27 Mart Dünya Tiyatro Günü Bildirisi ve Çağrı

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Dünya Tiyatro Günü, her yıl 27 Mart’ta ülkemizde de kutlana gelen bir gün. Ülkelerin (ulusların) evrensel boyutta bir araya gelmelerine yol veren anlamlı günler var. İnsanların dil, din, ırk vb. ayrımların, ayrıştırmaların üstesinden gelmek için gösterdikleri çabanın var ettiği günler. 08 Mart, 01 Mayıs,  0l Eylül, 10 Aralık. Ve benzer çabalarla anlam kazanacak yeni günler. Kutluyoruz, kutlayacağız.

Hangi günü neden kutluyoruz? Nasıl kutluyoruz? O günlerin içeriğinde var olan mirası, bugünün koşullarında yeterince değerlendirebiliyor muyuz? Yanıtlamamız gerekir elbet. Yoksa (eğer yanıtlayamazsak), o anlamlı günlerin ‘statüko’nun daralan kalıpları içinde ‘zoraki merasim’ düzeyinde geçiştirilen günler olarak kalacağını biliyoruz. Bir kısım zevatın istediği de bu elbet. Selam dünyanın ve Türkiye’nin aydınlık geleceğine denilerek yapılan mücadelenin ve var edilen ‘içeriğin’ geçmişin derinliklerinde kalması, bırakılması. Oysa o günlerin amaçlarına uygun yeni hedefler ortaya konulabilmeli, bu hedeflere uygun programlar hayata geçirilebilinmelidir.

Bilindiği gibi 27 Mart Dünya Tiyatro Günü, 1962 yılından buyana uluslar arası  boyutta kutlanıyor ve her yıl bir tiyatro bildirisi hazırlanıyor. 1978 Yılından buyana bu bildiriye ulusal boyuttaki bildirilerle katkı sağlanıyor.

Ulusal ve uluslararası bildirilerin tümünde de kültür, sanat, tiyatro kavramları ile dünyamız ve gelişimi üzerine görüşler dile getiriliyor. İster ulusal bildiri, isterse uluslar arası bildiri olsun, hepsinde de daha güzel bir dünya için tüm insanlık kucaklanıyor. Ulusal renklerin hepsi, dünyayı daha güzel kılmak adına birbiriyle kaynaşıyor. Bu renklerde yaratılmak istenilen, gelişimi istenilen dünyanın merkezinde ‘insan’ı görüyoruz, varılmak istenilen hedefte ‘insan’ var.

Bu insan kaynağını  öne almayan, bilim ve sanatı temel almayan, alamayan ‘kalkınma’nın ne anlama geldiğinin belirlenmesinde ve bugünlerde sıkça kullandığımız ‘küreselleşme’ kavramının da bu anlamda irdelenmesinde yarar var. Bu kavramlardan ne anlıyoruz? Kavramların içeriği kimler tarafından dolduruluyor? Bu dolduruşun uygulamaları nasıl sonuç verecekmiş! Sizce nasıl sonuç veriyor? Ülkemizde hangi küresel reçeteler revaçta?

Emperyalizm (kapitalizm); ‘küreselleşme’ kavramının sarmalında dünyamızı  yeniden düzenleme peşinde. İnsanlık tarihinin daha güzel, daha yaşanılır,  daha aydınlık ve sömürüsüz bir dünya için var ettiği düşüncelere, değerlere saldırı sürdürülüyor. Özgürlük, bağımsızlık, enternasyonalizm kavramları unutturulmaya, yerlerine piyasa ekonomisinin (EOGK)  işleyişini kolaylaştıracağını umdukları yaklaşımları yerleştirmeye çalışıyorlar.

Sömürü her boyutta sürüyor. Emek sömürülüyor. Sağlık sömürülüyor. Kaynaklar sömürülüyor. Yaşam satın alınır mal haline dönüştürülüyor. Emperyalizmin (kapitalizmin) bu boyuta ulaşmasında elbette küresel sermaye var. Elbette silah var. Ancak yaşamın böyle sömürülebilinmesinde, insanın beyninin yıkanmasında, alıklaşmasında, iradesizleşmesinde ‘kültür’ kavramının rolü, silahın etkisinden fazla. Emperyalizm (kapitalizm), insanları koyunlaştıran böyle bir kültürel bombardımanın payandalığında yürüyor. Saldırganlığı, vahşiliği, pervasızlığı giderek artıyor.

Bu insanlık suçuna karşı duruşun, karşı koyuşun örgütlü bir mücadele gerektirdiği açık. Bu anlamda son 30 yılda ülkemizde görülen zafiyette, dağınıklıkta kültür-sanat sarmalının ‘günahı’ yok mu? Ülkemizde emekten yana var edilen düşüncelerin, projelerin, programların çarpıtılmasında, içinin boşaltılmasında, erozyona uğratılmasında sanat alanının, ‘tiyatro’nun piyasa ekonomisinin cazibesine, dalgasına kapılmasının rolü yok mu? Emperyalizme, üretim ilişkilerinin farkına varılmadan, kapitalizm es geçilerek karşı durulur mu?

Sanatsal yaratıcılık ve üretim için gerekli alt yapı (sahne, salon, teknik donanım, vb) kimlerin elinde toparlanıyor? Veya bu olanaklardan tiyatrocular gerçek anlamda hangi ölçüde ve şartlarda yararlanabiliyor? Sermaye (sponsor) şimdilik ne kadar müdahaleci? Sanatsal yaratı ne ölçüde sınırlandırılıyor, yönlendiriliyor? Özgür yaratıcılık ne ölçüde olanaklı? Tiyatrocunun emeğini, işaret edilen rotanın doğrultusunda,  pazarlamaktan başka bir gücü kalıyor mu? Sanatsal üretim ve metalaşma üzerine düşünüyor muyuz? Tiyatroların az kişili oyunları tercih etmelerinin altında piyasa ekonomisi yok mu? Bu durum tiyatro yazarlarını etkilemiyor mu? Ustaların ‘tiyatro eğlendirmeli’ uyarısına sığınarak, kimi nasıl eğlendirdiğinin, nasıl bir eğlencenin seslendirilmesi gerektiğinin hesabını yapmamanın yozlaşmada rolü yok mu? Merkezi hükümetin ve yerel yönetimlerin olanak yaratmada, alt yapı sağlamada, destek vermede sorumlukları yok mu? Yoksa bu kârlı bir iş değil mi? Kaç belediye bu işe inanıyor? Üç mü, beş mi? Valiliklerin ‘teşvik’ ve ‘yasak’ anlayışındaki orantısız güçlerine ne demeli?

Ülkelerin kalkınmasında, refah düzeyinin yükseltilmesinde merkeze insanı koyan yaklaşımın ve bu konuda etkili olabilmede de ‘kültür meselesinin ne denli önemli bir yerinin olduğu açıktır. Olumlu anlamda etkili bir dünya devleti olmanın, olabilmenin yolu da buradan geçer. Ülkemizin gelişmesinde insan kaynağımızın yaratıcılığının harekete geçirilmesine ve sanatın da (tiyatronun) bu konudaki işlevine gerçekten inanılıyorsa, tiyatro sahnesini ülkemizin toprağına yayılmış büyük bir alan olarak kabul etmeliyiz. Yaratıcılığı ve kültürel dokumuzun değerlendirilmesinin sorumluluğunu tekdüzeliğin çemberine, sadece ‘becerili’ olanın sınırlarına hapsedemeyiz, hapsetmemeliyiz.  Bu yaklaşımla amatörlüğü esas bilen yapılanmaları özenle desteklemeliyiz.

Bizce sanatçı, insana, insanlığa diyeceği olan, olabilen ve bu anlamda sancı duyan kişidir. Sanatsal üretim demek istenilen, var edilmek istenilen düşüncelerin doğrulması için sarf edilen ‘çaba’ ile başlar. Bilim ve sanatı geliştiren, yaratıcılığı sürekli kılan bu çabadır. İşte ‘amatör’ sözcüğüne anlam katan da bu çabadır. Amatör tiyatroların bir ülkede kültürün, sanatın, tiyatronun vazgeçilmez kaynakları olduğu ve ülkenin kültür, sanat, tiyatro düzeyini belirlediği, bu anlamda  ‘ölçü’ olduğu açıktır.

Biz yine de son sözü;  “Tiyatronun amacı; günlük yaşantılar kargaşalığından anlamlı  olayları seçerek ayırmak, aralarındaki ilişkiyi belirtecek şekilde düzenlemek, böylece bizleri bu korkunç karışıklığın şaşkın seyircileri olmaktan kurtarıp, dünyayı, dünyanın geleceğini kavrayan akıllı insanlar yapmaktır”.diyen B. Shaw’a bırakalım.

ATB ( AMATÖR TİYATROLAR BİRLİĞİ )

ATB ( AMATÖR TİYATROLAR BİRLİĞİ ) ÜYESİ ANKARA GRUPLARI VE ANKARADA Kİ “27 MART” ETKİNLİĞİNE DUYARLI GRUPLARLA YAPACAĞIMIZ ETKİNLİK PROGRAMI AŞAĞIDADIR, TÜM TİYATRO DOSTLARINI DAVET EDİYORUZ..

27 MART 2010
Toplanış : 10:45 Ekin Tiyatrosu
Yürüyüş : 11:15 Ekin tiyatrosu önü
İlk durak : Eski Yeni Sahne
Son Durak ve basın açıklaması : 12:00 Yüksel Caddesi İnsan Hakları Anıtı önü

Toplanış,yürüyüş ve duraklarda tüm tiyatro toplulukları kendi etkinliklerini Ankaralılarla buluşturacaklardır.

Paylaş.

Yorumlar kapatıldı.