‘Bu Oyundan Herkes Sarhoş Çıkacak!’

Pinterest LinkedIn Tumblr +

(Betül Memiş’in Tiyatro Gerçek ile yaptığı söyleşiyi yayınlıyoruz.)

■ “Annem Yokken Çok Güleriz = 1 baba + 2 oğul + 3 kadın +…” diye devam eden şu denklemden başlayalım. Oyunu izledikten sonra bu denklemi-mesajı çözebilecek miyiz?
Hakan Gerçek: Mehmet Hoca (Birkiye)’ya sormak lazım aslında. Oyunu bana getiren kendisidir. (Hakan Hoca gülüyor ama ben bir kez daha anlıyorum ki tiyatroyu hatmedenlerde üstatlarına karşı böyle bir saygı mefhumu var.) Edinburg Fringe Festivali’nde ödül alan ve dünyanın birçok yerinde ilgiyle izlenen İrlandalı yazar Enda Walsh’ın yazdığı bir eser. Denkleme gelirsek de; izleyiciler oyunu izledikten sonra kendi perspektifinden çözebilecek diyelim.

Mehmet Birkiye: Oyunda, memleketi İrlanda’yı yüzleşmesi pek kolay olmayan bir geçmişi geride bırakmak adına terk edip, Londra’ya sığınan ve bu geçmişi uzak tutmak için yeni bir geçmiş üreten bir baba ve iki oğlunun hikâyesine tanık oluyoruz. Trajikomik değil; iki farklı üslubu Fars ve trajediyi aynı metin içinde iç içe geçirerek ama karıştırmadan anlatıyor. Bu oyunda Mehmet Ergen’in çevirisi çok önemli bunun altını çizmekte fayda var. Gelelim denkleme yahut mesaj verme durumuna; oyunların ya da edebi metinlerin böyle kaygıları olmaz. Düşünmeye iter sadece ve sonrasında da her seyirci kendine ait bir şey keşfeder. İşte tam da bizim yaptığımız bu. Türkiye’de ne yazık ki oyunları ders kitabı gibi algılıyoruz. “Ben bu oyunu izledikten sonra envanterimde hangi bilgiler olacak” gibi. Öyle değil ama.

■ Oyunun kadrajında bir aile var; Baba ve iki oğlundan oluşan. Ama bu ailenin deşifresiyle bir bakıma toplum ve bireylerin de alt metinlerini okuyor olacağız galiba?
M. Birkiye: İnsanın varoluş sorunu üzerine eğlenceli bir seyirlik bu… Bugün politikacılar ya da dinler, size bir anlatı-hikâye sunuyor, sizler de onlara inanıyor ve güveniyorsunuz. Mesela eski bir fotoğrafa baktığınızda, boşluk gibi hiçbir anlamı yoktur. Bakmaya devam ettiğinizde üstüne bir hikâye kurarsınız. İşte oyundaki kahramanımız olan baba da, iki çocuğuna bir hikâye anlatıyor. Yeni bir hayat kurabilmek, eskiyi yok saymak adına yeni bir geçmiş ve gelecek yaratmaya çalışıyor. Oyunda da karakteri biricik yapan hikâyesi zaten, herkes de olduğu gibi. Düşünün; ya hikâyemiz yoksa ya da hikâyemizi söylemeye cesaretimiz yoksa daha kötüsü hikâyemiz diğer bireylerin ki ile aynı ise, o zaman ne olur? İşte o zaman uydururuz. Kendimize, kendimiz için, kendimizi ve de herkesin bizi seveceği ve tabi ki; üstün, dürüst, tek kahramanın kendimiz olduğu, ilginç, özgün bir hikâye uydururuz. İşte başta sorduğunuz denklem de burada çözülmeye başlıyor sanırım. (Gülüyor.)

■ Oyunun metninde “Daha iyi insan olmak için; daha fazla şiddet. Daha iyi bir aile için; daha daha da fazla şiddet” demişsiniz… Yaşadığımız bu sistemde, yazılı-görsel basında da gördüğümüz ‘şiddet normalleşiyor’a atıf olsa gerek!
M. Birkiye: Shakespeare’in “Hamlet”inden alınmış bir söz bu. Herkesin yaptığı şiddeti örtmek için daha fazla şiddet uyguladığı bir dünya düzeninde yaşıyoruz. Daha iyi insan olabilmek için daha fazla şiddet uyguluyoruz; copluyoruz, dayak atıyoruz ya da susturuyoruz. İyilik adına birbirimizin gözünü oyuyoruz adeta. Ama amacı unutuyoruz. Sonra da hangi iyilik içindi bu diyoruz. Ben de espri olsun istedim ve bu sözden yola çıktım; Daha iyi insan olmak için daha fazla şiddet. Aman Allah bizi iyilikten korusun yani. O noktaya sonunda taşınıyoruz. ‘İyi olmak’ dedikçe bu şiddet giderek artıyor çünkü… Herkes birbirini daha fazla ‘iyi’ ve ‘düzgün’ yapmaya çalışıyor. Medyada görüyoruz işte; namusuma dokundu diye, adam dövüp, öldürüyorlar. Ne için; sözde daha iyisi olmak için.

OYUNDAN HERKES SARHOŞ ÇIKACAK!

■ Gittikçe tahammülsüz bireyler haline geliyoruz; oyunda olduğu gibi, farklı ben’leri istemeyen, onlara yaşam hakkı tanımayan…
M. Birkiye: Evet, herkesi-her şeyi kendimize benzetme derdindeyiz. Bir model var ve ona göre olacak her şey, herkes. Mesela son yaşananlar; bir toplum düşünün ki gençlere hiç tolerans göstermesin. Nadir bulunur herhalde. Görüyoruz işte iki yumurta attılar, olanlar oldu. Oyunda da bu tahammülsüzlük şiddetle gün yüzüne çıkıyor.

■ Bu oyunda, enerjisiyle ortalığı aydınlatan Bülent Şakrak, dingin oyunculuğuyla ruha iyi gelen İlker Ayrık ve üstat Hakan Gerçek’in buluşması nasıl oldu peki? Rollerden de bahsedelim biraz…
H. Gerçek: Mehmet Hoca’nın bir araya getirdiği bir ekip bu. Kenter Tiyatrosu’nda ‘39 Basamak’ta Bülent ile çalışmıştık. İyi bir uyum yakalamıştık, ‘devamı nasıl olur-yeni proje olsun’ diyorduk ki bu iş oldu. İlker’le daha önce aynı sahneyi paylaşmamıştık ama sonuçta ortaya şahane bir enerji çıktı. Konservatuvardan yeni mezun, genç arkadaşımız ve oyunda en fazla şiddeti gören Makbule de oyuna ayrı bir güzellik getirdi. İki aydır provalarda birlikteyiz, iyi bir ekip olduk. İleride anlatabileceğimiz bir hikâye ortaya çıkardığımızı düşünüyoruz. Provalarda gördünüz sence de öyle değil mi?! (Bu arada Makbule de hocalarla aynı sahneyi paylaşmaktan çok mutlu ve şiddet gördüğünü itiraf ediyor.)

Bülent Şakrak: Oyunculuk antrenmanı oldu diyebilirim benim için. Bu anlamda kendime yeni bir anlatım yarattığımı düşünüyorum. İlker’in bir sözü var: Bu oyun ezber bozacak. Tiyatro seven herkesin beğenerek ve eğlenerek izleyeceği bir iş çıkardık. Herkes ‘gelip, izlesin ve eğlensin’ diyorum. (Yerinde duramayan ve çok eğlenceli sohbeti olan Şakrak’a, sahneden sonra provalarda da şahit oluyorum ki; ne diyeyim –oyuna devam üstat-.)

İlker Ayrık: Bülent ve benim rollerim değişim isteyen rollerdi. Yorucu bir performans sergiliyoruz. Bülent’in rolü daha da yorucu; saniyelerle yarışarak rol değiştiriyor çünkü.  Hikâyesi ve konusuyla takibi zor bir oyun ama çok eğlenceli. Oyun içinde bir oyun sahneliyoruz aslında. İyi bir iş ortaya çıkarmaya çalıştık. Biz sonuçtan memnun kaldık, izleyiciler de öyle olacak eminiz.

M. Birkiye: Biz ekip olarak; bu oyundan seyircilerin sarhoş olarak çıkacağını düşünüyoruz. Kısaca oyundan herkes sarhoş çıkacak! Düşünmek baş döndürür çünkü. Bu oyunda herkes kendinden bir şey keşfedecek.

■ Son olarak Tiyatro Gerçek’in bundan sonraki rotasında neler var?
H. Gerçek: “Van Gogh”tan sonra yine portre üzerine bir proje olan “Cemal Süreya” var sırada. Mart ayı gibi sahnelemeyi planlıyoruz. Bu arada Mehmet Hoca’yla yeni bir oyun çalışması içindeyiz. “Bülbülün Sustuğu An” diye tek kişilik bir oyun. Filistin, İsrail meselesi üstüne, barış gücünden yana Hintli bir adamın perspektifinden bir hikâye bu da.  

BU ÜLKENİN RACONU BU…

■ Ustaları bulmuşken tiyatro üstüne bir-iki kelam etmeden olmaz deyip, bu zor şartların ne zaman daha verimli olabileceğini soruyorum… Ortaya tabii ki yine iç açıcı bir hal çıkmıyor ne yazık ki…
H. Gerçek: Özel tiyatroların tahlisiz bir durumu var; bu da yer bulma sorunu. Senin de gördüğün gibi nasıl şartlarda çalışıyoruz. Ne yazık ki Avrupa Yakası’nda mekân bulamıyoruz. Bu kadar emeğe karşın böyle oyunların daha fazla sahnelenmesi gerekiyor. İstanbul gibi bir yerde, merkezde sahne bulmak zor. AKM faciası hâlâ sürüyor mesela. Bu sorunun çözümü sadece sistemde değil, biz tiyatrocuların da el atması gerekiyor artık. Kendi sorunlarına destek ol-a-mayan bir camia, tiyatro.

M. Birkiye: Bugüne kadar kültür başkentlerinde 15-20 tane tiyatro binası yapılmış ya da yenilenmiştir. Biz bir tane bile yapmayı beceremedik. Bu kültür başkenti söyleminin ne işe yaradığını çok merak ediyorum. İkinci sınıf bir takım prodüksiyonların dışında bir iki tane oyun iyiydi, onun haricinde kalıcı ne oldu?! Mesela; Kenter Tiyatrosu için vakti zamanında, bir restorasyon projesi vermiştik, proje de yok oldu gitti. İnanılır gibi değil, uçtu yani. Kayıp ettiler projeyi. Yanlış anlaşılmasın, devlet biz tiyatroculara yardım etsin demiyorum, niyette anlaşılması lazım artık diyorum.

İlker Ayrık: Ben de kültür başkenti projesi gibi çalışmalarda, neden biz oyunculara-tiyatroculara sorulmuyor-danışılmıyor, anlamış değilim. Durumun içinde olan biri, bu projeyi daha iyi yönlendirebilir, fikir verebilir.

M. Birkiye: Bu sorunlar hükümetlerin değil sistemin getirdiği sonuç ne yazık ki. Bizler de uzlaşma yok, bu ülkede kimse uzlaşmak istemiyor ne tuhaf değil mi! Nasıl yaşıyoruz anlamak mümkün değil; ben bakkalı, bakkalın beni sabah öldürmesi lazım yani. Bu ülkenin raconu bu. İlk ekmek sırasında, ben onu, o beni vuracak. O haldeyiz. Bir de tiyatro çok sesliliği barındırır, muhalefete gerek duyar. Ama Türkiye’de bir büyüğümüz söylüyor, diğerleri de kabul ediyor. Ve biz hâlâ diyoruz ki; tek vücut, tek seslilik, beraberlik, millilik vesaire. Neyse bu teklilik anlamış değilim. Mesele uyum içinde kalabiliyor muyuz, yoksa kalamıyor muyuz? Bu ülkede kısaca tiyatro yapmak kolay iş değil, ancak bir şeyin borazancısı olacaksın o zaman bir tiyatro olabilir yani.

H. Gerçek: Olay sadece parada bitmiyor… Bizi idare edenler sanatı sevmiyorlar bence. Onlar popüler tarafını seviyor sanatın; popüler sanatçılarla fotoğraf çektirmeyi, kokteyllerde karşılaşmayı seviyorlar. Hep geriye gittiğimizi düşünüyorum. Ama benim bu aralar en çok ağrıma giden ve kafamdan bir türlü atamadığım; galeri baskınında orada mahalledeki esnafın bir cümlesi oldu. Bizim Türkiye’deki hayatımız üzerine ne anlaşıldığını ve ne anlaşılmadığını çok net özetliyor; “Gitsinler sanatlarını başka yerlerde yapsınlar, burada aileler var.” Bu cümle her şeyi açıklıyor sanırım.

Ben de bu cümlenin üstüne bir hikâye daha düşmek istemiyorum ama söyleşi sonunda, dönüş yolunda Mehmet Hoca ile karar veriyoruz ki; (yani en azından ‘toplayınca ortaya çıkan fotoğraf bu’  diyelim) bu memleketin fanilerinin birçoğu ‘Stockholm Sendromu’ içinde yaşıyor. Sizce de öyle değil mi?! (Geçtiğimiz hafta seyircisine merhaba diyen oyunun programı için: 212 252 89 91 www.tiyatrogercek.com)

Habertürk

Paylaş.

Yorumlar kapatıldı.