Yalnızlığımın Hesabını Oyunlarımda Soruyorum

Pinterest LinkedIn Tumblr +

“Hollanda’da tiyatroyla, her yıl milyonlarca Euro kazanmak mümkün” diyor Nilgün Yerli Gürel. O, kendi TIR’ı ve prodüksiyon şirketiyle yılda 95 oyunla bu yolda ilerleyerek kendine bir kabuk yaratsa da; kabuğun içinde, 15 yaşında annesiz, babasız, rahibelerle yetiştiği günlerin acısını taşıyor.

Hollanda’da yaşayan tiyatro sanatçısı Nilgün Gürel Yerli ile yazıp oynadığı tek kişilik oyununu konuşurken söz, bu ülkedeki tiyatro sistemine geldi. Türkiye’den farklı bir sistemden söz ediyor, Hollanda’da tiyatro sanatçılarının  her yıl milyon Eurolar kazanmasının  mümkün olabildiğini anlatıyordu.

Tabii serde ekonomi gazeteciliği olunca daha dikkatli dinleyip, “Enteresan bir sistem, bir gün mutlaka konuşalım” dedim.

“Anlatırım” dedi ama gülümsedi…

“Bence Hollanda’ya gelip oyunumu izlemelisin. Emin ol, yapmaya çalıştıklarım, Hollanda’daki tiyatro sistemi kadar dikkatini çekecektir”

* * *

Bir tesadüf ve Nilgün Yerli Gürel’in son olarak yazıp yönettiği Adem ile Havva oyununun kapanış gecesindeydim.

Hollanda’nın önemli tiyatro salonlarından Theater Laad en Lossen’in önündeki camekanlarda, ülkenin önde gelen tiyatro sanatçılarının arasında Yerli Gürel’in de boy fotoğrafları var.
Akıllıca davranmış, Hollandaca oynanan oyunu, daha önce İngilizce tekstinden okumuştum.  Ama daha sonra anlıyorum ki; okumasam da ilgimi kaybetmeden oyunu izleyebilirmişim.
İki saat boyunca tek seyircinin bile bırakıp çıkmadığı bir oyun, üç boyutlu sahnenin dört yanında dolanan, dekorların üzerindeki demir çubuklara tırmanan,  seyircisini sık güldüren, arada bir gözlerin dolmasına neden olan bir kadın.

Şimdi karşıma ne çıkacak diye düşünürken, oyun büyük bir alkışla son buluyor.  “Adem ve Havva” Nilgün Yerli Gürel’in kendi yazıp Hollanda’da sergilediği 6. oyun. Evet haklıydı, bu genç kadınla Hollanda’daki tiyatro sistemini konuşmadan önce, neyin mücadelesini yaptığını konuşmak daha enteresan olacaktı…

“Babam bizi bırakıp gitti… Yeniden evlendi”

Nasıl bir tesadüf Hollanda?

Kırşehir’de yaşayan üç çocuklu bir aileydik biz.  İlköğretim müfettişi olan babamın, ben 10 yaşındayken, Hollanda’ya tayini çıktı. Kardeşimle birlikte, biraz da onların valizleri gibi geldik bu ülkeye. Önceleri her şey yolundaydı. Annem de karides fabrikasına işçi olarak girmişti. 15 yaşına geldiğimde babam, annem yanındayken ağır bir kaza yaptı. Annem öldü, babam beyin kanaması geçirdi, aylarca hastanede yatan babam Türkiye’ye döndü ve bizi terk etti. Ben bilmediğim bir ülkede yalnız başına kalmıştım.

Baban niye böyle davrandı?

Bilmiyorum. Babam yeniden evlenmiş, sanırım evlendiği kişi geçmişini istememişti.

Ütücülükten, garsonluktan sanatçılığa…

Nasıl tutundun hayata ?

Hollanda’da rahibeler bana bakmaya başladı. 15 yaşıma kadar annemden aldığım sevgi bana kalan tek mirastı. Anne yok, baba yok, para yok. Yalnızca Tanrı en büyük gücümdü. Annemle ilişkimi Tanrı’ya inancımla sürdürdüğümü düşünüyordum. Lise bitince sistem gereği rahibe okulundan ayrılmak, kendi ayakların üzerinde durmak zorundasın. Üniversiteye başladığım gün artık yanımda rahibeler de yoktu. Her şey bir yana annesizlik çok koyuyordu. Hayatımı, anneme ispat etmek için kurmaya başladım. Başarmaktan başka şansım yoktu. Üniversitede ekonomi bölümüne girdim. Her sabah altıda iki saat temizlik ve ütüye gider, sekiz buçukta okulumda olur, akşamüstü dört buçuktan sonra lokantada garsonluk yapardım. Pazar günleri sabahları ütü yaparken, öğleden sonraları da tezgahtarlıkla para kazanırdım.

Zor, çok zor bir hayat.

Evet ama beni ben yapan da bunlardı..

Tiyatro nasıl başladı?

Üniversitede hocam “Yerli, sen niye tiyatroyu seçmedin, çok güzel anlatıyor  ve derste sürekli konuşuyorsun’ deyince çok bozulmuştum. Sonra tiyatroculuk kanıma girdi. Bir Türk arkadaşımla birlikte “Turkish Delight” adlı hobi grubu kurarak tiyatroya başladık. Türklere karşı belirgin bir önyargı vardı. Oyunla bunun üzerine gittik. Çok beğenildi. Kar yağıyordu, derken kar topu yaptık, birçok yerden gösteri teklifleri aldık. Her şey iyi gidiyordu ki iki kişilik grubumuz dağıldı.

Yine tek başına…

Galiba kadınların arasındaki ilişkilerde kıskançlık, çıkar ve nankörlük şeytanın sevdiği şeyler. Tiyatroya yalnız devam ettim. 1993’ten 2005’e kadar 12 yıl aralıksız yazdığım oyunları oynadım. Hollanda Kraliyet Tiyatrosu’nda kapalı gişe oynamaya kadar devam etti bu süreç.

“Bin 750 kişiye kapalı gişe oynadım”

Kraliyet Tiyatrosu’nda oynamak, tiyatro sanatçıları için terfi anlamına mı geliyor?

Kendini, sanatını kanıtlamışsın demek. 2005’in  Aralık ayıydı. Bin 750 kişiye tek kişilik oyunla kapalı gişe oynadım. Oğlum Leon bebekti ve yandaki otelde uyuyordu. ‘Tamam Nilgün’ dedim ‘gelmen gereken nokta buydu’. O akşam tiyatroyu bırakıp eşimin yanına Türkiye’ye dönmeye karar verdim. Üç yıl kaldım ve çok sıkıldım.

Tiyatro virüsü rahat bırakmadı…

Hollanda’da mesajı olan bir insandım, Türkiye’de eşimin çevresinde dolanan kadın olmaya başladım. Kaybolduğumu hissediyordum. Bir de galiba sanatçılıkta alkış senin varlığın, yarattığın güzel bir şey demek. İzmir’de iyi arkadaşlıklarım olmuştu ama yetmiyordu.

Evet burada Türkiye’dekinden çok daha mutlu görünüyorsun?

Galiba tiyatrodayken hâlâ annem yukarıdan beni izliyor duygusuna kapılıyorum. Biliyor musun, oyundan sonra  bir seyirci bana çiçek verirken, “Eminim annen seninle çok gurur duyuyordur” dedi, o an başımı yukarıya kaldırdım bu mesajın annemden geldiğine inandım. Annem vefat edeli yakında 25 yıl olacak. Tüm acıları anımsayınca, ‘Bunları yaşamasam bugünkü ben olmazdım’ diyorum. Bir tanıdığım şöyle demişti: “Çok yakın birini kaybettiğinde içinde binlerce mum yanar ve içini yakar. En son mumu kendi nefesinle söndürürsün…”

Hollanda’da tiyatroyla milyarder olman mümkün

“Hollanda masallara inanma ülkesi” diyor Nilgün Yerli Gürel. Onun deyimiyle “10 kuruş olarak doğup bin lira kazanabiliyorsun.”

Hollanda’da tiyatroların tümü özel tiyatro. Sistem bize göre enteresan, Gürel şöyle anlatıyor:
“Sanatını kanıtlayan aktör ya da aktrist kendi prodüksiyon şirketini kuruyor, tüm sistemi o idare ediyor. Oyunun gelirinin yüzde 80’ini kendisi alıyor, yüzde 20 tiyatro salonuna kalıyor. Tabii kazandığınızı ekibinizle paylaşıyorsunuz. Benim ekibim sezonda 35 kişiye ulaştı. Ekipte ses dizaynırı da, aşçı da bulunuyor. Kendimize ait bir tırımız var.

Sistem sayesinde kimse; ne prodüksiyon şirketi, ne de devlet benim patronum değil. Yalnızca seyircinin işçisisin. Türkiye’de ise özel tiyatroların patronu bile devlet” Bugüne kadar başardıklarını konuştuk, peki hedeflerin?

“Adem ile Havva”nın bu son gösterisiydi, kaç gösteri sergiledin?

Hollanda’nın dört yanında 95 gösteri gerçekleştirdik.

Türkiye’de tiyatro yapmayı düşünmüyor musun?

Önümüzdeki yıl film ile uğraşacağım, 2011 -2012 sezonunda ise Hollanda’da yeni oyunumu sergileyeceğim. Bir süre daha Hollanda’da olmalıyım.

Film?

Annem için yazdığım “Karides Ayıklayan Kadın” kitabım, önümüzdeki yıl tanınmış bir yönetmen tarafından uzun metrajlı film haline getirilecek. Onunla uğraşıyoruz. Film için 15 yaşında beni oynayabilecek bir kız aradık, hâlâ bulamıyoruz. Şimdiki 15’lik kızlar 30 yaşında gibi gösteriyorlar. Ayrıca oğluma “Ben Kimim?” isimli bir kitap yazıyorum. Ona “Sevgiye güvenini kaybetme, hayatın sihri çirkinliğin içinde güzelliği bulmakta” diyorum.

Böyle zor olmuyor mu, eşin Türkiye’de sen Hollanda da?…

Harika bir hayat arkadaşım var.  Hafta sonları yanımıza geliyor. Yazın ben Türkiye’deyim. Şunu fark ettim ki, o bana sahnede aşık oldu ve oyundan sonra gözlerinde  “İşte bu benim karım” parıltısını görüyorum.

“Tüm ayrımcılığa karşıyım” diyorsun ama sahneye yine Türk bayrağı taşıyorsun?…

Aşırı milliyetçiliğe hatta milliyetçiliğe karşıyım. Ancak benim doğduğum ülke Türkiye. İstiklal Marşı’nı her duyduğumda gözlerim doluyor. Neden mesela Türkiye’de olan bir deprem bana daha çok dokunuyor? Çünkü Türkiye içgüdüsel olarak bambaşka, ama bu diğerlerinden üstün ya da farklı olduğum anlamına gelmiyor.

Babamla hesaplaşıyorum

Oyunlarında genellikle benzer mesajlar mı ön plana çıkıyor?

Özetle; “İnsanlık, ailem, sevgi benim dinim” diyorum. Bu son oyunumda da insanlığın başlangıcına dönerek Adem’le Havva’ya uzanıyorum. “Onların bir dini yoktu,  ülkesi yoktu, dertleri bunlar değildi” diye anlatıyorum. Oysa hepimiz bir Adem, bir Havva‘yız ama etrafımızda bin sınır, bin önyargı örülü. Sevgiyi çoğaltarak ve benzerliklerimizi ortaya koyarak her statüko ve sınıflandırmanın temelini sarsmak mümkün bence. Her kötülüğe iyilikle yanıt vermek sadece hümanist bir felsefe olarak görülmemeli. Tüm yaşam karmaşasının başlangıç noktası iyilik ve saflığı aramaktır. Ancak kimseye ders vermek gibi bir niyetim yok, ben birikimlerimden yola çıkıp örnekler sunuyorum sadece.

Peki, ırkçılığa karşı mücadele verirken, nasıl tepkiler aldın?

Ooo neler yaşamadım ki?  Hele birini unutamıyorum. Aynı içerikte Hollanda’nın önde gelen gazetelerine köşe de yazıyorum. Yazılarım ilk başladığında, “Benim gazetemde yazmaktan vazgeç pis Türk” mesajları yağdırıp duran bir adam vardı. Önce konuşmaya çalıştım, telefonu kapattı. Kitaplarımı adresine gönderdim, geri gönderdi. İnat ettim bir kutu çikolatayla tekrar kitaplarımı üstünde ‘İsterseniz kitapları şöminede  yakın ama lütfen alın’ dedim. Bu adam bir gün Türkiye’den bir kartpostal gönderdi. “Ben çocukken bir yabancı asker  tüm ailemi gözümün önünde kurşuna dizdi. O günden beri yabancılara olan nefretimi senin inadın sayesinde yendim ve Türkiye’ye geldim” diyor. Hayatımdaki en büyük başarıyı buralarda görüyorum.

Oyunların yalnızca önyargılar üzerine mi kurulu?

Geçen oyunda korkularımızı işlemiştim. Bir başka oyunum babamla veda üzerineydi. Babamla ölmeden önce hesaplaşmak istedim olmadı. Ve ben tiyatroda babamla hesaplaştım. Sembolik bir metafor belki ama tüm yalnız kalışlarımın hesabını oyunlarımda soruyorum.

Dilek Gappi Derin

Milliyet

Paylaş.

Yorumlar kapatıldı.