Ödenekli Tiyatro Değil Kamusal Tiyatro

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Ağustos ayında Kültür ve Turizm Bakanlığı Özel Tiyatrolar 2010-2011 Sanat Sezonu yardımları için başvuru süresi sona erdi. Mimesis olarak şu an uygulandığı haliyle özel tiyatrolara devlet desteği ve devletin tiyatroya katkısının nasıl olması gerektiği konularındaki düşüncelerini sorduğumuz Oyun Atölyesi’nin görüşlerine aşağıda yer veriyoruz:

Kültür Bakanlığı’nın çalışmaları kapsamında özel tiyatrolara devlet yardımı yapılmasını, şu an işleyen prosedür ve usulleri dikkate alınca nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye’de tiyatro meselesi çok katmanlı bir mesele ve çözümün ucu da neredeyse kaçmış. Çok faktörlü bir probleme yaklaşmanın en emin yöntemlerinden biri sorunun başka görünümlerini de algılamaya çalışmaktır. Bu sebeple sorunun üst üste binip içinden çıkılamaz bir problem kütlesine dönüşmesine sebep olan katları tek tek açmaya niyetlenmek farz oluyor. Öyleyse Türkiye’de tiyatro sorununun önemli katlarından biriyle, “ödenekli tiyatrolarla” başlayalım söze. Çünkü “ödenekli tiyatrolar” Türkiye’de yapılan tiyatronun en önemli alanı –hatta parasal kaynağı kullanması açısından devletin “biricik”, “öz evladı”.

Bu “öz evlat” nasıl besleniyor çok kabaca ona bakalım: Bu “öz evlat” iki ana kaynaktan besleniyor. Birincisi, maaşları karşılayan Maliye Bakanlığı, diğeri de prodüksiyon bütçesini sağlayan Kültür ve Turizm Bakanlığı. Bu kaynaklardan ayrılan bütçenin miktarını bilmemekle birlikte özel tiyatrolara verilen desteğin kat be kat üstünde olduğunu tahmin etmek hiç de zor değil. Her türlü tiyatro yapma koşulunun –salon, sanatçılar, teknik ekip, yöneticiler, atölyeler- eksiksiz yerine getirilmesine rağmen “ödenekli tiyatrolarda” üretimin kalitesinin, ürünlerin estetik ve toplumsal boyutunun artmaması bu tür tiyatrolarda yapısal bir problemin varlığına işaret ediyor kanımızca. Bunca kaynakla tiyatro sanatının nitelik sıçraması yapamaması, kaynağın kullanımının bizler tarafından yeniden değerlendirilmesini ve bu duruma yeni öneriler getirmemizi zorunlu kılmaktadır. Önümüzde iki seçenek durmakta kabaca: İlki ödenekli tiyatrolarda yapısal dönüşüm, diğeri ödenekli tiyatroların kaldırılarak yerine “kamusal tiyatro” anlayışının yerleştirilmesi.

Ödenekli tiyatrolarda nasıl bir yapısal değişiklik yapılmalı?

Yapısal değişiklik, sanatsal seviyenin yükselebilmesi için acil önlemlerin ilk sırasında yer alıyor. Alt yapı (salonlar, teknik donanım, teknik ekip) aynı kalmak kaydıyla “sanatçı” kadrosuyla barındırılan personel emekli edilmeli ve bir daha böyle bir kadrolaşma hiç olmamalı. Sanatçının “memur” edilmesi, fiili olarak son bulmalı. Salon/mekan bazında faaliyete geçilmeli. Merkezden yönetim, devre dışı bırakılarak, salonlar/mekanlar arası koordinasyon anlayışı egemen kılınmalı. Böylece yaşamayan salonlar/mekanlar yerine günün önemli bir bölümünde işleyen sanat mekanlarına kavuşmak mümkün olabilir. Çok merak ediyorsak pek sevdiğimiz Batı Tiyatrosu’ndan bunun örnekleri bulunabilir.

Oyun kadrolarının her sezon farklı oyuncu, yönetmen, tasarımcılardan kurulmasının önünü açan bu anlayış, 35 yıl boyunca yerinden kıpırdamayan çakılı kadrolar yerine (neyseki televizyon onları yerinden kıpırdatabiliyor da varlıklarını fark ediyoruz) her yıl değişen kadrolara imkan tanıyacaktır. Bu işleyiş, çeşitliliğe, sanatsal zenginliğe kapı aralayacaktır. Ayrıca mesleklerini/sanatlarını icra edemeyen sanatçılar da fırsat eşitliğinden adil bir biçimde yararlanmış olacaklardır.

Devletin “kamu” algısının gelişmesi ve buna uygun bir pratik üretmesi Türkiye’de tiyatro sanatının geleceği için oldukça önemlidir. Bu nedenle ödenekli tiyatrolardaki dostlarımıza bir hayli görev düşmekte. Şahsi çıkarlarının peşinde koşmayıp “kamu” yararından yana bir tavır takınmaları gerekmektedir. Böylece ülkenin en azından tiyatro sanatında başka bir paradigmaya sıçramasının ilk örneği oluşmuş olur.

İkinci seçenek olarak belirttiğiniz, ödenekli tiyatroların kaldırılarak kamusal tiyatro anlayışına geçilmesi nasıl bir sisteme tekabül ediyor?

Bu seçenek eminiz ki birçok sanatçı dostumuzun değişik nedenlerle tüylerini diken diken edecektir. Yapısal değişiklikten daha büyük bir tepki verileceğini şimdiden tahmin edebiliriz bu seçeneğe. Değişimden yana olmayan bu çevreler kaynağın kötüye kullanımını bir nebze olsun kabul etseler de, ödenekli tiyatroların özellikle de devlet tiyatrolarının “cumhuriyet kurumu kimliğini” öne sürerek değişime direneceklerdir. Ancak nesnel değerlendirmelere bakıldığında en hafif ifadeyle “ödenekli tiyatroların” tiyatro yapmaktaki hevessizliği hemen tespit edilebilecek bir gerçekliktir. Ödenekli tiyatroların bu gerçekliği gün gibi aşikardır. Bu noktada W. Benjamin’in benzetmesinden hareketle, imdat freninin çekilip trenin hemen durdurulmasının değişimin en kaçınılmaz yöntemi olduğunu tespit edebiliriz. Her gün değişeceğini, düzeleceğini umarak “ödenekli tiyatrolara” şefkat göstermenin, çocuklarımızın bu sanattan ebediyen uzaklaşmasına sebep olacağını söylemek kehanet olarak sayılmamalıdır. Hareketsiz kalıp suya sabuna dokunmama anlayışı vicdan ve sorumluluk sahibi hiç kimsenin davranışı olamaz. Bugünkü gibi sadece belli bir kesim (ödenekli tiyatrolar) değil bugün “özel tiyatrolar” olarak adlandırılan kesim de halkın kaynağını tiyatro yapmak için eşit ölçüde kullanma hakkına sahip olmalıdır. Aynı kaynaktan eşit olarak yararlanarak tiyatro yapan tüm tiyatroları “kamusal tiyatro” başlığı altında toplayabiliriz. Bu aşamaya gelmek için çaba sarf edilmesi gerektiği açık. Suistimallerin önüne geçecek uygun bir mevzuatın, tüm katılımcıların önerileriyle titizlikle oluşturulması gerekir. Ama önce sorunu doğru tespit etmemiz gerekir. Niyetimiz iyiyse, kamu yararıysa beklentimiz, uygun seçenekleri üretmemiz çok zor değildir.

Hülasa devlet şu an ayrımcılık yapmaktadır “kendi” tiyatrosunu kamuya dayatarak. Maddi anlamda rekabet edilemeyecek bir varoluşla “özel tiyatroların” üzerinde önemli bir baskı unsuru olarak durmaktadır. Özel tiyatroların ürünleri nitelikleri önemli bir biçimde maddi koşullara bağlıyken onlardan “adam akıllı” tiyatro beklemek büyük bir hayal olacaktır.

Peki özel tiyatrolara sağlanan devlet desteği bu değişimlerin neresinde yer alıyor?

İlkin şu bilgiyle başlayalım. Örnek olarak da Oyun Atölyesi’ni verelim. Geçtiğimiz yıl oynadığımız “7” (Şekspir Müzikali) için seyirci başına devletten 2 TL destek almışız. Buna karşılık her bir seyirci için yaklaşık 3 TL KDV ödemişiz. Sadece KDV düzeyinde bile (yani diğer vergileri hesaba katmaksızın)  Oyun Atölyesi devlete, aldığı her 2 TL için, 3 TL vermiş oluyor. Böylece Oyun Atölyesi “ödenekli tiyatrolar” tiyatro yapabilsin diye kendi seyircisinin  1 TL’sini ödenekli tiyatrolara vermiş. Oyun Atölyesi’nde durum böyleyken “ödenekli tiyatrolarda” durum nasıl tezahür ediyor acaba? “Ödenekli tiyatroları” temsilen Devlet Tiyatroları’nda bir seyircinin devlete maliyeti (kendi açıklamaları –ki bize göre bunun daha da üstünde bir maliyet olmalı) 75 TL civarı. Seyircinin maliyeti böyleyken kaç TL’ye bilet satmaları gerekir? Normal koşullarda 100 TL’ye. Onlar kaça satıyor?  7 TL’ye (ki en pahalısı). Artık ilk soruda “ödenekli tiyatro” girizgahına gerek duymamızın püf noktasına gelmiş bulunuyoruz. Oyun Atölyesi 30 TL ortalamaya sattığı biletten, oyuncuların ve çalışanların maaşları, çalışanların sigortaları, yapım maliyetleri, salon kirası, elektrik, su, tanıtım giderleri vb. gibi masrafları karşılamak zorundayken, “ödenekli tiyatrolarda” her türlü masraf devlet eliyle karşılanıp, oralarda çalışanlara “altın tepsiyle” tiyatro yapma olanağı sunuyor. İşte sorgulanması gereken de bu: Hem bu kadar yüksek maliyetle tiyatro yapacaksın hem de nitelik konusunda bir gelişme kaydedemeyeceksin. Böyle bir keyfilik olamaz. Bu keyfiliğin sorgulanması, “kamu” adına hesabının sorulması gerekir.

Kısıtlı koşullar özel tiyatroların kaderi değildir. Hiç kimse, ya da kurum ya da anlayış bu eşitsizliği  kader olarak özel tiyatroların karşısına çıkaramaz.  Bugünkü koşullarda “özel tiyatrolara” yapılan destek ister istemez göz boyamaktan öteye gidemeyecektir. O nedenle yürürlükte olan destek ölçütlerinin değil ideali yansıtması, orta karar bir “adil davranışı” bile içerdiği söylenemez. Halen yürürlükte olan “özel tiyatrolara devlet desteğinin” bu bağlamda değerlendirilecek bir yanı kalmıyor. Özel Tiyatrolar olarak kim A klas, kim B klas kıyaslaması yaparak çapsız tartışmalara dahil olup temel sorunun gözden kaybolmasına destek sağlamayalım. Herkesin tiyatro yapma hakkı tesis edilmeli ve bunun koşulları yaratılmalıdır. Medeni bir ülkenin insanı da kurumu da böyle bir davranışı seçer. Hala bunun tersi savunuluyorsa irfanı ya da vicdanı hür bir toplumdan bahsedebilir miyiz?

Sonsöz olarak, yürürlükte olan devlet desteği için tek şey söylenebilir: Bu destek biçimi ve miktarıyla hiçbir tiyatronun nitelikli ürün çıkartması mümkün değildir.

Sezin Gündoğan / Mimesis

Paylaş.

Yorumlar kapatıldı.