İki Dilde, İp Üstünde…

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Galata Gazete’nin Faust’u Almanca ve Türkçe sahneleyen Haydar Zorlu ile yaptığı söyleşiyi yayınlıyoruz.

İki dilli bir tiyatro yaşamınız var, fakat yaşam öykünüzden okuduğum üç dil sizin ana diliniz gibi işlev görüyor yaşamınızda. Üç dil ile hiç aynı anda oynadığınız oldu mu?

Üç dilde aynı anda oynadığımı hatırlamıyorum. Çocukluktan beri konuştuğum üç anadilim Türkçe, Almanca ve Zazacadır. Bunların dışında İngilizce, İspanyolca ve Kürtçe biliyorum; şimdiye dek her dilde de oynama fırsatım oldu. Sonuç da hem sahnede hem de normal yaşamımda Türkçe ve Almanca vazgeçilmez iki dildir benim için. Çünkü sadece bu iki dilde ip üstünde yürüyen bir cambaz gibi oynayabiliyorum.

Tiyatro, sinema ve değişik projelerde yer aldınız, oyuncu olarak bu projelere hazırlanırken, ben şimdi sahneye çıkıyorum, şu şekilde çalışmalıyım, film setine gidiyorum bu şekilde çalışmalıyım diye kendinizi disiplinize ediyor musunuz, hayır oyun sonuçta oyunudur ve oyuncu her oyuna nasıl hazırlanıyorsa öyle hazırlanmalıdır mı diyorsunuz? Hazırlık aşaması ve neler yaşadığınız kısaca açıklar mısınız?

Hazırlık aşamasında yaşadıklarımı anlatmaya başlarsam çok uzar. Kısacası projelere hazırlanırken kendimi son derece disiplinize ediyorum. Bu açıdan projenin küçük veya büyük olması hiç de önemli değil benim için. Mesela Faust’ un hazırlığı günler önce başlar. Spor eğitimi olur, yemekler değişir, klasik müzik dinlenir, tekst baştan sona bir kaç kez geçilir. Oyundan bir saat öncede kimseyi görmek istemiyorum. Fakat haftada en az 3 kez oynama şansına sahip olsaydım bu hazırlığa gerek kalmazdı. Bu durumda bir büyük projenin hazırlığı küçük bir projenin hazırlığına dönüşebiliyor. Dortmund Operasında oynadığım ‘Bir Masalın içindeki Masalın Masalı’ adlı çocuk oyununda çocukların karşına çıkmak cesaret ister. Sahnede her şeye, yani tekst ve mizansenler üzerinde sonsuz hakimiyet olmasa çocuklar affetmez adamı. Bir filmde gidip bir iki günlük çekime katılmak benim açımdan hazırlık gerektiriyor. Buna zamanım olmadığı için ret ettiğim çok sayıda ‘küçük’ roller oldu.

Röportajımızı iki konu üzerine oturtalım istiyorum, yeni gösterime girecek olan film ve şu anda iki ülkede, iki dilde oynadığını oyun Faust. öncelikle sinema, nedir bu film, damat yurt dışına gidecek, kardeşi, ilişkiler kısaca anlatır mısınız? Damat rolünü size verdiklerinizde ne hissettiniz? Filmin amacı ne, kimi yakalamak istiyor, hangi seyirciyi kucaklamak istiyor, Türkiye’de yaşayanı mı, Avusturya, Almanya’da yaşayanları mı? Bir sanat filmi mi, yoksa gişe filmi olarak mı düşünüldü? Konu açılmışken bağlantılı sorayım, nedir bu filmlerdeki ayrım, gişe, sanat? Okuyucu gibi bende ayırma varamıyorum, az izlenen filmler sanat filmi mi oluyor? Peki, çok beğendiğim ve yıllardır perdelerden eksik olmayan filmleri nereye koyacağız?

22. Aralık’da Avusturya Devlet Televizyonun ORF2 kanalında Saat 20:15 de ‘Oben Ohne – Die Türkische Braut’ yani kısaca ‘Türk Gelin’ adlı aile komedisi filmimiz yayınlanacak. Böylece Avusturya’ da bu yılın en büyük Türkiye tanıtımı yapılmış olacak. Çünkü yıllardır Avusturya’ nın en başarılı dizisinin bu filmini Türkiye ve Salzburg’ da çektik. Filmin başrol karakteri Seyfi ile Marmaris’ in Selimiye ve Taşlıca köylerine gidip onun ailesiyle tanışıyoruz seyirci olarak. Salzburg hep yağmurlu, gri ve depresiv görünümde – Marmaris ise renkli, yaşam dolu, güneşli bir cennet izlemi veriyor… Gerisi seyirciye kalmış. Dizinin çekimi şubat – mayıs arası 2011 de de devam edecek Salzburg’ da.

Son yıllarda hep böyle başarılı dizilerde oynadım Almanya ve Avusturya da. Faust’ u yakında film olarak çekmek istiyorum ve böylece sanat filmlerine de yönelmiş olacağım. O zaman aradaki fark üzerine konuşabiliriz. Sanırım bir filmin sanat olup olmayacağını zaman belirler..

Faust, iki dilde sahneye koyuyorsunuz, her çıktığınız sahneye göre bir dekor gerekiyordur diye düşünüyorum. Bazı sahneler 4 m2, bazıları 12 m2. Bu dekorlarda doğal olarak sizin oyun akışınız etkiliyordur, ne hissediyorsunuz, farklı sahnelerde oyunu izleyiciye buluşturduğunuzda?

Oyun her yerde ve her iki dilde de aynıdır. Sadece mekanına göre sahne, yani aksiyon alanı, daralır veya genişler. Hep bir koltuk ve pano var. Hareket alanı daralır, adımlar azalır veya çoğalır, fakat mizansenler değişmez. Tekst de hep aynıdır. Ama yinede her oyun kendi başına ayrı bir hikaye gibidir. Çünkü seyirci ve ortam değişik oluyor. En büyük fark mekanın büyük veya küçük olmasıdır. Oberhausen Şehir Tiyatrosu 450 kişilik bir tiyatrodur, Suriye Pasajı 80 kişilik. Geçenlerde küçük bir yerde oynadıktan sonra Oberhausen Tiyatrosunda oynarken 10 dakika sonra nefes nefese kaldım ve bir an korktum enerjim yetmeyecek diye. O korku beni kırbaçladı sanki, durmadan dinlenmeden koşarcasına oynadım da oynadım ve ancak öyle o büyük salonda atmosfer yaratabildim.

Neden Faust demeyeceğim, ama neden tek kişi oynuyorsunuz?

Benimle birlikte bu kadar sabırlı olup bu zorlukları aşarak bu oyunu oynayacak başka deliyi henüz bulamadım.

İki ülkede aynı oyunu sahneye koyarken seyircinin de değiştiğini ve algılayışının da farklı olduğunu hissetmiş gözlemlemişsinizdir. Faust alman kültürüne ait olmasına rağmen, Türkiye’de de iyi bir izleyici/ okuyucusu olduğunu düşünüyorum, peki oyuna verilen tepkileri gözlemlediğinizde, hangi başlığa daha çok tepki veriyor seyirci, nerede alkışlıyor, nerede nefesini kesiyor ve merak içinde öne eğiliyor? Çünkü oyunda birden çok başlık var… Kısaca izleyiciyi karşılaştırmalı olarak anlatabilir misiniz?

İzleyicinin ortak tarafı başından sonuna kadar oyunu dikkatlice takip etmesidir. Oyunun yönetmeni Natalia Murariu oyunu yönetirken dışarıdan izleyerek seyircinin hangi noktaya bakacağını ayarlayıp ona göre neyin bir an sonra gelebileceğini çıkaramayacak şekilde kurmuş. Bu taktik ilk günden beri işliyor. Oyun bitince de ‘Ama olur mu, bu oyun 20 dakikaydı’ diyenler çok oldu. Son oyunumda Ti Performans’ da bir gülme patlaması oldu seyircide mesela. Şimdiye kadar sadece Almanya’ daki Türk seyircisinde yaşamıştım bunu. Alman seyircisi de gülüyor, fakat Faust’ un nerdeyse kutsal olmasından dolayı rahat bir gülme olmuyor. Bunun dışında tiyatro seyircisi yaşadıklarım itibariyle her yerde aynı diyebilirim. Faust’un konusu Türk seyircisine zaten oldukça yakın.

En son soru en başta sorulur ama sonda daha iyi olacağını düşündüm, kısaca kendinizden bahseder misiniz? Gelecekte nasıl bir proje ile seyirci karşısında olmak istiyorsunuz?

İlkokulu Bayburt, Mikail Köyü, Elazığ ve Mersin`de okudum. 1979`dan beri Köln de yaşıyorum, 1987 de Köln Üniversitesi Hukuk Fakültesinde 1 yıl okudum. 1988 de profesyonel oyunculuğa başladıktan sonra Hukuk Fakültesinden ayrılıp 1988-1994 yılları arasında Köln Üniversitesi Felsefe Fakültesinde Germanistik, İspanyolca, Siyasal Bilimler ve Pedagoji okudum. 1991 de Alman yapımı olan, WDR kanalının çektiği, Almanya, Avusturya ve İsviçre’de yayınlanan “Ver elini Türkiye” adlı tanıtım amaçlı dizide başrol oynadım.

New York, Paris, Madrid, Barcelona ve Köln`de Bob McAndrew Studio`sunda sinema oyunculuğu eğitimi aldıktan sonra “Tatort” (Olay yeri), “Reise in die Nacht “(Geceye Yolculuk), “Ein starkes Team” (Güçlü Bir Ekip) gibi filmlerin yanı sıra, “Verschollen” (Kayıp), “Ein Fall für Zwei” (Avukat ve Dedektif), “Wilde Engel “(Çılgın Melekler), “Soko 5113 “gibi dizi ve filmlerde oynadım. 2006 dan beri Avusturya’ nın en başarılı dizisi “Oben Ohne” adli dizide başrol oynamaktayım. Görev aldığım tiyatrolar arasında Oberhausen Şehir Tiyatrosu, Köln Arkadaş Tiyatrosu, Wupper Tiyatrosu, Kölner Künstler Tiyatrosu, Christallerie Wadgassen ve Freies Werkstat Theater Kön bulunmaktadır. 2009 dan beri başrolde oynadığı Türk-Alman operası “Masalın İçindeki Masalın Masalı” Dortmund Operası`nda 2011 de sahne almaya devam edeceğim.

Çok teşekkür ederim Haydar Zorlu… yeni oyunlarda seni sahnede, benide izleyici koltuğunda görmek umuduyla..

28.12.2010 (Türkçe)

29.12.2010 (Almanca)

Suriye Pasajındaki oyunlarda sahnede olacaktır. Bütün okuyucular davetlidir…

Galata Gazete

Paylaş.

Yorumlar kapatıldı.