Yaratıcı Drama Köprüsü Sempozyumu’na Dair

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Ragibe Yeşil/Boğaziçi Üniversitesi Okul Öncesi Öğretmenliği 3.Sınıf Öğrencisi

YARATICI DRAMA KÖPRÜSÜ SEMPOZYUMU’NA GENEL BİR BAKIŞ

Boğaziçi Üniversitesi Okul Öncesi Öğretmenliği 3. sınıfta okuyan bir öğrenci olarak, Terakki Vakfı Okulları’nın 26 Şubat 2011 tarihinde gerçekleştirdiği “Yaratıcı Drama Köprüsü” Sempozyumuna katılma şansı buldum. Sempozyum, Terakki Vakfı Okullarının 130+ projesi kapsamında gerçekleştirildi. Yani amaçları, kendi deyişleriyle, Terakki’nin 130. yılından sonra ileriye doğru olan yolculuğunda bilim, kültür ve sanat alanlarını eğitim çerçevesi içinde yaratıcı drama ve eğitim için tiyatro uygulamalarını diğer okullardaki öğretmenlerle, öğretmen adaylarıyla paylaşmak ve bu paylaşımla yaratıcı drama alanına katkıda bulunmaktı. Sempozyum, bana kalırsa oldukça iyi plânlanmış olup, katılımcılara pek çok açıdan fayda sağlayan bir program oldu. Sempozyumun başlangıcında Zehra Kasap Erkan, Prof. Dr. Füsun Akarsu ve Hafize Güner açılış konuşmalarını yaptılar. Prof. Dr. Füsun Akarsu konuşmasında drama ve öğrenme ilişkisini “deneyim” tanımında açıkladı: “Deneyim, bireyin çevresiyle etkisinden bireye kalan tortudur” dedi ve güzel bir örnek verdi: “Hepimiz hayatımız boyunca günümüzün belirli kısımlarını yemek aktivitesine ayırırız. Yemek bizim için önemlidir ve bu konuya itina gösteririz. Ne yiyeceğimizi düşünürüz, seçeriz ya da hazırlarız. Fakat ben size geçen Çarşamba günü ne yediğinizi sorsam hatırlamayabilirsiniz, bu çok doğaldır çünkü yemek yeme her gün en az iki üç defa yapılan bir eylemdir. Fakat size hayatınızdaki hatırladığınız önemli yemek anlarını söyleyin desem, bana ortalama yirmi tane yemek deneyimi sayabilirsiniz. Bu yemekler sizin için önemlidir çünkü. Ya çok sevdiğiniz insanlarla yemişsinizdir, ya çok önem verdiğiniz bir olay gerçekleşmiştir o yemeklerde. İşte bu hatırladığınız ve önemli olan yemek anları sizin için deneyimlenmiştir ve sonuç olarak öğrenilmiştir.” Füsun Akarsu,  eğitimde ezbere dayanan bazı yöntemlerin sonucunun unutulmak olduğuna, fakat drama gibi deneyim yoluyla kazandırılmaya çalışılan konuların akılda kalıcı olacağına değindi. Ve konuşmasını John Dewey’in “Bütün öğrenmeler bir deneyim gerektirir” sözüyle bağladı. Gerçekten de öğrenim hayatımıza baktığımız zaman, bazı bilgilerin ezber yoluyla öğrenildiğini görmüşüzdür. Fakat bu yolla edinilen bilgilerin aklımızdan uçup gitmesi kaçınılmazdır. Oysa drama yoluyla uygulayarak öğrenseydik, bilgilerin aklımızda daha iyi kalacağından hiç şüphe yoktur. Neyse ki ülkemizde eğitimde dramanın önemi gün geçtikçe artıyor ve çocuklarımız bu yolla daha iyi öğrenecekler.

Açılış konuşmalarının ardından sunum programına geçildi. Sunum için beş farklı seçenek bulunmaktaydı. Bunlar;

Sunum 1: İyi ki varsın Tilki Toni / Hafize Güner,

Sunum 2: Demokratikleşme Serüvenine İki Örnek / Filiz Sicim, Selda Filikçioğlu,

Sunum 3: Hayvan Hakları Eğitiminde Bir Adım; “Sokaktaki Dostlarımız”/İrem Ayşe Doğancı,

Sunum 4: Bilim Tarihi Üzerine Bir Tiyatro Örneği: “Çünkü Bilim Yılmamaktı”/ Hülya Yeşilyurt

Sunum 5: Gönül Kuşum Duygularını Anlatıyor / Burçak Karaboğa Güney idi.

Ben, Burçak Karaboğa Güney’in hazırlamış olduğu “Gönül Kuşum Duygularını Anlatıyor” adlı sunuma katıldım. Bu sunumda Burçak Karaboğa Güney, bizlere ilk başta hayalî bir varlık olan gönül kuşunun çocukların gelişiminde çeşitli faydalar sağlayabileceğini gösterdi. Burçak Hanım’ın “Gönül Kuşu” çalışması çocukların sosyal, duygusal, fiziksel ve psikolojik gelişimleriyle öğrenmelerine katkıda bulunmaktadır. Gönül Kuşu ile ilgili kısa örnekler vermek gerekirse öğretmen bir parmak kuklası ya da kâğıttan yapılmış bir kuş ile derse girer ve gönül kuşunun sözleriyle çocuklara şaşırtmacalı bir oyun oynatır. Örneğin “gönül kuşu der ki elini burnuna koy” derken öğretmen elini kulağına koyar ve çocukları şaşırtmaya çalışır. Böylece çocuklar gönül kuşu ile derse eğlenceli bir ısınma aktivitesiyle başlamış olurlar. Bu, çocukların dikkatini toparlamasını sağlayan bir aktivitedir. Bunun yanı sıra, Gönül Kuşuyla Hayal Kuralım adlı aktiviteyle öğretmen, çocukların her birine dağıttığı kâğıtlara duygularını resmetmelerini ister. Daha sonra çocukların çizmiş olduğu duygu kutularından biri seçilir. Çizilen kutunun sahibi lider olur ve sınıftakilerden bu çizdiği duygunun ne olduğunu tahmin etmelerini ister. Sonra lider çocuğun isteğiyle arkadaşları arasından “annem sen ol/ babam sen ol” gibi rol seçimi ve hikâye canlandırması yapılır. Bu aktiviteyle çocuklara duygularının farkına varma, empati kurma, rol oynama, doğaçlama, rolleri paylaşma, rol dağıtma, hayal gücü, dramatizasyon becerilerinin geliştirilmesi sağlanmış olur.

Sunumlardan sonra sıra Atölye çalışmalarına geldi. Burçak Karaboğa Güney’in “Yaratıcı Drama’ya Merhaba” adlı atölye çalışmasına katıldım. 28-30 katılımcı olarak genellikle İstanbul ve birkaç tane de İstanbul çevresinden olmak üzere çoğunluğu öğretmen ve bir kısmı öğrenci olan güzel bir katılımcı kitlesiydik. Burçak Karaboğa Güney, “Yaratıcı Drama’ya Merhaba” adlı atölyesinde bizlerle oyunlarını ve çalışmalarını paylaştı. Bunları şöyle sıralayabilirim:

-Tanışma/kaynaşma etkinliği: Daire içerisindekiler sırasıyla isimlerini bir beden hareketiyle söylediler. Diğerleri ise aynı ismi aynı hareketle tekrar etti.

-Daha sonra aynı tanışma oyununu bir de baş harflerimizle başlayan bir eşyayı (o eşyayı tanımlayan bir hareketle) yaptık. Örneğin Ayşe :“benim adım Ayşe, size bir ayva getirdim” derken Ayşe, ayvayı kopartıp yer gibi yaptı.

-Burçak Hanım bu oyunu adımızın baş harfleriyle başlayan bir sıfat ile de yapabileceğimiz söyledi. Örneğin “Akıllı Ayşe” , “Fıstık Füsun” gibi…

-Bir başka tanışma ve ısınma oyunu daha oynadık. Bu oyunda da müzik açıldı ve hepimiz göz teması kurarak sınıfın içinde birbirimize doğru yürümeye başladık. Müzik durduğu anda karşımızda kim varsa onunla birbirimize adımızı söyleyip el sıkışarak tanıştık.

-Aynı hareketleri bir de kendimizle ilgili daha çok bilgi vermek açısından karmaşıklaştırarak yaptık. Bu da şöyle oldu: Müzik sürerken bizler göz kontağıyla kalabalıkta dolaşırken müzik durduğunda üç parmağımıza  (başparmak, işaret parmak ve orta parmak) farklı özelliklerimizi yükledik. Örneğin başparmaklarımızı karşımızdaki arkadaşımızın başparmağına değdirirken adımızı, işaret parmaklarımızı değdirirken mesleğimizi, orta parmaklarımızı değdirirken burcumuzu söyledik.

-Tanışma aktivitelerinden sonra “Ada ve Köpekbalıkları” diye bir oyun oynadık. Bu oyunda yere iplerle 5-6 tane daire çizilmişti. Müzikle birlikte bir kişi köpekbalığı oldu ve bizler de ondan kaçmaya çalıştık. Müzik durduğu anda köpekbalığına yakalanmamak için o ipten dairelerin birine girip kendimizi kurtarmamız gerekiyordu. Oyun zorlaşsın ve heyecanlı hale gelsin diye kimi zaman “adalardan birkaçı battı” dedi Burçak Hanım. O zaman bizler çok kişi olarak az sayıda adaya sığmaya çalıştık. Bu aktivitenin tanışma aktivitesinden sonra yapılmış olması oldukça iyi bir seçimdi. Çünkü birbirileriyle göz teması kurmayan, isimlerini bilmeyenlerin böyle bir oyunu oynamaları zor olabilirdi.

-Daha sonra çift olarak bir resim çalışması yaptık. Bu çalışmada birbirlerini tanımayan kişilerin eş olması istendi. Bu eşler kâğıtlarına diledikleri resimleri çizdiler. Oyunun amacı A ve B kişilerinin (çiftlerden her biri) birbirlerine kendi yaptıkları resimleri anlatarak çizdirmeye çalışmaktı. Kural olarak ise bu anlatımı yalnızca geometrik şekillerin adları yardımıyla anlatmaktı. Bu oyunun amacı oyunun matematikteki bir kullanımını göstermekti ve geometrik şekillerin öğretilmesinde oynanabilecek güzel bir oyundu. Eşimize kendi çizdiğimiz resmi anlatırken “kâğıdın soluna bir daire çiz, ortasından bir kare geçir” gibi cümleler kullandık. Oldukça keyifli bir aktiviteydi. Yalnızca matematik öğrenimi değil, birbirini anlama, kendini ifade etme gibi konularda kendimizi tanımamıza yardımcı olan bir çalışma oldu. Bu çalışmayı yaparken Goethe’nin “İnsan kendini yalnızca insanda tanır” sözünün gerçekleştiğini gördüm. Gerçekten de kendimizi tanımamız için kendi hareketlerimizi ve onun yansımalarını karşımızdaki insanda bir ayna gibi görebiliriz. Bu açıdan bu çalışmanın oldukça faydalı olduğunu düşünüyorum.

-Son olarak doğaçlama çalışması için de 4-5 kişilik gruplar oluşturuldu ve her gruba bir konu verildi. Konular, katılımcıların çoğunlukla öğretmen ve öğretmen adayı olması sebebiyle, eğitimle ilgiliydi. “Eğitimde iletişim problemleri”, “okulda kıskançlık” gibi konular doğaçlama yöntemiyle diğer gruplar önünde canlandırıldı.

Atölye çalışmamız bittiğinde, Burçak Hanım’ın liderliğinde ayrılmadan önce düşüncelerimizi ve fikirlerimizi birbirimize söylediğimiz bir uygulama yapıldı. Bunu yaparken Burçak Hanım bir adet yüzüğü elden ele geçirerek fikirlerimizi söylememizi istedi. Fikrini ve düşüncelerini söyleyen, bu yüzüğü elinde tutuyor ve söyledikleri bittiğinde yanındaki arkadaşıyla göz kontağı kurarak yüzüğü ona veriyordu. Herkes elinde bu yüzüğü tutarak fikirlerini söyledi. Herkes fikrini söyledikten sonra yüzük tekrar Burçak Hanım’ın eline gelince, o hepimize teşekkür etti ve son olarak yüzükte ne figürü olduğunu sordu. Genellikle konuşmacılar kendi fikirlerini söylerken yüzüğü ellerine alsalar, ona baksalar bile yüzükteki figürü göremeyebilirler dedi. Bizim grupta yüzükteki sembolü görenler olmuştu. Yüzükte bir baykuş figürü vardı ve o da bilgeliği ifade ediyordu.

Burçak Karaboğa Güney’in “Yaratıcı Drama’ya Merhaba” atölyesi benim için oldukça faydalı oldu. Eğitimde yaratıcılığın kullanılması, öğrencilerin her alanda geliştirilmesi ve eğitimin eğlenceli ve deneyim dolu gerçekleşmesi için yol gösterici bir sempozyumdu. Umarım ileride bu gibi sempozyumların sağladığı bilgi paylaşımı ve yeni tekniklerle öğretmenler ve biz öğretmen adayları olarak geleceğimiz olan çocuklarımızın eğitimine birçok katkıda bulunuruz.

Ragibe Yeşil


28 Şubat 2011-Pazartesi

Paylaş.

Yanıtla