Ders Gibi Goldoni Sahnelemesi: Tatil Üçlemesi – Teatri Uniti ve Piccolo Teatro di Milano

Pinterest LinkedIn Tumblr +

17. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali’nin programında 2 gün yer alan Goldoni’nin Tatil Üçlemesi’nin ilk akşamki gösterisinde, anons yapıldığı için öndeki yerleri “doldurduk”. Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde merdiven önündeki “prestij” bölümü yarı yarıya “boş” olunca biz de 2. sıraya terfi ettik!

Yaklaşık 175 dakika süren oyunun ilk yarısında yanımızda oturan tv dizisi oyuncularını ikinci yarıda yanımızda bulamadık. Sanırım çok önde oldukları için arkaya gittiler (?) Oyunu (dersi) yarıda bırakmış olacak değiller ya!

Oyun ile ilgili düşüncelerimin özeti şu: “Ders gibi Goldoni sahnelemesi”

Yazımı toparlarken okuduğum, Özgür Eren’in Mimesis’deki Bir Metafor Olarak “Tatil Üçlemesi” başlıklı yazısı şöyle bitiyor:

“…oyunu izleyenler için çok katmanlı bir tiyatro dersi haline geliyor. İzleyen tiyatroculara da bundan ders çıkarmak kalıyor.”

Birbirimizden habersiz olarak Tatil Üçlemesi’nden aynı sonucu çıkarmış olmamıza sevindim. Zira başka birinden de aynı sözleri duymak “yalnız olmama”nın keyfini veriyor insana.

Özgür Eren, yazısında, kapsamlı ve katmanlı bir analiz yapmış. Oyunun “yazarın yaklaşımının ve metnin olanaklarının araştırıldığı bir tiyatro” olduğu tespitine katılıyorum. Mimesis’de yayımlanan söyleşi ile birlikte Goldoni ve Tatil Üçlemesi hakkında her zaman başvurulacak bir kaynak oluşmuş oldu. Gayretlere teşekkür ederim.

Benim yazım –içinde benzer saptamalar olsa da- oyuna farklı bir yönden bakmaya çalışıyor.

Tiyatrocularımızın oyuna hak ettiği ilgiyi göstermediklerini düşünüyorum. Dilerim hakkında yazılanları (ders notlarını) okurlar.

Oyuna gösterilen nispeten kısıtlı “iltifat”ın nedeni de bence tiyatrocularımızın “ders almaktan” hoşlanmamaları. Seyirci de coşmadı. Çığlıklar atmadan uzun uzun alkışladı. (Ben, beni okudular sandım önce. Ama izleyen gecelerde “çığlıklı” seyircileri görünce “hüsnükuruntu”ma güldüm!)

“Tiyatrocularımız Goldoni’yi çok iyi biliyorlar onun için de yeniden görmelerine gerek yoktu” diye düşündüm. Bu düşünce ile Goldoni’yi araştırdım.

1707-1793 yılları arasında yaşamış Goldoni, çok verimli bir yazar.

9 trajedi, 14 trajikomik, 120 komedi, 50 libretto, 7 kantat, 1 oratoryo, 2 şiir kitabı yazmış. Uzun ama yararlı yaşamış.

Goldoni’nin Molière’i (1622-1673) örnek aldığı; hatta oyunu başarılı olduğunda bile kendine, “İyi fakat henüz bir Molière değil” dediği yazılmış. Goldoni oyunlarının Molière’inkilerden daha nazik ve iyimser olduğu görüşü yaygın.

Kendinden önceki (kendisinden etkilendiğini düşündüğüm) Shakespeare’den (1564-1616) daha fazla eser vermiş. Kendinden sonraki Çehov’da (1860-1904) ise etkilerini görmek olanaklı.

Özgür Eren’in katılmadığım cümlesi Çehov ile ilgili: “oyunda “Goldoni’nin metni, sahnelemede Çehovyen bir karakter kazanmış” diyor.

Ben Goldoni’yi Çehov ile değil, Çehov’u Goldoni ile anlatmanın doğru olduğunu düşünüyorum.

Eren’in tespiti genel kanıya uygun. Ama Goldoni’nin yeterince gündemde olmadığını gösteriyor galiba.

Eren’in ifadesi ile “Goldoni’nin tiyatrodaki temel önemi, commedia dell’arte geleneğinden yola çıkarak toplumsal gerçekçi bir tiyatroya giden yolun ilk adımlarını atmasından kaynaklanıyor.”

Mimesis tarafından kendisi ile yapılan söyleşide, Yale Üniversitesi Öğretim Üyesi Christopher Bayes, “commedia dell’arte” ve “Pantalone” karakterinin hatırlatılması üzerine:

“Her koşulda trajik olanı bulman gerekir. Bu çalışmada en ilginç kısım, bu komik karakterlerin trajik yanlarını bulmak. Yani komik bir evrende yaşayan bu komik karakterlerin trajik yanlarını bulurken o komik evrenden çıkmamayı başarırsan şaşırtıcı olmayı da başarıyorsundur” diyor.

Goldoni’nin, Çehov’dan çok daha önce, ona ilham verdiğini bilmeden, komik karakterlerin içindeki trajediyi bulduğu kanısındayım. Çehov’un Goldoni’den etkilenmiş olabileceği “kronolojik” bir gerçek.

Goldoni’nin eserlerinde uygarlık, insanlık, orta sınıfın yükselişi, onur, dürüstlük duygularını vurguladığı ve saldırganlık, hoşgörüsüzlük, gücün suiistimal edilmesi duygularından da nefret ettiği “okunabilir”.

Bir “derya” olan bir yazar Türkiye’de ne kadar tanınıyor?

Goldoni ismini anar anmaz bizde ilk akla gelen “İki Efendinin Uşağı” olacaktır. Hemen arkasından “Yalancı” ve “Kahvehane” gelir. 1942 de tercüme edilen “Yalancı”, 1944 tarihli “Antikacı’nın karısı yahut Gelin Kaynana”, 1945 tarihli “Sayfiye Merakı”nı “ilk”lerden saymak mümkün. Ayrıca “Otelci Güzeli”, “İzmirli Emprezaryo”, “Becerikli Dul”, “Yabanlar”, kitap olarak basılmış eserler. “Yazlık Dönüşü”, internette Türkçe olarak bulunabilir.

Metin And’ın “50 Yılın Türk Tiyatrosu”nda, 1923-1973 arasında Kahvehane (1945, 1957, 1971); İki Efendinin Uşağı (1943, 1958, 1959, 1961, 1987 ); Otelci Kadın (1946, 1963, 1964); Yalancı (1942, 1948, 1949, 1969, 1970); Yabanlar’ın (1964) sahnelendiği belirtilmiş.

Türkiye’de 70’li yıllara kadar popüler olan Goldoni’ye olan ilginin zamanla azaldığı söylenebilir herhalde. (Bu iddianın düzeltilmesinden mutlu olurum.) Ama yeni Goldoni çevirilerinin olmadığı gerçek. (Türkiye’de bir tiyatro arşivi yok ne yazık ki!)

Türkiye’nin Goldoni tecrübesi bu kadar!

17. Uluslararası İstanbul Festivali’nde “Tatil Üçlemesi” adı altında sergilenen oyunun dergisinde oyunun “Tatil Saplantıları”, “Tatil Maceraları” ve “Tatil Dönüşü” oyunlarından oluştuğu belirtiliyor.

Bu noktada bir hususu dikkatlere sunmak isterim. İtalyanca kelime “la villeggiatura”, “Sayfiye”, “Tatil” ve “Yazlık” olarak tercüme ediliyor. İngilizceye yapılan tercümelerde de “Holiday” ve “Vacation” kullanılmış.

Sayfiye, yazlık ev anlamına gelse de aynı zamanda bir eylem (sayfiyeye gitmek) için de kullanılmaktadır.

Leonardo’nun oyunun başında “Köydeki evim sinyor Filippo’nunkine bitişiktir”(Sayfiye Merakı Tercüme-Aydın Sinanoğlu-1945) sözünden yola çıkarak Sayfiye Merakı’nın daha doğru olduğunu düşünüyorum. Bu sanırım bizim toplumumuzda orta sınıfların sahip olmayı, “prestij” gibi algıladıkları yazlık ev söylemine daha çok uyar.

Bu bağlamda 1945’ten bu yana geçen 65 senede bir türlü karar verememiş olmamız, hem dilimiz hem de tiyatromuzun ve de galiba yayıncılığımızın sorunudur. Hem de “büyük” bir sorundur.

“Tatil Üçlemesi”, Türkiye’deki genel Goldoni algılamasını değiştirebilecek bir oyun. Ayrıca, Shakespeare, doğal olarak Molière izleri taşıyor. Çehov’dan “tanıdığımız” atmosferi de veriyor. Bu hissi yaratan da yönetmen (Toni Servillo)! (Bir bilete 4 oyun!)

‘Tatil Maceraları’nı bulup okuyamadım ama diğer iki oyunda toplumu, imalar, ince göndermeler ile doğrudan ya da dolaylı olarak eleştiren bugün bile geçerli olan bir söylem var. Hem de salt İtalyanlara ait değil. Bu söylemde yansıyan, kendi toplumunu sevmenin ama memnuniyetsizliğin, umutsuzluğun olduğu çok açık. Goldoni’nin kendisi de üzülüyor ve sanki “küsmüş” gibi.

Bizim tv dizileri için bulunmaz bir kaynak bu Goldoni. 120 komedi yazmış ama bizimkiler onu 1200 hatta 12000 gibi değerlendirebilirler(!) (Baksanıza bir yazarın oğlu “babamın bir sayfası bir bölüm olur” demiş.)

Bu uzun girişten sonra, Teatri Uniti ve Piccolo Teatro di Milano’nun ortak yapımı olan oyunun “ders” niteliğine gelebilirim şimdi.

Her şeyden önce Çehov’un oyunları için söylenen “eğlendiren dış olay örgüsü içindeki ruhları etkileyen iç olay örgüsü” (Stanislavski) ifadesindeki gizli olan düşünce sahnede “bedenselleşiyor”. “Komedinin içindeki trajedi” ne demek Tatil Üçlemesi’ni seyredince anlıyor insan.

Oyunun genelindeki disiplin çok belli. Bu oyunculuktan, dekordan, ışığın kullanımından anlaşılıyor. Temel olarak Goldoni’ye duyulan saygı sahneye yansıyor. Uyarlama “Ben yaptım oldu” değil. Goldoni’nin “ruhu” rahatsız edilmemiş.

Oyuncular, tempoyu birbirlerine göre değil, önceden belirlenmiş çizgiye göre uyguluyorlar. Oyunun her akşam, saniyesine kadar aynı sürede biteceği söylense yanlış olmaz. Tempo, oyunun akışına uygun. Başlangıçta tatile gitme heyecanı var, tempo hızlı; sonda ise hüznün getirdiği bir yavaşlama söz konusu. Tempo baştan sona olaylarla değişen atmosfere çok uygun bir geçiş yapıyor. Sondaki Ferdinando’nun okuduğu mektup sahnesi unutulmayacak bir iz bırakıyor. Zira bu sahnede bir yanda Giaginta’nın şahsında gitgide ağırlaşan kaderin hüznüne paralel, cenaze evlerindeki gülümsemeleri andıran zoraki bir gülümseme hali vurgulanıyor.

Ayrıca mektup okunurken sanki soliste eşlik eden alkışlar gibi abartılı kahkahaların çınlaması, adeta bir müzik eseri yorumlanıyormuş gibi bir his bırakıyor. Bu “orkestrasyon”, oyunun bütününde sahneden yansıyor.

Birinci perde finalinde güneşli bir fon önünde masa ve sandalyelerden kurulu sahne düzeni, insanların “yerleşmesi”ni anlatıyor. Sahne biteviye günlerin taşra ruhu ile bitiyor.

İkinci perdenin başındaki dekor sizi Shakespeare ormanına götürüyor. Işıklandırmanın da yardımıyla gecenin “ormana sakladığı” entrikalar, gizler, iç sesler, bunalımlar vb yansıtılıyor. Güneşin ardındaki gölgeli loşluğun içine düşüyorsunuz. Bu sahnedeki giriş çıkışlardaki zamanlama eğreti durmuyor, hayat kadar akıcı.

Sahne önü “yalnızlığın” mekânı olarak kullanılmış.

Kadro, canlandırdıkları karakterlerin yaşlarına uygun oyunculardan oluşmuş.

Tognino kaba çizgilerle abartılı bir Molière tipi sanki. Constanza ve Rosina da Molière’den ödünç alınmış gibi.

Oyunu eğer İtalyanca biliyorsanız gözlerinizi kapatıp seslerle radyo tiyatrosu gibi takip edebilirsiniz. Karakterler salt görünüşleri ile değil ses ve konuşma biçimleri ile “çizilmiş” durumda. Bu konuşma biçiminden karakterlerin sosyal statülerini bile anlamak mümkün. Bu da Commedia dell’Arte’den gelen bir özellik.

Oyun Giacinta’nın değişmesi eksenine kurulmuş ama yan karakterler ana eksene hizmet ediyor. Kendilerini çizerken Giacinta’nın “çevre”sini de anlatıyor. Bu bağlamda, 3 oyundan yapılan uyarlamanın başarısını vurgulamak gerekir. (Toni Servillo)

Bizde ortaoyununu güncelleştirirken yaşadıklarımızı ve ortaya çıkan örnekleri düşününce gelenekselden nasıl yararlanılması gerektiği konusunda önemli ipuçları veriyor Tatil Üçlemesi. Ortaoyununu temel özelliklerini kullanmayı bilmeyen tiyatromuzun bu anlamda alacağı çok “dersler” var. Tarihi kostümler içinde “Şakşak” kullanıp def çalarak ramazan eğlencesi haline getirdiğimiz “Arte Oyunu”(?)nun “gelişememesi” üzerinde düşünülmesi gerekmez mi?

Tüm bunların ışığında tiyatrocularımızın Goldoni’yi özellikle son 30 yılda yeterince gündeme getirmemiş olmalarına hayıflandım. Gelecek sezonlarda hiç değilse kamu tiyatrolarımızın yeni Goldoni’ler oynamalarını diliyorum. Hatta onlar için bunun bir görev olduğunu düşünüyorum. Bu hem kendilerini eğitmek hem de seyirciyi memnun etmek olanaklarını verecektir.

İnsan kaynakları yönetiminin amacı, amaca uygun insanları bulmak ve kullanmaktır. Ama en önemli husus, onların içlerindeki cevheri keşfederek gelişmelerini sağlamaktır. Onlardan birden fazla insan çıkarmaktır da diyebiliriz. Böylelikle ortaya birden fazla görevi aynı beceri ile yapabilecek insanlar ortaya çıkar.

Tiyatro ile ilgili bir yazıda buraya neden geldiğim merak edilebilir.

Tatil Üçlemesi kapsamında bizdeki popüler tv dizilerinde “kalıplaşmış” oyuncu modellerini düşündüm. Bizim oyuncularımız o sarmaldan dışarı çıkıp kendilerini değiştirecek içlerindeki başka insanları çıkaracak denemeleri yapmıyorlar, yapamıyorlar. Bunda “ders” ten sıkılmış olmanın bıkkınlığı ile toplumdan gelmeyen talebin de rolü var. Yani “talep edilmeyen şeylerin varlığını” fark etmemek ya da umursamamak!

Bizim oyuncularımızın oyunculuk yetenekleri ile en az bu ekip kadar başarılı olacaklarından hiç kuşku duymuyorum. Ama yeni arayışlar peşinde olan ve oyuncularımızı yeteneklerine uygun olarak kullanabilecek, içlerinden yeni insanlar çıkarabilecek, vizyonu geniş insan kaynakları yöneticileri nerede?

Belki Tatil Üçlemesi’nden öğrenilmesi gereken ilk “ders” budur!

melihanik.blogspot.com

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Melih Anık

Yanıtla