Yaklaşırken

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Yeni dönem hazırlıkları içindeyiz. Başladık sahne çalışmalarına. Tiyatromuzun 30.yılı. Shakespeare’den yorumlayan ve yöneten benim Hamxlet adını verdiğimiz oyunu. Oldukça kalabalığız. Bir arkadaş dedi ki: “Ne o, bizden habersiz devlet tiyatrosu mu kurdun yoksa?!” Hani demek istediği, “bu koşullarda bunca insanla bunca maddi zorluğu da olacak bir yapımı nasıl karşılayacaksın? On beş kişi?! Ya diğerleri: dekor, giysi, gazete ilanları, vergi, SSK, şu bu..kalkılır mı bunların altından?!” Bilmem!? Hesap kitap yapmıyorum artık. Çünkü iş matematiğe gelince bu iş “olmaz” dedirtiyor kendisi. Oyuncularımızın çoğu okullu, alaylı pek az… Yönetmen yardımcılığı görevinde kısa bir boşluk yaşandı kısa bir süre. Oysa bu denli nitel-yaratımsal bir çalışmamın içinde A’dan Z’ye dek bulunmak, belki de bir tiyatro okulu bitirmek denli yararlı; bilgi, birikim ve de deneyim sağlayabilecek bir süreç. Erkeklerden çokça bayan arkadaşların yaklaşımı oldu bu göreve yine… Ayrımcılık yapmasam da genelleyebiliyorum: Kadın, erkekten daha bir duygun (hassas), özverili ve paylaşımcı kültür-sanat bağlamındaki etkinliklere… Tiyatroda yaşadıklarımca bendeki izlenimin de ötesinde, sayısal olarak veriler bunlar… Duyarlıklarım kadınla ilgili her biri yaklaşıma daha bir eğilimli, böylece yazılanları-çizilenleri izleme istemim açısından da daha bir ön sırada… Örneğin, 12 Eylül’e yaklaşırken Demokratik Kadın Hareketi-31 Ağustos 2010 tarihli yazısından kısaltmalarla gidersek: “Şu sıralar ülke gündeminde en fazla tartışılan konu, 1982 Anayasası’nın özüne dokunmadan toplam yirmi altı maddesinin değişikliğine ilişkin yaklaşan referandum süreci olmaya devam ediyor… Sınıflı toplumların ilk anayasalarından bugüne var olan ataerkil düzenin güçlü varlığı, toplumlara, egemen sınıflara ve onları temsil eden yasalara, kurumlara, aileye öyle sirayet etmiştir ki kadın ‘kişi ya da birey’ değildir, kadın ‘herkes’in içerisine dâhil değildir, kadın ‘yurttaş’ değildir. Kadın, annedir, eştir, eşinin, ailesinin, mensup olduğu toplumsal kesimin ve hatta ülkenin ‘namusu’dur, ‘korunması gereken’, ‘mağdur ve güçsüz olan’, kendisi ile ilgili kararları özgürce almaya hakkı olmayan cins ve varlıktır… Osmanlıda ilk anayasal düzenleme niteliğinde olan ve 1839’da ilan edilen Tanzimat Fermanı’nda kadınlara ilişkin herhangi bir ibare yer almamaktadır. 1856 yılında çıkarılan Islahat Fermanı’nda da mevcut durum değişmiyor. Islahat fermanı da şeriat kanunlarına göre düzenlenmiş, bununla birlikte vatandaşlara eşitlik ilkesini savunmakla birlikte hala kadınları vatandaş olarak tanımlamamaktadır. Kadınlara yönelik cinsel taciz ve tecavüz suçlarının yine “namus” kavramı adı altında toplandığını, mevcut feodal ve dinsel anlayışın devam ettiği ortadadır…1921 Anayasası’nda kadınlara dair en küçük bir ibareye dahi rastlamak mümkün değildir…1961 Anayasası ise kendinden önceki anayasalardan daha ‘eşitlikçi’ ve ‘sosyal’ bir anayasa gibi görünmektedir. Ancak bu anayasanın, 27 Mayıs 1960 askeri-faşist darbesinin ürünü olduğu hatırlandığında mevcut anayasanın emperyalizmin neo-liberal politikalarını hayata geçirebilmek için atılan bir adım olduğu tartışmasız bir gerçek olarak açığa çıkmaktadır… 1982 Anayasası’nda ailenin korunmasına diğer anayasalarda olduğu gibi özel önem verilmiş, kadınların ve çocukların korunması ile ilgili sorumluluk da ailenin refahını, huzurunu sağlamak adı altında bu maddede yer almıştır. Bu maddede de görüldüğü gibi kadınlar ve çocuklar birey kapsamında değerlendirilmemekte, onlara ilişkin işlenen suçlar da, belirlenen sorumluluklar da ailelere ilişkin sorumluluk ve suç olarak görülmektedir… Yeni Anayasa taslağının 9. maddesinde ‘eşitlik’ konusuna, herkesin ayrım gözetmeden kanun önünde eşit”liği olarak yer verilmiş. Ardından da, kadınlar, çocuklar, yaşlılar ve engelliler gibi özel surette korunmayı gerektiren kesimler için alınan tedbirler, eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamazlar denmektedir. Bu haliyle kadınlar, yaşlılar, çocuklar, engelliler ile birlikte ‘korunmaya muhtaç kesim’ olarak tanımlanıyor… Anayasa tartışmaları devam ededursun, kadınlar her geçen gün artan işsizlik, yoksulluk, cinsel taciz ve tecavüz, ikinci cins olmaktan kaynaklı tarlalarda aile işçisi, fabrikalarda ve işyerlerinde ucuz işgücü olarak yoğun emek gaspına maruz kalıyor. Düşük ücretle, sosyal güvenceleri olmadan, sağlıksız iş koşullarında çalışmaya ya da evlerine geri dönmeye zorlanıyor…”

evetbenim.com

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Zafer Diper

Yanıtla