Yılda 1 Milyar Dolarlık Bilet Satılıyor

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Günümüzde Amerikan gösteri sektörünün adeta kalesi olan, şov ve tiyatroların merkezinin Felemenk yerleşimciler zamanındaki ismi, ‘Breede Weg’. Şehirdeki ilk ışıklandırılmış cadde olduğundan bir zamanlar ‘Beyaz Yol’ olarak anılmış. Işıklandırma dedim de, bir gün Dönence’de dünya şehirlerindeki ışıklandırmanın tarihinden de söz etmek istiyorum, çünkü bu konu bizi erken dönem Avrupa Rönesansı’nın İslam Fethi ile başladığı Cordoba’dan ABD’deki Westinghouse ile General Electric’in arasındaki ticari çekişmeye kadar götüren zengin bir yazıya ulaştıracak. Biz bu küçük parantezi kapatıp Broadway’a dönelim. Dev bir endüstriden söz ediyorum dikkat ederseniz. Bu tanım abartılı değil, çünkü Broadway’de her birinde 500’den fazla koltuk olan 50’ye yakın profesyonel tiyatrodan söz ediyoruz ki, 2008-2009 dönemini bir milyar dolarlık bilet satarak kapatmışlar. Diğer ortak ise Londra’daki West End bölgesindeki müzikaller. Bu iki şehir ve tiyatro bölgeleri birlikte ‘Anglofon’ yani İngilizce konuşan dünyanın ticari olarak en başarılı gösteri imparatorluğunu oluşturuyorlar.

MÜZİKALLER DÜNYASI

Örnek vermek gerekirse, aklımıza gelen gösteriler arasında Cats, Sefiller, Güzel ve Çirkin, Chicago, Aslan Kral, Mamma Mia, Grease, Damdaki Kemancı, My Fair Lady, Evita, Kral ve Ben, Kiss Me Kate var. Öyle ki, bu bol ödüllü müzikallerden Phantom of the Opera (Müzedeki Hayalet) 26 Ocak 1988’den beri, yani neredeyse 21 yıldır sahnede ve hep kapalı gişe. Dünyada en uzun süre sergilenen gösteri rekorunu elinde tutuyor ve Broadway’de 245 West ile 44. Cadde arasındaki tam bin 607 koltuklu Majestic Theater’da sahneleniyor hala.

Aslında yolunuz New York’a düştüğünde, İngilizceniz kuvvetli ise daha derin konusu olan, değilse genelde görsel zenginliği öne çıkan bir müzikal seçin. Elbette, biletleri önceden ayarlamak gerekiyor, yoksa en pahalı koltuklar ya da en kötü arka yerler kalıyor seçenekler arasında. Siz ortanın ortasından yer ayırtabilirsiniz.

Gösteri öncesi, New York’un en güzel caddelerinden geçerek, ‘pre-theater dinner’ denilen, gösteri öncesi yenen akşam yemeğinizi çıkartın aradan. Müzikaller genelde 20:00’de başlıyor, gösteri çıkışı ise geç saatlere sarkıyor. Sizi şov boyunca tutacak hafif atıştırmalıklar en iyisi. Yemek sonrası ışıklar altındaki Theater District yani Tiyatrolar Bölgesi Broadway sizleri bekliyor!

Daha sonraki saatlerde dans sanatının sahne teknolojisiyle birleştiği, çoğu yıllarca söylenegelen ünlü melodilerin renkli ışıklara ve inanılmaz bir koreografiye karıştığı rüya gibi gösterinin tadını çıkarın.

ŞOV SONRASI NEW YORK GECELERİ

Nefesinizi tutarak izleyeceğiniz şov sonrası ‘New Yorker’ olma zamanı. Otelinize uğrayın ve üstünüze blue-jean çekerek sokaklarda dolaşmaya başlayın. Yine hafifçe acıktıysanız merak etmeyin, buralarda bir ‘hamburger-joint’ ya da köşe başı sosisçisi, bizim çorbacıların misyonunu üstlenmiş durumda.

Kim bilir belki 50. Cadde’nin köşesindeki sosisçinin yanında, zaman tünelinde geriye dönersiniz. White Garden Theater’ın hemen arka merdivenlerinde, Broadway’de ünlü olmak için buraya gelen, o soğukta gitar çalan fakir, siyahi ve genç bir müzisyenin gitarından dökülen tınılar ve sözler çalınır kulağınıza: 

Neon ışıklarının parlak olduğunu duymuştum Broadway’de…
Havada ise bambaşka bir sihir.
Karnın zil çala çala dolaşırken, gözünü alıverir tüm bu parıltılar…
(…) Herkes beceremeyeceğimi,
Eve otobüsle geri döneceğimi söylüyor Broadway’de.
Yanılıyorlar…  Bu gitarı çalabiliyorsam Broadway’de,
Yıldız olmadan dönmeyeceğim eve.
Başaracağım. Koskoca bir yıldız olacağım Broadway’de.
İsmimi neonlara yazacaklar,
Ve herkes beni tanıyacak Broadway’de…

İşte bu genç, daha bıyıkları terlememiş siyah delikanlıya yaklaşıp sohbet etmeye başlarsanız belki Kuzey Carolina’da 1938’de doğduğunu, dokuz yaşında New York’a geldiğini anlatır size, gitarıyla Rhythm & Blues ve Doo Wop çalıp söylerken.

Biraz önce dinlemiş olduğunuz güzel şarkı için gitar kutusunun içindeki bozukların arasına gıcır bir ‘fin’ ya da ‘fiver’ yani beşlik yeşil banknot koyarsanız, sohbete devam edebilir. Adını sorarsanız yanıt bile verecektir:

Adım Benjamin Earl Johnson… Ama neonlar ismimi böyle yazmayacak. Çok uzun… Sahne adım Ben E. King olacak…
Bakarsınız, ünlü oluvermiş gençlik yıllarımızın dillerden düşmeyen şarkılarına imza atıvermiş bu parmak uçları kesili eldivenleriyle Boradway’de tanıştığınız genç adam.

Sizi güzel anılara daldığınız zaman tünelinden günümüze getirdiğimizde, Ben E. King’in dünyanın en güzel şarkılarına özellikle Drifters ile imza attığını anımsayacaksınız. Bu grup, kurulduğu 1953 yılından beri müzik dünyasında hala ayakta. Ama en kötü yönetilen gruplar arasında olduğundan 70’e yakın vokalist değiştirdiği gerçeğini de ekleyelim hemen. İşte Ben E. King de, bu ikinci dönem Drifters’da kısa bir süre solist olarak çalışacak, daha sonra dünyanın en başarılı müzik şirketlerinden biri olan rahmetli Ahmet Ertegün’ün sahibi olduğu Atlantic Records ile işbirliği yaparak bizlere ‘Save The Last Dance For Me’, ‘This Magic Moment’, ‘Stand By Me’, ‘I Who Have Nothing’, ‘Don’t Play That Song’ gibi eşsiz şarkıları hediye edecektir.

‘GREASE’ DÜNYAYI SALLAMIŞTI

Madem söz güzel tınılardan açıldı, o zaman aynı notalarla devam edelim. New York’ta müzik dediğimizde, sadece Broadway gelmesin aklınıza. Manhattan’da yukarı doğru yolumuza devam etmeden Brooklyn’e de uğramak istemez misiniz?

80’li yıllardan bahsederken tüm dünyayı sallayan ‘Grease’ müzikalini ve filmini kim anımsamaz ki? Günümüz gençliği ne kadar ilgi ile izler ve beğenir tartışılır ama her şarkısını ayrı ayrı sevdiğimiz, Soft Rock’tan Rock’n Roll’a, Ballad’lardan Swing temalı aşk şarkılarına kadar harika eserlerle süslenmişti bu eser.

‘Grease’ aslında 1970’lerin başında önce müzikal olarak piyasaya çıkıyor. 1978’de de filmi çekiliyor. İsmini de ABD’nin Güney ve Doğu eyaletlerinde yaşayan, hem okuyup hem para kazanabilmek için oto tamirciliği gibi ek bir işte çalışmak durumda kalan genelde orta direk ailelerden gelen liseli gençlerden alıyor. Bu çocuklar, o zamanlar moda olan briyantin ve parlak yağlı pomatlarla saçlarını tarayıp kendilerine ‘Greaser’ diyorlar. Ama yaşam felsefeleri, saç tarama ve parlatmanın ötesine, biraz asi gençlik tarafına da kayıyor.

BROOKLYN VE BEE GEES

Hazır sizleri Brooklyn’de satırlarımız ile dolaştırırken birkaç sokak daha yürüyelim ve sözü ‘Grease’ film müziklerinin çoğunu yazan bir sanatçıya getirelim. Müzik yaşamlarına Avustralya’da müzikal sanatçısı olarak başlayan ‘ince sesli üç erkek kardeş’ topluluğunun üyelerinden biri olan Barry Gibb’den, Bee-Gees topluluğundan, yani Maurice, Barry ve Robin Gibb kardeşlerden söz ediyoruz elbette. Maurice Gibb’i 2003 yılında kaybettik, grup da artık şarkı söylemiyor ama Broadway başta olmak üzere, müzik dünyasına kattıklarını unutmamak gerekiyor. 1970 yıllarında Bee Gees grubu çok özel ve şaşırtıcı vokal teknikleriyle zamanın gençlerini peşinden sürükleyen parçalar yapmaktaydı. Yüksek oktavdan şarkı söylemeleri dikkati çekiyor, üstelik üç ayrı ses için çok dar aralıklı harmonik vokalleri hayranlık uyandırıyordu. Hele bir de buna Barry Gibb’in, normal bir insanın ses aralığı olan üç-dört oktavın ötesinde ve üzerinde olan geniş ses rengini ve ‘falsetto’ adı verilen hafif komalı incecik sesiyle şarkı söyleme tekniğini ekleyin, başarılarının sırrı önünüze seriliverecektir.

Özge Ersu

Akşam

Paylaş.

Yorumlar kapatıldı.