Bilgi ve Tiyatro

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Ahmet Cemal’in Beklan Algan’la ilgili yazdığı bu yazı Hakimiyet-i Milliye gezetesinden alıntılanmıştır.

Yaşadığı sürece alanının en güçlülerinden biri olarak kalmayı başarmış birinin ölümünün yarattığı ilk şok atlatıldıkça, o ölümle birlikte nelerin yitirildiğinin bilincine daha iyi varılıyor. Tıpkı şimdilerde, Beklan Algan ile gerek TAL’de (Tiyatro Araştırmaları Laboratuvarı) gerekse her biri benim için ayrı bir ders olan TAL dışı sohbetlerimizde ondan neleri aldığımı veya almaya çalıştığımı düşündükçe bilincine vardıklarım gibi.

Beklan Algan’la Türk tiyatrosu, bir tiyatro düşünürünü yitirdi. Hatta burada bir tiyatro filozofundan söz etmek de abartı olmayacaktır. Çünkü Beklan Algan, tiyatroya ait ne varsa tümünü en derin noktalarından başlayarak sorgulayan, o noktalara hep felsefenin kurucu sorusu sayılan “Nedir?” sorusunu yönelterek yollar açmaya çalışan bir tiyatro adamıydı. Zaten bu yüzdendir ki, TAL’de “Kavram Çalışmaları” adı altında bir çalışmanın başlatılmasını çok büyük heyecanla karşılayıp desteklemiş, hatta bir toplantımızda bu yöndeki girişimleri “TAL’in ikinci doğumu” diye nitelendirmişti. Yine aynı nedenle, yani tiyatro insanının her şeyden önce çok sağlam bir düşünsel yapı üzerinde yükselebileceğine inandığından, kavram çalışmalarının daha ilk aşamasında ele alınan “Rönesans İnsanı” kavramını da tiyatro üzerine doğru düşünebilmenin olmazsa olmazlarından biri saymıştı. Çünkü ona göre “Rönesans İnsanı”, Yunan antik çağının ardından insan düşüncesinin ikinci kez bilgi ve eleştirel düşünce temellerine oturuşunun en somut simgesiydi.

Başta eşi, çok değerli tiyatro sanatçısı Ayla Algan olmak üzere, Erol Keskin ve rahmetli Haluk Şevket Ataseven gibi düşünce yoldaşları, TAL zamanında Beklan Algan’ın bu yönelimini birbirinden önemli katkılarıyla sürekli destekleyip güçlendirdiler. Tiyatromuz gelecekte hangi gelişme çizgilerini izlerse izlesin, atacağı her doğru adımda bu adların düşünsel çabalarının katkılarının çok büyük olacağından hiç kuşku duymuyorum.

Öte yandan, bazı kaygılar duymaktan da kendimi alamıyorum. Örneğin Türk tiyatrosu bugün, toplumsal ve bireysel bağlamdaki eleştirel sorgulamaların odak noktası niteliğinde bir sanat olabilme yolunun neresindedir? Sürekli bilgilenme temeline dayanan bir araştırmacılık, tiyatromuzun bugünkü taşıyıcıları için ne ölçüde bir ihtiyaçtır? Resmi eğitiminin artık sonuna yaklaşmış her tiyatro öğrencisinin kafasında kendi bilgi harmanlamalarının ürünü olan bir tiyatro, oyuncu ve oyun kavramı geliştirmiş olması, ne ölçüde koşul sayılmaktadır? Ülkemizde verilmekte olan tiyatro eğitiminin genelinde böyle bir koşulun bilincine varılmış olduğu söylenebilir mi? Buna bağlı olarak, önce “Tiyatro İnsanı” ve ancak ondan sonra “Oyuncu” yetiştirmek gibi bir hiyerarşinin söz konusu eğitimde benimsenmiş olduğu ileri sürülebilir mi? Belli bir eğitim sürecinin sonunda tiyatro alanında kendilerine ait, kendi düşünme eylemlerinin ürünü kavramlar geliştirmemiş olanların, oyunculuk çabalarının sınırlarını yalnızca yönetmenin ağzına bakmakla çizenlerin, başka deyişle, aslında bilerek ya da farkında olmaksızın, oynamaktan değil, fakat hep oynatılmaktan yana olanların, tiyatro sanatının o büyük misyonunun, yani sahnesine dünyayı getirme misyonunun üstesinden gelebileceklerine inanılabilir mi?

Evet, ben kaygılı ve kuşkuluyum, çünkü Beklan Algan ve düşünce yoldaşları, bütün bu saydıklarımın savunucularıydılar. Onlar azaldıkça yerlerine “oynatılanların” geçmesi ise kaygılarımın ve kuşkularımın temel kaynağını oluşturuyor!

Hakimiyet-i Milliye

Paylaş.

Yorumlar kapatıldı.