile yayına hazırlanmasının Balkan ülkelerindeki oyun yazarlarına dair fikir sahibi olmamız için önemli olabileceğini düşünüyorum.

4.GÜN/16 Ekim 2008 Perşembe
Norveç’li katılımcı Oystein Ulsberg Brager, sahneyi bir tür mahkeme havasında düşündü. Çocuk ve annenin, baba karşısında etik bazda daha pozitif bir yerde olması gerektiği önermesinden hareketle, anne ve çocuğun aynı cümleleri beraber söylemesini istedi. Bu bağlamda metinde değişikliklere gitti. Oldukça hızlı ve tempolu bir çalışma anlayışı olan Oystein Ulsberg Brager, Londra’daki prodüksiyon tiyatrosu formunda, en fazla 20- 25 günde oyunların sahneye konduğunu, yönetmenler ve profesyonel tiyatrolar arasında aşırı bir rekabet olduğunu belirtti. Tiyatrocuların ekonomik ve sanatsal olarak Londra’da ayakta durmak istiyorsa, var olan kültür endüstrisinin normlarına uyması ve oyunu kurallarına göre oynaması gerektiğini belirtti. Benim yöntem olarak çok benimsememe rağmen, en akla yakın ve tutarlı bir dramaturji kurma çabasında olduğunu gözlemlediğim kişi Oystein Ulsberg Brager idi. Oldukça soğukkanlı, sahneyi anlamaya ve oyuncuları analiz etmeye dönük bir çabası vardı.

İkinci olarak Hırvatistan’dan Anica Tomic kendi yöntemini gösterdi. Anica Tomic, Federico’yu oynayan oyuncudan bir repliği seçmesini ve bunları merdivenleri çıkarken söylemesini istedi. Federico’nun evde yalnız kaldığında söylediği bu replikler bir çocuğun korkularını temsil ediyordu. Anne rolünü oynayan kişiden de ellerini kullanarak içindeki travmayı yansıtmasını istedi. Daha çok yapı bozumcu ve psiko-analitik bir yöntemle çalıştığını ifade eden Anica Tomic’e, çocuk ve genç seyircinin yaptıklarını anlayıp anlamadığı soruldu. Anica Tomic ise, bunun sadece kısa bir sahne için kullandığı bir yöntem olduğunu söyledi.

Ben bu noktada, seminer temasının unutulmaması gerektiğini ve tartışmaların mümkünse seyirci profili üzerinde nasıl bir etki yaratacağını da hesaba katarak sürdürülmesi gerektiğini önerdim. Seminer boyunca en önemli gözlemlerinden birisi, rejisörlerin sanki yetişkin seyirciye yönelik reji yapıyormuş gibi hareket etmeleriydi. Ben çocuklar ve gençler için tiyatro yaparken sahne üzerinde anlaşılır, mantıklı ve sorgulayıcı bir dünya tasviri çizilmesinden yana olduğumu düşünüyorum. Sonuçta, her sanatçının kendi dünya görüşü ve dramaturjisi doğrultusunda farklı üslubu olabilir. Ancak bizler gençler için bir üretim ortaya koyuyorsak, tüm birey-merkezli yönetmen tavrının ötesinde, yaptığımızın işin genç seyirci üzerinde nasıl bir etki yaratabileceğini tartışmalıydık. Seminer boyunca bu tartışmanın, katılımcıların eğilimlerinden de kaynaklı, biraz güme gittiğini düşündüm.

Üçüncü olarak sahneye çıkan Romanya’lı katılımcı Davey Schwartz, oyunculuk çalışmasına ve aksiyonların keşfedilmesine yardımcı olmak amacıyla karaktere sorular sorulmasını istedi. Örneğin baba rolünü oynayan oyuncuya, Jose Antonio karakteriyle ilgili sorular yöneltildi. Oyuncu sanki oymuş gibi davranarak, role adapte olmaya çalıştı. Rejisörün kullandığı bir tür karakter analizi biçimi, oyunculuk ve alt metin bulma çalışması olarak değerlendirilebileceğimiz bu yönteme dair benim izlenimim şu yönde oldu. Oyun alanın sınırları nerde başlayıp nerde bitiyor? Ya da daha açık ifade edersem, baba rolünü oynayan oyuncu rolünü mü canlandırıyor, yoksa kendisini mi?

Günün sonunda, ben Çocuklarla ve Gençlerle Tiyatro Yapmak (bkz Ek 3) meselesi üzerine bir tartışma açmak istediğimi belirttim. Klaus Schumacher benim konumun seminer konusu kapsamında olmadığını, ancak iki alanın birbiriyle bağlantılı olduğunu düşündüğü için 10 dakikalık bir süre ayırabileceğini söyledi. Ancak günün sonuna gelinmişti. Ben sunuma başladıktan sonra katılımcılar yorgun olduklarını ve Çocuklarla ve Gençlerle Tiyatro Yapmak konusunun farklı bir konu olduğu için benim hazırladığım metni yazılı olarak onlarla paylaşmam gerektiğini söylediler. Ben de bu öneri üzerine tüm katılımcılara, İstanbul’da hazırladığım sunum metnini fotokopi yoluyla çoğaltarak dağıttım. Ertesi gün metinle ilgili yorum ve önerileri dinledim.

5.GÜN/17 Ekim 2008 Cuma
Festivalin en zevkli, dinamik ve yorucu günlerinden biriydi. İzlediğim üç oyunun da, oldukça nitelikli olduğunu belirtmek istiyorum. İlk olarak Budapeşte’de çalışma yapan Kolibri Children and Youth Theatre adlı grubun Toda adlı çalışmasını izledik. 0-6 yaş grubuna hitab eden bu prodüksiyonda, hiçbir söz kullanmadan sadece renkler, geometrik şekiller, çocuk şarkılarından yola çıkarak bir sahneleme yapılmıştı. Çocuklar hiç sıkılmadan ve didaktik bir bombardıman altına girmeden, keyifli bir şekilde gösteriyi sonuna kadar izlediler. Gösteri oldukça zeki bir şekilde tasarlanmıştı. Türkiye’de buna benzer bir gösteri izlediğimi, hatırlamıyorum. Avusturya’dan katılan topluluğun gösterisi olan The Wolf and The Moon ise, nitelikli bir dans tiyatrosu örneği idi. Ayrıca siyah kurt ve dolayısıyla kötü imgesini tartışmaya açıyor, insani yönleri de olan fantastik bir gri kurdu karşımıza çıkıyordu. Bu gösteriyi izledikten sonra, çocuk ve gençlik tiyatrosu alanında dans tiyatrosu formlarını kullanmanın buyurgan ve didaktik oyunlara nazaran ön açıcı olabileceğini düşündüm.

Yönetmenler seminerinin son gününde sıra bana gelmişti. Tüm katılımcıları sahneye çıkardım ve üzerinde çalıştığımız metne dair “kolektif bir reji ve dramaturji” faaliyetinin nasıl olabileceğini elimden geldiğince göstermeye çalıştım. Temel yaklaşımım şu oldu: Karakterler arası ilişkilerde temel toplumsal jestlerin neler olabileceğini tartışmaya açtım. Metni tarihsel bağlamından koparmadan, 1976 yılında geçen bir Desaparecıdos’u yorumlamaya çalıştım. Sahnenin başına dair tablolar kurulması yönünde bir önerim oldu. Üç tablo düşündüğümü belirttim. Birincisi biyolojik olarak çocuk sahibi olamayan anne ve sokakta oyun oynayan çocuklar, ikincisi işkence ve insan hakları ihlalleri sonucunda çocuklarını kaybeden ailelerin ellerindeki fotoğraflarla eylem yapması, üçüncüsü de sıradan bir devlet memuru olarak işkence yapan baba Jose Antonio karakteri. Üç tablo da, aynı anda birbirinden bağımsız olarak sergilendi. Bu bölümde kendi pozisyonumun sahneye dışarıdan bakan dış göz olduğunu, kolektif bir şekilde sahneyi inşa etmemiz gerektiğini söyledim. Bu sahneyi çalışırken, Cueva adındaki bir parçayı lap-top kullanarak katılımcılara dinlettim. Daha sonrasında ise, anne ve babanın ilk antreleri çalışıldı. Vurguladığım şey şu idi: Bir sahnede temel olarak, üzerinde tartışma yaptığımız dramaturjinin sahneye yansıyıp yansımadığını test etmemiz gerekir. Bunu yaparken demokratik-katılımcı bir çalışma yöntemi izlememiz gerekir. Sahnede nasıl eyleyeceğini tanrı-yönetmenden öğrenen oyuncu profili yerine, yaratıcı ve eleştirel bir gözle üretken bir oyuncu-reji konseptinin daha değerli olduğunu düşündüğümü söyledim. Anne ve baba sahnesi üzerinde de, oyunculara katılımcılarla birlikte temel jestlere dair sorular yönelttik. Örneğin ben faşist işkenceci asker Jose Antonio’yu canavar gibi göstermek yerine, eşine çok bağlı, “sadece görevini” yapan bir memur olarak çizebileceğimizi ifade ettim. Öneri kabul gördü, oyuncu jestlerini bu yönelime göre akort etmeye çalıştı. İşte bu sırada, katılımcıların kolektif reji nosyonuna katkı sunmaları gerektiğini ifade etim. Benden ve katılımcılardan gelen öneriler üzerine sahne çalışması devam ettirildi. Örneğin annenin babayı traş etmesi önerisi denendi. Ayrıca babanın antresinde, sıradan memurluğu verecek jestlerin neler olabileceği konuşuldu. Çalışma sonuç odaklı olmadığı için bir yerde çalışmayı bitirmemiz gerekiyordu. Ayrıca benim sahneleme önerim yapılan grup çalışmalarının en kalabalığı idi. Çünkü arka planda tablolar kurduğum için, tüm katılımcılar sahne üzerinde görev aldılar. Bana yöneltilen temel sorular şuydu: “Nasıl olur da birden fazla kişi çatışma çıkmadan ortak sanatsal değerler inşa edebilir ve bir sahneyi çalıştırabilir” “Katılımcı-demokratik çalışma yönteminde bir prodüksiyon kaç ayda çıkar?”

Bu sorulara verdiğim yanıt, yönetmen tiyatrosu paradigmasının tek seçenek olmadığı, ensemble bir anlayışla ve kolektif dramaturji yöntemiyle de tiyatro yapılabileceği oldu. Örneğin Brecht’in Berliner Ensemble döneminde ya da 1970’li yıllarda avangarde birçok topluluğun benzer bir metodu izlediğini söyledim. Norveç’li katılımcı, Londra’da bu tarz bir yöntemle tiyatro yapan bir grubun kültür endüstrisinin rekabetçi ortamında zorlanabileceğini söyledi.
Bir gözlem olarak şunu söylemek istiyorum. Avrupa tiyatrosuna hakim eğilim salt prodüksiyon merkezli ve yönetmen tiyatrosu üzerine kurulu olduğu için, benim söylemim bazı katılımcılar için “modası geçmiş”, “kendilerinin bir dönem uyguladıkları ama şu anda terk ettikleri”, “profesyonellik standartlarına uymayan” bir yaklaşım olarak düşünüldü. Bunu net repliklerle söylemeseler de, insani jestlerden bir parça bunu hissettiğimi söylemek istiyorum. Ancak bazı katılımcılar da tam aksine, sanatsal yaratıcılığın çeşitlenmesi adına kolektif reji anlayışının yararlı olabileceğini belirttiler. Özelikle atölye yürütücüsü Klaus Schumhaer ve dramaturg Stanislava Jevic dramaturji tartışmasının kadroya yayılması için yöntemi önemsediklerini, ancak sahneleme aşamasında tek bir yönetmenin mutlaka olması gerektiğini söylediler.

Seminer çalışması neredeyse tüm katılımcıların çalışma yöntemi görüldükten sonra tamamlanmış oldu. Atölye yürütücüsü Klaus Schumacher, değerlendirme bölümünde temel amacın uluslararası bir deneyim paylaşımında bulunmak ve genç kuşak tiyatrocuların bilgi ve mesleki tecrübelerini artırmak adına seminerin kendisi için çok heyecan verici olduğunu belirtti. Asıl önemli olanın beş gün boyunca birlikte çalışan ve birbirleriyle diyaloga giren sanatçıların arasındaki uzun vadeli ilişkilerin ve bağlantıların olduğunu söyledi. Bu görüş aşağı yukarı herkes tarafından paylaşılıyordu.

Toplantıdan sonra Hamburg Schauspielhaus tiyatrosunun prodüksiyonlarından bazı videolar katılımcılara izletildi. Die Odyseus prodüksiyonunun program dergileri seminer salonundaki kişilere dağıtıldı. Sonrasında da oyunun video kayıtları izletildi. Videoların sadece bir bölümünü izlediğim için, önyargılı bir şekilde değerlendirme yapmak istemiyorum. Ancak edindiğim izlenim Die Odyseus prodüksiyonunda, Avrupa kültürüne ait olmayan “üçüncü dünya” halklarının (Fas, Filistin, Surinam vs.) anlatı konusu yapılmasıydı. Bu anlatının oryantalist bir şekilde mi yapıldığı ya da demokratik bir vizyonla mı yapıldığını söylemek için yeterli veriye sahip olmadığımı düşünüyorum. Ancak edindiğim izlenim, Filistinli intihar bombacısı, kız kardeşini öldüren Türk gençleri, suça bulaşmış Afrikalılar gibi olguların salt trajik bir durum olarak gösterilmesi ve bu trajediye neden olan toplumsal sistemin sorgulanmamasıydı.

Ayrıca geçen yıl Ankara’da da Türkiye’li seyirci ile buluşan Playback Life adlı prodüksiyonun video gösterimi yapıldı. Oyun, Holywood filmlerinden ve sanal bilgisayar oyunlarından olumsuz anlamda etkilenen 8 gencin çarpıcı öykü anlatımları üzerine kuruluydu. Birbirlerini gizlice videoya kaydedip sonrasında bu ironik durumla karşılaşma yaşanması, oyunun ana dramaturjik noktalarından birisiydi. Oyunlarda teknolojinin etkin bir şekilde kullanıldığını gözlemledim.

Arnavutluk’dan gelen bir katılımcı Hamburg Schauspielhaus tiyatrosunun prodüksiyonlarını fazlasıyla politik bulduğunu, kendi ülkesinde bu kadar cesur bir şekilde tiyatro yapma şansı olmadığını belirtti. Bu noktada, tiyatro ve politika, çocuk ve gençlik tiyatrosunda dramaturji gibi konular hakkında farklı görüşler dile getirildi. Bir kesim çocuk ve gençlik tiyatrosu alanının ideolojilerin ve politikanın dışında tutulmasını önerirken, bir kesim de çağdaş politik temaların oyunlara yedirilmesi gerektiğini söylüyordu. Klaus Schumacher topluma karşı sanatçıların sorumluluğu olduğunu ve gençlik tiyatrosunun reel yaşamdan kopuk düşünülemeyeceğini belirtti.

6.GÜN/18 Ekim 2008 Cumartesi

Seminer çalışmasının son günü, ASSİTEJ Yürütme Kurulu’na dönük kısa bir geribildirim yapıldı. Yapılan geri bildirim temel olarak Yönetmenler Semineri’ne dönük gözlemler ve ileriye dönük temennilerden ibaretti. Atölye yürütücü grubunun yaptığı değerlendirmeden sonra, katılımcılar da sürece dair gözlemlerini sözlü bir şekilde ifade ettiler. Konuşmaların genel çerçevesi, seminerin iletişim, gözlem ve deneyim paylaşımı anlamında başarılı olduğu yönünde idi. Ayrıca gençlik tiyatrosu alanın birçok ülkede sorunlu olduğu, gençlik tiyatroları alanında yenilikçi denemelere ihtiyaç olduğu ve bu noktada ASSİTEJ’in işbirliği olanakları yaratması bağlamındaki örgütsel sorumluluğu hatırlatıldı. ASSİTEJ Genel Sekreteri İvica Simic, bir öneri olarak Odyseus metninin birçok ülkede sergilenmesini önerdi.

Seminer çalışmasının son gününde ortak paylaşım adına katılımcılar oyunculuk çalışmalarında kullandıkları bazı grup oyunlarını uygulamalı bir şekilde gösterdiler. Bu çalışmaya toplantı salonundaki herkes katıldı.

1.Oyun: Farklı değişkenlere aynı anda tepki verme ve konstrasyon oyunu
Oyunu Klaus Schumacher gösterdi. Oyunculuk çalışmalarında konsantrasyon sağlama adına yaptırdığını ifade ettiği oyun aşağı yukarı şöyleydi. Sandalyelere oturan kişilerden birisi ebe seçildi ve ayna-görüntü oyununda olduğu gibi diğerlerinin yaptığını yapmak zorunda idi. Ancak oyunun zor yönü, ebenin hem hareketi tekrarlaması, hem kendisine sorulan sorulara yanıt vermesi hem de anlamsız sesler çıkararak onu şaşırtmaya çalışan üçüncü kişiden etkilenmemesi idi. Oyunun oldukça zor ve bir o kadar zevkli bir egzersiz olduğunu belirtmek istiyorum.
2.Oyun: Yüz Yüze
Oyunu Norveç’li katılımcı Oystein Ulsberg Brager gösterdi. Oyunda ikili eş olan partnerler, bedenin pozisyonu ne olursa olsun göz temasını kaybetmemeye çalışıyordu. Oystein Ulsberg Brager bu uygulamanın, sahne üzerinde role odaklanma için yararlı olduğunu belirtti.
3.Oyun: İşaretler ve İmgele
Oyunu Sırbistan’lı katılımcı Bojan Milosavljevic gösterdi. Önce herkes kendisi için anlamlı olan bir imgeyi bir jestle gösteriyor, sonrasında ise bazı jestler seçilerek şaşırtmaca yapılmaya çalışılıyordu.
4.Oyun: Ellerle Doğru Ritmi Bulma
Oyunu ağırlıklı olarak kukla tiyatrosuyla ilgilenen Polonya’lı katılımcı Agata Buziuk gösterdi. Belirli bir sekans içinde 1’lik ve 2’lik ritm vuruşları kullanılıyor, ritme uyamayan kişi oyundan eleniyordu. Bir tür yarışma olan bu oyun, dikkati toparlamaya dönük bir oyundu.

EK 1: FESTİVAL PROGRAMI

11. Meeting and Festival of the Croatian Centre ASSITEJ 2. Epifest Programme
Monday 13.10.2008
10,00 Children’s Theatre Osijek Cinderella
13,00 Children’s Theatre Dubrava
Hey! Anybody there?
14,30 Lunch
16,00 Merlin Theatre Zagreb The prince and the pauper
17,30 Conference of interregional cooperation
19,30 Dinner
21,00 Party

Tuesday 14.10.2008
10,00 Puppet Theatre Zadar Rego
11,30 Director’s seminar

Conference of interregional cooperation ( all together)
13,30 Lunch
15,00 Director’s seminar
Conference of interregional cooperation (separated)
17,00 City Theatre The Glow of the Birds: Evilwood
18,30 Dinner
19,00 Croatian centre ASSITEJ summit
21,00 Discussions about the performances with the selector Katarina Kolega

Wednesday 15.10.2008
10,00 City Puppet Theatre Rijeka: The adventures of Tom Sawyer
11,30 Director’s seminar

11,30 Conference of interregional cooperation together with the Executive Committee ASSITEJ International Members
13,30 Lunch
15-19 Director’s seminar and Conference of interregional cooperation
15,00- EC ASSITEJ International meeting
19,00 City Puppet Theatre Split Little flame
19,30 Dinner
21,00 Promotion of German reader
Promotion of plays from Theatre playwrights forum in Mostar
Specialities from Medimurje’s kitchen

Thursday 16.10.2008
10,00 HNK Children’s and Puppet Scene in Varazdin: The White Clown
11,30 Director’s seminar
13,00 Lunch
14,00 Theatre Mala Scena Zagreb: Pudgy
15,30 Director’s seminar
19,00 Dinner
20,00 Teatre Ion Creanga Bucharest, Romania: The Magic Seed
22,00 Discussions about the performances

Friday 17.10.2008
9,00 ASSITEJ International EC meeting
10,00 Kolibri Children and Youth Theatre, Budiapest,Hungary: Toda
12,00 Dschungelwien, Vienna, Austria: The Wolf and the Moon
13,30 Lunch
14,30 Director’s seminar
16,00-19,30 ASSITEJ International EC meeting
16,00 Mostar Youth Theatre: The bald sopran
17,30 Director’s seminar
19,30 Dinner
21,00 Theatre Group Pinklec: Pericles
22,30
Croatian brandy and cookies tasting

Saturday 18.10.2008
10,00 City Theatre Ptuj: Kokolorek
11,30 Director’s seminar
13,30 Lunch
18,00 Theatre Nobodies, Sofia: Cold

19,30 Dinner
21,00 Farewell Party

EK 2:

TO MAKE A THEATRE WITH CHILDREN AND YOUNG PEOPLE-
Bulent Sezgin

Ladies and Gentlemen,

In my speech, I’ll talk about the concept of game-drama-theatre relationship and the principles of making theatre with children and young people. I want to start an important discussion topic in this conference and festival.

According to social scientist Richard Sennet, in the book of A Fall of Public Man, game is described as an social harmony and accordance between people. If a man who dislikes game and role playing, who has no ability to cooporate, he can be described as a narcistt people or indivualistic type of person, because he cannot share any of idea or material with others. Especially nowadays, in all over the world people have become more individalistic and anti-social. Because they stop playing games, they begin to forget social humanity, according to Sennet. I believe in Richard Sennett and I am observing same problemles in my country.

Therefore, game, drama and theatre are most important things to build socialization of people and effective learning.

I want to ask all participants a question, why drama and theatre especially creative drama has become so popular?
1. Anti-social environmental conditions for children
2. Problems about security in modern city life, so I argue that most children will become ‘voluntary’ prisoners of modernization
3. Families don’t have any interest for their children’s devolepment process due to inhuman working condition of global capitalistic system.

In shortly, there is a need for socialization vehicles for all sytem, for education sytem, for capitalistic system, for artistic and cultural life. I accept to build socialization process by creative techniquies. To sustain human existantializm and health, we need socialization. But We must be aware of consequences of “creative socialization” and “creative learning methods”.

– What are our goals and targets when we are using creative drama, theatre or any other artistic ways?
– What are the consequences of our working?
– What is our dramaturgy when we are acting with students?

If our targets, aims, educational needs, dramaturgy enhances and improves the militarization, racism, sexist behavior, we are making a huge mistake. Or if our workings leads to inrease social inequality and comsuption cultural ideology between young people and children, we are making a huge mistake. Therefore, we need to discuss all process of our working, from project process to final destination. For example, we improvise the theme of adult problems about sexism or global warming. How the director or players can behave? If we will behave democratic, young people impovise more freedom, they show the idea of their perspective about the world. This is ideal way, it means we are using process-oriented strategy. But I think we should analyse the conclusions of rehersal and improvisations. How the gestures can be discussed? If we don’t discuss “conclusion”, we won’t analyse young people’s ideas, we cannot help them to their enlighment and in this way they will only discaharge themselves by playing games and using drama and so they will reproduce the capitalistic system vision. According to this vision, the world cannot be changed and cannot be analysed by people (like post-modernism says so)

What should be the vision of making theatre with young people and children?

1) We shall not make analyse only using the feelings of actors. We shall also analyse and criticise the charaters’ behaviors, facts, dramaturgy, gestures etc.

Richard Sennett says, ıf people more focus on their individiual feelings, they encounter more isolated and otistic patterns. They have less chance to inform about themselves. If they highly concentrate on indivudual privacy, they gain less knowledge. In my opinion, modern drama and theatre techniques support more privacy and enjoyable life cyles. So young people’s confrontration about real world is updated. However they will be more conformist and they will not learn critical thinking.

2) We will careful about the process-oriented working style and democratic vision. But we cannot neglect the conclusion of reharsals, improvisations etc. Because young people’s attitudes and life vision are giving shaped by capilatistic society, by advertising images, by films, by media tools, by official scholls. The power of all of them are more strong than our workshops. Also we should fight and struggle much more time. Our gun shall be democratic perspective, to cross-examine the facts, believe in change and peace.

3) Espically we cannot forget ethical evaluation of the drama. From Aristo to nowadays, ethical judgment has been an important distinguishing component of theatre art. But after post-modernisation process, artists cannot give an importance to ethical principle. In the process of collopsing of the values, morality, ethical judgment, young people are affected by negatively. For example in the scene of global warming or wars, how young people evaluate ethical judgment? In most children play, in last episode, we can hear only “Don’t throw the garbage” or “Children lovest thing is peace” Is this adaquate? Is this true? I think, this way of thinking is similar global stupid leaders’s thinking. They want to lie, they want to capture our minds, they want to make us voluntary slaver or Mirmidon (like in Ancient Greek). We prevent our minds and common senses.

4) We want to success more democratic participation. We want to more energy to enhance to activate youths. Especially during staging process, we need to more opinion of young people and children. Children will have to become more active in all process of our work.

5) We cannot use drama only as technuiqe during drama in education, also we discuss the content of education system. By using drama technuiqe and theatre is not sufficent to question negative elements of an education. Therefore, we discuss the curriculum, literacy, novels, stories, advertisement fragman, history boks. We teach to young people how they observe and question facts, how they criticise plot, charaters, director, actors etc�

6) We may avoid from didactism and intellectual despotism.

7) We may analyse the children’s and young people’s life from different perspective. To use only psyhological analyis, we cannot observe all facts. For example we analyse internet abundance, football matches, fanaticism and nationalism, television programme, violence, drugs, migration, poverty etc. Our vision must be more broaned.

– To determine our perspective during theatre reharsals.

– To sustain quality and serious working conditions.

– To sustain enjoyable working conditions for young people. Our aim is to produce art and make pleause from production not consumption.

– We cannot use elimination exercises, voluntary and natural elimination can be sustained. Our goal is to season all the young people. By making theatre, we will have a chance to change their attidudes positively.

– To educate them by rehearsals, acting methods, Stanislavki and Brecht exercises. To make a production is not main target, we sustain a artistic and cultural vision for children.

– Change the play’s dramaturgy from the view of young people.

– To create extra time for dramaturgy discussion

– Stylize dynamic artistic view by using dance, chreograpy, stilization, the art of mim.

What shall be dramaturgy process when we are workıng wıth youths?
understand-ask-interpretate-criticise-change

1 ) To comprehend (understand) story and plot
2) To understand theme and text
3) To question and begin text analyse
4) To interprerate dramaturgy
5) Alternative dramaturgy (What should be change?)
6) Staging process

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: bsezgin

Yanıtla