Sınır / Muzaffer İzgü / Nihat Nadi Ülger

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Mehmet K. Özel

Tayfun Pirselimoğlu’nun askerler ve köpeklerden (kurtlar ve tilkiler de olabilir) oluşan illüstrasyonu sahneyi bütünüyle kaplıyor; zemini ve arka planı. Askerler ile köpeklerin birbirine karıştığı, hangisinin başlayıp hangisinin bittiğinin anlaşılmadığı, başı sonu belirsiz, tekrarlarla sonsuzlaştırılmış illüstrasyon sahneyle ilk karşılaşmada etkileyici bir atmosfer yaratıyor; oyun daha ilk bakışta etkisi altına alıyor seyirciyi; hipnotize ediyor.

Muzaffer İzgü’nün “sınır” adlı oyunu belli bir coğrafyaya ve tanımlı iki ülkeye referans vermeyen; hayali karakter ve ülke isimleri kullandığı ve bu sayede dünya üzerinde herhangi bir sınırda ve herhangi iki düşman ülke arasında gerçekleşebilecek evrensellikte bir metne sahip.

Halklarına birbirlerini düşman belletmiş herhangi iki ülke arasındaki bir sınırda geçiyor oyun. İki taraftan birer asker: Nevinyalı Mati ile Sevinyalı Yuan belli ki sınır boyunda geçirdikleri zaman içerisinde “canciğer dost” olmuşlar; birinin ailesinin yolladığı sucukla diğerinin ailesinin yolladığı şarabı tam sınır çizgisinde oturup beraber tüketiyorlar; birbirlerine eşlerinden, çocuklarından, askerlikleri bittikten sonra birbirlerini ziyaret etmekten bahsediyorlar, en güzel aşk mektubunu yazma yarışı yapıyorlar. Öyle anlar geliyor ki, sınır çizgisini ihlal de ediyorlar; “diğer tarafa” geçiyorlar; bazen bilinçli olarak bazense fark etmeden.

Sınır belli ki onlara sorulmadan bir gecede ortaya çıkıvermiş; her biri diğerini düşman ilan etmiş: Birileri tarafından düşman aranmış, bulunmuş ve yaratılmış.

Sınır kulübelerinde resimleri (Tayfun Pirselimoğlu’nun muhteşem desenleri) asılı asık suratlı komutanların suçu yok bunda; onlar da, daha üst mercilerin emir kulu.

Esas marifet emri verenlere, politikacılara ait. Hiç yoktan korku unsuru yaratmak; bununla beslenmek, palazlanmak.

Siren sesleri, hoparlörlerden baskıcı tonda verilen siyasi demeçler, kritik anlarda çığıran telefon sesleri… hoparlörlerin ve telefonların kırmızı renkte oluşu, politikacılar tarafından “suni olarak yaratılmış gerilim-korku” atmosferinin altını ustaca çiziyor.

Sahne tasarımında genel olarak ise; oyun mekanı tel örgüyle ortadan ikiye ayrılmış; simetrik, birbirinin aynasına dönüştürülmüş iki taraf yaratılmış. Aksesuarlarda da ayna fikri, tersyüz etme hali kullanılmış; örneği bayraklar ve kostümlerde. Bu sayede; iki tarafın ying ve yang gibi birbirinin karşıtı gibi gözükmesine rağmen, aslında birbirini tamamladığı ve birbirinden çok da farklı olmadığı vurgulanıyor. Özenli sahne ve kostüm tasarımı Natali Yeres’e ait.

Kartal Sanat Tiyatrosu yapımı oyunun yönetmeni ise Nihat Nadi Ülger.

Özellikle sözsüz prolog ve epilog sahneleri oldukça etkileyici: Karanlıkta fener ışıklarıyla etraflarını, etraflarında gerçekleşen şeyleri anlamaya, aydınlatmaya, ayırtına varmaya, karanlıkta yollarını, yönlerini bulmaya çalışan iki kişi; birbirlerinin düşmanı haline getirilmiş olsalar da aslında özde aynı olan iki kişi.

Her şeyiyle bu kadar simetrik sahnelenen oyunun metni ise aynı simetriyi içermiyor kanımca. Ruhi Sarı’nın canlandırdığı Yuan’ın ağırlığı daha fazla; seyirci onun derdine, beklentisine, stresine ve sona doğru da aksiyonuna daha fazla dahil/ortak edilmiş; onun yapacağı seçim, atacağı adım seyirci tarafından daha fazla önemseniyor.

Berke Üzrek’in canlandırdığı Mati’ye ise daha az söz düşüyor: Hayata bakışıyla daha oturmuş bir karakter olarak çizilmiş, oynanıyor; daha çok yardımcı rolde ve kurban konumunda.

Ruhi Sarı ile Berke Üzrek yaklaşık 80 dakikalık oyunu tempoyu düşürmeden, dikkati dağıtmadan ve heyecanı kaybettirmeden sona kadar getiriyorlar. Paslaşmaları, dengeleri yerli yerinde.

Kara mizah tanımlı “sınır”, bir iki yerde kahkaha derecesinde güldürüyor güldürmesine ama esas acı acı düşündürüyor. Hele de; dört bir tarafımız tarihlerimizden yemeklerimize, duygularımızı dışa vurma şekillerimizden müziklerimize çok benzer olduğumuz ama bize düşman belletilmiş komşularımızla çevrili yaşadığımız bu coğrafyada!

Danzon2008.blogspot.com

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Mehmet K. Özel

Yanıtla