Yale Üniversitesi Öğretim Üyesi Christopher Bayes ile Söyleşi

Pinterest LinkedIn Tumblr +

ABD’nin en köklü üniversitelerinden Yale Üniversitesi, 26 Mayıs – 2 Haziran tarihlerinde “Türkiye’de Yale Haftası” adı altında Boğaziçi Üniversitesi’nde etkinlikler dizisi gerçekleştirdiler. Yale Üniversitesi’nden gelen 22 öğretim üyesi ve idareci ile 78 öğrencinin katıldığını etkinlikler dizisinin bir ayağı da 28-29 Mayıs tarihlerinde Demir Demirgil Salonu’nda gerçekleşen Yale Tiyato Okulu Gösterisi idi. Yale Tiyatro Okulu son sınıf öğrencilerinin sergilediği “Always Almost Something” adlı commedia dell’arte gösterisi Boğaziçi Üniversitesi kampüsünde seyirci ile buluştu. Gösterinin ardından Yale Üniversitesi öğretim üyesi ve aynı zamanda oyunun yönetmeni Cristopher Bayes ile oyun üzerine konuşma fırsatı bulduk.

Oyun için ne kadar zamandır çalışıyorsunuz ve oyunu ne zamandan beri sergiliyorsunuz?

Ocakta çalışmaya başladık. Üç hafta kadar prova aldık ve metni üç haftada oluşturduk. Şimdiye kadar sanırım beş kere sergiledik.

Amerika’da mı?

Evet, Amerika’da. Fakat bu öğrencilerle bir yıldır ders yapıyoruz. Bir dönem kadar palyaço atölyesi yaptık, bir dönem kadar da commedia dell’arte masklarıyla ilgili çalışmalar yürüttük. Oyunda izlediğiniz pek çok bölüm, sınıfta yapılan commedia dell’arte oyunculuğu ve mask çalışmalarında ortaya çıktı. Komedi çalıştırdığım zaman, genellikle zaten piyano çalabilen ve müzikleri ortaya çıkarırken doğaçlama yapabilecek esneklikte oyuncularla çalışıyorum. Komedyada oyuncuların şarkı söyleyebiliyor olması bence çok önemli, içine girdikleri aksiyonu ifade edebilmeleri açısından. Biz bu şarkıların hepsini sınıfta oluşturduk. Bir ninni olsun diyorum ya da bir ballad, bu Guns and Roses şarkılarına benzemeli ya da müzikal havası yaratmalı. Bu şekilde prova aldık ve oyunu çok basit bir fikirden yola çıkarak sıfırdan yarattık. Barack Obama seçildikten bir süre sonra tüm haberlerde “Balayı sona erdi” denmeye başlandı, hiçbir şeyin değişmeyeceği, her şeyin eskisi gibi devam ettiği söyleniyordu. Bunu duyduğumda çok sinirlendim. Neden “Balayı sona erdi” denip duruyor? Gerçekten çok saçma, balayı daha yeni başlıyor! Ülkeyi sarmış bu hissiyattan yola çıktık biz de. Ben de dedim ki haydi oyunu bu noktadan başlatalım! Bu çok öyle muhteşem bir hissiyat değil, üzerine bir saatlik bir oyun kurabileceğin küçük bir fikir aslında. Ben bunu ilginç ve şaşırtıcı buluyorum. Oyun tamamen bununla ilgili. Bu hissiyat bizi çok baskı altında tutan, inanılmaz kötü hissettiren bir şey değildi; ama bu küçük ve biraz da kötü fikirden güzel bir oyun oluşturulabilir. Geçen yıl hazırladığımız oyunda hiçbir çatışma noktası yoktu. Genelde çatışma olmadan bir oyun yaratılamayacağı söylenir. Benim niyetim çatışmasız bir drama oluşturmaya çalışmaktan ziyade çatışmasız bir tiyatro yapmak üstüneydi. Dramada çatışma olması gerekir ama tiyatroda değil. Biz de drama değil, tiyatro yapıyoruz. Böylece geçen yıl Even Maybe Tammy adında güzel bir oyun parçası hazırladık. Hatta bu yılki oyundaki Tammy tiplemesini de geçen yılki oyundan aldık. Çok iyi bir sebebimiz yoktu, provalar sırasında “Hadi Tammy’yi geri getirelim!” dedik sadece. Kısacası bu oyun benim “çatışma olmadan nasıl tiyatro oluşturulur” denememdi. Komedi şaşırtma meselesi. Şaşırtmak için bir sürü yol var: Kötü bir espriyle olabilir, seyirciyi oyuna getirerek ya da komediyi matematiksel bir formül üzerine kurabilirsin ki bunu televizyonda çok görüyoruz. Ben bu şaşırtma meselesini bir bütün olarak ele almak istedim. Çok basit bir fikir, eşitliğin diğer tarafında çok güzel bir şeye de bir trajediye de dönüşebilir. İşte sevdiğim şey oluşan bu tılsım.

Metni nasıl oluşturdunuz? “Balayı sona erdi” söyleminin bir başlangıç noktası olduğunu söylediğiniz. Program dergisinde metni ekiple beraber oluşturduğunuz yazıyor. Sahne çalışmaları ve metin oluşturma süreci nasıl ilerledi?

Ben veya öğrenciler ortaya bir fikir ortaya atıyorduk ve doğaçlamaya başlıyorduk. Benim işim onları sahnenin cümlesine odaklamak, bir ritim tutturmaktı. Zaman zaman bir repliği nasıl ele almaları gerektiğini söylüyordum. “Bir şeyi beş farklı şekilde söyledin ama şimdi bunu bu şekilde söylemeni istiyorum” gibi müdahalelerde bulunuyordum. Yani benim işim oyun yazımından ziyade dramaturjik müdahaleleri yapmak, genel anlamda oyunu düzenleyerek ona belli bir ritim kazandırmaktı. Öğrenciler de oyunu sahiplendiler. Şarkı sözleri tamamen onlara ait. Mesela pizzacı Pulcinella’nın hayallerle ilgili yaptığı konuşma çok iyi bir örnek: Hayalin sana gelir, onu kucaklarsın. Bundan sonra ne olacağını bilmiyorsundur. Bu şekilde ilerleyebilecek bir noktadan başlamalarını istiyorum.

Oyunda şarkıların oyunun önemli bir parçasını oluşturduğu fark ediliyor. Bildiğimiz gibi commedia dell’arte karakterlerinin konuşma biçimleri ve vücut kullanımları toplumsal konumları gereği birbirinden ayrışırken bunun şarkı yorumlarına yansımasının nasıl bir etki yaratacağını düşünmeden edemedik. Siz şarkıları çalışırken hiç bunun üzerinden ilerlediniz mi?

Bu aç olmanla ilgili trajik bir şarkıyı nasıl söylediğine bağlı. Mesela Pantalone aşık olmakla ilgili ya da bununla ilgili hiçbir şey yapamayışıyla ilgili bir şarkı söyleyebilir. Pantalone çok yaşlı ve hala bir gün ereksiyon yaşayabileceği umudunu taşıyor. İşte bununla ilgili trajik bir şarkı söylenebilir: “Ah keşke ereksiyon yaşasam, gençliğimi ne kadar özlüyorum…” Sonra Harlequin yemekle ilgili bir şarkı söyleyebilir ve Pantalone’nin şarkısıyla aynı ezgide olabilir bu. Demek istediğim aynı melodi kullanılabilir ama şarkının içeriği farklı olur. Her koşulda trajik olanı bulman gerekir. Bu çalışmada en ilginç kısım, bu komik karakterlerin trajik yanlarını bulmak. Yani komik bir evrende yaşayan bu komik karakterlerin trajik yanlarını bulurken o komik evrenden çıkmamayı başarırsan şaşırtıcı olmayı da başarıyorsundur.

Evet, haklısınız. Pantalone’nin önce çocuklar için şekerden yapılma oyuncaklarla dolu bir dükkan açma isteğini, sonra olayı onlara şiddet uygulamaya kadar vardırmasında trajik bir yön görmek mümkün. Bu arada sahnedeki oyuncuların okulda son yılı galiba?

Evet, geçen pazartesi mezun oldular. Salı günü de buraya gelmek üzere uçağa bindik.

Bir hoca olarak Amerika’da akademiden sonra öğrencilerinizi bekleyen profesyonel tiyatro ortamını ve onları bekleyen kariyeri nasıl görüyorsunuz?

İşte bu her zaman zor olan kısım. Biz aslında öğrencilerimizi, onları çok da istemeyen bir endüstriye hazırlıyoruz. Onlar için hazır bir yer yok aslında profesyonel dünyada. Fakat Yale Tiyatro Okulu’ndan çıktıklarında daha güçlü oluyorlar. Tiyatro yapabilecekleri gibi film endüstrisinde de çalışabilirler. Kendi işlerini kurabilirler ve bu çok iyi olur. Aileler çocuklarının nasıl hayatlarını kazanacağı konusunda endişe duyabiliyorlar. Kariyerinin ne olacağını düşünmek bence yanlış. Önemli olan bir sanatçı olarak nasıl bir yaşam pratiği seçtiğin. Farklı seviyelerdeki başarılar bireylere aittir. Örneğin ben Broadway’a gitmediysem, gidemediysem bu benim başarısız olduğum anlamına gelmez. Önemli olan bir sanatçı olarak yaşamaktır. Bu yaşamak için çok güzel bir yol. Ben böyle yaşıyorum ve çocuklarımı da sevdiği işi yapan bir sanatçı olarak yetiştiriyorum. Seni para kazanman için istemediğin işleri yapmaya zorlayan bir endüstriyle savaşıyorsun, fakat bir de sanatsal kısmı var bu işin. Bu mesele, hayat boyu süren bir arayış, bir pratik olarak algılanmalı. Yoga gibi, sürekli çalışma gerektiren bir şey bu. Her zaman daha iyi olmak için çalışırsın. Mesela spor salonuna bir kereliğine gitmez insan, düzenli olarak gitmeye devam etmen gerekir: Güçlenmek, yaratıcılığını geliştirmek, hayal gücünü genişletmek, duygusal ve fiziksel imgelemini geliştirmek için. Bence sağlıklı olan yapman gerekeni, yani yapabildiğinin en iyisini yapman. Bazen iyi olursun bazen kötü. Eğer yetenekli doğacak kadar şanslıysan ki pek çok insan değil, senin bir sorumluluğun var demektir. O da her performansında bu yeteneği maksimum düzeyde kullanmaktır. Bu emzirmek gibi bir şey, bebek sütünü içer. Süt vermeyi bırakırsan süt kesilir. O yüzden sürekli buna devam etmen gerekir. Biliyorum çok kötü bir metafor ama durumu iyi açıklıyor.

Oyunu başka ülkelerde de sergilemeyi düşünüyor musunuz?

Belki. Şu an bir planımız yok. Buradaki Yale Etkinlikleri dizisinin bir parçası olarak buradayız. Geçen seneki oyunla-Even Maybe Tammy- bu oyunu-Always Almost Something- arka arkaya sergilediğimiz, iki biletli bir gösteri yapmayı umuyoruz. Bunu New York’ta yapmaya çalışacağız. Geçen yılki oyunla New York’a gitmiştik, bu oyunla İstanbul’a geldik. Gerçekten inanılmaz! Öğrenciler için muhteşem bir şey!

Size bol şans diliyor ve zaman ayırdığınız için teşekkür ediyoruz.

Ben teşekkür ederim.

Duygu Dalyanoğlu, Ezgi Ay, İrem Az / Mimesis

Paylaş.

Yorumlar kapatıldı.