Pedagojik Açıdan Çocuk Oyunları İncelemesi

Pinterest LinkedIn Tumblr +

2009- 2010 Sezonunda

Ankara’da Sergilenen

Bazı Çocuk Oyunlarının

Pedagojik Açıdan İncelenmesi


PEDAGOJİK AÇIDAN İNCELENEN ÇOCUK  OYUNLARI

  • Çirkin Prensesle Şişko Prens (DT)
  • Narnia Günlükleri (DT)
  • Ama Bana Lazım (Tiyatro Bereze)
  • Pinokyo (DT)
  • Benim Güzel Pabuçlarım (Başkent Tiyatroları)
  • Bir Yaz Masalı (DT)
  • Keloğlan Keleşoğlan (DT)
  • Denizkızı ve Korsanlar (AST)

Çirkin Prensesle Şişko Prens


Ankara Devlet Tiyatrolarının 14 Nisan`da Muhsin Ertuğrul Sahnesinde prömiyer yaptığı çocuk oyunu `Çirkin Prensesle Şişko Prens’, özetle, iki ülkenin sınırları arasında kalan bir meyve bahçesi yüzünden yaşanılanları anlatıyor. Bahçe yüzünden savaşan ülkeler, çareyi bahçeyi kendilerine yasaklamakta bulurlar. Meyve hasreti çeken iki ülkeyi barıştırmaksa Yeşillikler Ülkesinin çirkin prensesi ile Mavilikler Ülkesinin şişko prensine düşer.

Oyun 6-12 yaş grubu izleyicileri için tavsiye ediliyor. Fakat oyun farklı nedenlerle farklı yaş gruplarına hitap ederken diğer taraftan da tavsiye edilen yaş grubuyla çelişiyor.

Oyun dekorların açıklanması ve tiyatroda her şeyin gerçeğe benzeme zorunluluğunun olmadığının seyirciye anlatılmasıyla başlıyor ve dekor seyirci önünde kurulurken ne oldukları açıklanıyor. Oysa Piaget’e göre sembolik oyun, işlem öncesi dönemin her yaş diliminde ortaya çıkar. İki yaşındaki çocuk bir nesneyi, örneğin oyuncak ayısını annesini ya da bir başkasını sembolize etmek için kullanabilir. Çocuklar büyüdükçe alışveriş yapma, yemek pişirme, çocuğunu doktora götürme gibi çeşitli taklitler geliştirebilirler. Beş ve altı yaşındaki çocuklar kurdukları bu sembolik oyunlara başka çocukları da katabilirler (İnanç, Bilgin, Atıcı; 2004: 111, 112). Bu sebeple oyun altı yaş ve üstü içinse, iki yaşından itibaren gerçek nesnelerin yerine simgesel nesneler koyabilen çocuk için tiyatro dekorlarının açıklanmasına gerek yoktur. Bu, çocuğun zihinsel gelişiminden habersiz olunduğunun bir göstergesidir.

Oyun, oyunda rol alan kişilerin açıklanması ve oyunun asal probleminin “paylaşmayı bilmeme” sunulmasıyla devam ediyor. Ama hikaye içinde bir çok sorunun cevabı yok: Neden meyve bahçesi yasak, neden savaş yapılmak zorunda, savaştan kazançlı, silah satıcısı kötü karakter neden birden mesleğinden vazgeçiyor? gibi… Birçok boşluk ve akılda kalan soru işaretleriyle devam eden oyun, öyküye katkısı olmayan, birbirinden farklı hareketli bölümlerle sürüyor. Bu hareketli bölümler arasında yer alan iki ülkenin soytarılarının birbiriyle olan kavgaları, rekabetleri ve soytarılıkta kimin daha başarılı olduğunu ispatlama yarışları 6-12 yaş grubuna psikososyal açıdan uygun. Erikson’a göre bu dönemdeki çocuklar özellikle ilkokul yıllarında akademik beceri ve aktivitelere yönelirler. Bilgi edinmenin yanında okul, çocuğu akran grubuyla karşı karşıya getirir. Böylece sosyalleşmenin özünde sosyal karşılaştırma gerçekleşmiş olur (Özbay, 2004: 59). Soytarıların yarışmaları ve günümüz çocuğunun ilgisi olan rap müziğiyle bu yarışmanın desteklenmesi sadece yaş grubu uygunluğu açısından bakılırsa rekabete dayalı olduğu için, 6-12 yaş grubuna uygun ama müzikteki sözlerin anlaşılmaması, bu hareketli sahnelerin öyküye bir katkısının olmaması, görselliği öykünün önüne geçirerek ilginin ayakta tutulmaya çalışılması ucuz numaralar olarak karşımıza çıkıyor.

Oyunun sonlarına doğru beklenmeyen bir anda şişko prensle çirkin prensesin âşık olması oyunun hedeflediği somut işlemler dönemindeki çocuk için anlaşılması zor bir sahne. Karakterlerin sadece kısa bir süre birbirlerine bakmaları ve ne olduğu anlaşılmadan kısa sürede hareketlerinin değişmesi, sakarlaşmaları çocuklar için çok da anlaşılır değil. Seyirci çocuklar arasındaki “prens neden düştü, aşık mı oldular?” fısıltıları bunun göstergesidir. Piaget’e göre bu yaştaki çocuklar düşünce deneyleri gerçekleştirebilirler ama bu işlemler somut durumlarla sınırlıdır. Bir problemin anlaşılması somutlaştırılmasına bağlıdır. Yani çocuk nesneyi, olayı ya da onları temsil eden uyarıcıları muhakkak daha önceden görmüş olmalıdır (İhtiyaç yayıncılık, 2009: 73). Bu yüzden bu durumun, onu somutlaştıracak bir efekt ya da görsellikle desteklenmesi konunun net olarak anlaşılmasını sağlayabilirdi.

Kötü karakterin yardımcılarının o ne derse, beden dilleriyle onu taklit etmeleri ise, somut işlemler dönemindeki bu yaş grubu için uygun. Kötü Cincin’in birçok konuşmasında onun ağzından çıkarılanların yardımcıları tarafından beden diliyle ifade edilmesi izleyici için keyifli bir sahne olsa da öyküyle alakalı olmadığından birçok tekrardan sonra izleyiciyi sıkıyor.

Oyunda hem yazar hem de yönetmen olarak karşımızda olan Harun Özer, şiddet dolu dünyada yaşadığımızın altını çizmiş ve savaştan sadece bu işin ticaretini yapanların kazanç sağladığını belirtmiştir. Özer, “Savaşlarda kim kaybederse kaybetsin hep kazanan birileri var: Bu işin ticaretini yapanlar. Oyunda da çocukların zihninde savaşa karşı bir bilinç oluşturmayı hedefliyoruz. Çünkü savaşların en büyük mağdurları çocuklar. Çocuk ve savaş arasında hiçbir ilişki olmaması gerekirken onlar taraf olmaya zorlanıyor” demiştir. Çocuk teorisyenleri arasında, kötüyü yenmenin yollarından biri de şiddet kullanmak olacağı için sahnede şiddetin gösterilmesi gerektiği varsayımı yaygındır. Bununla birlikte sahnede şiddeti ele alırken, öykünmenin yol açacağı arzu edilmeyen tehlikelerin, şiddeti stilize ederek yani onu gerçek dışı bir şekilde işleyerek azaltılabileceği genel olarak kabul görür. Şiddetin kötü bir sonucu olmayacağını göstermek akıllıca bir iş değildir. Oyunun şiddeti gösterme amacı, dikkatli bir biçimde değerlendirilmelidir. Gerçek kavga büyük oranda stilize edilebilir ama sonuçları asla gizlenmemelidir (Goldberg, 2008: 102, 103). Bu oyunda ise iyi oyun kişilerinin birbiriyle nedensizce savaşması, bu savaşın sadece hareketli bir sahne olarak kalması ve geçiştirilmesi, savaşın kötü sonucunun izleyiciye sezdirilmemesi, yani stilize edilen şiddetin sadece görsellik olarak kullanılması; Özer’in belirttiği amacın anlaşılmamasına neden oluyor.

Dramatik etkililik ve psikolojik etki için “iyi ve kötü”nün dengede olması gerekir. Büyük bir kötülüğe güçlü bir erdemle karşılık verilmelidir. İki taraftan birindeki dengesizlik, oyundaki bütün dramatik değerlere zarar verir; ayrıca seyircinin olgun bir biçimde iyi ve kötü kavramlarını değiştirebilmesi fırsatını elinden alır (Goldberg, 2008:100). Bu oyunda ise dengesizlik çok net görülüyor. Kötü Cincin güçlü, parası olan kendinden emin bir oyun kişisi iken, iyi oyun kişileri fiziksel özellikleri yüzünden sürekli aşağılanan, sakarlıklar yapan, kendi aralarında bile anlaşamayan, güçsüz kişilerdir. Oyunun sonunda bu güçsüz kişilerin, kötü oyun kişisini yenerek onu da iyi olmaya ikna etmeleri ise iyice kafa karıştırıcıdır. Oyun boyunca her şeyi bilen, türlü hileler yapan, tüm iyi oyun kişilerinden daha güçlü ve zeki olan kötü oyun kişisi, birden iyi olmaya ikna olur ve artık silah değil çocuklar için oyuncak satmaya karar verir. Dolayısıyla iyinin aptal, kötünün çok kurnaz olması, ikisi arasındaki mücadeleyi gerçek dışı kılmakta ve oyunun inandırıcılık boyutunu zedelemektedir.

Oyun içinde sezdirilmesi gereken kötü- iyi kavramı, ya da oyunun sorgulatmaya çalıştığı “kötülük” kavramı, kötü oyun kişisinin seyirciye “hiç kötülük yapmadınız mı, kötülük de iyi bir şeydir” diye seslenmesiyle iletilmeye çalışılmış. Kötü oyun kişisiyle iletişime geçen çocuklar, bu kavramı sorgulamıyor, tam tersi kendilerini savunmaya geçiyorlar ve salondan bağrışlar yükseliyor. Kötü oyun kişisinin seyirciye “eminim, siz de kötülük yapmışsınızdır hem bu bazen iyidir. Bir ara verelim siz de bunu düşünün” demesi, perde arasında bile çocukların “iyilik, iyilik…” diye bağırıp kendilerini savunmalarına neden oluyor. Oysa bu sözle değil oyunla verilmeye, sezdirilmeye çalışılsa; çocuklar kendilerini savunmak zorunda kalmayacaktır.

6- 12 yaş grubu çocuğu kahraman karakterle güçlü bir biçimde özdeşleşme kurar; böylece özellikle onun toplumun ahlaki kurallarına bir rehber olan hareketlerinden hoşlanır. Özdeşleşme; sahnedeki karakterle kendi arasında fark ettiği bazı ilişkiler yüzünden empatik bağın gelişimi olarak tanımlanabilir. Özdeşleştiğimiz karaktere hayran olmak zorunda değiliz, ya da hayran olduğumuz karakterle özdeşleşmek zorunda değiliz. Belki de bilinçsizce bize kendimizi hatırlatan birini gördüğümüzde onunla bir bağlantı kurarız. Onun tarafını tutar, eylemlerini savunuruz. Çocuklara yakın otoriteye karşı gelen, protestocu, bomba yerleştiren devrimci bir modelle etkili bir oyun yazıldığında, çocuk kendi algısını, tutum ve davranışlarını bu isyancının yönü doğrultusunda değiştirme eğilimi gösterebilir (Goldberg, 2008: 83, 98, 99). Bu oyunda ise çocuğun özdeşleşme yaşadığı karakter, silah satıcısı olan, herkesi savaşa sürükleyen, oyun arasında kötülüğe özendiren, oyunun sonunda ise yaptığı kötülükten hiç ceza almayan ve işini değiştirerek iyilerin içine katılan kötü oyun kişisi Cincin oluyor. Oyunda, seyircinin sadece kötü oyun kişisiyle iletişime geçmesi, ona sempati duymasına neden oluyor. Çocuklar kendini savunmaya geçse de oyundaki çirkin, şişko, aptal, şapşal diye sürekli aşağılanan, fiziksel özellikleriyle oyun boyunca dalga geçilen prens ve prenses yerine, güçlü olan kötü oyun kişisiyle özdeşleşme yaşıyor. Kötü Cincin sahneden her ayrıldığında çocukların “bir daha gelecek mi acaba” dediği ve onun çıkmasını beklediği gözlemlenmiştir. Kötü oyun kişisiyle özdeşleşme ise; oyunun amacını ya da yazarın öğretmek istediklerini saptırıyor ve çocuklarının kafasında tam ters bir algı oluşturuyor.

Oyunda az ama renkli dekorlar, gerçek dışı parlak rengarenk kostümler, renkli saçlar, fonda oyun boyunca çalan müzik öykünün önüne geçiyor. Kostümlere yüklenen anlamlar (Suyu temsil eden mavilikler ülkesi kraliçesinin deniz mavisi saçlarının üstündeki gemi şeklinde şapkası, Yeşillikler kraliçesinin doğayı temsil eden yeşil ot şeklindeki saçları), karmaşık zihinsel faaliyetlere açık olan 7- 11 yaş grubu için bile anlaşılması ve o kadar renkliliğin içinde fark edilmesi zor bir ayrıntı olarak kalıyor. Yani oyunda, zengin görsel malzemeyle, kurgunun zaaflığı bertaraf edilmeye çalışılmıştır.

Sonuç olarak oyun, hem konusu hem sahnelenişi bakımından hedeflenen yaş grubuna uygun bir oyun değildir. Bu nedenle, gözlemlediğim kadarıyla Muhsin Ertuğrul sahnesi çocuklar için o gün iyi bir tiyatro deneyimi yaşadıkları yer olarak değil, derslerinden kurtulabildikleri, oyunu izlemeden birbirleriyle sataşabildikleri, arada bir oyuna dahil olup müzik dinledikleri, oyun bitiminde ise arkalarına bakmadan ama öğretmenlerinin zoruyla görevliye oyun için teşekkür ettikleri bir yer olarak kalacaktır.

Narnia Günlükleri



Beyazperdede hasılat rekorları kıran filmiyle tanınan “Narnia Günlükleri”, Devlet Tiyatroları sahnesinde izleyiciyle buluşuyor.

Brita Kutchmy`nin kaleme aldığı, Işıl Kasapoğlu`nun yönettiği oyun, 8 Aralıkta prömiyer yaptı. Dekor ve giysi tasarımını Hakan Dündar`ın, ışık düzenini Ersen Tunççekiç`in üstlendiği yapıtın müzik direktörü Kemal Günüç.

Oyun, “Aslan”, “Cadı” ve “Dolap” etrafında Narnia ülkesinde gelişen sihirli bir masalı konu alıyor. Eserin Çayyolu Cüneyt Gökçer Sahnesinde gerçekleştirilen tanıtım toplantısında oyunla ilgili bilgi veren Işıl Kasapoğlu, “Narnia Günlükleri”nin hazırlıklarının iki ay sürdüğünü söylemiştir.

Eserin başta sadece çocuklar için düşünüldüğünü, ancak zamanla tüm yaş gruplarına uygun bir yapıtın ortaya çıktığını gördüklerini ifade eden Kasapoğlu, “Yani, bunun üzerine de aldık başımızı gidiyoruz. Yediden yetmiş yediye diye bir tanım varsa bu tam da ona uygun bir oyundur” sözleriyle tüm sanatseverleri eseri izlemeye davet etmiştir. Oyunun Kasapoğlu’nun da ifade ettiği gibi 7+ yaş grubu için uygun olduğu belirtilmiştir.

Oyun tüm oyuncuların salon, loca, sahne ve balkonda şarkı söylemesiyle başlıyor. Bu durum şarkının anlaşılmasını zorlaştırsa da balkondaki çocukların da yanlarında oyunculardan bazılarını görmeleri hoşlarına gidiyor. Şarkı bitiminde ise balkondan oyunu izleyemiyoruz çünkü oyuncular evi keşfetmek için sahnenin altında ve alt katta oturan seyircilerin yanlarında dolaşıyor. Bu yüzden oyunun başını sadece duyduklarıyla anlamlandırmak balkonda oturan somut işlemler dönemindeki (7-11) çocuklar için biraz zor. Evin dolap olan odasının keşfedilmesiyle oyuncular sahneye çıkıyor ve oyunun odak noktası olan dolaba dikkat çekiliyor.

Oyunda küçük kardeş olan Lucie’nin dolaptaki ülkeyi keşfetmesi fakat ağabeylerinin ve ablasının ona inanmaması heyecanı ayakta tutarken, ortanca ağabeyinin Lucie’yi aramak için dolabı açmak zorunda kalması tüm salonu coşturuyor ve seyirciler hep bir ağızdan abinin dolabı açmasını sağlıyor. Kendisine inanmayan ağabeyinin gizemli ülkeyle karşı karşıya gelmesi, ve kendi yaş gruplarından olan Lucie’ye inanması salonda alkışlarla karşılanıyor. Oyunda birçok kere gerilim ayakta tutulurken bazı yerler de bu gerilimin uzun bir şarkıyla bölünmesi ve gerilimi dağıtması izleyiciyi odaktan uzaklaştırıyor. Buna neden ikinci durum ise, ana karakterler sahnedeyken yanlarda dolaşan hayvan kostümlü birbirinden renkli diğer oyuncular. Somut işlemler döneminden itibaren (7-11) çocuklar artık dikkatlerini karşılaştıkları durumlarının yalnızca bir yönüne ya da duruma ilişkin bir ayrıntıya odaklanmaz ya da başka ayrıntılara dikkat etmemezlik yapmaz (İnanç, Bilgin, Atıcı; 2004: 115). Sahne de olan birçok olay çocuğun ilgisini çektiğinden, asıl odaklanması gerekene olan ilgi azalıyor, görsellik öykünün önüne geçiyor ve dikkati dağıtarak anlamayı zorlaştırıyor.

Ülkeyi keşfeden ama kardeşleri yokluğunu fark etmesin diye eve dönmek isteyen Ortanca kardeş yolu şaşırıyor ve ona gideceği yolu anlatan oyun kişisiyle, yankı vadisinden geçiyor. Oyuncunun söylediklerini seyircinin tekrarlamasıyla yankı oluşturuluyor ve seyircinin öyküye katkı sağlaması ilgiyi ayakta tutuluyor.

Tüm kardeşler ülkeyi keşfediyor. Ortanca kardeşin kraliçenin tuzağına düştüğünü öğrenince önce onu sonra da ülkeyi kurtarmaya çalışıyorlar. Kunduz ailesi onlara yardım ediyor. Diğer oyun kişilerine taş heykellerin bulunduğu yeri anlatırken kunduzun çeşit çeşit heykel formlarını alması da somut işlemler dönemindeki (7- 11) çocuk için uygun ve keyifli bir sahne.

Dokuz yaşın altındaki bir çocuk iyi- kötü değerlerini kendi özel çevresinin yorumladığı şekliyle öğrenir ve böylesi çatışmalar onun için uygundur. Çocuk iyi ve kötüyü açıkça birbirinden ayrılmış olarak görmek ister. Kötü, netleştirilebilecek kadar karakterize edilmeli, ama korkutucu olmamalıdır. Elbette hem iyi hem kötü sahne dışı olayların açıklanması ya da karakterlerin tartışmasıyla değil seyircinin göreceği eylemlerle tanımlanmalıdır. Daha büyük çocuklar içinse, yorum, niyet, koşullar ve diğer değişkenler kötülüğü göreceli bir kavram yapar. Çocuk olgunlaştıkça iyinin ve kötünün sunumu da olgunlaşmalıdır (Goldberg, 2008: 99). Oyun boyunca kraliçenin de şarkı söylemesi, seyircilere kendini alkışlatması, kötülük yapma amaçlarının oyun için de net olmasa da sezdirilmesi, kötünün net ama korkutucu olmamasını sağlamış. Fakat kraliçenin neden kötü olduğu sadece anlatılıyor, ya da sezdiriliyor. O ülkesini kaybetmek istemeyen bir kraliçe, diğerleri ise ülkeyi kurtarmak isteyen iyi karakterler. Sonrasında gelişen olayların kötünün ve iyinin sahnede yapılan eylemlerle desteklenmesiyle kötü ve iyi net olarak çiziliyor. Ama kötü bazen güzel şarkı söyleyen sempatik bir kraliçe, bazen komik duruma düşen ve seyirciyi güldüren bir kraliçeye dönüşebiliyor. Ama her yaş grubuna kötü ve iyi aynı şekilde sunulmuş oluyor, bu da algılamayı farklılaştırıyor.

Sahnedeki şiddet “çirkin prensesle şişko prens”te ki şiddet sahnesi gibi stilize ediliyor. Ama bu sefer amaç da sonuç da net olarak verilmiş. Kraliçe ve adamları, aslan ve iyi karakterlere karşı savaş yapıyor. Savaşın sonuçları seyirciye gösteriliyor. Ortanca kardeş yaralanıyor, herkes üzülüyor ama kraliçe ve adamları da yeniliyor, ölüyor. Oyunun ortalarında seyircinin coşkusuna neden olan Noel Baba’nın getirdiği sihirli iksirle kardeş iyileştiriliyor. Böylece gerçek kavga büyük oranda stilize ediliyor ama sonuçları gizlenmiyor. Ölenler maskelerini çıkartıyorlar, dört kardeşin ülkenin yeni sahibi olması ve dolaptan geri dönülmesiyle oyunun sonlarına yaklaşılıyor. Oyunun sonu ise soyut işlemler dönemindeki (11+) çocuğun hipotetik düşünme ve esnek düşünme yeteneğine uygun. Piaget’e göre; hipotetik düşünme yeteneği olan bir ergen herhangi bir problemle karşılaştığında sorunun görülen boyutlarının ötesine geçip çözüme ilişkin olası yollar belirleyebilmekte ve farklı seçenekler ortaya koyup bunları test edebilmektedir. Hipotetik düşünebilen bu ergenler bir sorunun çözümüyle ilgili ihtimalleri sıralayabilir, kendi görüşlerinde saplanıp kalmaz, başka ihtimaller olabileceğini anlar ve esnek düşünebilirler (İhtiyaç yayıncılık, 2009: 77). Bu açıdan bakıldığında oyunun açık bırakılan ve izleyiciyi “yaşanılanlar gerçek miydi, böyle bir ülke yok mu, amcayla aslan aynı kişi miydi?” gibi sorularla baş başa bırakan sonu soyut işlemler dönemindeki çocuk için uygunken, düşündüklerini somut olarak görmek ve somutlaştırılanları anlamlandırabilen somut işlemler dönemindeki çocuk için uygun değildir.

Dekorlar (dolabın arkasından çıkan karla kaplı Narnia ülkesi, ülkeye bahar gelmesiyle kar dekorlarının birden bahar çiçeklerine dönüşmesi, sahne üstünden uçan kuşlar, balkondaki seyircinin görmesini engellese de odanın kullanılmadığını ifade eden salonun tavanındaki büyük örümcek ağı, asansör sahnenin çok çeşitli kullanılması), efektler ve ışıklar (yağmur yağarken salonda oluşan ince ışıklar, gök gürültüsü efekti) ve kostümler her yaş grubunun ama özellikle düşündüklerini somut olarak görmekten hoşlanan 7-11 yaş gurubunun ilgisini çekmek için ideal. Oyunda kullanılan müzikler, oyunun gereklerini yerine getirecek biçimde caz, rock’n roll, rock, slow, pop.. türleri arasından seçilmiş ve çocuğun müzik beğenisine ön yargıyla yaklaşılmamıştır. Şarkıların uzunluğu izleyicilerin ilgisini sonlara doğru dağıtsa da, çeşitliliği ilgiyi ayakta tutuyor.

Konu itibariyle hem okumalarında hayvan hikayelerini, fablları, mitler, peri masallarını, yabancı ülkeleri seçen ve aynı zamanda büyük oranda gizem arayan 7-9 yaş grubuna; hem de macera ve zorluklarla dolu seyahat hikayelerini seçen, doğa tarihi, mizah ve gizemli hikayeleri seven 10-18 yaş grubu için uygundur (Goldberg, 2008: 83, 84).

Sonuç olarak, oyun sahnelenmesi açısından pürüzler olsa da genel olarak hedeflenen yaş grubuna uygundur. Ancak uygulamada yaş aralığına uygun olmayan okulöncesi yaş grubu salona alınmakta ve oyun onlara uygun olmadığından bu durum sorun yaratmaktadır. Birçok efektten ve inandırıcı hayvan kostümlerinden korkan çocukların oyun boyunca “onlar gerçek değil ki, beni ısırmaz ki, onlar insan ki” gibi ifadelerle kendilerini telkin ettikleri gözlemlenmiştir.

Pinokyo


Carlo Collodi’nin yazdığı dünyaca ünlü çocuk romanı Pinokyo’dan uyarlanan oyun Devlet Tiyatrolarında izleyiciyle buluşuyor. Oyunu uyarlayan ve yöneten Guglielmo Papa’dır. Oyunda, dünyaya kukla olarak gözlerini açan Pinokyo’nun, gerçek bir çocuğa dönüşmek yolunda yaşadığı serüven anlatılmaktadır.

Oyunun tanıtımında yaş grubunun 6-15 olduğu belirtilmiştir. Ama öykü, içeriği itibariyle 6-11 yaş grubuna uygun olduğundan, öykünün sahnelenişinde bu aralığın dışındaki seyirci için özel bir değişiklik yapılmadığı takdirde; oyun, 11+ yaş grubunun ilgisini çekmeyecektir. Dolayısıyla yaş grubunun yanlış saptandığı gözlemlenmiştir.

Oyun, Gepetto ustanın kukla yapmasıyla başlar. Çocuğa benzeyen bu kuklanın adını “Pinokyo” koyarlar. Pinokyo yürümeyi öğrenir öğrenmez Gepetto’nun elinden kaçar, sokağa çıkar. Kendisiyle dalga geçilen Pinokyo polise yakalanır ve Gepetto çocuğuna iyi bakamadığı için hapse atılır. Pinokyo, tek başına yaşamak zorunda kaldığı sokakta zor durumdayken Gepetto yardımına koşar ve üstündeki yeleği satarak onu okula yazdırır. Okul yolu dönüşünde kitabını satan Pinokyo tiyatroya gider, orda olay çıkarır ama kötü adama kendini acındırdığı için yakılmaktan kurtulur ve fakir oldukları için adam ona beş altın verir. Pinokyo yolda giderken iki hayvan onu kurnazlıklarıyla kandırır ve parasını çalar. Hayvanları şikayet etmek için karakola giden Pinokyo, hapse atılır. Hapiste mavi periyi görür, babasının onu aramak için denize açıldığını ve periden kendisini gerçek bir çocuğa dönüştürmesini istediğinde, bunun kendi elinde olduğunu öğrenir. Peri onu hapisten kurtarır. Pinokyo yine uslanmaz, okul dönüşü oyuncaklar ülkesine gideceğini söyleyen bir yabancıya inanır. Ülkeye giderler ama buraya giden herkes eşeğe dönüşür. Eşek Pinokyo’yu sirk sahibi alır ama sonra çemberin içinden atlarken bacağı kırılan Pinokyo’yu işe yaramaz diye denize atarlar. Denizde balinaya yem olan Pinokyo babasıyla balinanın midesinde karşılaşır, oradan beraber kurtulurlar. Kurtulan Pinokyo artık gerçek bir çocuk olmuştur.

Öykü çok tanıdık olmasına rağmen, sahnelenişinde yer alan birçok boşluk oyunun, kurgunun net anlaşılmamasına yol açıyor. Hapiste olan babanın, Pinokyo’nun kendini ısıtmak için yaktığı ateşte bacakları yanarken birden koşup gelmesi, Pinokyo’nun paralarını çalanları şikayet etmek için gittiği karakolda suçsuzken hapse atılması, gerçek bir çocuk olmasının kendi elinde olduğunun söylenmesi ama açıklanmaması ve oyunun sonunda balinanın ağzından kurtulan Pinokyo’nun gerçek bir çocuğa dönüşmesinin nedeni oyun içinde açıklanmıyor. Bu yüzden olay dizgisinin takip etmede ve yaşanan olayların nedenlerinin mantıksal olarak anlamlandırılmasında zorlanılıyor.

Oyunun bazı sahneleri 6-11 yaş grubu için uygunken bazı sahneleri değildir. Oyun boyunca dekordaki pencerelerden başlarını uzatarak Pinokyo’ya yol gösteren ya da onunla dalga geçen oyuncuların, somut olarak nerde ya da kim olduğu anlaşılmıyor. Piaget’e göre bu yaştaki çocuklar düşünce deneyleri gerçekleştirebilirler ama bu işlemler somut durumlarla sınırlıdır. Bir problemin anlaşılması somutlaştırılmasına bağlıdır (İhtiyaç yayıncılık, 2009: 73). Bu yüzden oyunun hedeflemesi gereken (6-11 yaş grubu) öyküye katkısı olmayan bu sahneleri ve Pinokyo’nun arada onlarla iletişime geçse de dediklerini hiç yapmadığı, dalga geçerlerken umursamadığı oyuncuların kim olduğunu anlamlandıramıyor.

Oyunun bazı sahnelerinde kullanılan fon müziği, bir oyuncu konuşurken arkasındaki diğer oyuncuların da sürekli konuştuğu, bağırdığı, birbirlerine laf attıkları sahneler izleyicinin sahnede olan biteni anlamasını zorlaştırıyor. Somut işlemler döneminden itibaren (7-11) çocuklar artık dikkatlerini karşılaştıkları durumlarının yalnızca bir yönüne ya da duruma ilişkin bir ayrıntıya odaklanmaz, başka ayrıntılara dikkat etmemezlik yapmaz (İnanç, Bilgin, Atıcı, 2004: 115). Bu yüzden birçok uyarıcının aynı anda devreye girdiği sahneler dikkati dağıtıyor ve çocuğu öyküden uzaklaştırıyor. Bu da oyunda çocukların zihinsel gelişiminin dikkate alınmadığının bir göstergesidir.

Temsildeki oyun içindeki oyunda; öyküye katkısı olmayan, sadece görselliğin dikkat çektiği, arada müziklerin dinlendiği bir sahne olarak kalmış. Oyun içindeki oyunda kuklaları canlandıran oyuncuların ne dediğinin anlaşılmaması, onların sözleri bitmeden oyunu izleyen oyuncuların yüksek sesle hep bir ağızdan gülmesi zaten anlaşılması zor olanı iyice zorlaştırıyor ve izleyicinin sadece kuklaların hareketlerine baktığı ve aralarda çalan darbukayı dinledikleri bir sahne olarak geçiştiriliyor.

Şüphesiz ki 7-11 yaş grubunun en çok hoşuna giden ve en dikkatle izlediği sahne deniz sahnesidir. Pinokyo’nun ağıta benzeyen bir müzik eşliğinde denize atılması, mavinin üç tonundan oluşan üç uzun kumaşın oluşturduğu deniz, bu sahnenin somut olarak anlatılmasını sağlamış. Denize atılan Pinokyo’nun batış çıkışlarının yavaşlatılmış hareketlerle verilmesi, sahnenin iki kenarında kumaşı tutan oyuncuların da denize dalga yapması ilgiyi ayakta tutuyor. Birden balina görünüyor yavaş yavaş Pinokyo’ya yaklaşıyor ve fonda verilen gerilim müziğiyle tüm çocuklar ağızları açık, büyülenmiş gibi sahneye bakıyor. Balinanın Pinokyo’yu yutması alkışlarla son buluyor. Oyunun bu sahnesi 6- 11 yaş grubuna uygun olsa da, yine uygulamadan kaynaklanan hatalar yüzünden salonda bulunan okul öncesi yaş grubunu rahatsız ediyor. Ağıt müziğiyle kulaklarını tıkayıp “dinlemek istemiyorum, sıkıldım, çıkalım” diye bağırarak ağlayan çocuklar, balina sahnesinde de gözlerini kapatıp gerilim müziğinden rahatsız oluyor. 5-6 yaş grubu çocuğu komik hareket eden küçük yaratıklardan hoşlanır. Arabalar ya da tuhaf, büyük hayvanlar gibi can yakabilecek şeylerden sakınırlar. Güvenliğini yitirmekten korkarlar (Goldberg, 2008: 80, 81). Maalesef dikkat edilmeyen bu durum, hem okulöncesi çocuğunu tedirgin ediyor, hem de onların çıkardıkları seslerden oyunu keyifle izleyen çocuklar rahatsız oluyorlar.

Sonuç olarak, oyundaki çoğu sahnenin 7- 11 yaş grubuna uygun olması nedeniyle, genel olarak hedeflenen yaş grubuna uygun bir oyundur. Oyunun yaklaşık 1 saat olması ve ara verilmemesi ise; 15- 20 dakika dikkat süresine sahip bu yaş grubu çocuklarının bazen ilgisinin dağılmasına, oyundan kopmalarına ve öğretmenlerinin “sessiz ol, rahat otur” gibi uyarıcı sözlerine maruz kalmalarına neden oluyor. Ama hiçbir şekilde 11 yaş üstü çocuğunun izleyebileceği bir oyun olmadığının tekrar vurgulanması gerekir.

Bir Yaz Masalı


William Shakespeare’in “Bir Yaz Dönümü Gecesi Rüyası” adlı yapıtından çocuklar için uyarlanan oyun, devlet tiyatrosunda izleyicileriyle buluşuyor. Oyunun uyarlamasını Emel Bala Gürel, yönetmenliğini Cahit Çağıran üstlenmiştir.

Shakespeare’in “Bir Yaz Dönümü Gecesi Rüyası” adlı yapıtının konusu;

Theseus ve Hippolyta’nın düğün töreni hazırlıkları yapılmaktadır. Bu sırada Demetrius ve Lysander Hermia’yı sevmektedir… Hermia’nın ise Lysander’dan başka gözü kimseyi görmemektedir. Ne vardır ki Hermia’nın babası Egeus kendine damat olarak Demetrius’u seçmiştir. Hermia ile Lysander bu kargaşadan kurtulmak için gece oradan kaçmaya karar verirler. Lysander Helena’ya bu planı anlatır. Helena’nın Demetrius’a aşık olması sonucu Helena da Demetrius’a hemen gidip Lysander’ın ona anlattıklarını anlatır… Gece Hermia ile Lysander kaçarlarken Demetrius onların peşine düşer, Helena ise Demetrius’un peşindedir… Genç aşıklar yorgun düşer ve uyuya kalırlar.

Periler kraliçesi (Titania) ve kralı (Oberon) her şeyden habersiz Oberon’un kıskançlığı yüzünden tartışmaktadırlar. Oberon’un baş belası haline gelen Puck ise yeni bir aşk iksiri üzerine çalışmaktadır. Bu iksirin gördüğün ilk şeye aşık olmanı sağlayan bir iksir olması planlanıyordur. Oberon Titania’ya çok kızgındır ve intikam için bir plan yapar. Puck’dan yeni yaptığı iksiri Titania’nın üzerinde kullanmasını ister. Kendisi ise birbirlerine aşık olması için Helena ile Demetrius’un üzerinde kullanacaktır bu iksiri… Puck aynı zamanda ortalığı karıştırır ve aynı zamanda iksiri Hermia ile Lysander’ın üzerinde kullanır.

O sabah Lysander’ı Helena uyandırır ve ne yazık ki Lysander bu iksir sayesinde gerçek aşkı Hermia’yı unutup Helena’ya aşık olur. Helena ise Lysander’ın onunla eğlendiğini düşünür.

Amatör bir tiyatro grubu ise yolda giderken bir peri sarayına ulaşırlar ve orada dururlar. Oyunculardan birini (Bottom’u) Puck eşeğe çevirir. Bottom oturur ve bekler. Bu sırada Titania uyanır ve Bottom’a aşık olur. Oberon Puck’a görevini kötüye kullandığını söyler ve iksiri hemen Demetrius’un üzerinde kullanır ve Puck’ı da Helenayı bulması için yollar. Lysander ve Demetrius Helena’ya aşklarını itiraf ederler. Ama Helena hala onların şaka yaptığını düşünmektedir. Hermia ve Helena birbirlerine çok sinirilidirler. Hermia Lysander’ın neden böyle yaptığına bir anlam veremez. Lysander ile Demetrius birbirlerini dövmek istemektedirler… Oberon, Puck’a ormanda göz gözü görmeyecek kadar koyu bir sis yapmasını ister. Bu arada Demetrius, Lysander’dan bir yumruk yer. Sis sayesinde bir anda çok yorgun olduklarını hissederek Hermia, Helena, Lysander, Demetrius, Titania ve Bottom uykuya dalar. Oberon ve Puck bütün uyuyanların üstüne sihirli tozu serperler. Bu toz her şeyin eski haline gelmesini sağlayacaktır. Bütün uyuyanlar uykularından uyanır. Fakat Bottom onlardan daha sonra uyanır. Demetrius uyandıktan sonra Hermia’ya olan aşkının bittiğini ve şimdi sadece aşkını Helena’ya olduğunu açıklar. Pastrol force’lar (Bottom, Quince, Snug, Flute, Robin, Snout) kutlama için görevlerini yerine getirirler. Oberon ve Titania bütün courd’ları (Hippolyta, Theseus, Egeus, Philostarate) kutsaması için perileri çağırır. Puck bütün dinleyicilere şunu anons eder… Hepiniz “Bottom’ın rüyası’na” şahitlik ettiniz.

“Bir Yaz Masalı” oyunun konusu ise şöyledir;

Oyun, kilolu bir kraliçenin sarayında başlıyor. Evlenme hazırlıkları yapan kraliçe sürekli yemek yemek istiyor ama gelinliğe sığmaması ve onu isteyen kişinin çok zayıf olmasından dolayı yemesi yasaklanmaya çalışıyor. Peri kızı ise onu her haliyle güzel olduğu konusunda ikna etmeye çalışıyor ve peri oğlanla, kraliçeye yalan söylediği için tartışıyorlar. O sırada birbirine aşık olan çiftler Balkız, Aykız, Şeker oğlan ve Beter oğlan geliyor. Balkız, Şeker oğlanla evlenmek istediğini annesine söylüyor ama kraliçe Balkızın Beter oğlanla evlenmesi gerektiği konusunda diretiyor.

Kraliçenin evlenmelerine izin vermemesi üzerine ormana kaçmaya karar veriyor Şeker oğlan ve Balkız ama bunu duyan Balkız’a aşık Beter oğlan ve Beter oğlan’a aşık Aykız’da onların peşlerinden ormana gidiyor. Ormanda yorulan gençler uyuya kalıyor.

Peri kraliçesi ve peri kralı ise her şeyden habersiz ormanda tartışıyorlar. Bu olaydan sonra peri kralı, peri kıza gözlerine damlatıldığında ilk gördüğü kişiye aşık olmasını sağlayan bir çiçekten bahsediyor. Peri kız çiçeği bulmaya gidiyor bu sırada şatodan kaçan ve birbirini aşık çiftleri görüp onların da gözlerine damlatıyor. Ama çiftleri karıştırıyor. Diğer taraftan, ormana prova yapmak için gelen amatör tiyatro grubu provalarını yaptıktan sonra dinlenirken peri kız prova yapan oyunculardan birini eğlenmek için eşekbaşlıya dönüştürüyor. Sonra da gidip çiçeği peri kralına veriyor. O da peri kraliçesinin gözüne sıkıyor. Ama kraliçe uyandığında eşek başlı oyuncuyu görüp ona aşık oluyor. Çiftlerse yanlış kişilere aşık olmuş oluyorlar. Bunu fark eden peri kralı ve peri, her şeyi eski haline döndürüyorlar ve şatodaki kraliçenin de ikna edilmesi sonucu, kraliçeyle ona aşık olan kralın düğününde Balkız ve Şeker oğlan, birbirlerinin sevgilerini anlayan Aykız ve Beter oğlan, peri kraliçesi ve peri kralı, peri kız ve peri oğlan da onlarla beraber evleniyor.

Oyunun 9-12 yaş grubuna uygun olduğu belirtilmiştir. Fakat tanıtımında 7’den 77’ye herkesin severek izleyebileceği bir oyun yorumu yapılıyor.

Öykü olarak Shakespeare’den uyarlanmasına rağmen, öğüt vermek kaygısıyla oluşturulan, birçok konuya değinmek adına birbirinden bağımsız ve öyküye katkısı olmayan sahneler, dikkat süresi 15- 20 dakika olan, somut işlemler dönemi çocuklarının öykünün asal probleminden kopmasına, dikkatlerinin dağılmasına neden oluyor. Şişman, yemek yemeyi çok seven ama yememesi gereken kraliçeyi anlatan, sihirler yapılan, geleneksel oyunların (seksek, uzuneşek) çocuklara tanıtmak için oynandığı sahneler görsel açıdan dikkat çekse de öyküyle alakasızdır. Bu yüzden de çocukların olay dizgisini takip etmesini zorlaştırıyor.

Oyun farklı nedenlerle farklı yaş gruplarına hitap ediyor. İşlenen aşk konusu ergenlik dönemine uygundur. Ergenlik döneminde çocuk karşı cinsle ilişkiler kurmaya çalışır. Biyolojik ve duygusal olarak karşı cinsin farkına varır. Birbirlerini tanıdıkça ilişkiler duyguca derinleşerek romantik bir biçim alır (İnanç, Bilgin, Atıcı; 2004: 273). Oyunda birbirine aşık Balkız ve Şekeroğlan, saplantılı olarak sevdiğinden başka bir şey düşünmeyen ve o kendisini sevmese de onunla evlenmeyi kafasına koyan Balkız’a platonik aşık Beteroğlan ve Şekeroğlan’a platonik aşık olan Aykız ergenlik dönemine toplumsal gelişim açısından uygun oyun kişileridir. Oyunun hedeflediği yaş grubu ise (9- 12) aynı cinsten arkadaşlarıyla oynamayı seçer ve karşı cinse karşı cinsel bir çekim hissetmez. Bu dönemdeki enerji karşı cinse değil, akademik etkinliklere kayar (İhtiyaç yayıncılık; 2009: 180). Bu yüzden oyunun konusu olan aşk, 9- 12 yaş grubu için çok da dikkat çekici değildir.

Oyundaki konuşan ağaçlar da daha çok oyunun hedeflemediği 2-7 yaş grubuna uygun. Piaget’e göre canlandırmacılık, cansız nesnelere canlılara özgü nitelikler yüklemedir. 2-7 yaş arasındaki çocuklar işittiklerini düşünerek bu nesnelerle konuşabilirler (İnanç, Bilgin, Atıcı, 2004: 113). Dekor ve kostümlerin renkliliği de özellikle güçlü görsel izlenimden hoşlanan 5- 6 yaş grubuna (Goldberg, 2008: 80) hitap ediyor.

Sonuç olarak, farklı yaş gruplarına hitap eden oyun, sadece hareketli müzikler, oyun kişilerine ve öyküye uygun kostümler, değişen dekor, 7-11 yaş grubunun peri masallarından hoşlanması, öyküye katkısı olmayan ama görsel açıdan ilgi çeken sihirler bakımından hedeflenen yaş grubuna uygun. Oyunu sadece görsel olarak takip eden, oyunun şiirsel dilini anlamlandıramayan ve oyunun yarısında çıkan okulöncesi çocuklarının olduğu, basit durumları karmaşık olanlara tercih eden 7- 11 yaş grubundan bazı çocukların oyunun sonuna doğru hala kimin kime aşık olduğunu çözemediği ve salonda hiç ergen bulunmadığı gözlenmiştir.

Ama Bana Lazım

Elif Timuçin ve Firuze Engin’in yazıp yönettiği Tiyatro Bereze’nin oyununu Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezinde seyrettim. 4-9 yaş grubu için olduğu belirtilen oyun, bir kukla gösterisidir.

“Ama Bana Lazım”ın hikayesi deniz kıyısında geçiyor. Babaanne bir televizyon yarışmasından ödül olarak tatil kazanıyor ve tek başına tatile gidiyor. Tatilde, bir geminin enkazında bulduğu, koca ayaklı bir adamın kocaman ayakkabısını anlatıp duran geveze bir yengeçle tanışıyor. Yengeç ayakkabıyı göstermek için, Babaanne’yi sırtına attığı gibi denizin derinliklerine götürüyor. Ama Yengeç’in evine vardıklarında beklenmedik bir durumla karşılaşıyorlar. Yengeç, annesinin çok yer kaplayan eski püskü ayakkabıyı kapının önüne koyduğunu ve o sırada yuvasını taşıyan Su Yılanın da kapının önünden ayakkabıyı aldığını öğreniyor. Yengeç, ayakkabısını ondan habersiz kapının önüne koyan annesine çok sinirleniyor. Babaanneyi de yanına alarak Su Yılanı’nı aramaya gidiyorlar. Su Yılan’ı başkasına, onu alan da başka birine verdiği için ayakkabıyı bulmak çok da kolay olmuyor. En son ayakkabısına kavuşan yengeç çok mutlu oluyor. Ama denizin dibinde ayakkabıyı arayan babaanne tek bir şeyi sormayı unutuyor: Bir yengeç bir ayakkabıyı ne yapar ki?

Oyun, konu itibariyle, kurbağalar, ipek böcekleri gibi garip hareket eden komik hayvanlardan hoşlanan ve kuklaları, hayvanları, tabiatla ilgili yaşam öykülerini seven 5-6 yaş grubu için de (Goldberg, 2008: 81), hayvan hikayelerinden, fabllardan hoşlanan 7-9 yaş grubu için de uygundur.

Oyun, oyuncuların sahneye telaş içinde çıkması, dekorların eksik olup olmadığını kontrol etmesi, anlatacakları hikayeyle ilgili bir şarkı söylemesiyle başlıyor. Kuklalar tanıtılıyor ve karmaşık olmayan, renkli ama gerçeğe uygun objelerle hikaye anlatılıyor. Bu açıdan bakıldığında, objelerin basit ama renkli ve gerçeğe uygun olması görsel etkileşimden hoşlanan 5-6 yaş grubu için (Goldberg, 2008: 80) uygundur. Babaannenin telefonda televizyondaki kanalla konuştuğu sırada televizyonun bir çerçeveyle somutlaştırılması, hediye kazanılan yarışmanın da seyirciye gösterilmesi, deniz altında yaşanan her olayın ve canlının bir görsel materyalle somutlaştırılması, somut durumları anlamlandırabilen 7- 9 yaş grubu için uygundur. Kullanılan görsel malzemelerin sahnede az ama öz oluşu, birden çok uyarıcıya aynı anda dikkat edebilen 7-9 yaş grubu için dikkat dağıtıcı da değil böylece görsellik öykünün önüne geçmiyor ve çocuk görsellikten çok öyküyü anlamaya odaklanıyor.

Oyun arasında seyirciye öğretilen şarkı, öyküye katkısı olmasa da seyircinin öyküye olan ilgisini dağıtmıyor. Fakat şarkı, birkaç kez söylendikten sonra tekrar öyküye odaklanan 7-9 yaş grubu için dikkat dağıtıcı olmasa da oyun boyunca şarkı içinde geçen kelimeler her söylendiğinde salonda bulunan okulöncesi yaş grubunun şarkıyı kısa bir süre daha söylemesi 7-9 yaş grubunu rahatsız ediyor. Küçük bir seyirci grubu içinde olmadıkça okulöncesi yaş grubundaki çocuklar bir performansa ya da yaratıcı katılıma davet eden bir oyunda bulunmak için küçük olarak değerlendirilir. Hareketlerinin kontrol edilmesine ihtiyaç duyarlar. Piaget, çocuğun bulunduğu ortamda onun konuşmasını tetikleyecek başka bir birey varken kendi kendine konuşmasını, dil gelişiminin bir aşaması olan toplu monolog olarak adlandırır (Goldberg, 2008: 80). 4-9 yaş grubuna hitap eden oyunun bu sahnesi yaş gruplarının farklı bilişsel özellikleri olması nedeniyle bir grubun hoşuna giderken diğer grubun salondaki seyirciyi rahatsız etmesine neden oluyor.

Oyunun sonuna doğru, yengecin ayakkabıyı ararken yaşadıklarını seyirciye hatırlatan görseller de öyküye katkısı olmayan cinsten. O zamana kadar öyküyü takip eden 7-9 yaş grubunun hikayenin tam karşılığı olmayan karton büyüklüğündeki resimlerle, tekrar başa dönülmesi kafalarını karıştırıyor. Bu yaş grubunun “ayakkabıyı bulmamış mıydı, denizin altında o resimler nerden çıktı?“ gibi birbirine sorular sordukları gözlemlenmiştir.

Oyunun adının öykünün içinde sezdirilmesi ve oyun sonunda seyirciyi ayakkabının neden lazım olduğu konusunda düşündürmesi somut işlemler dönemi çocuklarının ilgisini çekiyor. Oyun başında bana oyunun adının neden “ama bana lazım” olduğunu soran 7-9 yaş grubundan bir çocuk, oyunun ortalarında yengecin birçok kez ayakkabıya ihtiyacı olduğunu söylemesine rağmen “lazım olan ne ki” diye bir kez daha sordu. Bir süre sonra yengecin “ama bana lazım” cümlesini kullanması ve ayakkabının kendi işine yaracağını söylemesiyle, çocuk birden bana dönüp “buldum, ona lazım olan ayakkabıymış” dedi. Oyun sonunda ise, neden lazım olabileceğiyle ilgili kendinden emin bir tavırla “ben biliyorum” diye kendi düşüncelerini arkadaşlarıyla paylaştığı gözlemlendi. Oyunun adının olduğu gibi cümle içinde kullanılması somut işlemler dönemi çocuğunun anlamasını kolaylaştırırken, oyun boyunca ayakkabıyı farklı şekilde kullanan hayvanlar da başkalarının düşüncelerini de dikkate alabilen bu yaş grubunun, ayakkabının neden lazım olabileceği düşüncesini çeşitlendirmesini sağlıyor.

Okulöncesi yaş grubunda ise, çocuklar mantıksal olarak düşünemezler. Bunun nedenlerinden biri, dikkatlerini karşılaştıkları durumların yalnızca bir yönüne ya da duruma ilişkin bir ayrıntıya odaklamaları, diğer ayrıntılara dikkat edemeyişleridir. Bu eğilim, belirli bir anda yalnızca bir görüşün dikkate alınabilmesi anlamında odaklanma olarak adlandırılır (İnanç, Bilgin, Atıcı; 2004: 115). Bu yüzden oyun boyunca değişik amaçlarla kullanılan ayakkabının sadece bir amacına yoğunlaşan çocuk, oyun sonunda da yengece neden lazım olabileceğini sorgulamayacaktır.

Sonuç olarak; görsellik ve konu açısından 4-6 yaş grubuna uygunluğunu bir kenara bırakırsak yine konu, görsellik, seyirci katılımı, amaca uygunluk bakımından (ayakkabının yengece neden yaradığını sorgulama) 7-9 yaş grubuna daha uygun bir oyundur.

Keloğlan Keleşoğlan


Ulviye Karaca’nın yazıp yönettiği “Keloğlan Keleşoğlan” devlet tiyatrosunda seyircisiyle buluşuyor.

Oyunun öyküsü kısaca şöyle; tembel bir çocuk olan Keloğlan’ı annesi bir gün değirmene gönderir. Yolda kargalara un çuvalını kaptıran, devin eline düşen ama onun ağrıyan dişini çektiği ve devi bu acıdan kurtardığı için serbest bırakılan Keloğlan susuzluktan kuruyan ülkenin padişahının kızını görür ve ona aşık olur. Padişahın “ülkenin su sorununu çözen vezir olacak” fermanını duyan Keloğlan tekrar deve gider ve zalim padişaha kızdığı için suyu kesen devi ikna ederek ülkeye su gelmesini sağlar. Keloğlan padişaha ancak vergileri azaltırsa, haklarını aramak için tüm okuma bilmeyen halkı okutursa suyun ülkede kalmasını sağlayacağını ve vezir olacağını söyler. “Padişahsız halk vardır ama halksız padişah yoktur” sözleri ve halkın da baskısıyla padişah Keloğlan’ın şartlarını kabul ederek onu vezir yapar. Padişaha kızını sevdiğini açıklayan keloğlan, kızın da babasını ikna etmesi üzerine padişahın kızıyla evlenir.

Kukla ve masklarla sahnelenen oyunun broşüründe 7+ yaş grubuna uygun olduğu belirtilmiştir.

Oyundaki bir çok sahne somut işlemler dönemindeki (7-11) çocuk için uygundur. Örneğin; Keloğlanla padişahın kızının birbirine aşık olduğu sahnede, arkalarında çıkan iki kırmızı büyük kalp ve ona uygun fon müziği bu duyguyu somutlaştırarak 7-11 yaş grubunun anlamasını kolaylaştırmaktadır. Keloğlanın ülkeye su getirme sahnesi oyuncuların arkasındaki bir kumaşın mavi ışık ve su sesi eşliğinde hareket ettirilmesiyle, oyundaki mevsim geçişleri de fon perdesinde hareket eden bulutlar ve kuşlarla somutlaştırılıyor. Bir diğer somut hale getirme sahnesi de Keloğlanın devin dişini çektiğinde devin söylediği “bundan sonra neye ihtiyacın olursa bana gel” sözünü hatırlaması sırasında gerçekleşiyor. Devin sesi bir müzik eşliğinde fondan duyulduğunda çocuk seyirci o sözü verme anını somut olarak sahnede tekrar görüyor. Öyküye pek desteği olmasa da in ve cinin birer oyuncu ile canlandırılması ve Keloğlan’ın “alır başımı giderim” derken oyuncunun kuklasının başını çıkartıp kolunun altına alması hem somutlaştırma açısından 7-11 yaş grubunun bilişsel gelişimine uygun hem de yaratıcı hayal gücünü destekleyici niteliktedir. Piaget’e göre bu yaştaki çocuklar düşünce deneyleri gerçekleştirebilirler ama bu işlemler somut durumlarla sınırlıdır. Bir problemin anlaşılması somutlaştırılmasına bağlıdır. Yani çocuk nesneyi, olayı ya da onları temsil eden uyarıcıları muhakkak daha önceden görmüş olmalıdır (İhtiyaç yayıncılık, 2009: 73). Oyunun somutlaştırılan sahneleri 7-11 yaş grubu çocuklarının bilişsel gelişimine uygun olduğundan, onların izlediklerini anlamlandırmasını kolaylaştırıyor.

Sahneye uygun müzik, kuklaların öyküye uygun kostümleri, sade ama öyküye uygun değişen dekor, keloğlan kuklasının öykü içinde değişen boyutu (keloğlan devin eline düştüğünde, küçük keloğlan kuklasının kullanılmasıyla devin büyüklüğünün çok daha belli olması) görsel izlenimden hoşlanan 7-11 yaş grubu seyircinin ilgisini çekecek cinsten.

Ancak, görsellik açısından ilgi çekici olsa da oyun kişilerinin duygusunun seyirciye iletilmesi açısından kukla kullanımında yaş grubu açısından sorun olduğu gözlemlenmiştir. Çünkü üzüntü, sinirlenme, aşık olma, sevinç gibi duyguları seyirciye aktarmakta yetersiz kalmaktadır. Somutlaştırılanları daha iyi anlamlandıran 7-11 yaş grubu seyircinin oyun içinde birbirleriyle “kızdı mı, üzüldü mü, bence sevindi..” gibi karakterlerin duyguları konusunda birbirleriyle söyleştikleri gözlemlendi.

Oyun gerek konusu gerek sahnelenişi bakımından genel olarak hedeflenen yaş grubuna uygun olsa da, yanlış yaş grubunun oyuna alınması nedeniyle seyir keyfi zaman zaman bozulmaktadır. Oyuna bir dakikayla geç kalan çocuğu salona almayacak kadar disiplinli olan kurumun, oyunun hedeflemediği yaş grubunu içeri alması çekilişkili bir durumdur. Oyunun asal sorununun çözüme kavuşacağı en önemli anlardan birinde, oyuncuların arkasından gelen su tüm okulöncesi çocuklarının ayağa kalkmasına ve bazen aynı anda, bazen de birbirlerinden bağımsız olarak dakikalarca “arkanızda su var” diye bağırmasına yol açıyor. Okulöncesi çocukları, dikkatlerini karşılaştıkları durumların yalnızca bir yönüne ya da duruma ilişkin bir ayrıntıya odaklarlar ve diğer ayrıntılara dikkat etmezler (İnanç, Bilgin, Atıcı; 2004: 115). Odaklandıklarında ve konuşmaya başladıklarında monolog yapar gibi kendi kendilerine durmadan konuşma, başkalarını dinlememe (toplu monolog) gibi özellikleri vardır. Hepsi aynı anda konuşur, aralarında bir iletişim kurulması çok zor olur. İki ile üç yaşlarında yoğun olarak görülen monolog tarzı konuşma dört yaşlarından başlayarak yerini ben merkezli konuşmaya bırakır (İhtiyaç Yayıncılık, 2009: 69, 70). Kendilerinin gördüklerini, herkesin görmesini isteyen, oyuncuların o sudan habersiz olduğunu sanan okulöncesi yaş grubu çocukları, oyuncular arkasını dönüp suya bakmadığı için bir türlü ikna olmuyor ve salondaki oyunu zevkle izleyen diğer çocukları rahatsız ediyorlar.

Sonuç olarak, oyunun hangi yaş grubuna uygun olduğunun sadece belirtilmesi, sahneleniş açısından ele alınıp uygulama açısından ihmal edilmesi, hedeflenen yaş grubunun oyunu izleyememesine, “hiç bir şey anlamadım, daha önce de oldu susmuyorlar, gelmesinler o zaman” gibi tepkilerin oluşmasına ve çocukların çocuk tiyatrosundan soğumasına neden oluyor.

Benim Güzel Pabuçlarım


Metni Kültür Bakanlığı Büyük Ödülü’nü almış olan ve Kültür Bakanlığı yayınları tarafından kitap haline getirilen “Benim Güzel Pabuçlarım” adlı oyun Başkent Tiyatroları Gençlik Parkı Kültür Merkezinde izleyicileriyle buluştu.

Dersu Yavuz Altun’un yazıp yönettiği oyunun konusu şöyle: Günün birinde sirke bir robot palyaço gelir. Ama bu robot palyaçonun gelişi sirk çalışanları için hiç iyi olmaz. Yıllardır sirkte çalışan Kırmızıburun palyaço, robot palyaço yüzünden işten kovulur, daha da kötüsü en sevdiği eşyası olan kırmızı pabuçları elinden alınır. Kırmızıburun, para kazanıp pabuçlarını geri almak için birçok ise girer ama çevreye ve doğaya duyarlılığı yüzünden patronlarının sırf para kazanmak için kendisinden yapmasını istedikleri şeyleri yapmaması nedeniyle girdiği her işten kovulur. Pabuçlarına kavuşamayacağını düşünüp umutsuzluğa kapıldığı sırada, dostu olan oyuncak ayı, ona çocukların robot palyaçodan çabuk sıkıldığını bu yüzden de işe geri alındığını söyler. İşine ve en önemlisi pabuçlarına kavuşan palyaço artık mutludur.

Oyunun yaş grubu 6 yaş ve üzeri olarak belirtilmiştir. Oyun palyaçonun sahneye gelmesi ve ayakkabılarını ne kadar sevdiğini, ona olan bağlılığını anlatmasıyla başlar. Oyun boyunca palyaçonun ayakkabısıyla bir insan gibi iletişim kurması, ona duygusal olarak bağlanması aslında 2-7 yaş grubunun bilişsel özelliğine uygundur. Buna canlandırmacılık denir. Canlandırmacılık, cansız nesnelere canlılara özgü nitelikler yüklemedir. 2-7 yaş arasındaki çocuklar işittiklerini düşünerek bu nesnelerle konuşabilirler (İnanç, Bilgin, Atıcı, 2004: 113). Palyaço da oyun boyunca ayakkabısını sever, onla konuşur, “gelip onu geri alacağını, ağlamaması gerektiğini” söyler. Bu durum 2-7 yaş grubu için ilgi çekici bir sahneyken, oyunun hedeflediği 6+ yaş grubunun bilişsel özelliğine uygun değildir.

Konu itibariye ise, hedeflenen yaş grubuna uygun bir oyun. Robot palyaçonun sirke gelmesiyle artık “robot çağında” olduğumuzu hatırlatan patronun sözleri, palyaçoyu işten kovan patronun çocukların artık palyaçolardan değil bilgisayar oyunlarından, atarilerden, ışıklı, sesler çıkaran robotlardan hoşlandıklarını dile getirmesi, Kırmızıburun’un Paraadam’ın yanındaki ilk işinde masal kahramanlarının satıldığının çünkü artık kimsenin onları okumadığının esprili bir şekilde altının çizilmesi, son işinden elektronik çiçekleri satmak istemediği için kovulması ve Kırmızıburun’un bu her şeyin elektronik olduğu Dünya’dan gitmek istemesiyle “madem her şeyin zamanı geçmiş, ben de zamanı geçmişler ülkesine gitmek istiyorum” demesi oyunun vermek istediği düşünceyi izleyiciye iletiyor. Bu açıdan bakıldığında, içinde bulunduğu çağın farkında olan ve elektronik eşyalarla ilgilenmeyi seven 7-11 yaş grubu için uygun bir konudur. Fakat sahnelenişinde bu yaş grubunun özelliklerine uygun olmayan ve onları sıkan durumlar yaşanıyor.

Konu ve düşünce yaş grubuna uygun görünürken konuyu aktaran öyküde iç tutarsızlıklar gözlemlenmektedir. Örneğin; her şeyin bilincinde, ayakkabısına duygusal açıdan çok bağlı olan ve onu geri almak için para kazanması gerektiğini bilen palyaçonun, girdiği işlerden son derece basit nedenlerden dolayı kovulması da seyircinin öyküye olan ilgisini dağıtıyor. Korkuluk olarak işe alınan palyaço bu işinden eski korkuluğa üşüdüğü için ceketini bıraktığı için ayrılır. İkinci işinden lokantadaki kelebeği kovmasını isteyen müşteriyi kovduğu için, üçüncü işinden ise, elektronik çiçeği satmamakta direndiği için kovulur. Oldukça uyanık, akıllı ve bulunduğu yerin farkında olan palyaçonun neredeyse aptalca denecek nedenlerle işten kovulması oyun kişisinin tutarsız olmasına neden oluyor.

Oyunun başından sonuna kadar oyuncularının tamamının “bebekçe” konuşması, söylenilenlerin anlaşılmasını zorlaştırıyor. Örneğin, lokantadaki aşçının yemek yaparken “patlıcanları kıtıy kıtıy kesiyoyuz, patatesleri atıyoyuz, tüylümüzü hazıylıyoyuz..”şeklinde yemeği anlatması, tüm oyun kişilerinin “r”leri söylemeden konuşması çocukların anlamadığı bir durum ortaya çıkarıyor. Aslında “türlü” olan yemek adı “tüylü” olarak telaffuz edildiğinde, çocuklar ne denmek istendiğini anlamıyor ve tüylü ile türlü karışıyor. Bebek doğumundan itibaren konuşulan yetişkin dilini yavaş yavaş anlamlandırmaya başlar. 6 yaşın sonunda yaklaşık 50bin kelimelik konuşulan dili anlamlandırabilirler (Özbay, 2004: 97, 98). Hiçbir zaman çocuklar daha iyi anlasın diye “bebekçe” konuşmayız, tam tersi çocuğun dil gelişimi açısından o nasıl konuşursa konuşsun bizim kelimeleri olduğu gibi söylememiz gerekir. Bu açıdan bakıldığında sahnede “bebekçe” konuşulmasının ne bilimsel ne de sanatsal açıklaması vardır. Anlamayı zorlaştıran bu konuşma tarzı 7-11 yaş grubunun oyuna olan ilgisi dağıtıyor. Aslında böyle yapmacık bir konuşma tarzının herhangi bir yaş grubunun ilgisini çekmesi olası değil.

Lokantadaki kelebeğin bir palyaço tarafından oynatılması, palyaçonun elindeki kelebekle bir oraya bir buraya koşturması da ayrıntılara dikkat eden 7-11 yaş grubunun dikkatini dağıtıyor. Somut işlemler döneminden itibaren (7-11) çocuklar artık dikkatlerini karşılaştıkları durumlarının yalnızca bir yönüne ya da duruma ilişkin bir ayrıntıya odaklanmaz ya da başka ayrıntılara dikkat etmemezlik yapmaz (İnanç, Bilgin, Atıcı, 2004: 115). Kelebeği hareket ettiren palyaçonun kelebekten renkli olması, o koştururken kelebeğin zor görülmesi, öyküye katkısı olmayan psikomotor hareketlerin fazlalığı 7- 11 yaş grubunun öykünün asıl problemine odaklanmasını zorlaştırıyor.

Uygulamadaki yanlışlıklar da zaten öyküye ilgisi dağılan 7-11 yaş grubunun oyunu izleyememesine neden oluyor. Lokantacının seyircileri sebze kabul etmesi, çiçekçinin de onları çiçek kabul etmesiyle seyirci oyuna katılıyor. Bu da salonda bulunan okulöncesi yaş grubunun gürültüsüne neden oluyor. Küçük bir seyirci grubu içinde olmadıkça okulöncesi yaş grubundaki çocuklar bir performansa ya da yaratıcı katılıma davet eden bir oyunda bulunmak için küçük olarak değerlendirilir. Hareketlerinin kontrol edilmesine ihtiyaç duyarlar. Piaget, çocuğun bulunduğu ortamda onun konuşmasını tetikleyecek başka bir birey varken kendi kendine konuşmasını, dil gelişiminin bir aşaması olan toplu monolog olarak adlandırır (Goldberg, 2008: 80). Bu sebeple hedeflenmeyen yaş grubunun salonda bulunması, zaten oyuncuların “çocukça” oynaması, “bebekçe” konuşması ve öykünün işlenişindeki bazı ayrıntılar nedeniyle oyundan ilgisi dağılan 7-11 yaş grubunun iyice oyundan sıkılmasına ve bazılarının salondan çıkmak istemesine neden oluyor.

Sonuç olarak, “Benim Güzel Pabuçlarım” hem uygulamadaki hem de sahnelenişindeki ayrıntılar yüzünden, okul öncesine de hedeflenen yaş grubuna da uygun bir oyun olmaktan çıkıyor.

Denizkızı ve Korsanlar


Özlem Saraç’ın yazıp Mehmet Akay’ın yönettiği “Denizkızı ve Korsanlar” oyunu Ankara Sanat Tiyatrosunda izleyicileriyle buluşuyor.

Oyunun konusu kısaca şöyledir: Tamara “ihtiyacın olan her şey“ hazinesinin yerini bilen bir prensestir. Kötü kalpli Kaptan Pospos ve yardımcısı büyücü Lulu bir gün prensesin odasına gizlice girip Tamara’ya hazinenin yerini sorarlar. Tamara söylemek istemeyince Lulu, Tamara’ ya büyü yaparak onu bir denizkızına çevirir, fakat Tamara pencereden denize atlayarak Pospos’un ve Lulu’nun elinden kurtulur.

Kaptan Pospos ve Lulu bundan sonra hazineye ulaşabilmek için Tamara’nın peşine düşerler. Çünkü Pospos ve Lulu, dünyayı hatta evreni ele geçirmek ve güçlü olmak için hazineyi istiyorlardır. Fakat hazinenin peşinde olan sadece onlar değildir. Tamara’ yı aramak için yola çıkan diğer bir gemi de Denizkızı gemisidir. Bu gemide kaptan Bubu ve yardımcıları; Veni, Vidi, Vici ve papağanları Kuki vardır.

Denizkızı gemisi korsanları Pospos ve Lulu gibi kötü değildirler, hazinenin peşindedirler ama amaçları ne Tamara’ ya ne de dünyaya zarar vermek değildir.

Sonunda Tamara’ yı ilk gören Denizkızı Gemisi olur. Tamara Kaptan Bubu’ nun ağına takılır. Kendine geldiğinde çok korkar fakat geminin personeli yani; Veni, Vidi ve Vici Tamara’yı bir şenlik havasında karşılar. Kaptan Bubu da iyi kalpliliği ile Tamara’nın güvenini kazanmıştır ve hazinenin yerini onlara söylemeye karar verir.

Bu arada takipte olan Kaptan Pospos ve Lulu Tamara’ nın ve Denizkızı Gemisinin izini bulmuştur. Tamara hazineyi bulamak için denize daldığında Pospos ve Lulu, Denizkızı Gemisi’ ne çıkarak kaptanı ve diğer korsanları yakalar. Tamara hazineyi gemiye çıkardığında Pospos ve Lulu ile karşılaşır.

Lulu, Tamara’ ya zarar vermek üzereyken; Kuki üç kez Lulu’ nun sesini taklit ederek  ”kuyruk olsun ayak“ der ve böylece Lulu’ nun büyüsü bozulur. Ayaklarına tekrar kavuşan Tamara hemen arkadaşlarının bağlı olduğu ipleri çözer. Bubu ve diğer korsanlar Pospos’u ve Lulu’ yu yakalayıp bağlarlar.

Hazine ve Tamara artık güvendedir. Bubu, hazineyi Tamara’ ya verir. Fakat Tamara hazineyi Bubu’ ya hediye eder. Hazine sandığı büyük bir heyecanla açılır; içinden bir mektup ve gözlük çıkar. Mektupta “sevgili hazine avcısı, ihtiyacın olan her şeye sahipsin… Sadece bu gözlük dışında… Bu gözlük sana ihtiyacın olan her şeyi gösterecektir” yazmaktadır.

Bubu’ nun ciddi bir göz bozukluğu vardır fakat inadından şimdiye kadar hiç gözlük kullanmamıştır. Bu mektuptan sonra gözlüğünü takar ve etrafındaki güzellikleri bu kez gerçekten görür: Dostları Veni’yi, Vidi ‘yi, Vici’yi ve güzel Tamara’yı. Bubu’nun ihtiyacı olan her şey zaten onun yanı başındadır.

Oyunun, 3- 12 yaş grubuna uygun olduğu belirtilmiştir. Belirtilen yaş grubu aralığı ticari amaç nedeniyle o kadar fazla tutulmuş ki bilişsel özelliklerine göre ayrılan çocukların neredeyse tamamını kapsar. Bu da oyunun aslında tam olarak hiçbir yaş grubuna hitap etmediğinin bir göstergesidir.

Oyun renkli kostümler, öyküye desteği ve hiçbir anlamı olmayan psikomotor hareketlerin güldürü unsuru olarak kullanılmaya çalışılması nedeniyle olsa olsa 2-6 yaş grubuna uygun gibi görünse de, uzun diyaloglar, birbirini desteklemeyen sahnelerden oluşan kurgunun anlamlandırılması açısından okulöncesine uygun bir oyun değildir. Neden hazine peşinde olduğu anlaşılmayan bir gemi, sürekli sakarlıklar yapan birbiriyle anlaşamayan bir tayfa, öyküye desteği olmayan ve öyküyle alakasız hikayelerin gemide anlatılması ve canlandırması (Kaptan Budu’nun birbiriyle anlaşamayan kedi, köpek hikayesini anlatması sırasında sahneye gelen kedi, köpeğin hikayeyi canlandırması, sürekli yemek yiyen bir kralın fazla yemekten şiştiğini anlatması gibi..) yeterinde güçlü olmayan kurgunun anlaşılmasını iyice zorlaştırıyor. Somutlaştırılanları anlamlandıran 7-11 yaş grubu için sadece somutlaştırma açısından bakıldığında hikayelerin canlandırılması uygun olsa da, öyküye desteği olmayan, neden anlatıldığı anlaşılmayan bu hikayeler öyküye olan ilgiyi dağıtmaktan başka işe yaramıyor. Okul öncesi yaş grubunun ise bu anlamsız sahneleri bir bütün olarak anlamlandırması zaten olanaksız.

Kötü karakterlerin sahneye çıktıklarında kendi kendilerine yaptıkları espriler de ne 7-11 yaş grubuna ne de okulöncesine uygun. “Zıt Erenköy, Zıt İ.E.T.Troleybüs, Eskiden iyi yürekliydim ama ameliyatla aldırdım, zorla güzellik olmaz estetikle olur..” gibi oyuncuların anlaşılmayacak kadar hızlı, sadece kendilerinin güldüğü bu, öyküyle alakasız espriler çocukların gülmesinden çok olumsuz tepki vermesine neden oluyor ve öyküye olan dikkati dağıtıyor.

Dramatik etkililik ve psikolojik etki için “iyi ve kötü”nün dengede olması gerekir. Büyük bir kötülüğe güçlü bir erdemle karşılık verilmelidir. İki taraftan birindeki dengesizlik, oyundaki bütün dramatik değerlere zarar verir; ayrıca seyircinin olgun bir biçimde iyi ve kötü kavramlarını değiştirebilmesi fırsatını elinden alır (Goldberg, 2008:100). Bu oyunda ise dengesizlik çok net görüyor. Beceriksiz, saf, birbirleriyle anlaşamayan sakar ama iyi oyun kişileri, her türlü hileye başvuran, hazineye ulaşmak için güçlü bir nedenleri olan kötü oyun karakterleri hiç inandırıcı olmayan bir şekilde yeniyor. Öyküyü tam olarak anlamlandıramayan çocuklar için bu da iyice kafa karışıklığına neden oluyor.

Böylesi anlamsız bir öykü, bunca kurgu zaafı ve sahnelenişteki özensizlik üstüne bir de oyuncuların baştan savma oyunculukları eklenince, çocukların sıkılarak kendilerini dışarıya attıkları bir oyun haline geliyor “Denizkızı ve Korsanlar”. Kaptan Budu’nun sürekli yemek yiyen Kral’ın hikayesini anlattığı sırada, Kral’ı oynayan oyuncunun yemek olduğu düşünülen yere oturması ve yemekleri havadan yemesi, oyunun sonunda bağlı olan “bizi de çöz Tamara” diye bağıran iyi oyun kişilerinin elleri havada, ipin zaten neredeyse çözülmüş olduğu bir şekilde Tamara’yı beklemesi, Kaptan Budu’nun, Vidi’nin elinden çikolatayı ondan habersiz kaptığı sahnenin, oyuncunun becerememesi yüzünden dört kere tekrar edilmesi, izleyiciyi oyunu izlemekten iyice soğutuyor. Çocuklar sahnede gördükleri şeyleri yorumlarlar, her ayrıntıya dikkat eden 7-11 yaş grubunun sahnede yaşanan kargaşadan doğru olanları seçip anlama gibi bir görevi olmamalıdır.

Sonuç olarak “Denizkızı ve Korsanlar” oyunu; gerek konusu, öyküsü, gerek olmayan düşüncesi gerekse sahnelenişi bakımından hiçbir seyirciye uygun değildir.

Sonuç


Seyredilen çocuk oyunlarında, yaş grubu konusunda saptanan sorunlara ilişkin nedenlerden bazıları şöyle sıralanabilir; metnin yaş grubuna uygun olmaması, sahnelemenin yaş grubuna uygunsuzluğu, yaş grubuna uygun olmayan seyircinin salona alınması, oyun için geniş yaş aralığı belirtilmesi ve oyunun bu aralığın tamamına uygun olamayışı, oyun için belirtilen yaş grubunun özelliklerinin bilinmemesi, bu konudaki özensizlik ve bilgisizlik… Bu durum ise; seyir zevkinin ortadan kalkması, çocuğun becerilerinin ve zekâsının küçümsenmesi, onu aşağı görme dolayısıyla da çocuğun sahne ve oyunla kurduğu ilişkinin zayıf kalmasına neden olmaktadır.

Çocuk oyunlarında, sahnenin çocukla iletişim kuramaması ve ilgisini çekememesi çocukların oyunla ilgili olmayan gürültüler çıkarmasına neden oluyor. Gürültüyü de öğretmenler engellemek zorunda kalıyor. Öğretmenleri kızdığı için oyunu izliyormuş gibi görünen çocuklar, oyun bitiminde güzel bir deneyim yaşadıkları için değil, artık rahatça konuşabildikleri ve sıkılarak izledikleri bir şeyden kurtuldukları için mutlu oluyorlar. Dolayısıyla yaş gruplarına uygun olmayan oyunlar çocuklar için oynamaya devam ederse; tiyatro onlar için, iyi bir deneyim yaşadıkları ve zevkle oyunu izledikleri bir yer olarak değil, derslerinden kurtulabildikleri, oyunu izlemeden birbirleriyle sataşabildikleri, arada bir oyuna dahil olup müzik dinledikleri, oyun bitiminde ise arkalarına bakmadan ama öğretmenlerinin zoruyla görevliye oyun için teşekkür ettikleri bir yer olarak kalacaktır, kanımca.

KAYNAKÇA

Özbay, Yaşar. (2004). Gelişim ve Öğrenme Psikolojisi. Ankara: Pegem A Yayıncılık.

İhtiyaç Yayıncılık. (2009). Gelişim Psikolojisi Kpss Kitabı. Ankara: İhtiyaç Yayıncılık.

İnanç, Banu Yazgan; Bilgin, Mehmet; Atıcı, Meral Kılıç. (2004). Gelişim Psikolojisi, Çocuk ve Ergen Gelişimi. Ankara: Nobel Kitabevi.

Goldberg, Moses. (2008). Tiyatro ve Çocuk. İstanbul: Mitos Boyut Tiyatro Yayınları.

Paylaş.

Yanıtla