Vuvuzela-Ağustos Böceği-Boş Teneke

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Uzun bir süre tembellik edip elime kalem almıyordum. Mayıs ve Haziran aylarını “kuluçka” dönemi olarak kullandım.

Şehir içi yolculuklarımda gerek otobüs, gerek tren, gerekse “mopur”larda (artık vapurlara rastlamak çok zor çünkü) yanımda oturan, genç veya yaşlıların, varsıl veya yoksulların çoğunlukla ya sağ ya da sol ayaklarını veya her ikisini birden sürekli salladıklarını, ellerindeki plastik su şişelerini sıkıp sıkıp bırakarak farkında veya farkında olmayarak, istemli/ istemsiz hareketlerde bulunduklarını, şehrin gürültüsüne katkıda (!) bulunduklarını, genellikle gençlerin, özellikle de hanımların kulaklıkla dinlediklerini zannettikleri ama bas ve zırıltılı hışırtı sesleri benim, melodiyi onların paylaştığı taşınabilir müzik cihazlarını veya cep telefonu konserleri artık işkenceye dönüştüğünde bir de baktım ki “vuvuzula” denilen bir alet icat edilmiş Güney Afrika kıtasında…

Dünya Kupası maçlarında en çok konuşulan, bu yeni sessizliği ve huzuru bozma aracı.

Bir HIV virüsü gibi sarmak üzere ortalığı. Şimdiden yaralamalar ve adli vakalar aldı yürüdü.

Şehirlerimiz bu denli tıka basa değilken oturduğum semtte pencereyi açtığımda duyduğum ağustos böceği cızırtılarını tabiatın bir parçası olarak kabul görürken yukarıda bahsettiğim yeni sesler (!) artık yaşamımızın ayrılmazları.

Sesle –gürültü, müzikle- karmaşa, görüntü ile kargaşa hayatımızın vazgeçilmezleri arasına girdi. “İkinci baharımı” yaşadığım 2010 yılının Mayıs-Haziran ayları işte bu çerçeve içinde “kuluçkada” demlendi.

Önüme koyduğum yazma sırası bekleyenler listesi ve dosyasını çöp tenekesine atmamak için zor dizginledim kendimi.

Neler var bu dosyada;

  • 16-17 Nisan 2010 da İş Sanat salonunda izlediğim “Paul Taylor Dance Company”,
  • 23 Nisan 2010 da İstanbul Devlet Opera ve Balesinin sığındığı Süreyya salonunda George Balanchine’in “Concerdo Baracco”su, Patrick De BANA’nın koreografisini yaptığı “Creatures”, Jose Martinez’in koreografisinden “Mi Favorita” adlı üç eser,
  • 8 Haziran 2010 günü Beyoğlu Dr. Tevfik Sağlam İlköğretim Okulu 5 A sınıfı öğrencilerinin Bilgesu Erenus’un yazdığı, öğretmenleri Neylan Doğan’ın yönettiği “Kuğuş Digiliği” adlı gösterileri,
  • 10 Haziranda Bahçeşehir Üniversitesi salonunda 1200 yıl öncesine dayanan GAGAKU ve BAGAKU gösterisi,
  • Fransız Kültür Merkezi’nde Akdeniz Yazarlar Buluşması biricilik ödülü kazanan Sedef ECER’in yazdığı Tilbe Saran-Serra Yılmaz ve 6 oyuncunun 25 karakteri canlandırdığı mizansenli ve müzikli okuma tiyatrosu şeklindeki “EŞİKTE”,
  • 22 Haziran 2010 da Cemal Reşit Rey’in fotoğrafının kaldırıldığı CRR salonunda İstanbul Bosphorus Dans Tiyatrosu’nun sunduğu 2 bölümde toplam 8 eseri,
  • 25 Haziran 2010 akşamı Goethe Enstitüsü salonunda Pina Bausch’un “Dans Rüyaları” adlı belgeseli,
  • 26 Haziran 2010 Aksanat da “Zeynep Tanbay Dans Projesi” dansçılarının koreografilerinden oluşan gösterinin 2.si ve ek olarak Patrick De Bana’nın koreografisi ile “BLUE” adlı özel gösterisi,
  • Enka Açıkhava Tiyatrosunda 30 Haziran’da İstanbul Halk Tiyatrosu’nun “Alevli Günler” adlı oyununun oynanışı,
  • 3 Temmuz 2010 günü İBŞT Muhsin Ertuğrul Sahnesinde “Devr-i İstanbul” adlı gösteri,
  • 4 Temmuz 2010 Üsküdar Tekel Sahnesi’nde Miguel De Cervantes’in yazdığı, Jose Maria Pou’nun yönettiği Ankara Devlet Tiyatrosu oyuncularının sahnelediği “Büyük Sultan Katalina” adlı oyunu

Bu dönem “koza örerken “ izlemişim.

Doğadaki dengesizlikler meteoroloji de olduğu gibi canlı popülasyonunda da bazı dengeleri bozmakta. Mayıs-Haziran aylarında yağışlar mevsim normallerinin çok üstünde seyir ederken bir de baktık ki “kelebekler” in istilasına uğramışız.

Ateş böcekleri ortadan çekilirken, ağustos böceği vızıltıları kaybolurken, plastik su şişesi çatırtıları, kulaklıklardan taşan cızırtılar, oturduğu yeri titreten -sürekli ayaklarını sallayanların salınımları- devamlı yağan yağmurlar- kelebek nüfusundaki patlama “boş tenekelerin” dolması için olsa gerek.

Ben de Mayıs-Haziran aylarında kovamı dolması için kapı önüne koymuştum. Orada unuttu sanmayın. Aklım, fikrim hep “kovada”, kovanda…

Bundan böyle yazılarımın başlığını “YORUM” veya “YORUL” olarak değiştirmeyi düşündüğümden Afrika’daki Dünya Kupası Futbol maçlarının sonunu beklemeden yazmaya kaldığım yerden başlıyorum.

“YORUM” benden, “YORUL”mak sizden. Şimdiden söylemedi demeyin.

Haydi bakalım gözünüze ve nefesinize kuvvet.

Esenlikler dilerim.

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Dündar İncesu

Yanıtla