Hesaplaşmak İçin: Fail-i Müşterek

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Metin Göksel

Türk Ceza Kanunu’nun suça iştirake ilişkin maddeleri müşterek fiili şöyle açıklıyor:

MADDE 37. – (1) Suçun kanunî tanımında yer alan fiili birlikte gerçekleştiren kişilerden her biri, fail olarak sorumlu olur.

MADDE 39/2 c) Suçun işlenmesinden önce veya işlenmesi sırasında yardımda bulunarak icrasını kolaylaştırmak

Altıdan Sonra Tiyatro Topluluğu’ndan Yiğit Sertdemir’in yazdığı ve oynadığı Fail-i Müşterek, adından da anlaşılacağı üzere hep birlikte yaşadığımız toplumsal travmalar ile devlet baskısına maruz kalanların öykülerini bizimle paylaşıyor ve bunu yaparken, yukarda alıntıladığımız yasa maddesine gönderme yaparak bizim o sırada nerede, neyle meşgul olduğumuzu da sorgulamamıza vesile oluyor. Tüm olup bitenler gözümüzün önünde gerçekleşirken, müdahil olmayarak ya da sorgulamayarak tüm bu fiillere müştereken katıldığımızı ima eden oyun, seyircinin kendisiyle yüzleşmesi için de bir çağrı niteliği taşıyor.

Kumbaracı 50 sahnesinde icra edilen Fail-i Müşterek alternatif tiyatro alanında bir politik tiyatro denemesi olarak dikkat çekiyor. Türkiye’nin otoriter devlet uygulamalarını, bunların topluma ve bireylere yansımalarını açık bir dille tartışan oyun, genç kuşaklar için bir yakın tarih dersi niteliği taşırken, “o günleri” ve “bugünleri” yaşayanlar içinse yeniden düşünme fırsatı sunuyor.

Her bir episodun ayrı temalara sahip olduğu oyunda, sahneler arası geçiş belgesel görüntüler ve tanıkların yine ekrandan izlediğimiz söyleşileri ile sağlanıyor. Sahnede darbeler tarihi, işkenceler, faili meçhul cinayetler, kahraman katiller, sansür vb. kara mizah üslubunda, tıpkı Türkiye’nin gündemi gibi yoğun, bağlantısız ve hızla akarken, Yiğit Sertdemir kimi zaman olayların bir tanığı, kimi zaman ise öykülerin kahramanı olarak geçişler yapıyor ve seyirciyi sersemletici bir problem yumağı içine çekiyor, onlarla tartışıyor, seyirci bazı bölümlerde tanık bazı bölümlerde tıpkı bir oyuncu gibi rol sahibi oluyor.

Fail-i Müşterek, 70’lerin sonunda doğmuş, 12 Eylül’de büyümüş, orta sınıftan bir bireyin, olup biteni yorumlaması, buna isyanı olarak da okunabilir.

Oyun yetenek yarışmasına katılarak Münir Özkul’un “humanist” tiradını sunan kişiye “eski solcu abi”nin çokbilmiş üslubu ve analizlerine yönelik tepkiyle açılıyor ve bu girişle aslında toplumu tepeden analiz ederek, yorumlayan abi ve ablaların oyunun tümüne yönelik olası yaklaşımına karşı da önlem alınmış gibi.

Bir analiz değil, tanıklık ve tartışma sunduğunu ima eden Sertdemir, sonraki bölümde Hrant Dink’in katlinden yola çıkarak ama tek bir kişiye odaklamadan tüm “kaybedilenler” için Sezen Aksu şarkısı içinde sessiz bir sergileme yapıyor. Yere çizdiği maktul bedenini mumları yakarak izleyen oyuncu, sessiz yasına biz seyircileri de ortak ediyor. TV şovunda popüler bir konuk olarak esprileriyle, “duygusal anlarıyla” baş tacı edilen tetikçi sahnesinde, bize yani seyircilere de stüdyo izleyicisi olarak rol veriliyor. Birden TV stüdyosuna dönüşen sahnede, bizden de ekrandan verilen talimatlarla (alkışlayın, soru sorun, üzülün, sevinin…) TV programına katılmamız beklenirken Ogün Samast’ı veya Mehmet Ali Ağca’yı bağrımıza basma tedirginliği ile durumun trajikomik hali arasında gidip geliyoruz. Tetikçinin televizyonda “istek” üzerine Bella Çav’ı söylemesiyle sonlanan sahne, altı boşalan anlamları ve sembolleri de sorguluyor.

Deprem, trafik kazası, sel felaketi kurbanlarını arayıp ortaya çıkaran ceset toplayıcının anlatıcı olduğu episod ise Şekspiryen bir mezar kazıcısını anımsatırken, Türkiye’de bütün bu felaketlerin kendiliğinden öylesine olduğu yalanını sorgulayarak, doğal felaketlerin o kadar da “doğal” olmadığının altını çiziyor.

Karanlıklar içinde oynanan işkence sahnesini izleyen episod ise sorunları dışsallaştırarak facebook veya twitter üzerinden muhalefet yapma kolaycılığını yaşayan “itirafçı politik” kişilik ile birçok seyirciyi beklemediği bir yerden yakalıyor. Facebook için kadın sorununu, hayvan haklarını müthiş bir duygusal yoğunlukla yaşayan “solcu” veya “muhalif” kahramanımızın çalan telefonla döndüğü gündelik hayattaki lakayt duruşu arasındaki çelişkiden üretilen komik öğe, aynı zamanda yine trajik kimliksizliği de içeriyor.

Oyunun en çarpıcı tiplemelerinden biri olan kişisel gelişim uzmanının ağzından dinlediğimiz sansürü meşrulaştırma anlayışı, ayakta kalmak için bu uzmanların sistemin doğrularını bize nasıl ezberletip durduğunu yüzümüze vururken, bizzat Kumbaracı 50’nin geçen sezon yaşadığı sansür girişiminin öyküsünü de paylaşmış oluyoruz.

Final ise sahneler arasında yüzleri görünmeyen ama elleri ile bize kendi öykülerini, görüşlerini anlatan belgesel kişilerinin ağzından, ekran yoluyla geliyor. Oyunun başından beri bize ekrandan seslenen bu kişiler umut barındıran bir metnin cümlelerini kendi aralarında paylaşıp okuyarak geleceğe dair bir çağrı yapıyorlar. Metnin bölünerek, ekrandan okunmasının sağladığı mesafeli duygu durumu oyunun gereksiz bir ajitasyonla bitmesini de engelliyor.

Mesafeden bahsetmişken aslında oyuncunun tutumuna da yansıyan bir üsluptan bahsetmek mümkün diyebiliriz. Yiğit Sertdemir canlandırdığı her bir tipleme ve olayla belli belirsiz mesafeler oluşturarak, bazen olaydan bizi sıyıracak üslup geçişlerini ve sessiz duruşları kullanarak aksiyonları bölmeyi tercih etmiş. Bu üslup geçişkenliğini belki biraz daha cesaretle ve belirli jestlerle çoğaltmayı denemesi oyunun mesafeli eleştirelliğini de güçlendirebilir.

Bizi yoğun bir hatırlamaya, politik tartışmaya çağıran oyunda yer alan ve yakın geçmişten seçilen olayları izlediğimizde, bazı yaşanmışlıklara neden yer verilmediği de bir soru olarak ortaya çıkıyor. Bir oyundan Türkiye’nin tüm berbat geçmişine yer vermesini beklemek mümkün değil ancak günümüz orta sınıfının ideolojik duruşunu şekillendiren 90’lı yıllar Türkiye’sinin faşizan uygulamalarının oyunda yer almaması bu soruyu haklı kılıyor. Bugün toplumda yer edinen otoriter eğilimlerin 90’lı yılların milliyetçi-militarist toplum mühendisliği uygulamalarının eseri olduğunu unuttuğumuzda, bu sorunla başa çıkma ve tartışma alanımızda daralacaktır. Dolayısıyla bir izleyici olarak tüm bu tarih varken oyunda neden Kürt sorunu yok, Cumhuriyet mitingleri ve oluşturulan baskıcı ortam yok, 28 Şubat post-modern darbesi yok diye sormak da hakkımızdır sanırım.

Seyirciyi de oyunun bir parçasına dönüştüren oyunda herkese bir rol düşüyor, rolünü oynamak isteyen herkesin izlemesi gereken Fail-i Müşterek samimi üslubu, eleştirel duruşu ile sezonun önemli oyunlarından biri.

 (Altıdan Sonra Tiyatro ve oyun programı için: http://www.altidansonra.com/)

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Metin Göksel

Yanıtla