“Bir Haftalığına Büyüdük”

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Ahmet Ekdi’nin yazdığı oyun tek perdelik ve beş kişinin oynadığı yetişkinler tarafından oynanan çocuk oyunudur. Oyun çocuklara görevlerini ve sorumluluklarını anlatmak için yer değiştiren ebeveyn ve çocukları konu alır. Öğretici yaklaşımı önde tutan bir çocuk oyunudur.

BİR HAFTALIĞINA BÜYÜDÜK

Yazan: Ahmet Ekti

Tek perdelik ve beş kişilik oyun.

(Perde açılır, sahne bir evin salonunu andıracak şekilde dekore edilmiştir. Bu arada sahneye iki tane çocuk girer. Sırt çantalarını bir kenara atarak, erkek olan evin içinde topla oynarken kız ise oyuncaklarını yere dökerek oyuncaklarıyla oynamaya başlar. Bu arada kulisten annelerinin sesi gelir.)

ANNE                        : Siz mi geldiniz çocuklar?

BARIŞ           : Evet anne biz geldik. ( Barış top oynarken evi dağıtmaya başlar.)

NURCAN      : Anne ben acıktım. Bana bir şeyler getirir misin?

(Annenin sesi duyulur.)

ANNE                        : Ben temizlik yapıyorum kızım kalk kendin al.

NURCAN      : Bana ne ya ben çok yorgunum, sen getir.

(Bu arada oynamaya devam ederler. Bir müddet sonra)

Açlıktan öldüm ya anne nerede kaldın?

(Anne elinde ekmek arası ile sahneye girer.)

ANNE                        : Oyun oynayacağına annene yardım etsene kızım!

NURCAN      : Of anne ya of…!

(Anne söylenerek sahneden çıkar. Bir müddet sonra)

BARIŞ           : Anne ben de acıktım. Ben de Nurcan’ın yediğinden isterim.

(Annenin sesi duyulur.)

ANNE                        : Çocuğum kalkıp kendin alsana.

BARIŞ           : Nurcan’a getiriyorsun da bana neden getir miyorsun? Ben bu

evin ikinci sınıf  vatandaşı mıyım?

(Anne elinde ekmek arası ile sahneye girer.)

ANNE                        : Nedir sizden çektiğim ha nedir? (Bir an evin dağınıklığına dikkat eder.) Aman Allah’ım evin şu haline bak. Daha yeni toparlamıştım. Oğlum hiç evin içinde topla oynanır mı?

BARIŞ           : Oynanmaz mı?

ANNE       : Tabi ki; oynanmaz. Oyun oynayacaksan oyun parkına

gideceksin.

BARIŞ           : Oyun parkı yoksa ne yapacağım?

ANNE             : O zaman evin yakınında boş bir arsada oynarsınız.

BARIŞ           : Boş arsa da yoksa ne yapacağız?

ANNE                        : Aman ne bileyim ben canım. Evin içinde hiç top mu

oynanırmış. Hem sizin ödeviniz yok mu?

NURCAN      : Bizim ödevimiz yok.

BARIŞ           : Yok tabi. Bizim öğretmenden torpilimiz var.

ANNE                        : Torpiliniz mi var? O nasıl oluyor bakalım?

BARIŞ           : Bak anneciğim, öğretmen bize diyor ki; “Çocuklar siz çok zeki

ve çalışkan çocuklarsınız, size ev ödevi vermesem de olur” diyor.

ANNE                        : Akıllı olduğunuzu biliyorum, ama iş çalışkanlığa gelince hiç de aynı fikirde değilim. Kimse değil de; siz çalışkan olacaksınız…!?

BARIŞ           : Çalışkanız tabi. Hem akıllı, hem de; çalışkan! Öyle değil mi, Nurcan?

NURCAN      : Doğru söylüyorsun, abi. Okulda bizden daha akıllı ve çalışkanı

yok.

ANNE                        : Peki öyleyse: Neden Barış sen aynı sınıfı üçüncü kez, Nurcan

ise ikinci kez okuyor? Bak sizin yaşıtlarınız neredeyse orta okulu bitirecekler.

BARIŞ           : Klasik olarak öğretmenlerin hatası.

ANNE                        : Öğretmenlerin hatası mı?

BARIŞ           : Öğretmenler bize gıcık gidiyorsa suç bizde mi?

NURCAN      : Bir defa kafayı bize taktılar.

ANNE                        : Peki çocuklar suçu hiç kendinizde aradınız mı?

BARIŞ           : Neden suç bizde olacakmış ki..?

NURCAN      : Biz de diğer çocuklar gibi okula gidip geliyoruz işte.

ANNE                        : Bakın çocuklar, insanın suçunu başkasının üstüne atması

affedilmez bir kabahattir. Bunun üstüne bir de; yalan söylemek suça suç katmak anlamına gelir. Siz de şu anda kabahatinizi öğretmenlerinizin üzerine atıyorsunuz. Bu çok kötü bir şey!

NURCAN      : Aşk olsun anneciğim sen bizden yana mısın, öğretmenlerden

yana mısın?

ANNE                        : Ben doğrudan yanayım ve sizin de; öyle olmanızı istiyorum. Her zaman küçük yalanlar, büyük yalanlara sebep olur.

(Salondaki çocuklara dönerek)

Öyle değil mi çocuklar? Sizler de; yalan söylüyor musunuz?

(Bu sırada içeriye baba girer.)

NURCAN      : Baba anneme bir şey söyle…

BABA             : Hayrola bir şey mi oldu?

ANNE                        : Ç ocuklarımıza yalnızca ne kadar tembel ve vurdumduymaz

olduklarını söylüyordum.

BARIŞ           : Baba ya biz tembel miyiz?

BABA             : Size acı gelecek ama annenizle aynı fikirdeyim.

NURCAN      : Yani biz şimdi tembel miyiz?

BABA             : Yalnız tembel olsanız iyi…

BARIŞ           : Ne yani dahası da mı var?

BABA             : Evet, dahası da var. Hem tembel, hem sorumsuzsunuz.

NURCAN      : Abartıyorsun baba.

BABA             : Bakın çocuklar; yaşadığımız şu dünyada her canlının gerek kendine gerekse çevresine karşı sorumluluğu vardır. Anne ve babanın sorumluluğu; çocuklarına maddi ve manevi yönden iyi bir gelecek bırakmaktır. Çocuklarının okuyup bilgili, vatana faydalı birer fert olarak yetişmesini sağlamaktır. Çocukların görevi ise; anne ve babasına zorluk  çıkarmadan bu beklentilerine cevap vermektir.

BARIŞ           : İyi ama baba biz daha çok küçüğüz.

BABA             : Biliyorum daha küçüksünüz. Ama karıncadan daha küçük değilsiniz, öyle değil mi?

BARIŞ           : Tabi ki; karıncadan büyüğüz.

BABA             : Peki bir karınca bile yaşadığı dünyaya, doğaya karşı sorumluluğunu yerine getirirken siz neden sorumluluğunuzu yerine getirmiyorsunuz?

BARIŞ           : Nasıl yani?

BABA             : Anneniz ve ben size karşı sorumluluğumuzu yerine getirmezsek ne olur?

BARIŞ           : Ne olur?

ANNE                        : Benim açımdan bakarsanız; yemek pişiren olmaz aç kalırsınız, çamaşırlarınız yıkanmaz kirli gezersiniz.

BABA             : Ben de para kazanmazsam; yine aç ve harçlıksız kalırsınız.oyuncaklarınız da; olmaz.

NURCAN      : Keşke büyük olsaydık.

BARIŞ           : Evet büyük olsaydık, her şey çok daha kolay olurdu.

NURCAN      : Okula gitme derdi olmazdı.

BARIŞ           : Geç saatlere kadar televizyon seyredebilirdik.

NURCAN      : İstediğimiz zaman yatardık.

BABA             : Anlaşılan bu sohbetimiz sizlere bir şey ifade etmedi. Büyük

olmayı  çok mu istiyorsunuz?

BARIŞ           : Hem de; çok.

BABA             : Bir dakika bekleyin o zaman. Hanım gelir misin bir dakika?

(Anne ve baba bir köşede kendi aralarında konuşurlar.)

NURCAN      : Ne konuşuyorlar, acaba?

BARIŞ           : Ne olacak, bizim haklılığımızı konuşuyorlar.

NURCAN      : Tabii ya, biz çocuğuz ve haklıyız.

BARIŞ           : Şşşt bak geliyorlar…

BABA             : Anneniz ve ben bir şeye karar verdik.

NURCAN      : Neye karar verdiniz baba?

BARIŞ           : Neye olacak, tabii ki; bizim haklılığımıza! Öyle değil mi, anne?

ANNE                        : Madem ki; büyük olmayı çok istiyorsunuz, o zaman biz de size bir haftalığına büyük olma fırsatı veriyoruz.

ÇOCUKLAR : Nasıl yani?

BABA             : Anneniz ve ben sizin yerinize geçeceğiz, sizler de bizim yerimize

geçeceksiniz.

ÇOCUKLAR : Oleeey  ! Yaşasın!

(Diyerek sevinç gösterisinde bulunurlar.)

ANNE                        : Bir haftalığına bu değişiklikte kim pes ederse, karşı taraf haklı çıkmış olacak.

BABA             : Barış sen bir haftalığına baba olacaksın. Sabahları işe sen gideceksin, evin bütün ihtiyaçlarını sen karşılayacaksın, hatta bizim harçlıklarımızı bile sen vereceksin.

BARIŞ           : Tamam, bundan sonra ben babayım sen çocuksun.

ANNE                        : Nurcan kızım sana gelince; bu günden itibaren evin temizliğini sen yapacaksın, yemekleri sen pişireceksin. Yani kısaca evin bütün işlerinden sen sorumlu olacaksın.

NURCAN      : Tamam, sen de benim kızım olacaksın.

BABA             : Unutmayın! Bir hafta içinde kim pes ederse; karşı taraf haklı çıkacak ve sonraki yaşantısında sorumluluğunu bilecek. Anlaşıldı mı?

ÇOCUKLAR : Anlaşıldı.

BABA             : (Cebinden bir miktar para çıkarır ve oğluna verir.) Bu parayla evi idare etmek zorundasın unutma!

BARIŞ           : İyi ama baba bu para ile ev nasıl idare olur? Bu para az.

BABA             : Ne o yoksa şimdiden pes mi ediyorsun?

BARIŞ           : Yooo onu demek istemedim. Pekala bu para ile de geçinilir.

BABA             : Öyle ise sorun yok demektir. Hadi bakalım biz içeriye geçelim de;

büyüklerimiz biraz dinlensinler.

ANNE                        : Başarılar çocuklar.

BABA             : Hanım onlar çocuk değil, artık onlar birer yetişkin.

ANNE                        : Haklısın! Artık onlar annemiz ve babamız. Bu evin büyükleri

olduklarına göre burayı da onlar temizlerler.

(Baba ve anne sahneden çıkar)

BARIŞ           : Bundan sonra bana abi demeyeceksin. Bana ‘bey’ diyeceksin.

NURCAN      : Sen de bana Nurcan demeyeceksin, ‘hanım’ diyeceksin.

BARIŞ           : Sen yemek yapmasını biliyorsun, değil mi?

NURCAN      : Yooo, bilmiyorum. Ama yemek kitaplarından hemen öğrenirim. Sen de para kazanacaksın, unutma!

BARIŞ           : Tabii kazanacağım. Hem de babamdan daha çok para kazanacağım. Bu savaşı biz kazanacağız. Gölgelerin gücü adına güç bendeeee.

(Bu arada ışıklar kararır. Tekrar aydınlandığında çocuklar esneyerek

sahneye girerler.)

BARIŞ           : Eee kahvaltı hazır değil. Anne ben acıktım.

NURCAN      : Okula da geç kalacağız.

(Bu arada anne ile baba çocukların okul çantaları sırtlarında, şarkı

söyleyerek içeri girerler. ‘Daha dün annemizin kollarında yaşarken…’)

ANNE                        : Günaydın anneciğim, günaydın babacığım.

BABA             : Benden de günaydınlar size.

(Çocuklar şaşkınlıkla onları izlerler.)

BARIŞ           : Anne, baba ne oldu size? Neden böyle giyindiniz? Çantalarımızın

sizde ne işi var?

BABA             : Sorayım: Hey çanta kardeş, neden benim sırtımdasın?

BARIŞ           : Alayın sırası değil baba.

BABA             : Baba da kim?

BARIŞ           : Anne, babama ne olmuş böyle?

ANNE                        : Anne mi? Anne de kim?

– 6 –

BARIŞ           : Eyvah! Bizimkiler kafayı yemiş…

NURCAN      : Anne, baba lütfen kendinize gelin!

BABA             : (Anneye dönerek) Sen anne misin?

ANNE                        : Yooo… Peki sen baba mısın?

BABA             : Yooo…

(Bir an çocuklar birbirlerine bakarak, bağırmaya başlarlar.)

BARIŞ           : Ne oldu, sizlere böyle? Neden böyle davranıyorsunuz?

(Anne ile baba birbirlerine bakarak gülmeye başlarlar.)

NURCAN      : Bak, şimdi de; gülmeye başladılar.

BABA             : İlahi çocuklar, yer değiştirdiğimizi ne çabuk da unuttunuz!

ANNE                        : Biz çocuklar siz de anne ve baba oldunuz ya!

BARIŞ           : Doğru ya… Biz bunu unutmuştuk.

BABA             : Anne hani kahvaltımız?

NURCAN      : (Şaşkın) Kahvaltı mı?

ANNE                        : Evet anne, kahvaltımız nerede? Bak okula geç kalıyoruz.

NURCAN      : Ben şimdi gidip bir şeyler hazırlarım.

BABA             : Oooo!  Biz  geç kalırız. Baba bizim harçlığımızı ver biz okula gidiyoruz.

BARIŞ           : (Cebinden para çıkarır ve babaya uzatır.)

BABA             : Biraz daha ver baba. Bak bir şey yemedik. Okulda poğaça felan bir

şeyler alırız.

BARIŞ           : (Biraz daha para verir.) Okul dışından bir şey alıp yemeyin sakın!

ANNE                        : Yemeyiz babacığım…

BABA             : (Barış’a dönerek)   Baba sen de işe geç kalıyorsun!

– 7 –

(Anne ve baba elele tutuşarak yine okul şarkısını söyleyerek sahneden çıkarlar.)

BARIŞ           : Gittiler.

NURCAN      : Çok da mutlu görünüyorlardı.

BARIŞ           : Peki biz neden mutlu değiliz?

NURCAN      : Tabii ya, onlar çocuk olmanın zevkini sürerken biz neden büyük

olmanın tadını çıkar mayalım?

BARIŞ           : Doğru söylüyorsun. Bak okula gitmek de yok!

NURCAN      : Ders çalışmak da yok!

BARIŞ           : Biz ne zaman ders çalıştık ki?

NURCAN      : Ama sen işe gitmek zorundasın!

BARIŞ           : Sen de temizlik yapıp akşama yemek hazırlamak zorundasın!

NURCAN      : Benim acelem yok. Akşama daha çok var.

BARIŞ           : Ben de iş yerine telefon açıp rahatsız olduğumu bildiririm.

NURCAN      : Desene tembelliğin zevkini süreceğiz.

(İkisi de rahatça kanepelere uzanırlar.)

BARIŞ           : Galiba babamın söylediği gibi bizler çok tembeliz.

NURCAN      : Evet, öyle! Sen iş yerine telefon açmayacak mısın?

BARIŞ           : Haklısın, unutmuşum.

(Telefonu açar.)  Alo, Hakkı Bey siz misiniz? Ben Hurşit. Hangi Hurşit mi? Hurşit sizin Hurşit canım yani Hurşit Günsayar. İnanmadınız mı? Neden? Sesim  farklı mı geliyor? Ben de onun için aradım. Biraz soğuk almışım da… Bugün için sizden izin isteyecektim. Sağ olun Hakkı Bey. Ben yarın erkenden orada olmaya çalışacağım. (Der ve telefonu kapatır.) İşte hepsi bu kadar. Şimdi yan gelip yatma zamanı.

(Bir müddet sonra kapı çalınır.)

BARIŞ           : Tamam, ben bakarım.

(Kapıyı açar, içeri ev sahibi girer.)

EV SAHİBİ    : Çocuğum, babanı çağırır mısın?

BARIŞ           : Çocuğumu kastettin herhalde…

EV SAHİBİ    : Anlayamadım!

BARIŞ           : Ben bu evin reisiyim.

NURCAN      : Ben de hanımıyım.

EV SAHİBİ    : Çocuklar oyunun sırası değil. Haydi, büyüklerinize ev sahibinin

geldiğini söyleyin.

BARIŞ           : Bu evin büyükleri bizleriz. Ne söyleyecekseniz, bize söyleyin.

EV SAHİBİ    : Yani bu evle sizler mi ilgileniyorsunuz? Aman Allah’ım ne günlere kaldık. Evimi küçük çocuklara vermişim de; haberim yokmuş.

NURCAN      : Rica ederim, bize küçük çocuklarmışız gibi davranmaktan vazgeçin.

BARIŞ           : Evet, biz büyük insanlarız.

EV SAHİBİ    : Madem ki; bu evin büyükleri sizlersiniz, o zaman ev kirasını da sizler vereceksiniz.

BARIŞ           : Ev kirası mı?

EV SAHİBİ    : Evet, ev kirası!

BARIŞ           : Şeey, ne kadar?

EV SAHİBİ    : Fazla bir şey değil canım… Altı üstü üç yüz milyoncuk.

BARIŞ           : Üç yüz milyoncuk mu? Şey, akşama babam gelecek, onu bekleseniz?

EV SAHİBİ    : Babanız mı gelecek? Hani bu evin reisi sendin?

BARIŞ           : Şeeey benim tabii de….

EV SAHİBİ    : O zaman parayı verir misiniz, reis bey?

BARIŞ           : Şu an üzerimde yok. Bir iki gün müsaade etseniz?

– 9 –

EV SAHİBİ    : Ne biçim reissin sen! Bak hafta sonuna kadar size müsaade. O

zaman da ‘param yok’ derseniz evi boşaltın!

(Der ve sahneden çıkar.)

BARIŞ           : Nereden bulacağız bu parayı?

NURCAN      : Ben bilmem. Para kazanmak senin görevin.

BARIŞ           : İyi de nasıl?

NURCAN      : Babamın kazandığı gibi. İşe gideceksin ve para kazanacaksın.

BARIŞ           : Büyük olmak da; ne zormuş!

NURCAN      : Pes etmek yok.

BARIŞ           : Pes ettiğim filan yok. Sadece sesli düşünüyorum. Neyse bugünün

tadını çıkarmaya bakalım.

NURCAN      : Bana yardım et de; şu temizliği yapalım.

BARIŞ           : Ben karışmam. Temizlik ve yemek işi annelerin görevidir.

NURCAN      : İyi ama babam anneme yardım ediyordu.

BARIŞ           : Yooo, herkes görevini bilsin. Temizlik senin işin ve sen yapacaksın.

NURCAN      : Öyle olsun bakalım. Elbet bana ihtiyacın olur. Bak o zaman ne oluyor.

BARIŞ           : Benim topumu gördün mü?

NURCAN      : Ne yapacaksın topla?

BARIŞ           : Hiiç, oynayacağım.

NURCAN      : Hayır canım, oynayamazsın!

BARIŞ           : Neden oynayamayacak mışım?

NURCAN      : Burayı ben temizleyeceğime göre dağıtmana da izin veremem.

BARIŞ           : Bana ne? Ben top oynamak istiyorum!

NURCAN      : Ben de izin vermiyorum! Galiba bu konuda annem haklıymış.

BARIŞ           : Bakıyorum, pes ediyorsun.

NURCAN      : Hayır, pes etmiyorum. Sadece senin gibi sesli düşünüyorum.

(Bu sırada kapı çalınır.)

Evin reisi olarak kapıya bakar  mısın?

(Barış kapıyı açar ve içeri yaşlı bir kadın girer.)

BARIŞ           : Buyurun teyzeciğim, ne istemiştiniz?

YAŞLI KADIN: Anneniz yok mu, evladım?

NURCAN      : Bu evin hanımı benim.

YAŞLI KADIN: (Gülümseyerek)

Tabii ki; bu evin hanımı sensin. Bak, ne güzel, hanım hanımcık bir

kızsın. Şimdi söyle bakalım anneniz nerede?

NURCAN      : Bu evin hanımı da, annesi de; benim!

YAŞLI KADIN: Yaa, öyle mi? Demek ki; ben yanlış eve geldim. Söyler misiniz Zehra Hanım’ın evi neresi?

NURCAN      : Burası.

YAŞLI KADIN: Burası mı?  Peki kendisi nerede?

NURCAN      : Okula gitti.

YAŞLI KADIN: Okula mı gitti? Neden? Çocukları bir kabahat mi işlemiş?

NURCAN      : Hayır. Okumak için gitti.

YAŞLI KADIN: Hayret, ben Zehra Hanımı okur yazar bilirdim.

NURCAN      : Çocuğum zaten okur yazar.

YAŞLI KADIN: Çocuğun mu? Kimmiş senin çocuğun?

NURCAN      : Kim olacak! Tabii ki; Zehra.

YAŞLI KADIN: Zehra Hanım senin çocuğun mu?

NURCAN      : Evet, ne olmuş?

YAŞLI KADIN: Hiç canım, bir şey olduğu yok… Sadece yaşından çok daha büyük gösteriyor, o kadar. Halbuki siz hiç yaşınızı göstermiyorsunuz.  Neredeyse onun kızıymış gibi duruyorsunuz…

NURCAN      : Peki, siz kimsiniz?

YAŞLI KADIN: Ben komşunuz Hacer Hanımım.

NURCAN      : İyi, ama ben sizi hiç görmedim!

YAŞLI KADIN: Görmemeniz mümkün. Çünkü; biz bu mahalleye yeni taşındık.

NURCAN      : Peki, Hacer Teyze Zehra Hanımla ne işiniz vardı?

YAŞLI KADIN: Hiiiç… Mahalleye yeni taşındığım için eve yerleşmeme yardım

edecekti. Ama önce temizlik yapacaktık, tabii.

NURCAN      : İyi, fakat gördüğünüz gibi; Zehra Hanım yoklar.

YAŞLI KADIN: Eee madem ki; bu evin hanımı sizsiniz sizinle temizlik yaparız.

NURCAN      : (Çekinerek) Temizlik mi dedin?

YAŞLI KADIN: Evet, temizlik. Korkmayın canım akşama kalmaz biter.

NURCAN      : Ben gelemem. Evi temizlemem gerek… Hem daha akşama yemek de yapacağım.

BARIŞ           : Onun çok çalışması gerek, çoook.

YAŞLI KADIN: Peki, ben şimdi ne yapacağım?

NURCAN      : Bilemeyeceğim…

YAŞLI KADIN: Yarın yapsak, gelirsiniz değil mi?

NURCAN      : Hiç sanmıyorum!

YAŞLI KADIN: Yaaa demek gelemezsiniz. Zaman nasıl da değişiyor. Eskiden

komşular birbirlerine yardım ederlerdi… Oysa şimdi; birbirlerini

tanımıyorlar bile. Neyse, bana müsaade daha evi yerleştirmem

gerek.

(Diyerek sahneden çıkar.)

NURCAN      : Büyüklerin de amma işi varmış…Koca ev nasıl temizlenir?

BARIŞ           : Galiba çocuk olarak kalsak daha iyi olacak.

NURCAN      : Olmaz! Bir hafta dayanmamız gerek.

– 12 –

BARIŞ           : Doğru söylüyorsun. Ama daha birinci günümüzde ne zorluklarla

karşılaşıyoruz.

NURCAN      : Dayanmamız gerek, bunu sen de biliyorsun!

(Bu sırada kapı tekrar çalınır.)

Kapıya baksana…

BARIŞ           : Neden ben bakacakmışım?

NURCAN      : Bu evin beyi sen olduğuna göre kapıya da sen bakacaksın.

BARIŞ           : Tamam be tamam. Geldim, patlama.

(Kapıyı açar ve içeri yaşlı bir adam girer.)

Buyurun, ne istemiştiniz?

YAŞLI ADAM: Bir şey istediğim yok evlat babanız evde mi?

BARIŞ           : Bu evin reisi benim.

YAŞLI ADAM: Yaa, öyle mi? Hiç de göstermiyorsun. Herhalde bu hanım da evin annesi olsa gerek…

NURCAN      : Doğru tahmin ettiniz. Ben bu evin hanımıyım.

YAŞLI ADAM: Peki, evin çocukları nerede?

BARIŞ           : Okuldalar tabii ki.

YAŞLI ADAM: Bak buna üzüldüm.

BARIŞ           : Üzüldün mü? Çocukların okula gitmesine neden üzülüyorsun?

YAŞLI ADAM: Çocukların okula gitmesine değil, şu an burada olmamasına üzüldüm.

NURCAN      : Neden üzüldünüz?

YAŞLI ADAM: Üzüldüm! Çünkü; çocuklar şu an evde olsalardı 2 tane tiyatro bileti kazanacaklardı…

ÇOCUKLAR : Tiyatro bileti mi?

YAŞLI ADAM: Evet, tiyatro bileti. Ama, madem yoklar ne yapalım? Şanslarına

küssünler.

BARIŞ           : Siz o biletleri bize verin çocuklar gelince veririz

YAŞLI ADAM: Olmaaz! Onlara bir soru soracaktım, cevabını da onlardan alacaktım. Eğer, cevabı doğru bilseydiler tiyatro biletini kazanacaklardı.

BARIŞ           : Peki, neymiş o soru?

YAŞLI ADAM: Soru şu: Çocukların hayatta dikkat etmesi gereken kurallar nelerdir?

NURCAN      : Aaa çok kolaymış. Bunu bilemeyecek ne var? Yalan söylememek,

tembellik yapmamak, sorumluluklarını bilmek, anneye, babaya,

öğretmenlere ve kısaca çevremize karşı sevgi ve saygılı olmaktır.

YAŞLI ADAM:  Evet, bildiniz. Bravo!

(Salondaki çocuklara dönerek) Eveet, neymiş çocuklar? Beraber sayalım mı? Yalan söylememek, tembel olmamak, sorumluluklarını bilmek, anneye, babaya, öğretmenlere ve kısaca çevremize sevgi ve saygılı davranmak.

NURCAN      : Bildiğime göre biletleri alabilirim.

YAŞLI ADAM : Hayır, alamazsınız. Üzgünüm!

NURCAN      : Neden alamıyoruz? Sorunun cevabını verdik ya!

YAŞLI ADAM: Soruyu bildiniz. Ama, siz çocuk değilsiniz.

NURCAN      : Kim demiş?

YAŞLI ADAM: Biraz önce söylediniz ya!

NURCAN      : Biz şaka yaptık. Aslında biz çocuğuz.

YAŞLI ADAM: Asıl şakayı şimdi yapıyorsunuz. Siz koskoca adamlarsınız. Yalan

söyleyecek değilsiniz ya! Yoksa; yalan mı söylediniz?

BARIŞ           : Yalan söylemedik. Ama ……

YAŞLI ADAM: Neyse, benim gitmem gerekiyor. Daha pek çok eve gideceğim.

Çocuklarınızı benim için öpün.

(Der ve sahneden çıkar.)

NURCAN      : Çocukluk ne güzelmiş de haberimiz yokmuş.

BARIŞ           : Evet, biz kıymetini bilememişiz. Tiyatro bileti de kuş gibi uçuverdi, elimizden. Oysa; gitmeyi ne çok isterdim.

NURCAN      : Üzülme; şu iddiayı bir kazanalım beraber gideriz.

BARIŞ           : Tabii, kazanabilirsek….

(Bu sırada kapı tekrar çalınır.)

Tamam, anladık. Kapı benim görevim.

(Kapıyı açar, içeri bir telefon tamircisi girer.)

BARIŞ           : Buyurun, kimi aramıştınız?

TAMİRCİ       : Kimseyi aramadım.

BARIŞ           : Kimseyi aramadınızsa; neden geldiniz?

TAMİRCİ       : Ben telefon tamircisiyim. Santraldan arıza olduğu bildirildi.

BARIŞ           : İyi ama bizim telefonlarımızda bir arıza yok ki…..TAMİRCİ       : Nasıl olmaz? Burası Çiğdem sokak, Yıldız apartmanı, No:7 değil mi? Bu evde Hurşit Günsayar’ın evi değil mi?

BARIŞ           : Evet, adres doğru. Fakat, arıza yok.

TAMİRCİ       : Ona biz karar veririz. Söyle bakalım telefon nerede?

BARIŞ           : İçerideki odada.

TAMİRCİ       : Tamam. Şimdi gidip bakarım. Bu arada lütfen beni yalnız bırakın. Ayak altında birilerinin dolaşmasından hiç hoşlanmam.

(Der ve içerideki odaya gider.)

BARIŞ           : Amma da huysuz tamirciymiş.

NURCAN      : Durup dururken nereden çıktı bu arıza?

BARIŞ           : Bilmem. Sen de gördün işte. Adres ve babamın ismini doğru söyledi.

NURCAN      : Seni bilmem. Ama, benim gözüm bu tamirciyi hiç tutmadı.

BARIŞ           : Sen de hemen huysuzlaşma. Durup dururken elin adamı niçin eve

gelsin ki?

NURCAN      : Sakın ……… hırsız olmasın?

BARIŞ           : Yok daha neler…

NURCAN      : Annem her zaman tanımadığınız kişilere kapıyı açmayın derdi.

BARIŞ           : Derdi, ama; bu tamirci.

(Bu sırada tamirci tekrar sahneye  girer.)

TAMİRCİ       : Tamam. Arızayı buldum ve giderdim.

BARIŞ           : İşiniz bitti mi yani?

TAMİRCİ       : Ne o saatlerce burada kalacak halim yok ya! Şimdi ücretimi verin de gideyim.

BARIŞ           : Ücret mi? Ne ücreti?

TAMİRCİ       : Bana bak ufaklık benimle dalga mı geçiyorsun?

BARIŞ           : Ufaklık sana derler. Bir kere ben bu evin reisiyim.

TAMİRCİ       : Yaa ….. Ben de başbakanım.

NURCAN      : Doğru söylüyor. Bu evin büyükleri bizleriz.

TAMİRCİ       : Sizinle tartışacak vaktim yok. Madem ki; evin büyüklerisiniz, ispat edin o zaman.

BARIŞ           : Nasıl ispat edelim?

TAMİRCİ       : Çok basit. Tamir ücretini vererek ispat edebilirsiniz.

BARIŞ           : Tamam. Söyle bakalım ne kadar?

TAMİRCİ       : 15 Milyon tamir ücreti, 5 milyon da benim bahşişim; toplam 20 milyon.

BARIŞ           : Neee 20 milyon mu?

TAMİRCİ       : Ne o, yoksa siz büyüklerde bu kadar para yok mu?

BARIŞ           : Tabii ki; var. Buyurun paranızı.

TAMİRCİ       : Bak, şimdi bu evin büyükleri olduğunuza inandım. Haydi şimdi bana müsaade.

(Der ve parayı alarak sahneden çıkar.)

BARIŞ           : Babam ve annem benimle gurur duyacak.

NURCAN      : Neden?

BARIŞ           : Nedeni var mı? Evin bir sorununu gidermiş oldum. Böylelikle evin reisi olarak ilk icraatımı yapmış durumdayım.

NURCAN      : Ben de temizliği yaparım, akşama bir de yemek yaptım mı? Tamam! o zaman ben de görevimi yapmış olurum.

BARIŞ           : Yemek mi yapacaksın? Güleyim de boşa gitmesin. Sen kim, yemek

yapmak kim?

NURCAN      : Pekala, güzel yemek yaparım. Yemek kitabına baktıktan sonra herkes yemek yapabilir.

BARIŞ           : Sonunda yine kitaplara mahkum oldun işte!

NURCAN      : Sen halt etmişsin. Ben her zaman kitap okumayı severim.

BARIŞ           : Tabii, canım! Kitapları okuya okuya bir gün filozof olacaksın.

NURCAN      : Sen geç dalganı… Kitap okumak kadar güzel bir şey yoktur.

(Salondaki çocuklara dönerek)

Öyle değil mi, arkadaşlar? Sizler de kitap okuyor musunuz?

BARIŞ           : O zaman neden sınıfta kalıyorsun?

NURCAN      : Sana uyduğum için.

BARIŞ           : Mazerete bak. Bana uyduğu için sınıfta kalıyormuş. Ben ne yaptım ki; bana uydun?

NURCAN      : Sen her zaman dersi boş ver, oyun oynayalım demiyor muydun?

BARIŞ           : Diyordum… Ama, sen de ; bana uymak zorunda değildin.

NURCAN      : Haklısın, ikimiz de; hatalıyız galiba.

(Bu sırada kapı yine çalınır.)

BARIŞ           : Tamam, kapı benim görevim. Bize de amma gelen varmış haa….

(Kapıyı açar ve içeri bir pazarlamacı girer.)

PZRLMC.      : İyi günler, genç Türkiye’nin genç insanları. Anneniz, babanız yoklar mı?

BARIŞ           : Senin gözlerin iyi görmüyor, galiba. Bu evin reisi karşında duruyor.

NURCAN      : Annesi de burada.

PZRLMC.      : Demek, sizlersiniz. Ben de ‘Rastgele Pazarlma A.Ş.’den Ramazan.

Siz büyük ve anlayışlı insanlarla bir arada olmaktan mutluluk

duyuyorum.

BARIŞ           : Siz sokak satıcısısınız, herhalde.

NURCAN      : Evet. Kapıda eşya satarak, insanları kandırıyorsunuz.

PZRLMC.      : (Birden ağlamaya başlar.) Teessüf ederim. Bunu bana yapmayacaktınız…

BARIŞ           : Ne yaptık şimdi sana?

PZRLMC.      : Bir de bilmezmiş gibi soruyorsunuz. Onurumu kırdınız!

NURCAN      : Özür dileriz. Sizin bu kadar duygusal biri olduğunuzu bilmiyorduk.

PZRLMC.      : Bana ne … Kırıldım bir kere…

BARIŞ           : Tamam. Ağlamayı bırak artık.

NURCAN      : Sahi ne satıyorsunuz?

PZRLMC.      : (Kendini toparlayarak) Ne isterseniz onu satıyorum.

NURCAN      : Bir şeye ihtiyacımız yok, ama…

PZRLMC.      : Öyle söylemeyin mutfakların genç, hamarat annesi. Mutlaka size

uygun bir ürünümüz vardır. Şöyle bir kataloğa baksanız.

NURCAN      : Bilmem ki… Ne alabiliriz? Tost makineniz var mıydı?

PZRLMC.      : Tost makinesi mi? Siz neler söylüyorsunuz? Tost makinesinin kralı

bende… Bu tost makinesinden kimler almadı ki….Cem Yılmaz, Tarkan,Şirinler, Daha adını hatırlayamadığım kimler almadı ki…..

BARIŞ           : Yani dünyanın bir ucundan insanlar, sıradan bir tost makinesi almak için sana mı geldiler?

PZRLMC.      : Yooo, buna sıradan bir tost makinesi diyemezsiniz. Bu tost

makinesinin bir çok marifeti var.

NURCAN      : Neymiş o marifetleri?

PZRLMC.      : Teknolojinin son harikası olan bu tost makinesi; ekmek kızartır, et, tavuk gibi ızgara çeşitleri yapar, tavasıyla da her türlü yemek yapabilirsiniz.

NURCAN      : Bunu sıradan bir tost makinesi de yapar.

PZRLMC.      : Daha can alıcı noktaya gelmedik. Bu teknoloji harikası görünüş ve

işleyişiyle insanları hata yapmaktan alıkoyuyor. Hata yapanların da

aklını başına getiriyor.

NURCAN      : Nasıl yani?

PZRLMC.      : Zamanda yolculuk gibi bir şey. Bu gün işlediğiniz bir hatayı, birkaç gün sonra öğrenerek ondan ders alıyorsunuz.

NURCAN      : Bütün bunları tost makinesi mi yapıyor?

PZRLMC.      : Yooo… Sizin ve biraz da benim katkım oluyor.

NURCAN      : Anlamadım…

PZRLMC.      : Benim bu ürünü size satmam, sizin de almanız katkı değil mi?

NURCAN      : Haklısınız, peki ne kadar bu tost makinesi?

PZRLMC.      : Sizi sevdim. KDV dahil 220 milyoncuk.

NURCAN      : Ama bizim o kadar paramız yok ki….

PZRLMC.      : Her şeyin bir kolayı vardır. Şimdi; bu 220 milyonun 20 milyonunu peşin veriyorsunuz, kalan 200 milyonu da dört taksit yapıyoruz. Nasıl, hesaplı değil mi?

NURCAN      : Evet, oldukça hesaplı. (Barış’a dönerek) Bey, 20 milyon verir misin?

BARIŞ           : Ben mi vereceğim? Niye ben veriyor muşum?

NURCAN      : Saçmalama! Sen bu evin reisi değil misin?

BARIŞ           : Evet, reisiyim.

NURCAN      : Alışverişlerde parayı da evin reisi verir işte. Hadi ver bakalım parayı.

BARIŞ           : Tamam veriyorum işte. Fakat bütün paramızı bitirdik.

NURCAN      : Ne zaman geliyor tost makinesi?

PZRLMC.      : Şimdi, siz bu sözleşmeyi alıyorsunuz. İlk taksiti almaya geldiğimizde tost makineniz size teslim edilecektir. Şimdi; bana müsaade. Daha gidip Ninja Kaplumbağalara da tost makinesi vermem gerekiyor.

(Diyerek sahneden çıkar.)

NURCAN      : Gördün mü bak Ninja Kaplumbağalar da bundan alıyormuş. Annem benimle gurur duyacak.

BARIŞ           : Babam da benimle köşe kapmaca oynayacak.

NURCAN      : Ne yemekler yaparım bu tost makinesi ile…

BARIŞ           : Bir haftalık para bir günde bitti. Şimdi; ben babama ne diyeceğim?

NURCAN      : Akşama şöyle tavuk veya bonfile yapsam…

BARIŞ           : Parayı bulursan yaparsın. Sen beni duymuyorsun, galiba.

NURCAN      : Ne dedin ki?

BARIŞ           : Bir haftalık para bir günde bitti, dedim.

NURCAN      : Yani, şimdi alışveriş yapacak paramız yok mu?

BARIŞ           : Maalesef yok!

NURCAN      : Akşama ne yapacağız?

BARIŞ           : Bilmem… Mutfakta ne bulursak onu yaparız.

NURCAN      : İyi. O zaman derhal gidip mutfakta ne var ne yok bir bakalım.

(Barış ile Nurcan mutfağa giderken, diğer yandan sahneye anne ile

baba girer.)

ANNE                        : Çocuk olmak ne kadar güzel bir duygu…

BABA             : Evet, bir gün de olsa çocukluğun keyfini çıkardık. Acaba bizimkiler ne yaptı?

ANNE                        : Şimdi, anlarız. Sen şimdi şu topla etrafı dağıtmaya başla. Ben de bu oyuncakları dökeyim şöyle. Eveet, sıra geldi yemeğe…

(Kulise doğru bağırır.)

Anne benim karnım acıktı. Bana ekmek arası bir şeyler getirir misin?

(Nurcan’ın sesi içeriden duyulur.)

NURCAN      : Bir dakika birazdan getireceğim.

(Anne ve baba gülmeye başlarlar.)

ANNE                        : Haydi, anne açlıktan öldüm… Nerede kaldın?

(Nurcan ekmek arası ile sahneye girer.)

NURCAN      : İşte sana ekmek arası.

(Ortalığın dağınıklığını görür.)

Aşk olsun anne daha yeni toparlamıştım, burayı. Sana da aşk olsun baba!

BABA             : (Anneye dönerek)

Kardeşim annemiz neler söylüyor, böyle?

ANNE                        : Annemiz çok yorgun, herhalde. Bizi birileri ile karıştırıyor.

NURCAN      : Tamam. Oynamaya devam edin. Ama şunu bilin ki; ben bu oyundan bıkmaya başladım.

(Diyerek sahneden çıkar.)

BABA             : Galiba, günü kötü geçmiş. Fakat, şimdi sıra bende. Anne ben de

ekmek arası istiyorum.

(Kulisten Nurcan ile Barış’ın sesi duyulur.)

NURCAN      : Abi bu ekmek arasını babama götürür müsün?

BARIŞ           : Bana ne ya… Evin hanımı sensin. Mutfak da evin hanımının görevi.

NURCAN      : Ne olur sanki iki adımlık yere kadar gitsen?

BARIŞ           : Olamaz! Herkes görevini bilmeli…

BABA             : Yaa ben bu evde ikinci sınıf vatandaş mıyım? Ben de ekmek arası

istiyorum.

(Bir müddet ses çıkmaz.)

Ne oldu hanım? Bunların sesi çıkmaz oldu.

(Bir süre sonra Nurcan ve Barış sahneye girerler.)

Eee, nerede benim ekmek arası?

BARIŞ           : Siz kazandınız, baba.

NURCAN      : Evet, siz kazandınız. Meğerse büyük olmak çok daha  zormuş.

ANNE                        : Demek pes ediyorsunuz.

BARIŞ           : Evet, pes ediyoruz. Biz çocukluğumuzu geri istiyoruz.

NURCAN      : Bundan sonra sorumluluğumuzu yerine getireceğiz. Başarılı birer

öğrenci olacağız.

BABA             : Beni hayal kırıklığına uğrattınız. Ben 2-3 gün dayanırsınız sanıyordum. Oysa daha ilk günden pes ettiniz. Ama buna sevindim. Bazı değerlerin erken farkına vardınız.

ANNE                        : Peki, gününüz nasıl geçti?

BARIŞ           : Siz yokken ev sahibi geldi. Kirayı istedi. Ancak üzerimde fazla para

olmadığı için veremedim. Haftaya gelecek. Sonra, telefon tamircisi

geldi.

BABA             : Telefon tamircisi mi? Neden? Bizim telefon arızalı değil ki.

BARIŞ           : Ben de öyle söyledim. Fakat arıza varmış. Ben de tamir etmesini

söyledim. Dolayısıyla tamir ettirttim. Nasıl, iyi iş yapmış mıyım?

ANNE                        : Salondaki telefonu mu tamir etti?

BARIŞ           : Yooo, sizin odanızdaki telefonu tamir etti.

ANNE                        : Aman Allah’ım olamaz!

(Diye bağırarak odasına koşturur.)

BARIŞ           : Ne oldu? Neden böyle telaşla koşturdu?

NURCAN      : Galiba ben anladım. Telefon tamircisi diye gelen kişi hırsız olmalı.

BARIŞ           : Hırsız mı? Yok, canım abartıyorsunuz.

NURCAN      : Madem arıza vardı; neden buradaki telefondan arızayı gidermedi?

Hem tamirci gelmeden sen babamın iş yerini telefonla aramadın mı? Arıza olsaydı, görüşme yapabilir miydin?

BARIŞ           : Bak, biz bunu düşünmedik. Hatırlıyor musun bize ne demişti? ‘Beni yalnız bırakın! Ayak altında dolaşmanızı istemiyorum!’ demişti.

BABA             : Peki, neden iş yerini aradın?

BARIŞ           : Şeey, baba bu gün işe gitmek istemedim.

BABA             : Tembellik yapıp günün tadını çıkartmak istedin.

BARIŞ           : Özür dilerim, baba. Ama ben dersimi aldım.

(Bu sırada anne panik halinde sahneye girer.)

ANNE                        : Mahvolduk! Soyulduk! Hırsız; çekmeceye koyduğum kira parası ile annemden kalma gerdanlığı çalmış…

BABA             : Sakin ol, hanım elbet bir çaresine bakarız. Şimdi; sizler de bu eve

bütün gün kimler geldi, söyleyin bakalım?

BARIŞ           : Şeey, baba … Telefon tamircisi…

BABA             : Onu anladık. Başka kimler geldi?

NURCAN      : Telefon tamircisi; annemin gerdanlığıyla kira parasından başka bir şeyler daha aldı, ama…

BABA             : Bir şeyler daha mı aldı?

BARIŞ           : Şey aldı… Şeey…15 milyon tamir masrafı ile 5 milyon bahşiş aldı.

(Baba ve anne katıla katıla gülmeye başlarlar.)

BABA             : Yani hırsıza bahşiş verdiniz, öyle mi?

BARIŞ           : Yeter artık, gülmeyin!

ANNE                        : Adam hem evi soyuyor, hem de bahşiş alıyor.

NURCAN      : Tamam, komik ama bizim durumumuzu da düşünün biraz.

BABA             : Tamam tamam.

(Der ve anne ile birbirlerine bakarak tekrar gülmeye başlarlar.)

BARIŞ           : Yeter artık baba… Biz burada enayi durumuna düşmüşlüğün acizliği içindeyken siz kalkmış bizimle alay edercesine gülüyorsunuz.

ANNE                        : Tamam, bey. Kendine gel. Bak, çocuklar ne kadar üzgün. Peki daha sonra kimler geldi?

NURCAN      : Mahalleye yeni taşınan bir kadın geldi. Galiba, evi temizleyip

yerleştirecekmişsiniz.

ANNE                        : Bak, ayıp oldu kadına. Söz vermiştim. Bari sen gitseydin, kızım.

NURCAN      : Koskoca evi nasıl temizler, yerleştiririm, anne?

ANNE                        : Ortada bir söz varsa mutlaka yerine getirilmeli.

NURCAN      : Ama sözü ben vermedim ki, sen verdin.

ANNE                        : Ne çabuk unuttun. Sen burada benim yerime geçmedin mi?

NURCAN      : Geçtim ama ….

ANNE                        : Aması falan yok! Madem ki; sen benim yerime geçtin ve evin annesi oldun, söz de senin sözün oldu.

NURCAN      : Haklısın anne, üzgünüm.

BABA             : Daha başka kimler geldi?BARIŞ           : Bir tane amca geldi. Çocuklara soru sorup cevabını doğru alınca iki tane tiyatro bileti veriyormuş.

BABA             : Peki, size sordu mu?

BARIŞ           : Evet, sordu.

BABA             : Neymiş soru?

BARIŞ           : Çocukların belli başlı görevleri.

BABA             : Güzel soru. Peki neymiş çocukların görevi?

BARIŞ           : Sorumluluklarını bilmek, tembel olmamak, yalan söylememek, anneye,babaya, öğretmenlere, arkadaşlarına ve kısaca çevresine karşı sevgi

ve saygılı olmak.

BABA             : Aferin size. Peki, biletleri aldınız mı?

BARIŞ           : Hayır, alamadık.

BABA             : Soruyu bilmişsiniz, işte. Neden alamadınız?

NURCAN      : Çünkü; biz kendimizi büyük olarak tanıttık. Daha sonra da biz çocuğuz diyecek olduk; fakat bizim şaka yaptığımızı zira yalan söyleyemeyeceğimizi söyledi.

ANNE                        : Adam doğru söylemiş. Ama biz iki tane bilet kazandık.

BARIŞ           : Kazandınız mı? Nasıl?

ANNE                        : Çok basit. Biz de kendimizi çocuk olarak tanıttık ve sorunun cevabını doğru verdik.

BARIŞ           : O biletleri bize verirsin, değil mi anne?

ANNE                        : Önce biletleri hak etmeniz gerekir.

BARIŞ           : Nasıl?

ANNE                        : Başarılı birer öğrenci olacaksınız ve sorumluluklarınıza sahip çıkacaksınız.

NURCAN      : Uslu çocuk olursak biletleri vereceksin yani, öyle mi?

ANNE                        : Elbette.

ÇOCUKLAR : Oley be oley, yaşasın!

BABA             : Eeee, başka kimler geldi bakalım? Bu gün haraketli bir gün

geçirmişsiniz…

NURCAN      : Pazarlamacıyı saymazsak başka kimse gelmedi.

ANNE                        : Pazarlamacı mı?

BARIŞ           : Evet, pazarlamacı. Nurcan bir tane tost makinesi aldı.

ANNE                        : Tost makinesi mi aldınız? Peki, nerede tost makinesi?

NURCAN      : İlk taksiti almaya geldikleri zaman getirecekler.

BABA             : Kaça aldınız?

BARIŞ           : Ucuza kapattık, baba. Hem bu tost makinesinden Atilla Taş, Tarkan, Şirinler hatta Ninja Kaplumbağalar bile almış…

BABA             : Kaça aldınız, dedim?

BARIŞ           : 220 Milyoncuk…

BABA             : Nee! 220 milyona mı aldınız?Bu ne insafsızlık! Dışarıda 60-70 milyona almayanları dövüyorlar…

BARIŞ           : Yok! Bizimki dövmüyordu, kibar birine benziyordu…

ANNE                        : İnşallah önden para vermemişsinizdir.

BARIŞ           : 20 Milyon önden verdik. Kalan 200 milyonu da dört taksit yaptı.

BABA             : İnanamıyorum, bunların hepsini bir günde nasıl başardınız? Anlamıyorum!

NURCAN      : Ama, baba ben sizin için aldım. Size tost makinesiyle güzel yemekler yaparım dedim.

ANNE                        : Yaptın mı, bari?

NURCAN      : Yok, yapamadım…

ANNE                        : Neden yapamadın?

BABA             : Neden olacak; ceplerinde para kalmadı da ondan!

BARIŞ           : Siz gelmeden, biz de mutfakta sizin için bir şeyler hazırlıyorduk.,

ANNE                        : Ne hazırlıyordunuz?

NURCAN      : Ekmek arası.

BABA             : Neyse, üzülmeyin, bir şeyler atıştırırız. Siz şimdi şu pazarlamacının size verdiği sözleşmeyi getirin, bakalım.

(Nurcan sözleşmeyi getirir.)

NURCAN      : İşte, burada.

BABA             : Sözleşmeye hiç bakmadınız mı?

NURCAN      : Hayır.

BABA             : Eğer sözleşmeye baksaydınız  bu kadar üzülmeyecektiniz…

BARIŞ           : Niye üzülmeyecektik?

ANNE                        : Siz sözleşmeyi bir okuyun, bakalım.

(Barış Nurcan’ın elinden sözleşmeyi çekerek okumaya başlar.)

BARIŞ           : ‘Rastgele Pazarlama olarak sizlere iyi bir ders verdiğimizi umarız.

Tekrar görüşmek üzere…!’ Eee, ne demek oluyor şimdi bu?

(Bu arada kapı çalınır ve pazarlamacı içeri girer.)

Hey bu bize tost makinesi satan kişi!

NURCAN      : Evet, bu o!

PZRLMC.      : İyi akşamlar, Hurşit Bey. Zehra Hanım sizler nasılsınız, görüşmeyeli? Evin büyükleri de buradaymış. Nasılsınız, çocuklar?

BARIŞ           : Hey bu, bu sizleri nereden tanıyor?

NURCAN      : Anne, baba bu ne demek oluyor?

BABA             : Şu demek oluyor ki: Bizler sizlere küçük bir oyun oynadık. Bu

bakımdan bizlere kızmanızı istemiyoruz. Bu oyunda Metin Bey de bize

yardımcı oldu.

ANNE                        : Sorumluluğunuzu bilmeniz için size küçük bir oyun oynadık. Gördüğümüz kadarıyla da işe yaramış.

BARIŞ           : Nasıl bir oyunmuş bu?

BABA             : Ev sahibini şöyle bir gözünüzün önüne getirin, bakalım…

NURCAN      : Ne olmuş ev sahibine?

ANNE                        : Ev sahibi sandığınız kişi aslında Metin Bey’in kendisiydi.

NURCAN      : İnanmıyorum! Peki, yaşlı kadın, biletçi amca ve telefoncu da mı sizin işiniz?

BABA             : Elbette.

NURCAN      : Peki, onlar kimdi?

ANNE                        : Yaşlı kadın, bendim. Nasıl iyi rol yapmış mıyım?

NURCAN      : Ay inanmıyorum!

BARIŞ           : Peki, diğerleri kimlerdi?

BABA             : Diğerleri dediğin Metin Bey’le bendim.

BARIŞ           : Yani, aslında bize telefon tamircisi gelmedi. Yani; biz soyulmadık, öyle mi?

BABA             : Aynen öyle!

BARIŞ           : Zaten ben anlamıştım, canım! Bu nedenle hiç üstelemedim.

NURCAN      : Abi, yine başlama!

BARIŞ           : Tamam tamam, pes. Evet, baba bu gün annem ve sen bizlere çok

güzel bir ders verdiniz. Ama, iyi ki de verdiniz.

NURCAN      : Çocukluğumuzun kıymetini anladık…

BABA             : Öyle söylemeyin, çocuklar. Her yaşın bir güzelliği vardır. Fakat,

çocukluk çok farklı bir şeydir. Bu nedenledir ki; sizler biz büyüklerinher zaman gözbebeğimizsiniz. Ama, sizler de bu değerlere layık

olabilmek için üzerinize düşen vazifeyi yerine getirmek zorundasınız.

NURCAN      : Baba tekrar çocukluğumuza dönebilir miyiz?

BABA             : Tamam, çocuklar gerçek kimliğinize dönebilirsiniz.

ANNE                        : Ben de mutfağa gidip Metin Bey’e bir kahve hazırlayayım.

(Der ve sahneden çıkar.)

BARIŞ           : Metin Bey hiç oyunculuk yaptınız mı?

METİN BEY  : Ben zaten oyuncuyum.

BABA             : Metin Bey iyi bir oyuncudur. Zaten bize bu fikri veren de o.

NURCAN      : Biz de oyuncu olabilir miyiz?

METİN BEY  : Tabii, olabilirsiniz. Ancak, oyuncu olabilmek için bazı şartlar gerekiyor. Hele sizin gibi küçüklerin şartları daha da büyük.

BARIŞ           : Neymiş o şartlar?

METİN BEY  : Biletçi amcanın sorusuna cevap vermiştiniz ya… İşte o cevabı aynen yaşamanız gerekiyor. Yani; yalan söylemeyeceksiniz,sorumluluğunuzu bileceksiniz, çevrenize saygılı davranacaksınız, derslerinizde başarılı olacaksınız ve bu işin eğitimini alacaksınız.

NURCAN      : Peki; bunları yapınca senin gibi oyuncu olabilir miyiz?

METİN BEY  : Tabi ki olabilirsiniz. Ancak önce babanızdan izin almanız gerekiyor.

BARIŞ           : Lütfen, baba evet de…

BABA             : Annenizi ve beni üzmezseniz ‘Evet’ derim!

ÇOCUKLAR : Oley….. oley…. yaşasın!

(Diye çığlıklar atarak müzik eşliğinde dans etmeye başlarlar.)

( PERDE)

Paylaş.

Yanıtla