Kültürel Etkileşimler Sempozyumunun Ardından

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Uluslararası Hrant Dink Vakfı gelenekselleştirmeyi düşündüğü sempozyumlar dizisinin üçüncüsünü 12 ve 13 Haziran tarihlerinde Bilgi Üniversitesi Dolapdere Kampüsü’nde düzenledi. Bu yılki konferans bu topraklarda geçmişte ve günümüzde yaşanan kültürel etkileşimleri konu edinmişti. Sempozyumun açılış oturumu gösteri sanatları ve görsel sanatlara ayrılmıştı. Bu oturumun katılımcıları Michigan Üniversitesi’nden Ermeni Dili ve Edebiyatı Profesörü Kevork Bardakjian, Berberyan Kumpanyası’ndan Boğos Çalgıcıoğlu, fotoğraf sanatı üzerine yaptığı araştırmalardan  tanıdığımız bağımsız sanatçı ve araştırmacı Tayfun Serttaş, Penguen dergisi karikatürist ve yazarlarından Metin Üstündağ, gazateci ve belgesel sinemacı Sevan Ataoğlu ve Erivan Bilimler Akademisi Arkeoloji ve Etnoğrafya Enstitüsü’nden sayın Emma Petrosyan ve Zenya Khachatryan’dı.

Açılış konuşmasını Cengiz Aktar’ın yaptığı sempozyumun bu yılki konuk konuşmacısı Boğos Levon Zekiyan’ın ardından söz alan Kevork Bardakjian “Geç Dönem Osmanlı’sında Drama Edebiyatı Bağlamında Türk-Ermeni İlişkileri” başlıklı konuşmasına Ermeni dilinin oluşum evrelerinden bahsederek başladı. Bardakjian’a göre daha en başından beri Ermeni dili komşu uygarlıkların dilleriyle bir etkileşim içerisindeydi -özellikle Arapça, Farsça ve Türkçe ile. Bunun sadece diller arasında kalmadığını, halk kültürleri için de ciddi biçimde geçerli olduğunu belirten Bardakjian örnek olarak Ermeni ve Türk aşık gelenekleri ile destanlardan (örneğin Dede Korkut ve Sasonlu Davit gibi) bahsetti. Konuşmasının ilerleyen bölümlerini Ermeni dilinin modernleştirme çabalarına ve tiyatronun bu çabalar içerisinde oynadığı aktif role ayıran Bardakjian bu sırada yürütülen hararetli tartışmaları iki ana başlık altında toplayabilceğimizi belirtti: repertuvar seçimi ve kullanılan dil. Buna göre Osmanlı’da modern tiyatro hareketlerinin başlatıcıları olan Ermenilerin başlangıçta tarihsel dramalardan oluşan bir repertuvarı önplana çıkardıklarını, ancak Bedros Turyan ile başlayan süreçte gündelik konuların da sahneye taşınabileceğine dair güçlü bir görüş oluşmaya başladığının altını çizdi. Dil konusunda başlayan tartışmanın ise önce oyunların klasik Ermenice ile mi yoksa modern Ermenice ile mi yazılması gerektiği konusuna odaklandığı, ardından Hagop Vartovyan’ın (Güllü Agop) Gedikpaşa Tiyatrosu’nu açmasıyla buna bir de Türkçe mi Ermenice mi tartışmasının eklendiğini belirtti. Tüm bu tartışmalar ışığında Osmanlı Ermenileri ve Müslüman entelektüellerinin yürüttüğü tiyatro tartışmalarının malesef Abdülhamit döneminde bıçak gibi kesildiğinden bahseden Bardakjian bu devrin baskıcı ortamında etkileşim yaşanmasına izin verecek sağlıklı bir ortam kalmadığını belirterek sözlerini tamamladı.

İkinci konuşmacı olarak söz alan Boğos Çalgıcıloğlu “Türk Tiyatrosu’na En Büyük Hizmeti Yapan Adam: Mardiros Mınakyan” başlıklı konuşmasına kendisini son yıllarda Ermeni tiyatro tarihini araştırmaya iten bazı konulardan bahsederek başladı. Özellikle klasik denen Ermenice eserlerin Türkçe’ye çevrilmemiş olduğunu, şu anda genelde toplum tarafından okunan nitelikli kabul edilebilecek çalışmaların da söz konusu olan Ermeniler olduğunda ne kadar özensiz olduğunu örneklerle izleyicilere anlattı. Ardından 1901 ya da 1904 tarihinde kendisiyle yapıldığı belirtilen bir röportajdan alıntılarla kısaca Mınakyan’ın yaşam öyküsünden bahsetti. Onun dönemin algısına göre çok usta bir oyuncu ve iyi bir tiyatro adamı olduğunu vurgulamakla beraber kendisinden çok daha nitelikli tiyatroculara oranla biraz fazla öne çıkarıldığını, bunun da diğer tiyatrocular 40 yaşını biraz geçtiklerinde kötü yaşam koşulları nedeniyle ölürken onun bir şekilde hayata tutunabilmesine ve uzun yaşamasına bağladığını belirtti. Özellikle 1899’da İstanbul Patrikliğine gönderilen bir yazıyla Ermenice oyun oynanmasının yasaklanmasının ardından –ki bu karar fiilen 1946’ya kadar sürecektir- Türkçe oynamaktan başka çıkar yol bulamadığını, dolayısıyla 1920 yılında Temaşa Dergisi’nin düzenlediği bir ankette sorulan “Son elli yılda Türk Tiyatrosu’na en büyük hizmeti kim yaptı?” sorusuna okuyucuların, Darülbedayi’nin kuruluşundaki çabaları da düşünülürse haklı olarak “Mınakyan” cevabını verdiklerini belirtti. Çalgıcıoğlu, Mardiros Mınakyan’ın sanat yaşamının 50. Yılında düzenlediği jübilenin imparatorluk ve cumhuriyet tarihinde bir tiyatrocu için düzenlenen ilk jübile olduğunu hatırlatarak sözlerini tamamladı.

Üçüncü konuşmacı olan Tayfun Serttaş’ın konuşmasının başlığı “Modern Kimlik ve Kültürel Transformasyon Bağlamında Erken Dönem Fotoğrafı” şeklinde idi. Sözlerine Batı’da modernliğin çocukluk çağından itibaren modern olanı betimlemek için öncelikle modern olmayanın tanımlandığını belirterek başlayan Serttaş, özellikle fotoğrafın 19. yüzyılın gezgin fotoğrafçıları aracılığıyla Doğu’yu fotoğraflama yönündeki ilgisinin altında bu mantığın yattığını söyledi. Ardından Osmanlı’da 19. yüzyılda çekilen çeşitli fotoğraflar aracılığıyla Oryantalizm’in görsel olarak nasıl inşa edildiği üzerine konuşan Serttaş, özellikle 1873 Viyana Uluslararası Fotoğraf Sergisi’nde ilk kez imparatorluğun temsiliyetini gerçekleştiren Osmanlı Devleti’nin burada kendisini sunarken dini ve etnik çeşitliliği nasıl önplana çıkarmaya çalıştığından söz etti. Uzun süre stüdyolarda kurgusal ortamlar içerisine sıkışan ve pek çok açıdan (dekor, köstüm, makyaj, fiziksel kişileştirme vs…) tiyatro sanatına yaklaşan fotoğrafın teknik gelişmelerle yüzyıl sonunda kamusal alanı da görüntülemeye başladığını, bu andan sonra gerçekliği temsil gücünün artmasıyla siyasi otoritelerce nasıl kontrol altına alınmaya başladığını belirtti. Bu nedenle özellikle 1915 yılında tehcir konvoylarına yaklaşmasından şiddetle rahatsızlık duyulan insanların yabancı orijinli misyonerler ve foroğrafçılar olmasının da anlaşılır olduğunu söyledi.

Oturumun ikinci kısmı karikatürist ve mizah yazarı Metin Üstündağ’ın Sarkis Paçacı tarafından çizilen “Zarolar” serisi üzerine yaptığı konuşma ile başladı. Metin Üstündağ konuşmasının ana fikrini şu cümleyle özetledi: “Ermeninin biri Kürtlerin karikatürünü çizmiş, bir Türk de çıkmış bunları anlatıyor.” Öncelikli olarak Zarolar’ın 1988-1994 yılları arasında önce Gırgır, ardından Hıbır dergilerinde yayınlandığını belirten Üstündağ, bu kadar erken bir tarihte Kürt sorunundan bahseden karikatürler çizilmesinin, dönemin şartları düşünüldüğünde şaşırtıcı olduğunu, ama bunun Sarkis’in çizgi ve espri anlayışının absürdlüğünün dönemin siyasi otoritelerince yorumlanmasında yaşanan güçlüğe bağlanabileceğini düşündüğünü söyledi. Ardından Zarolar serisinden seçilmiş karikatürleri izleyicilerle paylaşan ve konuşmasını doğrudan Zarolar üzerinden sürdüren Üstündağ, Sarkis Paçacı’nın Zarolar’da evrensel bir espri dili yakalamasının, etnik ve coğrafi göstergeleri bu denli güçlü bir seride çok kolay olmadığını, bunu Sarkis’in mizah gücüne bağlamanın doğru olacağını belirtti. Zaten bir süre sonra konuşan Metin Üstündağ değil, Zarolar’ın baloncukları olmaya başlamıştı.

Bu eğlenceli sunumun ardından söz alan Sevan Ataoğlu “Sinema ve tiyatroda bir usta-çırak modeli: Aşod Madatyan, Ö. Lütfü Akad, Nişan Hançer(yan), Türker İnanoğlu” başlıklı konuşmasına Osmanlı Ermeni tiyatrosunun vazgeçilmez bir unsuru olarak usta çırak ilişkisinden bahsederek başladı. Bu zincir içerisinde Mardiros Mınakyan’ın Aşot Madatyan, Madatyan’ın da Nişan Hançer(yan) için nasıl usta olarak nitelendirilebileceğinden söz eden Ataoğlu, bir Ermeni olarak tiyatro yapmanın zorlaşması sonrasında Hançer’in nasıl sinema sektörüne geçiş yaptığından bahsetti. Burada da farklı bir ustalık-çıraklık çizgisi işlediğini Ö. Lütfü Akad’ın Hançer’i, Hançer’in de Türker İnanoğlu’nu yetiştirdiğini belirtti. Ardından Nişan Hançer hakkında bir araştırma yaptığını öğrenince kimseye röportaj vermeme kuralını bozan ve ertesi gün kendisiyle görüşmeyi kabul eden Türker İnanoğlu ile yaptığı söyleşiden bazı parçaları izleyicilerle paylaşan Ataoğlu Yeşilçama 129 film kazandıran bu yönetmenin, gönlünün istediği gibi Ermenice tiyatro yapamamanın verdiği buruklukla mutsuz öldüğünü ekleyerek sözlerine son verdi.

Son bölümde konuşacak iki konuşmacı Ermeni Ulusal Bilimler Akademisi Arkeoloji ve Etnografya Enstitüsü’nde iki araştırmacıydı. Emma Petrosyan ve Zenya Khachatryan’ın konuşmaları “Karagöz’ün Ermeni Versiyonu ve Karagöz-Petruşka Gölge Oyununun Doğuşu” başlığını taşıyordu. İlk olarak söz alan Emma Petrosyan Ermenistan’da da “karagöz” adıyla bilinen bu oyunun etimolojisini ve tarihsel kaynaklarını ortaya koymaya çalıştı. Ardından söz alan Zenya Khachatryan ise Ermenistan’da sadece şehirlerde değil hatta çok daha fazla oranda köylerde yüzyıllardır oynatılan bu gölge oyununun bazı ailelerce bir gelenek olarak nasıl sürdürüldüğünü, hatta bu ailelerin soyadı olarak “Karagözyan” adını kullandıklarını belirtti. Ardından bu oyunun temel özelliklerini ortaya koyan kısa bir konuşmanın ardından Ermeni Karagöz’ünün tiplerini gösteren bir slayt gösterisi eşliğinde oyunun senaryoları ve temel tipleri üzerine bir konuşma yaptı. Bu sunum Anadolu’daki Karagöz ile Ermenistan’daki karagöz arasındaki benzerlik ve farklılıkları görmek açısından oldukça tatmin ediciydi.

“Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye’de Kültürel Etkileşimler Sempozyumu”na gösteri sanatları ve görsel sanatlarla ilgili ilk oturumun ardından mimari ve süsleme sanatları, dil ve edebiyat, gündelik hayat ve müzik konularında yapılan oturumlarla devam edildi.

Fırat Güllü -MİMESİS

(Fotoğraflar: Jale Mildanoğlu)

Paylaş.

Yorumlar kapatıldı.