Kötülük Dikizlenebilir mi? Şeytani Komedya ve Malkovich

Pinterest LinkedIn Tumblr +

İstanbul Tiyatro Festivali’nde sergilenen Michael Sturminger’in yazdığıŞeytani Komedya: Bir Seri Katilin İtirafları”, John Malkovich’in oyuncu olarak yer alacağı duyulunca en çok rağbet gören oyunlardan biri oldu. Seyirci ve tiyatro camiamızın yüksek beklentilerle tıka basa doldurduğu Lütfi Kırdar’da karşımıza çıkan sade çalışma kimilerini hayal kırıklığına uğrattı. Bu hayal kırıklığında tiyatrodan ne beklendiği ile de ilişkili bir durum var; çünkü Malkovich bize bir “show” değil, deneysel bir gösteri sundu.

Bir klasik müzik orkestrası (Viyana Akademi), iki soprano ve bir oyuncu ile seri katil Jack Unterweger’in öyküsünü anlatan oyunda dekor olarak seyirciye doğru yerleştirilmiş bir masa, bir sandalye, sade bir ışık tasarımı ve süssüz bir sahne ile karşılaşıyoruz. Oyun boyunca anlatıcı işlevini üstlenen Jack Unterweger’e hayatına giren kadınları canlandıran iki soprano Gluck, Handel, Boccherini, Haydn, Weber ve Mozart’tan seslendirdikleri aryalarla anlatıları keserek eşlik ediyor.

Yeniden dirilerek karşımıza çıkan seri katil Unterweger yazdığı anı-itiraflarından oluşan kitabın tanıtım turnesi için şehrimize gelmiştir ve bu tanıtım etkinliği çerçevesinde editörü sahnede izlediğimiz orkestra ve iki sopranoyu etkiyi artırmak ve “bir seri katilin” ifşaatlarının satışını yükseltmek için dahil etmiştir.  Sahneye anlatıcı olarak giren Malkovich’in aksanı için özür dilerken, Avusturya aksanlı İngilizcesi, “v” ler ile “w”leri karıştıran üslubu ile Jack Unterweger olduğunu anlarız. Oyunun bu birinci katmanında Unterweger doğrudan seyirci ile konuşan ve kendi hayatını, bu hayatı izlemeye gelmiş olan ifşaat meraklısı seyircileri, bu düzeni oluşturan editörünü ve piyasayı, toplumun kendisini kahramanlaştırmasını alaycı bir üslupta anlatır. “İç gıcıklayıcı” katliam itirafları yerini nihilist ve trajik kötü adamın toplumu ve seyirciyi de sorgulamaya alan anlatısına bırakır. Oyunun ikinci katmanı ise Unterweger’in sopranolarla kurduğu ilişkide ortaya çıkar. Burada Unterweger’i canlandıran Malkovich her bir kadına dair yaklaşımını, onlarla ilişkisini dramatik bir oyunculuk üslubuna geçerek canlandırır. Burada artık anlatıcı yok olur, seyirciyi unutur ve sözgelimi annesinin karnına geri dönmeyi hayal eder, ilişkiye geçtiği fahişeyi öldürür, işkence eder. John Malkovich zaman zaman hızlanan bu üslup geçişkenliğini ustaca yorumlayarak bazı bölümlerde hem anlatıcı kişi hem de aksiyonu yaşayan kişiyi bir araya getirmeyi başarıyor

Oyunda erkek egemen dejenere bir şahsiyet olarak karşımızda duran Unterweger, bir yandan bu kimliğini bize sergilerken seyirciyi de konuya dahil ederek kadınlara karşı yaklaşımını paylaşıyor. Seyircinin de kendisine gülerek ya da eğlenerek katıldığı esprilerle kadınlara dair duruşunda kendisine ne kadar yakın olunabileceğini de ortaya çıkarıyor. Aslında Unterweger bizimle eğlenirken, oyun seyirciye de kendi duruşunu hatırlatıyor. 13 fahişeyi öldürmüş bir seri katilin kadınlara dair yaklaşımını ironik atmosferde izlerken yer yer bu ironiye katılan seyirci bizzat bu gündelik dilin kendi hayatında yeniden üretimini gerçekleştiriyor. Kadınlar şöyledir ya da böyledir türü yorumların salonda kaç seyirciyi rahatsız ettiği, daha doğrusu etmediği aslında anlatıcının gülümseyen suratında gizleniyor.

Oyunun bir diğer önemli boyutu ise ifşaat meraklısı günümüz toplumunun durumu. Katilin itiraflarını dinlemeye gelen seyircinin pozisyonu, akşam haberlerinde ya da 3. sayfa haberlerinde yer alan cinayet, aldatma, kaçırma konularını zevkle izleyen, “rating”leri yükselten yaklaşımı hatırlatıyor. Dikizleme Çağı olarak adlandırılan günümüz kültürü içinde “reality show”larla, You Tube, Facebook, My Space ve hatta casus yazılımlar, MOBESE kameralarla sır olmaktan çıkan hayatımızda, sürekli birilerini dikizlerken, birilerinin de bizi dikizlemesini sağlıyoruz.  Mahremiyet, bireysellik ve insanlık algımızı değiştiren bu kültüre gönderme yapan oyunda, “röntgenci” seyirciler beklemedikleri bir sürprizle karşılaşıyor. Tanıtım ve satış amacıyla sunumu yapılan, masada kat kat dizili kitapların sayfalarının bomboş olduğunu bize zevkle gösteren Unterweger oyunun finalinde kendini asma sahnesini çocukça bir üslupta ama ciddi bir şekilde canlandırmaya çalışırken aksiyonu keserek soruyor: “Burada ne oluyor yahu! Burada, şimdi kendimi asacağımı mı zannediyorsunuz, sizin karşınızda! Yarın yine gelin, belki yarın öldürürüm kendimi.” Televizyon haberlerindeki “az sonra” anonslarını hatırlatan Unterweger’in bu çıkışının ardından gelen ve bir kadının acılarını dile getiren arya, bize trajik olanı hatırlatarak oyunu tamamlıyor. Oyunun sonunda boş sayfalarla kötülük resmen itiraf edilmemiş ve Unterweger en az bizim kadar masum olarak sunumunu bitirmiştir.

Net bir öykü akışından çok karakterin belirli özelliklerini gösteren anlatı özelliğiyle, günümüz dikizleme kültürüne yaptığı göndermeleri, erkek egemen duruşa dair gözlemleri ve melodramatik üsluba yaptığı ironik atıflarla Şeytani Komedya izlemeye ve tartışmaya değen deneysel bir çalışma olarak Festival’in en ilginç yapımlarından biri olarak hatırlanacak.

Editörün Notu: Şeytani Komedya ve Malkovich üzerine diğer iki yazıyı okuyabilmek için aşağıdaki linkleri tıklayınız:

Yahu Malkovich, Bu Ne Biçim ‘Kitsch’?: “Şeytani Komedya” / Üstün Akmen”

İstanbul’dan Malkovich Geçti! Üstümüzden Fena Geçti… / Nedim Saban

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Metin Göksel

4 yorum

  1. Ömer F. Kurhan Tarih:

    Nedim Saban’ın yorumuyla Metin Göksel’in yorumunun bu kadar zıt olması ilginç. Tesadüfen iki yazarın yorumunun üst üste gelmesi daha da ilginç hale getirmiş meseleyi. Benim gibi oyunu izlemeyenlerin işi zor. Fakat iki yazıyı karşılaştırdığımda, eleştiri yazısı niteliğine sahip olan Metin Göksel’inki tabii ki. Ya da Nedim Saban’ın dediği gibi, gerçekten sanatsal bağlamda eleştirel tespitlere yer verilmeye değmez bir facia / skandal mıydı sözkonusu olan? Oyunu seyreden başka yazar ya da okurlar da düşüncelerini iletirlerse sevinirim.

  2. Sibel Ecer Yılmazer Tarih:

    Ben oyunu izledim, ve Metin Göksel’in yazısındaki gibi algıladım, yani beğendim. Özellikle seyirciyi rahatsız etme, kanırtma, özeleştiriye davet etme özellikleriyle.. Kişisel tercihim olarak aryalara ayrılan süre daha kısa, Malkoviç’in sahnedeki varlığı daha uzun olabilirdi 🙂 Metin Göksel’in eleştirisini de oyunu hem içerik, hem teknik yönden ve etraflı olarak ele almasıyla başarılı buldum. Neyi, neden beğenmediğini anlatmak yerine gözlemlediği (benim bütünü çok etkilemediğini düşündüğüm) birkaç aksaklık üzerinden oyunu yerden yere vuran Nedim Saban’ın yazısının tersine.. Beklentileri farklı seyircinin oyunu beğenmemesini anlayabiliyorum. Ancak Nedim Saban’ın öfkesine anlam veremedim. Önceki senelerde benim de yarıda bıraktığım oyun/performanslar oldu. Belki Nedim Saban’ınki de öyle bir birikim patlamasıdır. Ama festival dediğin öyle bir şey işte.. Aslında sanatın bizde ve Avrupada/Amerika bağımsızlarında algılanışının farkı yatıyor bunun temelinde. Biz sanatın çok şeyi sırtlamasını bekliyoruz sanırım. Herşey kocaman kocaman olmalı!

  3. Pingback: Yahu Malkovich, Bu Ne Biçim ‘Kitsch’?: “Şeytani Komedya” | Mimesis

  4. Pingback: İstanbul’dan Malkovich Geçti! Üstümüzden Fena Geçti… | Mimesis

Yanıtla