Gençler İçin Çehov Adaptasyonu:Düğün

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Bu çalışma Bülent Sezgin tarafından Anton Çehov’un Düğün adlı metnini lise öğrencileri için sahnelemeye uygun hale getirmek amacıyla yapılmış adaptasyonları içermektedir. Oyunda bazı noktalara dramaturjik müdahale yapılmış ve yeni eylemler eklenmiştir.

DÜĞÜN/Tek Perdelik Komedi

Yazan: Anton ÇEHOV

Uyarlayan: Bülent SEZGİN

ÖN OYUN

Sahne başladığında oyundaki bütün karakterler donmuş bir şekilde gelinlik giymiş bir kızın etrafında dururlar. Peri müzik eşliğinde dans ederek girer.

Peri:

Şehir uykudaydı

Mışıl mışıl uyuyordu insanlar

Çocuklar, yaşlılar

Bebekler, yetişkinler

Uyu ey şehir uyu

Size bahçelerden getirdim uykuyu

Gözlerinizde yapraklar yeşil yeşil

Uyu ey şehir uyu

Uyu mışıl mışıl,

Ninni…

Uyu ey şehir uyu

Size yıldızlardan getirdim uykuyu

Koyu mavi kadifeden

Uyu ey şehir uyu

Derken sabah oldu ve şehir uyandı…

Bir düğün alayı kuruldu

Ancak güzel kızın gözlerinde yaşlar kurudu.

Neden mi dersiniz, isterseniz birazcık kızımıza kulak verelim.

Gelin: (şarkıyı mırıldanır) Ağlayarak gülerek, düğüne gidiyorum, durmadan bir ateşe, batıyorum sevgilim… Ayy, ayy, ne biçim iş böyle. Beni zorla, istemediğim bir adamla evlendiriyorlar. Neymiş çocuğun geleceği parlakmış, bu devirde aşk değil para önce gelirmiş. İstemiyorum işte, istemiyorum. Ben âşık olmadığım, sevmediğim bir adamla evlenmek istemiyorum. Ben öyle sıradan bir ev kadını filan da olmak istemiyorum, kendimi geliştirmek, gönlümce yaşamak istiyorum. Sevmediğim bir adama hizmet eden bir ev kadını olacaksam, bunca yıl boşuna mı okudum ki. Neymiş yasalar böyleymiş. Baba sözüne karşı çıkılmazmış. Her şeye burnunu sokmasa şu yasalar olmaz sanki. Nedir bu bizim papazlarla babalarımızdan çektiğimiz. Her akşam papaz efendi söyleyip duruyor. (taklit eder) Büyük sözü dinlemezseniz cehenneme gidersiniz. Cayır cayır yanarsınız. Şimdi ben babamı dinlesem yaşarken gireceğim cehenneme, dinlemesem yukarıdaki cehenneme gideceğim. Yani sizin anlayacağınız benim durum biraz karışık. İsterseniz benim düğün günüme geri dönelim ve traji-komik olayları birlikte seyredelim. (flashbackmüzik yükselir)

1.SAHNE

(Eğlenceli bir düğün atmosferi, garsonlar servis yapıyor, davetliler eğleniyor)

Damat: Sevgili kayınvalideciğim sizinle bir şeyler konuşmam lazım. (kulağına fısıldar)

Kaynana: Ah yeter. Böylesi sözlerle canımı sıkacağına gidip eğlense damat. Bak herkes gününü gün ediyor. Eh ne de olsa bugün senin düğün günün. Haydi, damat sabaha kadar dans.

Damat: Dans etmek bana göre değil. Ben oturaklı ve ağırbaşlı bir insanımdır. Öyle kıvırtmak, zıplamak ve kafa sallamak beni aşar kayınvalideciğim. Hem konumuz dans değil ki zaten. Kusura bakmayın ama bana verdiğiniz sözlerin hiçbirini tutmadınız.  Örneğin bana kızınızla evlenirsem, 500 bin dolar para, bir yat, bir kat, üstüne de 3000 tane hisse senedi verecektiniz. Hani, nerede bunlar?

Kaynana: Ah, zavallı başım, gene ağrımaya başladı. Migrenim tuttu. Karnıma bir sancı girdi. Havadan olacak, vallahi bu küresel ısınma mı mıdır nedir. Hava bir açıyor, bir kapıyor. Sonra da hasta oluyoruz. Kutuplarda da buzullar eriyormuş, ne olacak bu dünyanın hali.

Damat: Lütfen konunun dışına çıkmayalım. Duydum ki bana vermeniz gereken hisse senetlerini bozdurup repo yapmışsınız. Doğrusu çok açıkgözsünüz. Deyimi bağışlayın, ama gerçekten öylesiniz. Ben o üç kuruşluk hisse senetlerini istemiyorum. Ama bu bir ilke sorunu. Aldatılmayı hiç sevmem. Kızınızı dünyanın en mutlu kadınlarından biri yapacaktım ama siz anlaşmayı bozdunuz. Eğer istediklerimi yapmazsanız, kızınızın mutluluğu ile oynarım. Unutmayın ki, ben onurlu bir insanım.

Kaynana: (masaları tek tek kontrol eder, bardakları çatal bıçakları sayar) Bir, iki, üç, dört, şu lila rengi örtü de pek şık olmuş.

Organizatör: Hanımefendi, aşçıbaşı konuklara ikram edilecek dondurmanın kaymaklı mı yoksa fıstıklı mı olacağını soruyor.

Kaynana: Evet çok önemli bir soru doğrusu, kaymaklı mı fıstıklı mı? Sence damat?

Damat: Sünnet düğünü mü bu kardeşim. Ne biçim organizatörsün sen. Çocuk mu kandırıyormuş o şef garson bozuntusu. Bunca seçkin konuğa, elbette ki irish-creamli dondurma ikram edeceğiz.

Kaynana: Evladım yapma iflas ederiz.

Damat: Pintiliğin lüzumu yok anneciğim. Hem masalarda yeteri kadar Jack-Daniels da yok. Ha, bu arada, hani nerede sözünü ettiğiniz o ünlü konuk. Düğünüme onur konuğu olacak bir General söz vermiştiniz bana. Hani nerede o, hani basın, hani kameralar, hani sansasyon, hani paparazziler.

Kaynana: Gelmemesi benim kabahatim değil ki azizim. İşte bu organizatörün hatası. Elimde sözleşme var. (kâğıdı çıkarır) Bak ne diyor. (okur) Düğüne gelecek medyatik kişinin ayarlanmasının tüm sorumluluğu firmamıza aittir. Evet, bir açıklama istiyoruz. (damadın koluna girer, damat çıkar)

Organizatör: Efendim, firmamız Biri Sizi Evlendiriyor limited şirketi, verdiği her sözü yerine getirmiş, müşterilerini hep mutlu etmiştir. Arkadaşlarımız gerekli çalışmaları yapıyorlar, yaklaşık yarım saat içinde kentin en ünlü generali bay Zotrambov teşrif edecekler. Malumunuz ünlü kişilerden randevu almak biraz zor. (Eliyle para işareti yapar, kaynanadan para alır. Çıkar)

Damat: Bir de, Dobçinski denen adamı, kızınızın ex-aşkını niye düğüne çağırdınız anlamadım. O adamın, gözümün içine baka baka kızınıza kur yapması hiç de hoş değil. Tamam, belki benden daha yakışıklı ve karizmatik ama benim duygularımın sizce hiç mi değeri yok?

Kaynana: Şey adınızı bir daha söyler misiniz?  Ha, evet Alexander. Sevgili Alexander kızımla evleneli daha iki saat oldu, söylediğiniz şeylere bak. Bir sene sonraki halimiz ne olacak düşünemiyorum vallahi.

Damat: Demek gerçekleri duymak hoşunuza gitmiyor. Neyse şimdilik kapatıyorum bu bahsi. Ama şimdilik. Sizden tek bir ricam lütfen bana karşı dürüst olun.

Müzik eşliğinde dans eden çiftler geçerler. Müzik eşliğinde komik geçişler yapılır.

Dobçinski – Nathalie sahnesi

Dobçinski: Lütfen acıyın bana. Acıyın da bir şarkı söyleyin. (kendi kendine) Hiç olmadı sizin gibi ünlü bir şarkıcı ile bir fotoğraf çektireyim. Belki şöhretimiz artar. Dizilere filan çıkarız.

Nathalie: (kendi kendine) Adama bak daha tanışalı iki dakika oldu. Bir içime düşmediği kaldı. Erkek milleti değil mi? Sevgili dostum, size demin de söyledim. Bugün sesim iyi değil. (hava atarak) Dün buz pateni yaparken biraz üşütmüşüm de.

Dobçinski: Sadece birkaç notacık. Bir tek nota, kısa bir dörtlük lütfen.

Nathalie: Aa, sıktınız artık. (oturur, sinirli sinirli yelpazelenir)

Dobçinski: Açıkça söylemem gerekirse, siz Tanrısal sesli, acımasız bir canavarsınız. Siz bir divasınız. Bu güzelim sesle, sıradan bir şarkıcı olmaya hakkınız yok sizin. Siz bir konser şarkıcısı olmalısınız, bir mega-star, hatta ultra-star olmalısınız. Hatta be hatta ülkemizi Eurovizyonda temsil etmelisiniz. Neydi o son şarkınız, hah bir dakika, şimdi aklıma geldi. “Bir, çok sıkıldım, iki, çok kırıldım, üç…”

Nathalie: (şarkıya eşlik eder) Lütfen beni şımartıyorsunuz. Durun size son bestemi okuyayım. Çok romantik. Bu şarkıyı radyoları başında beni dinleyen hayranlarıma, asker ocağındaki kardeşime ve beni bugünlere getiren anneme okumak istiyorum.

Dobçinski: Bana bir şey yok mu?

Nathalie: Eh bir parça da size. Ama bir parça. Lütfen yelpazeleyin beni. Hava çok sıcak. (şarkıyı söyler, şarkıya eşlik eden Damat içeri girer, üzgündür) Kuzum neyiniz var? Neden böyle üzgünsünüz.

Damat: Biliyorsunuz ki evlilik önemli bir adım. Enine boyuna düşünmek lazım. Eh tabi siz bu konuda tecrübelisiniz. Ayda bir ayakkabı değiştirir gibi, koca değiştiriyorsunuz diyorlar.

Dobçinski: Öhö, öhö. Lütfen bu iğneli sözlerinizle masum bir bayanı incitmeyiniz. Böyle masum bir bayan, sizin gibi patavatsız ve kaba insanlarla arkadaşlık edemez.

Damat: Bak sen. Seni sosyete çapkını seni. Senin tüm kirli çarşaflarını biliyorum. Karayip adalarında neler yaptığını duymayan kalmadı. Utanmadan bana akıl mı veriyorsun?

Dobçinski: Asıl senin Uzakdoğu gezilerinde yaptıklarına ne demeli? Elimde görüntülü belgeler bile var. İstersen düğün günü bunları basına vermeyeyim.

Damat: Şantaj ha? (birbirlerine bakarlar)

Nathalie: Beyler lütfen hiç yakışmıyor mu? Ay fenalık geldi bana. Hadi, yelpazeleyin beni. İkiniz birlikte.

Kayınpeder-Manos Sahnesi

Kayınpeder: Sizinle kadeh tokuşturmak benim için büyük bir zevk Bay Manos. Düğünümüze gelmiş olmanız bile ne kadar düşünceli bir insan olduğunuzu gösteriyor. Lütfen bir tane daha için, bizim buraların üzümünden yapılmış şarapları dünyanın hiçbir yerinde bulamazsınız.

Manos: Yanılıyorsunuz, bizim oraların şarapları sizinkinden kat be kat daha güzeldir. İşte ispatı, bakın içiyorum ağzımda bir burukluk kalıyor. Ekşimsi. (yüzünü ekşitir) Oysa Atina’da öyle değil ki mirim. Şarap değil bal vallahi.

Kayınpeder: (bozulur) Şerefe. Ha bu arada, kaplan var mı Yunanistan’da. Rusya denilince akla ilk Moskova kaplanları gelir de.

Manos: Olmaz olur mu canım. Var tabi.

Kayınpeder: Peki ya aslan?

Manos: Aslan da var, kaplan da. Her şey var bizim orada. Rusya’da hiçbir şey yok. Yunanistan’da ise her şey var. İşte Yunanistan ile Rusya arasındaki fark.

Kayınpeder: Her şey ha?

Manos: Her şey. Babam, amcam, erkek kardeşlerim…

Kayınpeder: Peki ya balina?

Manos: Balina bir şey mi, köpekbalığı, kılıç balığı, ahtapot, denizanası bile var bizim orada.

Kaynana: Hayatım sofraya oturma zamanı artık. O ıstakozlardan da elini çek. General için onlar. Generalden yana umudumu hiç yitirmedim daha.

Kayınpeder: Istakoz var mı, Yunanistan’da?

Manos: Övünmek gibi olmasın ama bizim ıstakozların tadına doyum olmaz.

Kaynana: Yeter artık hayatım. Bay Manos gibi kibar bir beyefendiye söylediğin şeylere bak. Sen yine fazla kaçırdın galiba votkayı.

Kayınpeder: Yemeğe oturmak mı? Güzel fikir. Oturalım herkes otursun. Sandalye var mı sizin orada? Şaka şaka, haydi şerefinize bay Manos.

Dobçinski: (şarkı söyleyerek girer) Gençlik başımda duman ilk aşkım ilk heyecan, kovaladıkça kaçan ateş böceği misin?

Nathalie: Gecemi aydınlatan ateş böceği misin? Lütfen bana şiir verin, bana fırtına verin.

Dobçinski: Ben galiba âşık oluyorum. Ne ilgi çekici kadın değil mi? Neyse sakin ol oğlum sakin ol, duygularına hâkim ol. (herkes yemek masasına oturur)

Organizatör: Bayanlar ve baylar, şimdiye kadar bir sürü kutlama ve düğün gördüm. Arap Prensinin kızını evlendirdim, Monaco Prensesine takı taktım, krallarla göbek attım. Ama böylesine mütevazı, böylesine dostane bir düğün görmedim. Eh artık, mutlu çiftlerimizi dans pistine alalım. Gelinle damadın şerefine! Hani alkış, hani alkış. (Dans sahnesi, düğün eğlencesi kareografik bir şekilde canlandırılır. Altınlar, paralar havalarda uçuşur. Comparsita, göbek havası vs.) Evet şimdi herkes birbirini sevdiğini göstersin. Sevgi çemberi yapıyoruz.

Dobçinski: Seçkin bayanlar ve yaşı geçkin baylar. Nasıl espri ama? (kimse gülmez) Bu seçkin parti için hepinize çok teşekkür ederim. Evet, çok nezih ve elit bir yer burası. Fakat açıkça söylemem gerekirse, bir eksiği var.

Kaynana: Nedir?

Dobçinski: Kablosuz internet bağlantısı. Tam iki saattir buradayım ve teknolojiden maalesef uzak kaldım. Bakınız Japonlara adamların memleketinde her yerden internete bağlanmak mümkün. Tuvalette bile chat yapıyorlar. Biz, burada Moskova’nın ortasında güpegündüz bağlantı kuramıyoruz. Olacak iş değil vallahi.

Kayınpeder: Hımm. Bunu hiç düşünmemiştim. Kablosuz internet bağlantısı. Gelin, hep birlikte bu mevzuda birazcık beyin fırtınası yapalım.

Manos:           Brain-storming demek istediniz galiba, ama İngilizceniz pek müsaade etmedi. Siz Ruslar bir tek yabancı dil bile bilmiyorsunuz mirim.

Kayınpeder: Bırakalım şu bu Rus-Yunan muhabbetini. Bu internet denen şeyi anlamak gerçekten zor beyler. Bizim zamanımızda mektup denen bir şey vardı, insanlar birbirine mektup gönderirdik, kendi el yazımızla yazardık. Sevdiğimizden mektup gelecek diye günlerce postacı beklerdik. Bir keresinde hiç unutmam…

Manos:           Boş versenize canım. Devir teknoloji devri. Beyefendi çok doğru söylüyor.

Dobçinski: Efendim şimdi bir cep telefonları çıktı, inanır mısınız kimi arayacağını önceden biliyor.

Kayınpeder: Duyguları okuyan telefon ha?

Dobçinski: Tabi ki. Mesela Bay Manos, siz şimdi Yunanistan’daki sevgilinizi düşünüyorsunuz, telefon da onu hissediyor ve otomatik olarak o kişiyi arıyor. İşte teknoloji, işte insan.

Damat: Sizinle aynı görüşteyim ama her şeyin bir yeri bir sırası var değil mi? Sen ne dersin bebeğim?

Gelin: Bazıları gösteriş yapmaktan, teknolojiyi hava atma aracı olarak kullanmaktan büyük zevk alırlar. Eh ne yaparsınız tek muhabbetleri odur, arabalar, cep telefonları ve de futbol.

Kaynana: Aldırma hayatım, babanla ben hayatımız boyunca böyle şeylere pek burnumuzu sokmadık. Ben daha bilgisayarı açmayı bile bilmiyorum. Boş versene, böyle de yaşayıp gidiyoruz. (Dobçinski’ye) Size göre biz cahilsek, ne demeye geldiniz buraya.

Dobçinski: Size ve ailenize büyük saygım var. Kablosuz internet meselesini gösteriş yapmak için açmadım. Amacım birazcık sizi eğlendirmekti. Bilirsiniz kızınızı gerçekten çok severim. Herkesin para için evlendiği bugünlerde, iyi bir koca bulmak.

Damat: Bana taş atıyor.

Dobçinski: Taş attığım filan yok. Sizin zaten bir aşk evliliği yaptığınızı herkes biliyor. Ayrıca verilen çeyizler de üzerinde durulacak kadar değerli değil.

Kaynana: Ne dedin sen? Bayım, sözlerinize dikkat edin lütfen. Biz bu düğün için ne masraflar ettik vallahi. Paris’den gelinlik, Roma’dan ayakkabı ve dondurma, Türkiye’den beşi bir yerdeler, daha neler neler. Daha ne olsun, böyle çeyize herkese nasip olmaz.

Dobçinski: Lütfen rica ederim benim kimseye taş atmak gibi bir niyetim yoktur. Banane canım damat bey kızınızın parası için evleniyorsa.

Kaynana: Madem biliyordun neden daha önceden söylemedin. Ben kızımı el bebek gül bebek gibi büyüttüm, elini sıcak sudan soğuk suya sokmadım, yavrum, zümrütüm.

Damat: Demek ona inanıyorsunuz ha? Teessüf ederim doğrusu. Size gelince Bay Dobçinski her ne kadar bu ailenin dostu olsanız da, böyle yalanlara karşı kendimi savunmak zorundayım. Ve bence lütfen buradan gidiniz. Kapı şu tarafta.

Dobçinski: İstenmediğim yerde bir dakika bile duramam. (Müzik sesi yükselir- müzikle barışırlar)

Konuk 1: Yahu yeter be gençler. Böyle güzel bir günde, olmuyor yani. Hadi barışın barışın. Kavganın, kötü sözün kimseye bir hayrı dokunmaz.

Konuk 2: Efendim bizim zamanımızda böyle olaylar olunca, ihtiyar heyeti toplanırdı. Ve gençlere hakemlik yapardı. Şimdiki gençler birazcık sabırsız. Hemen ben haklıyım, sen haklısın demeye başlıyorlar.

Dobçinski: Ben buradan giderim, ama bir tek şartım var. Geçen yıl Noel gecesi benden aldığın 300 rubleyi hemen geri ver müstakbel Damat adayı. (tam gerilim artacakken)

Organizatör: Ve şimdi huzurlarınıza Moskova’nın en ünlü sanatçısı geliyor. (herkes eğlenir, ortam sakinleşir) Şimdi de, bütün çiftleri dansa davet ediyorum. Hepinizin şerefine.

Kayınpeder: Teşekkür ederim dostlar. Bizleri bu güzel günde yalnız bırakmadığınız için. Sizler bizim dostlarımızsınız. (Kaynanaya) Karıcığım neden ağlıyorsun. Ağlamana gerek yok.

Kaynana: Bunlar sevinç gözyaşları. Kızım sen neden hiç gülmüyorsun.

Gelin: Yok, yok bir şeyim anne. Doğup büyüdüğüm ana ocağından ayrılmak biraz beni hüzünlendiriyor da?

Damat: Eh hadi artık, bırakın bu matem havasını. Takı merasimine geçsek diyorum

Kaynana: Generali bekliyoruz efendim. Yüzükleri general takacak biliyorsunuz.

Kayınpeder: Ha bu arada Bay Manos, general var mı Yunanistan’da.

Manos: Olmaz olur mu, general, korgeneral, orgeneral, ombudsman bile var.

Kaynana: (organizatörü çağırır) Baksana sen, nerede kaldı senin bu adam. Millet sıkılmaya başladı artık. Bana bak sakın bir fiyasko olmasın.

Organizatör: Merak etmeyin ben her şeyi ayarladım. İzleyin beni. (konuklara) Evet sevgili misafirler, şimdi huzurlarınızda çok kıymetli bir insanı takdim etmek istiyorum. O bir silah ustası, o bir disiplin timsali, o tek başına tek bir orduya bedel ve karşınızda General Zotrambov. (askeri marş girer)

General: Rahat, hazır ol.  Nasılsın damat? Nasılsın Gelin? Düğün alayı sağ baştan say. 1–2–3. (herkes tekmil verir) Çok güzel. Ben de General Zotrambov.  Neymiş. (herkes bağırır)

Kaynana: Aman kumandanım, hoş geldiniz sefalar getirdiniz. Sizin gibi ünlü birini burada görmek rüya gibi bir şey. Lütfen rahatınıza bakın, siz seviyormuşsunuz diye duyduk, size özel olarak ıstakozlar yaptırdık.

General: Ah çok incesiniz. Istakoz ve yanında yıllanmış Bordeux şarabı. Harika olur. (herkes yemek masasına oturur)

Organizatör: (yemek sırasında General’in kulağına) Çok güzel gidiyor general, sakın bozma.

General: Bana bak, general demekle ne demek istiyorsun? Denizcilerde general yoktur, hem ben bir sahil koruma teknesinde yardımcı kaptandım. Şimdi de bir sirkte çalışıyorum

Organizatör: Bırakın size General diyelim. Bu insanlar güce taparlar, gösterişe üne meraklıdırlar. Düşünün ki bir saatliğe General oldunuz. Rahat bırakın kendinizi ve günün starı olun. Ayrıca, al şu beşliği. Devamı iş bitince (bağırarak) Bay Zotrambov yüksek müsaadelerinizle size damadı takdim edeyim. Bay Aleksandro. Kendisi Moskova Üniversitesi yüksek inşaat mühendisliği mezunu. Geleceği parlak ve ağırbaşlı bir genç. Bu da onun görücü usulü ile evlendiği müstakbel eşi güzel bayan Nathalie.

Gelin: Ben de Sorbonne Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunuyum. Fakülteyi birincilikle bitirdim. Ama ne yazık ki yakında bir ev kadını olacağım.

Kaynana: O nasıl söz kızım. Rica ederim, konukların yanında böyle konuşma.

General: Aman efendim gençleri rahat bırakın. Onlar konuşurlar konuşurlar, sonra da yine bizim dediğimizi yaparlar. (herkes kahkaha atar)

Kaynana: İnşallah memnun kalmışsınızdır. (yağ çekerek) Size layık olmak.

General: Lütfen rica ederim. Bakmayın böyle durduğuma, biz askerler hep sade bir hayat yaşarız. Bay Kıl-tüy-oviç beni buraya davet edince, “Ayıp olur, onları tanımıyorum ki!” dedim kendi kendime. O da bana, “Niye ayıp olsun canım, bir kumandan halkıyla iç içe olmalıdır, sünnetlerde, düğünlerde mutlaka gözükmelidir” dedi. Ayrıca, sizin çok misafirperver olduğunuzu söyledi. Ben de, “o zaman başka. Zaten evde de canım sıkılıyordu. Şöyle bir gezeyim, gençlerin nikâh şahidi olayım”  dedim. (alkışlar)

Kayınpeder: Nasıl teşekkür edeceğimizi bilemiyoruz. Şerefimi size kaldırmak istiyorum. (kadehler kalkar) Her şey çocuklarımız için. Gördüğünüz gibi Bay Manos, bizim ülkenin askerleri bile çok farklı.

Konuk: Görevden ayrılalı ne zaman oldu General? Askerlerinizi hiç özlemiyor musunuz?

General: (geçiştirir) Ne? Ha, evet? İki yıl önce emekli oldum. Bu arada bu ıstakozlar biraz bayatlamış galiba. Şarap da biraz ekşi.

Kaynana: O zaman tatlı yiyelim, tatlı konuşalım. Evet, sevgili konuklar, irish-creamli dondurma servisimiz başlıyor.

General: Eskiden her şey sadeydi. Dondurmalar bile. Efendim bendeniz sadeliği severim. Denizaltında olmadığım zamanlarda, hep deniz kıyısında oturur, rüzgârın sesini dinlerim. Kendimle baş başa kalmak çok hoşuma gider doğrusu.

Konuk:           Denizaltında olmak, gökyüzünü görememek nasıl bir duygu?

General: Çeken bilir efendim. Çeken bilir. (herkesin garip bir şekilde ona baktığını fark ederek) Denizaltından çıkan bilir demek istiyorum. Günlerce görev yapıp, limana ulaşınca öyle bir ferahlarsınız ki. Hele de hava güneşliyse. Hiç unutmam bir gün seferden dönüyoruz, herkes uyukluyor böyle, birden bire denizaltının kapısı çalındı. Kimse kapağı açmak istemiyor. İşin içinde su aygırı var, köpekbalığı var, korsanları var. Ben de ölmek var dönmek yok dedim kendi kendime, kim bu bizi rahatsız eden bakacağım. Hışımla yüzdüm yukarı, pardon çıktım merdivenden, güçlü kollarımla açtım denizaltının kapağını, logar deriz biz kendi aramızda. Bir de ne göreyim.

Herkes:           Ne gördünüz?

General: Şu kadehi doldur bakalım Damat? Boğazım kurudu. (kadeh dolar) Yolunu kaybetmiş bir hanımefendi.

Herkes:           Vay be? Yoksa ona âşık mı oldunuz?

General: Hayır o bana âşık oldu. Gemileri batmış meğerse. Aldım onu kurtardım, sonra birazcık suni teneffüs. Kadın kendine gelir gelmez benimle evlenir misin dedi?

Herkes:           Siz ne dediniz?

General: Elbette ki, hayır. Bir asker görev başındayken aşık olamaz dedim.

Herkes:           Yazık. Tüh be. Yüzyılın aşkı olurdu vallahi.

Organizatör: (kulağına) Sen içkiyi birazcık fazla kaçırdın galiba? Söylediklerine dikkat et, foyamız ortaya çıkmasın.

General: (iktirir) bu Kıl-tüy-oviç de eskiden benim askerimdi. Ama çok acemiydi. Ona her şeyi, evet her şeyi ben öğrettim. Dostlar her şey sandığınız gibi toz pempe değil ki! Bir gün yine hiç unutmam, çektim denizaltını bir adanın yakınına, yüzüyorum okyanusta. Karşıma bir köpekbalığı çıktı, böyle kocaman dişleri var, diş deyip geçmeyin dişin bir tanesi bir metre. Köpekbalığı bana kafa tutuyor. Bana bak büyük diş dedim, çekil önümden. İnat yaptı, çekilmiyor. Sonra sen misin bana artislik yapan, ayağımdaki paletleri çıkardım kafasına kafasına vuruyorum. Baktım ağlamaya başladı. Acıdım kerataya, haydi bakayım çek arabanı, bir daha gözüme gözükme dedim. Az kalsın boğuluyordum yani.

Herkes:           Komutana bak yahu hem cesaretli, hem de yufka yürekli.

Dobçinski: Denizciliğin güçlüklerinden bahsettiniz hep. Peki ya telgrafçılığa ne demeli. Biliyorsunuz köyde yaşayanlar hala kullanıyor.  Benim de hobim. Telgraf çekmek kolay iş değildir beyler, hanımlar.  (elindeki çatallarla masaya vurur)

General: Anlamı ne?

Dobçinski: Sizin soylu kişiliğinize hayranım. Size baba diyebilir miyim?

General: Tabi ki oğlum. Telgrafçı oğlum benim. (sarılırlar) Daha yüksek, daha yüksek duyamıyorum.

Dobçinski: Tak, tak, tak…

Nathalie:        Bu demek oluyor?

Dobçinski: Sizi kollarımın arasında görmekten o kadar çok mutlu olacağım ki? (peşinden koşar, yanlışlıkla Geline sarılır, ortalık karışır)

Organizatör: Aman efendim, bugün buraya gelişimizin nedeni, bu iki genci evlendirmek. Lütfen sakin olalım. Hemen bir sevgi çemberi oluşturalım.

General: Sana da çemberine de başlarım şimdi. Efendim bir gün sandaldayız.

Manos:           Başladı yine.

General: Şarkı söylüyoruz. Haydi, hep birlikte söyleyelim. Biz Heybeli’de her gece, mehtaba çıkardık. Sandallarımız zevkle dolar, keyfe dalardık. Ah ah o okyanus dalgaları, okyanus dalgaları üzerindeki hayat. Ah o rota değiştirmek, rota değiştirmekten keyifli bir şey var mı bu dünyada?

Nathalie:        Ay ben çok sıkıldım.

Damat: Ben de çok sıkıldım. Kim çağırdı bu adamı düğünüme?

General: (Bir sandalyenin üzerine çıkar. Giderek kendinden geçer.) Sizler, insancıklar, paradan başka hiçbir şeyin değerini bilmeyenler. Bilir misiniz denizde herkesin bir derdi, bir amacı vardır. Bir fırtına çıktı mı, herkes canla başla hayatta kalmak için çabalar. Siz hiç fırtınaya yakalandınız mı hayatınızda? Dalgalarla boğuştunuz mu? Yoksa hep bir can simidi mi vardı ayaklarınızın altında? Beyler, hanımlar, dalgalarla boğuşanlar bilir, hayatın acımasızlığını, yaşamın güçlüklerini. Sizin işiniz ise hayatla dalga geçmek. Şu kız neden sizce hiç gülmüyor, belli ki bir derdi var?

Gelin:             Ağlasam sesimi duyar mısınız mısralarımda

Dokunabilir misiniz gözyaşlarıma ellerinizle

Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel, kelimelerin ise kifayetsiz olduğunu

Bu derde düşmeden önce

Kaynana: (kızgın) Ah yeter ama general. Fazla ileri gitmeye başladınız. Biz sizi buraya ne için çağırdık, sizin yaptığınız şeylere bak. Lütfen yeter artık. Hiç değilse kendinizden utanmalısınız biraz!

General: Kaz mı dediniz?

Kaynana: İster general olun, ister olmayın, kendinizden utanın.

General: General değilim ki ben. Ben general değilim. Ben bir soytarıyım. Sirklerde çalışırım, çocukları eğlendiririm. (Konuklara mim gösterisi yapar)

Herkes:           Ah. Skandal. Dolandırıldık. Sansasyon.  Adam bir soytarıymış. Hemen çıkarın şunu buradan.

Kayınpeder:  Ne yani, biz boşuna mı o kadar para verdik bu organizasyon firmasına. Nerede bu Kıl-tüy-oviç denen adam. (herkes onu arar)

Damat: Kaçmış. Vay sahtekâr.

Kaynana:       Sosyeteye rezil olduk. Ah, ah ben bugünleri de mi görecektim. Değerli dostlar yaşanan tüm olaylardan dolayı hepinizden çok özür diliyorum. Eh artık eğlence zamanı, değil mi yoksa?

Damat: Ne de olsa bugün buraya gelişimizin nedeni, gelmedik mi yoksa? Bizim evliliğimizi kutlamak için.

Kaynana:       Orkestra müzik! (Göbek havası ritminde bir müzik girer ve bir peri dansöz kılığında girer. Önce herkesi oynatırlar, sonra yavaş yavaş uyuturlar. Herkes olduğu yerde donar. Bir tek gelin uyanıktır. Gelinin yerine bez bir bebek bırakırlar ve gelinle birlikte hayal ve mutluluk dünyasına doğru bir yolculuğa çıkarlar)

Paylaş.

Yorumlar kapatıldı.