Orhan Aydın/ Metin Coşkun Röportajı: Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Dokuz yıldan bu güne değin Nâzım’ın ölüm ve doğum günlerinde Nâzım Hikmet’in oyunlarını,  şiirlerini, komünist kimliğini geriye düşürmeden toplumun değişik kesimleri ile buluşturuyorsunuz. Bu sene yine Romantika (Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim) romanından Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim ismiyle uyarladığınız bir oyunla seyirci karşısına çıktınız.  Neden Nâzım’ın yazdığı bir oyunu değil de uyarlama bir teksti tercih ettiniz?

Metin Coşkun: Uyarlama’ yerine ‘Oyunlaştırma’yı tercih ediyorum. Nâzım’ın yalnızca ‘oyun’ olarak yazdığı metinler değil, yapıtlarının tümü teatral. (Şiirleri, Romanları, Masalları, Destanları, Manzaraları, dahası ‘Yaşamı’) Bir metni sahneye koymak üzere seçerken, çok fazla faktör bu tercihte rol oynar, ancak özel tiyatrolarda dar bir alanda bu tercihi yapmak zorunda kalırsınız. Elbette izleyici sizin bu tür sorunlarınızla ilgilenmek istemez, izlediğiyle karar verir o. Ve ‘Usta’nın söylediği gibi; “Seyircinin verdiği kararın temyizi yoktur.” Bu bakımdan “Nâzım Oyuncuları”nın isabetli bir tercih yaptığını düşünüyorum.

Romanı  tekste uyarlarken ister istemez pek çok bölümü dışarıda bıraktınız. Tekste dahil ettiğiniz ve dışarıda bıraktığınız bölümleri neye göre seçtiniz?

M.C: Bir piyesin kendi içinde omurgayı oluşturan bir hikâyesi olmalıdır. İsmail’in İzmir’deki Kulübesi ile Anuşka’da simgeleşen Moskova arasındaki irtibat omurgayı ortaya çıkardı. Bu yapıya uyum sağlayacak (sağlamasa bile zorlanacak-İşkence sahnesi gibi-) sahneler oyuna monte edildi. Ama Nazım’ın İnebolu’da Spartakistler’le karşılaşması ve Petrosyan’ın intiharını oyuna sokamayışım…!

Oyunu 2000-2001 tiyatro sezonunda seyirci ile buluşturdunuz. Aradan on yıl geçtikten sonra sizi gene oyunu gündeme getirmeye iten sebepler neler peki?

M.C: “Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim”in, hem içeriği hem de biçimi itibariyle bir ‘misyon’ oyunu olduğunu düşünüyorum. Bu oyunu hep gündemde tutmaya çalışacağız.

Orhan Aydın: Oyunu yeniden seyirci ile buluşturma isteği son iki yıldır içimizde gezinip duran bir istekti. Uzunca yıllardır politik tiyatro sevdasının peşine düşmüş iki birey olarak ülke gündemi ile örtüşen yaratılar ortaya koymak için hep çabaladık. Zaman zaman kendi kurduğumuz tiyatrolarda bazen de başkaca dostların çatıları altında bu ereğimizi yerine getirdik.

Bugün sahneye yeniden taşıdığımız bu metin ise her şeyi ile bize ait olan bir metin. Her sözcüğünü sahiplendiğimiz, yaşam mücadelemizin bir yerlerine serpiştirmeye çalıştığımız bir metin. Çok önemli bir özelliği de bu metinden tiyatro seyircisinin, özellikle genç kuşakların haberdar olmaması. Bellekleri silik bir toplumda Nâzım sözcüklerinin akıl zenginleştirme görevi olması da bu metni sahneye taşımakta kararımızın pekişmesine neden oldu.

Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim, Nâzım’ın kişisel tarihi ile TKP tarihinin kesişme kümesinin üzerine kurulmuş bir oyun. Sovyetler Birliği’ndeki anılar da önemli bir yer tutuyor. Özellikle ’80 sonrası kuşak bu dönemi neredeyse hiç bilmiyor. Genç kuşak seyirci oyunu anlamakta zorluk çekiyor mu?

M.C: Hiç sanmıyorum. Oyunun dramatik kurgusu her kuşak seyirciyi kavrayacak kadar güçlü. Ancak, elbette her izleyici, bilgi birikimi oranında farklı algılara sahip olabilir.

O.A: Ülke sorunlarından, yaşananlardan uzak kalmış seyirci, oyunu izlerken onlarca yeni sorunun yanıtını aramak zorunda kalacaktır. Bazı tarihsel gerçekleri yeniden araştırma gereği duyulacaktır. Bu süreç, saklı bırakılmış, gizli tutulmuş, yasaklanmış, üstü örtülmüş bir süreç. TKP tarihinin Nâzımca anlatımı olan YAŞAMAK GÜZEL ŞEY BE KARDEŞİM bizleri de araştırmalara itti. Yazılı birçok metnin ters-yüz edildiğini gördük. Anlatılanların birçoğunun gerçeklerle örtüşmediğini gördük. Ancak romanda ortaya çıkan her doğru Nâzım’ın süzgecinden geçen doğruydu. Bizim için de doğru olan oydu. Bizi araştırmalara iten oyunun izleyenleri de araştırmalara itmesi Nâzım’ın ve oyunun görevini yaptığına da işaret edecektir.

Oyunun estetik yapısı, politik tiyatro, belgesel tiyatro ve epik tiyatro biçimlerinin öğelerini taşıyor. Tiyatronun geldiği estetik nokta ve günümüzün tiyatro seyircisi bağlamında bu özel üslup tercihinizin nedenleri nelerdir?

M.C: Romanı sahneye taşımanın kuluçka dönemi uzun sürdü diyebilirim. Ama flu görüntüler berraklaşmaya başlayınca kısa sürede yazabildim. Yazım sürecinde ‘hikâye’ beni sürükledi, yani ‘Bu oyunu hangi biçimde yazmalıyım?’ sorusu aklıma bile gelmedi. Kısaca her zaman olduğu gibi ‘İçerik’, ‘Biçim’i belirledi; alabildiğine ‘açık’, tempolu, birbirinin içine geçmiş sahneler ve bu sahnelerin çağdaş ve sade bir yaklaşımla sunumu.

Bu oyunu klasik normlara sığdırmaya çalışmıyorum çünkü sığmaz. “Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim”, yazım olarak da reji olarak da kendi üslubunu ve estetiğini ortaya koymuş bir oyun.

O.A: Biz ikimiz de yaşayan Türkiye tiyatro tarihinin yaklaşık 40 yılına tanıklık ettik. Sokaklarda, cami avlularında, toprak işgallerinde, grevlerde oyunlar oynadık. Şimdilerde övünülen Anadolu’da tiyatro yapma meselesini yaklaşık 35 yıl önce adım adım dolaşarak gerçekleştirdik. Kentlerde de özellikle Ankara’da önemli yaratıcı dostlarımızla önemli oyunların içinde olduk. Deneme-yanılma yöntemi tiyatronun kabul edeceği bir şey değil. Neyi, nasıl ve kiminle anlatacağımız meselesini çözdüğümüz günden beri de gerçekçi tiyatronun peşinden koşuyoruz. Bu erginliğin gerektirdiği estetik seviye ise, tavizsiz bir durum…

Tiyatronun ülkemizde geldiği nokta tartışılıyor.

Ama ben yalnızca şunu söylemekle yetineyim. Bu gün D.T, Şehir Tiyatroları ve bazı özel tiyatroların sahnelerindeki oyunları biz ve bizim kuşak oyuncular 40 sene önce oynadık. Hem de içlerini boşaltmadan, sanatsal seviyelerinden taviz vermeden. Kavganın içinden kavgaya dair oynadık ve binlerce izleyenle buluştuk.

Oyunun ışık, ses, film ve dekor tasarımı  alanında uzman isimlerce yapılmış. Oldukça iyi salonlarda ve donanımı  tam sahnelerde oynanmak üzere reji edilmiş.  Ülkemizdeki salonların durumu malumunuz. Bu durum oyunun geniş bir izleyici kitlesi ile buluşmasının önünde bir engel teşkil etmeyecek mi?

O.A: Bu oyunu ilk sahnelediğimiz yıllarda her salonda her koşulda oynanabilir bir yapı yakalamıştık. Tasarımcı dostlarımız her seferinde işimizi kolaylaştırdılar. Evet, bugün, sahne üstünde gördüğünüz oyun adam gibi tiyatro salonları ister. Ama olmadığını düşündüğümüzde çözüm yok değil. Biz elbet donanımlı sahnelerde oyunu sahnelemek isteriz. Böylelikle bahis daha anlaşılır, seyri daha tadında olur ve oyun görevini yapmış sayılır.

Oyun Nâzım Hikmet Kültür Merkezi/ Kadıköy’de ve Maltepe Türkan Saylan Kültür Merkezi’nde kalabalık bir izleyici kitlesi ile buluştu. Genel izlenimler ve eleştiriler ne yönde oldu oyuna yönelik?

M.C: Bu soruyu izleyicilere sormak gerekir, malum ya; “Kirpi yavrusunu ‘pamuğum’ diye severmiş’.

O.A: Olumlu yanıtlar aldık. Ama bizi besleyen zenginleştiren şey esas olarak eleştiridir. Buna gereksinmemiz de var. İlk oynanışında kendi tiyatro eleştirmeni ilan etmiş bir hanım, bize ‘provokatörler’ demişti. Anladık ki, Komünist Nâzım kimliğinden korkmuş, ödü patlamıştı.

Tekste aldığınız bölümlerde, Nâzım’ın iki önemli tespiti var: İlki Cumhuriyet devrimlerinin derinleşemediği, yüzeysel reformlarla yetinildiği ve burjuvazinin devrimciliğini çoktan yitirdiği. İkincisi Kürt sorununda halifecilerin ve dış güçlerin bir parmağı varsa bunun ancak bölgede toprak reformu yapılarak feodalizmin tasfiyesiyle gerçek bir çözüme ulaşılacağı. Nâzım Türk halkıyla Kürt halkının arasına kan sokulmaya çalışıldığını daha o günden söylüyor. Oyunu yalnızca bir bellek tazeleme işlevinden çıkartıp güncele açan bölümler bunlar. Bu tespitleri bugün sosyalist sol da yapıyor. Yalnızca bir öngörü mü sizce?

O.A: Burada bir örtüşmenin altını çizmek isterim Nâzım’ın ve TKP’nin Kürt meselesi konusunda söyledikleri bugün de TKP tarafından dillendiriliyor. Bu bir öngörü filan değil. Komünistlerin, halkların bir arada barış içinde yaşama ereğinin tanımı. Emperyalist kuşatmalara, gerici-faşist saldırılara karşı ortak bir akıl geliştirip hakları barış için kışkırtmak kaçınılmazdır. Ancak böyle bağımsız-eşit ve özgür vatan olunur.

Oyun büyük oranda TKP tarihini anlatıyor. Nâzım’ın tüm manipülasyonlara karşı komünist kimliği de ortada. Oyunu yalnızca sol çevreye mi oynamak istiyorsunuz? Moda tabirle hedef kitleniz nedir?

O.A: Elbette değil. Bizim her oyunumuz herkes içindir. Bu da öyle. Her alandan herkes içindir ama bu oyun; öncelikle, işçiler, emekçiler ve sosyalistler ve Nâzım dostları, yoldaşları içindir. Tüm siyasal cambazlığa karşı, başı dik ve onurlu yurt sevgisini, vatan sevgisini diri tutanlar içindir.

 cansufirinci.wordpress.com

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Cansu Fırıncı

Yanıtla