Abramoviç Türkiye’ye Geliyor

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Marina Abramoviç performans sanatının tartışmasız en cüretkar temsilcisi. New York’taki evinde Vogue Türkiye’ye konuşan sanatçı, kasım ayında Galerist’te açılacak sergisi için İstanbul’a geleceğini müjdeledi.

Geçen senenin sonlarına doğru peşine düştüğüm Marina, bir gece mail kutuma düşen olumlu cevabıyla beni çok heyecanlı ve mutlu bir serüvenin içine çekti. Bu özel buluşma, sanatçının, New York City Soho’daki minimal döşenmiş şık loftunda gerçekleşti. Kendi sınırlarını en şiddetli ve korkusuz şekilde zorlayan, hem kendisinin hem de izleyicinin limitlerini araştırma ve bulma imkanı yaratan, insanı kendi ruhuyla yüzleştirebilen ender sanatçılardan biri Marina Abramoviç.

30 Kasım 1946 yılında eski Yugoslavya’da doğdu. Politik kariyer yapan bir anne ve komünist parti üyesi bir babanın kızı olarak, çocukluğunu 6 yaşına kadar anneannesiyle geçirdi. Şimdi dönüp baktığında, bu yılları anneannesiyle yaşamış olmaktan dolayı mutlu olduğunu, çocukluğuna dair en güzel zamanları onunla yaşadığını söylüyor. En çok mutfakta zaman geçirildiğini anlatıyor keyifle. 500 yıl Osmanlı himayesinde yaşayan bölgede, Türk mutfağından pek çok lezzet var haliyle. Yemeklerin adını tek tek sayarak anlatıyor, Türk kahvesi içmenin ritüellerinden bahsediyor. Ona götürdüğüm lokumlar ve kahve bu yüzden çok hoşuna gitti.

Çocukluğunda pek çok fobisi var. Mesela karanlıktan, bir yerinin kanamasından korkuyor. Yüzmekse ona imkansız gibi görünüyor. Ama sanatçı olarak, performansları esnasında hiçbir şeyden, hatta ölümden bile korkmayan biri olarak çıkıyor karşımıza. Bazen altı saat boyunca kendini izleyiciye savunmasız şekilde teslim ediyor. Örnek mi istiyorsunuz. ‘Ritim 0’ adını verdiği performansına bir bakın: Masada 72 adet obje var. İzleyiciler bu aletlerle istedikleri her şeyi yapmakta serbestler. Objelerin yarısı zevk, diğer yarısı da acı vermeye, hatta öldürmeye yönelik. Aralarında silah, mermi, jilet, çeşitli boyutlarda bıçaklar, makas ve kamçı var. Kimi makasla Marina’nın kıyafetini kesiyor, kimi etine babasının yaka rozetinin iğnesini sokuyor, kimi de jiletle boynunu kesip kanını yaladıktan sonra yara bandıyla kesiği kapatıyor! Durun, en fenası bu değil üstelik, bir izleyici silaha mermiyi koyup 20 dakika boyunca Abramoviç’in başına dayalı tutuyor! Performansın altı saatlik süresi dolduğunda Marina baygın düşüyor. Bu olay onu o kadar etkiliyor ki, otele geldiğinde aynada kendine bakıp saçlarının bir kısmının tamamen beyazladığını görüyor.

Sanatçı olarak fiziksel ve ruhsal acıya bir şekilde direnç gösterebilen Marina Abramoviç’in, bir kadın olarak özel hayatında yaşadığı duygusal acıların üstesinden nasıl gelebildiğini soruyorum: “İşlerim, sanatım söz konusu olduğunda fiziksel ve duygusal anlamda son derece dayanıklı ve kontrol sahibiyim. Ancak bu ne yazık ki özel hayatımda böyle değil. Son derece duygusalım, çoğunlukla acı çekiyorum ve bu acıyla nasıl baş edilir hâlâ bilemiyorum. İlişkiler uzlaşmayı gerektiriyor, benim sanatım ve sanatçı kişiliğim o kadar ön planda ki, bu çoğunlukla engel oluyor. Ben de yalnız kalıp acılarımla baş etmeye çalışıyorum.”

700 saatlik sessiz opera
Geçen sene MoMa’da performans tarihi Marina Abramovic retrospektifi ile yeniden yazıldı. Küratörlüğünü Klaus Biesenbach’ın yaptığı ‘The Artist is Present’ isimli sergi üç ay sürdü ve Abramoviç 700 saatten fazla sessiz ve hareketsiz şekilde izleyicisinin karşısında oturarak, performans sanatı tarihinde bir dayanıklılık rekoru daha kırdı. Bu muhteşem üç aylık serginin ardından adeta bir moda ve sanat ikonu gibi pek çok dergide karşımıza çıktı. Sanatla modanın sıkı fıkı olmasından da memnun görünüyor: “Eskiden sanatla moda bu kadar yakın değildi. Özellikle performans sanatçıları ya kirli beyaz ya da siyah giyerlerdi. Oysa güzel moda ürünü tıpkı güzel bir sanat eseri gibi. İnsanın ruhunu besliyor. Bu nedenle bu moda-sanat beraberliği benim hoşuma gidiyor ve kendimi bu kıyafetlerin içinde ya da çekim esnasında iyi hissediyorum.”

Bu yıl kasım ayında Türkiye’ye geleceğinin de müjdesini alıyorum son olarak ondan. 9. İstanbul Bienali’ni izlediği dönemi hatırlıyor, “Kendimi Türkiye’de evimde gibi hissettim” diyor. Bir daha gelmek konusunda heyecanlı ve istekli olduğunu söylüyor. Bu seferki geliş nedeni Galerist’de açılacak olan sergisi. Muhtemelen fotoğraf ağırlıklı bir sergi olacak. Biz de onu merakla ve heyecanla bekliyoruz.

Radikal

Paylaş.

Yorumlar kapatıldı.