‘Konservatuvarda Bir Konservenin İçindeydik’

Pinterest LinkedIn Tumblr +

(Küçük Günahlar filminin başrol oyuncusu Esra Ruşan’la yapılan, Habertürk’te yer alan söyleşiyi yayınlıyoruz.) Cuma günü vizyona giren ‘Küçük Günahlar’da başrol oynayan Esra Ruşan’la oyunculuk serüvenini konuştuk

Daha çok belgesel çalışmalarıyla tanıdığımız ve aynı zamanda bir sinema yazarı olan Rıza Kıraç’ın ilk uzun metrajlı filmi ‘Küçük Günahlar’ vizyona girdi.

İsmet, Şilan ve Melik karakterleri üzerinden 12 Eylül’ün birey üzerinde bıraktığı etkilere ve günümüz Türk-Kürt çatışmasına eğilen ‘Küçük Günahlar’, filmde Kürt kızı Şilan’ı canlandıran Esra Ruşan’ın ikinci sinema filmi.

Daha önce Türkiye’nin ilk zombi filmi ‘Ada: Zombilerin Düğünü’nde başrol oynayan Ruşan, oyunculuk aşkıyla öğretmenlik eğitimini yarıda bırakıp Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarı’na girmiş. Hobi olarak başladığı tiyatrodan kopamayan Ruşan, Bakırköy Belediye Tiyatroları’nda rol aldığı iki oyunla dikkatleri üzerine çekiyor.

‘Küçük Günahlar’da başrolü usta oyuncu Macit Koper ve günümüzün başarılı genç oyuncularından Berke Üzrek’le paylaşan Ruşan ile filmi ve oyunculuk serüveni konuşmak için bir araya geldik.

“Küçük Günahlar” ikinci sinema filminiz. Oynadığınız karakterden bahseder misiniz biraz?

Şilan adlı bir Kürt kızını canlandırıyorum filmde. Bu kız siyasi bir gazetede çalışıyor ve başı sürekli polisle dertte, içeri girip çıkıyor. İsmet adında kendinden yaşça büyük bir sevgilisi var. İsmet de eski tüfeklerden bir solcu. Darbeden sonra inzivaya çekilmiş. Önce reklamcılığa yönelmiş, bir süre sonra da reklamcılığı bırakıp şiir yazmaya başlamış. Artık münzevi bir hayat yaşıyor. Aynı evde yaşıyorlar.

Rıza Kıraç’ın yazıp yönettiği filmin Türk-Kürt çatışmasını incelemesi, rolü kabul etmeniz konusunda etkili oldu mu?

Rol beni o kadar cezbetti ki senaryoyu okudukça heyecanım ve merakım arttı. Bizler X kuşağına dahil, apolitik gençler olduğumuz için burada oynayacağım karakter benim etrafımda gördüğüm karakterlerden çok farklıydı. Bu karakteri bulmak, içine girmek çok güzeldi. Ben zaten Karslıyım, Kürt akrabalarım var. Oturup da özel bir çalışma yapmadım bunun için. Bu Türk-Kürt çatışmasının özellikle son zamanlarda bir şeylere alet edildiğini düşünüyorum, bir çıkar ilişkisine döndü durum. Tabii ki ortada ciddi sorunlar var. Biz İstanbul’da korunaklı bölgelerdeyiz, televizyondan birkaç saat görebiliyoruz oraları. Ne kadar anlıyorum desem de oturduğumuz yerden yaşananları bilemeyiz. Sorunların demokratik düzlemde, savaşmadan halledebileceğini düşünüyorum. Yeter ki çomak sokulmasın!

Öğretmenlik okurken birden bırakıp konservatuvara giriyorsunuz. Peki işin içine girdiğinizde hayal kırıklığı yaşadınız mı?

Tabii ki her mesleğin olduğu gibi oyunculuğun da deformasyona uğramış yanları var. Konservatuvarda bir konservenin içindeyiz. (Gülüyor) Dışarıdaki hayatı hiç bilmiyoruz. Sabah gidiyorsun okula, gece saat 10’da çıkıyorsun. Dersler bitiyor, ardından provaların oluyor. Böyle bir tempo yani. Okuldan mezun olduğunda çok büyük ideallerin oluyor ama bir çıkıyorsun ki öyle bir dünya yok! Özel tiyatrolara bakıyorsun, onların kendi grupları var. “Tamam” diyorsun, dizi de yapacaksın, başka çare yok. Ondan sonra ajanslar, yapım şirketleri seçmeler… Öyle bir çalışma sistemi hayal etmemişsin tabii. Bunların hepsine göğüs germek çok zor. Bazen gerçekten kapılar hep suratına kapanıyor, kötü hissediyorsun ve kendinden şüphe ediyorsun.

Kapanan kapılardan sonra “Keşke okulu bırakmayıp öğretmen olsaydım” dediğiniz oldu mu?

Oldu tabii. Bazen “Acaba şu aflardan faydalanıp bir altın bilezik taksam mı koluma” dediğim oluyor. Kendini çok zorlamamak, hırs haline getirmemek lazım. Oyunculuk olmazsa öğretmenlik yaparım. Onu da yapamazsam başka bir şey yaparım.


‘İLK TERCİHİM TİYATRO OLUR’

“Ada: Zombilerin Düğünü”. Sizin ilk sinema tecrübeniz, yönetmenlerin ilk filmi ve Türkiye’de türünün ilk örneği. Korkutmadı mı bu sizi?

Talip (Ertürk) ve Murat’a (Emir Eren) hayır diyemezdim. İkisi de çok yakın arkadaşlarım ve onların mizah duygularına çok güveniyorum. Bir araya geldiğimizde de ağzım açık onları dinliyorum ve çok eğleniyorum. Film çok büyük bir gişe başarısı elde etmese de izleyenler arasında ciddi bir fanatiklik durumu yarattı. Çok sahiplendiler, replikleri falan ezberlediler. Hiç tereddüt etmedim rolü kabul ederken. O işi yaptığımda, ileride izlediğimde çok mutlu olacağımı biliyordum. Çok eğlendik o sette. Deseler ki bir daha oynar mısın, kesinlikle oynarım. Zaten ikincisi çekilsin diye bekleyen bir grup da var. O filmde yer almak isteyen çok insan da vardır.

Tiyatro çalışmalarınız da devam ediyor bir yandan.

Evet, iki oyunda yer aldım bu sezon. Bir tanesi Bakırköy Belediye Tiyatroları’nda Turgay Kantürk’ün yönettiği Kafka’nın “Dava”sı, diğeri de “Medeni Hali Kadın”. İlk kez Bakırköy Belediye Tiyatroları’nda bir yazım atölyesi kuruldu. Sekiz tane oyuncu bir salona girdik, bir tema belirledik ve dört ay boyunca doğaçlamalar yaptık. Bu doğaçlamaların sonunda da bir metin oluştu, Gülce Uğurlu yazdı. Kadınlığın en gündelik, en yalın hallerini sahne üzerinde canlandırmaya çalışıyoruz. Çok güzel, eğlenceli bir oyun oldu.

Sinema, tiyatro, televizyon… Üçünü de denemiş bir oyuncu olarak hangisini tercih edersiniz?

Sinemada, beyazperdede kendini izlemek, kendini bir yönetmenin kontrolüne bırakmak çok başka. Dizide de her hafta kendini görmek, geri dönüşleri hemen almak çok güzel. Ama bedenim ve ruhum izin verdiği sürece tiyatro yapmak isterim, ilk tercihim de o olur.

HaberTürk

Paylaş.

Yorumlar kapatıldı.