‘Ne Kadar Çok Alkış O Kadar Başarı’

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Melike Birgölge (Hürriyet)-O, tiyatronun kilometre taşlarından… Oyuncu, yönetmen… Yıllardır yaptığı çevirilerle tiyatromuzu güncelleştirirken, yazdığı müzikallerle, yönettiği oyunlarla hayatın tılsımlarına dokunan… Tiyatro, oyunlar, yönetmenlik, müzikaller ve hayat… Ve sahnede Haldun Dormen!

Sözleştiğimiz saatte evine varıp, beni beklediği çalışma odasına girdiğimde, kitaplığın üst raflarının birinden kitap almaya çalışıyordu. ‘Aman Hoca’m durun, ben alayım. Yine yatağa mahkûm olmayın’ dedim. Gülümseyerek ‘Değil mi, aman aman…’ dedi. Geçen sene raftan kitap alırken düşüp kaburgasını kırarak yatağa mahkûm olduğundan…

Bu espriyle başlayan sohbetimiz samimiyetle… Bir ara röportaj yaptığımızı unutup sohbete dalmışız. E, biri oyuncu – yönetmen diğeri de izleyici, iki ‘Tiyatro delisi’ bir araya gelirse n’olur? Tabii ki tiyatro ve oyunlar konuşulur. Röportaj bittiğinde sohbet kaldığı yerden samimiyetle devam etti tabii.  Sohbetimiz sırasında fark ettim ki, onu en iyi tanımlayan kelime: ‘Paylaşmak! Sevgisini, bilgisini…’ Kendisine bunu söylediğimde durdu ‘Evet, beni şimdiye kadar tanımlayan en doğru kelime bu!’ diyerek…

Tiyatro, oyunlar, yönetmenlik, müzikaller ve hayat… Ve sahnede Haldun Dormen!

Kibarlık Budalası üç sezondur oynuyor. ‘Pazar Günkü Cinayet’ oyununda kılıbık birini canlandırıyorsunuz. Neydi bu oyunda sizi çeken, ‘Bu rolü oynamalıyım’ dedirten?

Pazar Günkü Cinayet’teki kılıbık rolünü çok sevdim. Farklı geldi bana ve sevdim karakteri. Oyunda yıllarca karısının lafından çıkmamış ama daha sonra şahlanan bir kocayı canlandırıyorum. Oyunun metni de çok değişik geldi. İpek (Kadılar) ve Hakan (Altıner) beni tanıyıp, ne istediğimi bildikleri için bu teklifle geldiklerinde konuştuk ve kabul ettim. Çok keyifle oynadım ‘Pazar Günkü Cinayet’ ve ‘Kibarlık Budalası oyunlarını. İki rol de birbirinden farklı karakterler olduğundan keyifli bir süreç yaşıyoruz.

OYUNCULUĞUN EN ÖNEMLİ KAYNAĞI MERAK VE BAKMAKTIR!

/_np/3968/13353968.jpgBirçok karakteri canlandırdınız. ‘Pazar Günkü Cinayet’te kılıbık birini canlandırıyorsunuz. Evet oyunculuk bu ama insan, kendinde olmayan bir özelliği rol olarak üzerine giyme sürecinde neler yaşıyor?

Oyunculuğun en önemli kaynağı merak ve bakmaktır. Yani bakarken bakmaktan öte görmek… Merak etmek, incelemek eşittir hayatı okumak, hayatı gözlemlemek… Farkında olmadan inceliyorsunuz, gözlemliyorsunuz her şeyi. Yani bu adam bunu böyle yapar, bir sarhoş böyle konuşur diyorsun kendi kendine. Mesela birisinin acısına dokunmak… Kendini onun yerine koyup bu adam bunu yaşadığında böyle davranırdı diyebilmek. Bir köpek ölür mesela üzülürsünüz. O olayın acısına değersiniz. Teknik konular farklı tabi. Bakmak ve teşhis etmek işin özünü oluşturuyor.

‘Tiyatro hayatın aynasıdır’ derler ya… Hayatı yansıtan aynadan çok tiyatro hayatın kendisidir aslında. Çünkü insanların duygularına dokunabilmek…

Hayatın aynası ve ta kendisi tabi ki. İzleyenlere; yaşadıklarımızı, hayatı aksettiriyoruz. Her gün yeni bir şeyler yaşıyoruz. Kendi yaşamlarımız dahil olmak üzere, başkalarının yaşadıklarını da deneyimlerimizi önümüze katarak sahneye yansıtmaya çalışıyoruz.

İnsanların hayatına dokunmanın yanı sıra onları ağlatmak, güldürmek… Hangisi daha zor?

Güldürmek daha zor. Drama oynamak daha dikkati ciddiyete yoğunlaştırır. Shakespeare’i

ele alalım. Dramatik metinler daima daha dikkat çeker o anlamda. Komedi metinlerinin ve oyuncularının işi daha zordur. Metindeki çatının ve mantığın çok iyi kurulması gerekir.

Seyircinin dikkatini ayakta tutmak için komedi mantığının düzgün kurulması zorunludur.

Bir de komedi aktörünün o lafı satması ve tavır belirlemesi de çok önemli.

SAHNEDE DE, HAYATTA DA ABARTIYA KARŞIYIM!

‘Komedide kaliteye önem veririm’ diyorsunuz. Yani?

Yani abartmadan oynamak… Dramda da, komedide de kalitenin en önemli ölçütü abartmamaktır. Sahnede de, hayatta da abartıya karşıyım! Abartıyı sanatın hiçbir alanı kaldırmaz.

SAHNEDE SAHNENİN GEREKTİRDİĞİ DIŞINDA YAPILAN HER ŞEY İĞRENÇTİR!

Sahnede abartıya kaçıldığında…

Tiyatroda abartıya kaçıldığında konu ve oyun basitleşir. Sahnede soyunulur, sahnede küfür edilir ama gerekiyorsa! Bunlar doğru yerde doğru mesajla veriliyorsa evet. Sahnede sahnenin gerektirdiği dışında yapılan her şey iğrençtir. Belden aşağı esprilerle çıta düşer. Donunu da indirirsin, ‘Eşsoğlueşek’ de dersin; insanlar gülerler de buna ama aslolan o sahnenin hakkını vermektir. Sahnede soyunulur da, küfür de edilir ama altını çizerek söylüyorum ki sahne o mizanseni gerçekten gerektiriyorsa.

KENAN İMİRZALIOĞLU TİYATRO YAPACAK SEVİYEYE ULAŞTI!

Bazı oyuncular sadece güzel oldukları için oyunculuk mesleğine adım atıyorlar ya da başkaları tarafından o mesleğe yönlendiriliyorlar. Güzellik ve sahne arasındaki orantı…

Evet, güzel olduğu için sahneye çıkan, sahneye atılanlar var. İnsanlar da sahnede güzel insanlar görmek istiyorlar. Sadece güzel olduğu için oyunculuk yapanlar da var ama güzel olup da kendini geliştirerek ve çok emek harcayarak bu işin hakkını verenler de… Ayrıca güzel ve hoş insanları seyirci de görmek istiyor. Mesela Kenan İmirzalıoğlu bence iyi bir oyuncu. Mankendi. Çalıştı, uğraştı, iyi bir aktör olduğunu ispatladı. Hatta tiyatro yapacak seviyeye bile ulaştığını düşünüyorum.

ŞEBNEM ÖZİNAL İYİ BİR OYUNCU OLABİLMEK İÇİN EŞEK GİBİ ÇALIŞTI!

Başka kimler…

Şebnem Özinal için de aynı şeyi söyleyebilirim. O da mankenlikten gelme… Dormen Tiyatrosu’nda affedersiniz eşek gibi çalıştı ve büyük aşamalar kaydetti. Ve şimdi tiyatroda daimi isimlerinden… Ondan başka… Beren Saat’in de çok ciddi bir tiyatro geçmişi olmamasına rağmen bugün geldiği nokta çok parlak. ‘Fatmagül’ün Suçu Ne’ dizisinde canlandırdığı karakterde başarılı bir kompozisyon çizdiğini düşünüyorum.

SANATÇI OLARAK DOĞDUM!

Babanız işadamıydı. Babanız başta olmak üzere herkes iş adamı olmanızı beklerken siz tiyatroyu kafanıza koymuştunuz. Tiyatro ne zaman ve ne şekilde ilk olarak hayatınıza girdi?

Ben öyle doğdum. Sanatçı olarak doğdum. Ben sanatçı olmak için doğdum! Ben sanatçı olarak doğdum. Kendimi bildim bileli sanatçı olmaktan başka bir iş yapmayı düşünmedim. Aklımda hep gösteri sanatları vardı. Ailemde sanatçı yoktu ama hepsi sanatla çok ilgiliydi. Hepsi sanatla iç içe yaşayan insanlardı. Dediğim gibi mayamda sanat vardı demek ki.

‘Sanatçı doğdum’ derken…

Kendimi bildim bileli başka bir meslek düşünmedim. Öyle üniformalara, avukatlığa falan hiç ilgi duymadım. Hep kendimi sanatçı olarak düşündüm ve kişiliğim o doğrultuda şekillendi. Bir şeyler yazmak, yönetmek, sahneye koymak… Küçükken oyunlar sahneye koyar, oynar ve oynatırdık. O günlerden belliydi böyle bir mesleği seçeceğim. Ama babam çok iyi bir eğitim almamı istedi. Sanat eğitimimin sağlam olmasını istedi.

Siz Robert Koleji’nde okurken aklınız tiyatroda… Babanız da ‘Eğitimini tamamla, sonra ne istiyorsan onu yap’ demiş. Koleji bitirince ver elini Yale Üniversitesi ve Tiyatro Bölümü…

Liseyi Robert Koleji’nde okudum ve Yale Üniversitesi’nde tiyatro bölümünün olduğunu öğrendim. Mektuplar yazdım ve kabul edildim. Orada çok kıymetli bir eğitim olanağına ulaştım. Özellikle bir bayan hocam bana inanılmaz bir güven verdi. Hem eğitim aldım hem de çok istediğim şey olan oyunculuğu öğrenme ve bunu gösterebilme şansım oldu. Babamı Amerika’ya çağırdım. Geldi, gördü ve bunun heves olmadığını anlayınca…

1961’de Türkiye’de sahnelenen ilk müzikal olarak bilinen Sokak Kızı İrma’yı sahnelediniz. Müzikaller hep sizinle anılıyor.

15 tane müzikal yazdım. 12 tanesi sahneye kondu. 3 tanesi bende duruyor. En son yazdığımı Melih Kibar’la sahneleyecektik. Onun ölümünden sonra yarım kaldı.

Müzikal yapmak yer, maddi ve teknik sorunlardan dolayı zor ama oyuncunun her anlamıyla asıl sanatçılığını konuşturduğu yer müzikaller. Oyunculuğunu konuşturabilmeli, şarkı söyleyebilmeli…

Aynen… Müzikal zor bir iş. Müzikaller daha ziyade teknik bir iş. Lüküs Hayat’a bakın, 28 yıldır oynuyor. New York’tan teklif aldık Lüküs Hayat’ı sahneye koyacağız Haziran gibi. Sokak Kızı İrma’nın aslı İspanyol’dur İstanbul’a getirdik. Hikaye Tarlabaşı’nda geçiyor. Aynı müzikler ama konsept ve hikaye farklılaşıyor. Müzikal benimle çok özdeşleşen bir şey ama çok da teknik ve zor bir iş işin aslı. Ama şöyle bir keyifli tarafı da var bu oyunların halen bu denli güncelliğini koruması da müzikalin ne denli güçlü bir sanat olduğunu gösteriyor zaten.

SEVDİĞİM OYUNLARI SAHNELERİM!

‘Onlar Ermiş Muradına, Dün Gece Yolda Giderken Çok Komik Bir şey Oldu, Bu Oyun Başka Oyun, Kantocu, Papaz Kaçtı, Lüks Hayat, Yukarda Biri Var, Sokak Kızı İrma, Şahane Düğün,  Nice Yıllara, Zafer Madalyası, Şahane Züğürtler, Hisseli Harikalar Kumpanyası’ ve daha nice önemli tiyatro eserlerini Türk tiyatrosuna armağan ettiniz. Eskişehir’de ‘Kaç Baba Kaç’ oyununu yönettiniz. Sırada iki yeni çalışmanız var; ‘Küçük Kalpler ve ‘Pera Opera’ adında. Yönetmenliğini yapacağınız oyunları seçerken hangi kriterleri göz önünde bulunduruyorsunuz?

En önemli faktör sevmek. Konuyu ve oyunu sevmek lazım. Sevdiğim şeyleri sahneye koyuyorum. ‘Konusu Kars’ta geçen, 1917’de başlayıp 1980’lerde biten bir oyunu sahneledik. Sırada ‘Küçük Kalpler’ ve ‘Pera Opera’ diye iki yeni projem var şu an. İkisi de ilginç geldi bana ve yapılarını sevdim. Sevdiğim için de onları sahneye koyacağız. Ama sahneye koyarken yine yeniden yapılandıracağız tabi ki. Dramatik yapılar farklı olduğu için yeniden yazıyoruz bazı sahneleri.

Haldun Dormen zor bir yönetmen midir peki?

Hayır, hiç zor değilim, çok kolay bir insanım. (Tam o sırada bir cd vermek için yanımıza gelen asistanına işaret ederek) ‘Söyle bakalım, zor bir yönetmen miyim?’ diye soruyor.

Asistanı: Çok yüreklendirici ve sakin bir yönetmen. İstediği etkiyi ve oyunu alabilmek için oyuncuyu yavaş yavaş yönlendirir. Yani oyuncuları kırmadan motive ederek başarıya ulaşmasını sağlar. ‘Şu sahneyi bir daha alalım, burada şöyle yapsan da iyi olacak gibi’ şeklinde… Sakin ve dostane bir tavırla adeta içinizdeki o doğru nüansı yakalar ve varsa oyuncunun içindeki yeteneği yavaş yavaş ortaya çıkarır.

Yeteneğini ortaya çıkarmak, insanın kendini bilip, tanımasıyla alakalı.

Çok doğru dedin. Herkes biraz uğraşsa, çalışsa doğru olanı yani içindeki yeteneğini ortaya çıkartır. Ben çok severek uğraşırım doğru olanı ortaya çıkartana kadar.

YILDIZ KENTER OLMAK KOLAY MI!

Ama star olmak başka bir şey… Yetenekle aura bir araya gelince…

Aynen… Onu diyecektim. Amerikalı bir hocam da demişti bunu ‘Çok iyi oyuncu olabilirsiniz, büyüleyebilirsiniz ama star olmak başka bir şey.

Görsel ve ekstra bir şey gerekiyor oyunculuğun yanı sıra.

Aynen dediğin gibi… Bazı insanlarda star kumaşı vardır ama o bambaşka bir şey. Yıldız Kenter olmak kolay iş mi? Hem iyi oyuncu hem star… Ama bazı insanlar çok iyi oyuncu değildir ama güzel bir kadındır ve stardır mesela.

TİYATRO ZAHMET VE EMEK İSTEYEN BİR SEYİRLİK!

Dünyanın her yerinde olduğu gibi tiyatroyu kabul ettirmek neden zor?

Tiyatro bir güç sarf etmeyi gerektirir ondan. Pratik nedenlerden dolayı tiyatro zordur.

İnsan evinden kalkar, oyuna gider. Oyun iyi mi kötü mü belli değil. Ama televizyon öyle mi ki? Kahvesini, çayını, viskisini alır ve beğenmediği kanalı değiştirir. Tiyatro zahmet ve emek isteyen bir seyirlik. Bu da bazı şeyleri zorlaştırıyor insanların gözünde.

Bu saydıklarınız izleyicinin gözündeki zorluklar. Peki oyun sahneleyen yapımcı – yönetmen tarafından bakarsak en zor aşama nedir?

Kadro yapmak zor. Ayrıca oyuncuların açısından da bazı şeyler güç. İyi oyuncularla kadro oluşturmak istiyorsun. İyi oyuncular haklı olarak –parasal nedenlerden dolayı- televizyona yöneldi. Bunun paralelinde bir yandan televizyon bir yandan tiyatroda kadro konusunda ciddi sıkıntı olduğu kanaatindeyim. Bu da işleri zorlaştırıyor doğal olarak.

Dormen Tiyatrosu 1957-1972 yılları arasında çok şaşalı ve parlak dönemini yaşadı. Genel olarak baktığınızda 1970’lerin sonlarına doğru tiyatroya olan ilginin azalmasının nedeni televizyon mu?

Yok, hayır. Tiyatro çok pahalı oldu maalesef. Orta sınıf bir seyirci var ve arz talep dengesi yerinde değil. Memur maaşıyla tiyatroya gitmek zorlaştı. Ben milletimizin tiyatroyu sevdiğini düşünüyorum ama pahalılıktan dolayı talep azaldı.

Diyarbakır’da ‘Çirokeke Zivistane’ adlı oyunun Kürtçe sahneleme projesi nasıl bir deneyim yaşattı?

Bilmediğim bir dilde oyunumun çevrilip sahneye konulması çok keyifliydi. Oyun Türkçe okundu ve prova edildi. Daha sonra doğru bir matematikle başka bir dilde oyunun hayat bulması müthiş bir deneyim oldu bana da.

1966 dönemiyle sinemaya adım attınız ve iki film yönettiniz. Hatta ödül alan filmlerdi bunlar. Tiyatro paralelinde sinemaya devam etmeyişinizin nedeni nedir?

Tutmadı, iş yapmadı ondan… İş yapmadılar ama bugün de baktığımda, iki film yapmış olmaktan mutluyum.

1977 yılı itibariyle bir dönem Milliyet gazetesinde yazılar yazdınız. Tiyatro sanatı ile gazetecilik birbirine uzak gibi duran iki farklı alan. Gazeteye yazı yazmak fikri nasıl filizlendi?

Tiyatro kapandı, boş kaldım. Televizyona başlayacaktım, bekledim, oradan da ses çıkmadı. Tiyatro kapandıktan sonra para kazanmak amacıyla Erol Simavi’ye gittim ama sonra Erol Bey unuttu gitti meseleyi. Daha sonra Abdi İpekçi’yle bağlantı kurduk ve çok sıcak karşıladı bu durumu ve Milliyet’te ‘Çeşitlemeler’ adı altında 7 yıl boyunca her pazar yazılarım yayınlandı. Çok keyifli dönemlerdi.

Yazdıklarınız daha çok ne üzerine idi?

Tiyatro oyunlarını, filmleri… Paylaşmak çok önemliydi. Kritik yapmıyordum. İyiyse yazıyor, kötüyse hiç yazmıyordum. Kalkıp da tarzım olmayan şeyler yazmıyordum. Şimdi bakıyorum, öyle şeyler yazıyorlar ki, şaşırıyorum. Perihan Mağden mesela ‘Ne gerek var tiyatroya, Yıldız Kenter tiyatrodan soğuttu’ diyor. Olur mu öyle şey, çok ayıp? ‘Tiyatroyu sevmiyorum, tarzım değil’ demek başka, böyle yanlış bir üslup kullanmak bambaşka.

OYUNDA METİNİN NASIL DEĞERLENDİRİLDİĞİ ÖNEMLİ!

Üzerinden yıllar geçmesine rağmen yönettiğiniz oyunların hala güncelliğini koruması ve insanlar tarafından büyük bir ilgi, beğeni ve saygıyla karşılanması… Bugünün tiyatro eserlerinde izleyicinin aynı tadı çok kolay yakalayamamasını neye bağlıyorsunuz?

Kibarlık Budalası’nın 200 bilmem kaçıncı oyununu oynuyoruz. Moliere, Shakespeare gibi yazarlar, evrensel konular ve işleniş biçimleri. Güncellik bunlarla doğru orantılı.

Bir yönetmen gözüyle baktığınızda; oyunda metin mi yoksa o metni nasıl yorumladığınız ya da tasarladığınız mı daha önemli?

Yazarların ana fikirlerini deforme etmeden karakterlerde ve metinde değişiklikler yaparım. Metine önem veririm. Yorum şekli de ek karakterler de önemli. Oyunda metinin nasıl değerlendirildiği önemli. ABD’de “Play Doctor” diye bir kavram vardır. Oyunları yeniden tasarlayarak en izlenilebilir hale getirerek yeni bir tiyatral dil oluştururlar.

ALKIŞ MİKTARI BAŞARI ORANIMIZI BELİRLER! NE KADAR ÇOK ALKIŞ O KADAR BAŞARI!

Neleri kriter olarak alınca başarı kendiliğinden geliyor?

Çalışarak, kendini geliştirerek… Sahnede her oyun sonrası aldığınız alkış miktarı başarı oranımızı belirler. Ne kadar çok alkış o kadar başarı. Hiçbir parayla satın alınamayacak kadar büyük bir saygı kazanmışım Türkiye’de. Entelektüellerden, içecek satıcısından, çiçekçiye herkes saygıyla yaklaşıyor. Bu çok değerli ve eşsiz bir şey.

Bu kadar çok oyun yönetmek… Sahneye koymak ve birçok zorluğa rağmen sanattan ve tiyatrodan asla vazgeçmemek… Yılmadan ve yorulmadan çok çalışmak… Ve bugünlere gelmek. Bu büyük yolculuğun dönemeçlerinde yaratım sürecindeki en büyük zorluklar nelerdi?

Hayatta iniş ve çıkışlar var ama iyimser biriyim. Battığım, bocaladığım dönemlerim oldu. Fiyaskolarım oldu. Her şeye rağmen yola devam etmeye çalıştım. Vazgeçmemek… Uzun süre reji yapmadığım, sahneye oyun koymadığım bir dönem geçirdim ve çok üzüldüm o dönemlerde. 7 yıl tiyatro yapamadım mesela. Rüyalarıma girmeye başladı tiyatro. Sonra sevgili Egemen Bostancı’nın güzel teklifiyle Rumeli Hisarı’nda, Nükhet Duru ve Seyfi Dursunoğlu’nun oynadıkları bir oyun sahneye koyduk ve çok sevildi. Yer yerinden oynadı. Sonrasında Mehmet Ali Erbil’i de Ankara’dan getirerek Hisseli Harikalar Kumpanyası’nı yaptık. Sonrasında da devamı geldi oyunların ve rejilerin. Dediğim gibi her şeye rağmen hayata iyimser bakıp, vazgeçmeyerek…

1997’den beri verilen Afife Jale Tiyatro Ödülleri’nin gerçekleştirilmesinde birçok katkınız oldu. Tiyatrodaki ödülleri ve ödül sistemini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Öncülüğünü benim yaptığım bir oluşum. Afife Jale ile aslında dünyaca önemli bir şey yapıyoruz. Birçok ülkede türdeşleri var. Ama Oscar’larla kıyaslanıyor. Ne alakası var? Sinema değil ki bu. Jüri sistemi var tamam ama ödül sistemi başlı başına tartışmalı bir şey. Çünkü herkesin kendi fikri var ayrı ayrı.

‘Dadı’ dizisi yeniden başlayacakmış. Nedir son durum?

Dün konuştum Fatih Aksoy’la. Ama kesinleşmiş bir şey yok. ‘Eğer olursa Pertev’i sen oynayacaksın’ dedi. Çoğu insan beni o karakterle tanıyor, çok özdeşleştiği için.

Şimdi de oyunculuğu ve yönetmenliği dışındaki Haldun Dormen’i konuşalım. Haldun Dormen’i Haldun Dormen yapan özellikler…

Haldun Dormen’i insanlara olan sevgisi… Parasını ekmeğini, bilgisini paylaşmayı çok sevmesi ve bildiklerini sonuna kadar öğretmesi Haldun Dormen yapar ve onu mutlu eder.

Peki sizi rahatsız eden şeyler?

Sahtekarlık, sevgisizlik, samimiyetsizlik, estetik olmayan şeyler… Mesela bir resim çarpık duruyorsa o beni rahatsız eder. Yemeklerin aksamasını sevmem, saatinde yemek yemeyi çok severim.

Hayatın size öğrettiği en önemli tecrübeler…

Sinirlendiğim zaman olayları soğukkanlılıkla karşılamak ve olumsuzlukları alt etmek…

SANATLA UĞRAŞMASAYDIM HARİCİYECİ OLMAK İSTERDİM!

Tiyatro – sanat aşkınız olmasaydı hayat sizi nereye sürüklerdi?

Hariciyeci olmak isterdim mesela.tiyatro yaşantınız olmasaydı, içinizdeki bu sanat aşkı sizi neye srüklerditiyatro yaşantınız olmasaydı, içinizdeki bu sanat aşkı sizi neye srüklerdi

Peki bilmediğiniz bir özelliğiniz var mı duyunca şaşıracağımız?

Yaşım diyeceğim ama onu da internetten bulursunuz. (Kahkahalar…)

Eskiden çok sinirliymişsiniz, kapıları falan çarparmışsınız… Şimdi?

Ooooo, araştırılmışım. (Gülümsüyor) Artık öyle değilim. Eskiden de arada bir olurdu zaten. Bir yardımcım var kadın 30 yıldır benimle çalışır, Doğan diye bir yardımcım var 37 yıldır çalışır. Betül’le (Mardin) -eski karımla- hâlâ dostuz mesela.

Eski eşiyle dost kalmayı çoğu kişi başaramazken siz bu çizgiyi nasıl…

O ayarı tutturduk. Başta biraz güç oldu ama… Sonra bunu başarabildik ne mutlu ki.

İkinizin de tekrar evlenmemiş olmasının payı etkili olsa gerek.

Aynen öyle… İkimizin de evlenmemiş olmasının çok büyük payı var. Konuşuruz, fikir alışverişinde bulunuruz. Hasta olsam ilk o arar, gelir. Evli olsaydı, Betül’ü (Mardin) zırt pırt kocasının yanında ziyaret etmem hoş olmayabilirdi tabii. Ayrı bir rahatlığı oldu ikimizin de bekar olması.

AŞKA ESİR OLMAK YERİNE AŞKI KENDİNİZE ESİR EDİN!

Aşk…

Aşk, çok önemli bir şey. Her zaman hayatta olması gereken… Ama aşka esir olmak değil… Aşka esir olmaktansa, aşkı kendinize esir etmek gerekiyor. Mantığın da devreye girmesi gerekiyor bunu yapmak için. Aşktan perişan olanlar var. Olmamalı. Aşka esir olmak yerine aşkı kendinize esir edin!

Sevgi varken insanların, insanlığın birbirini yok etmeye çalışması…

Aynen… Din ve ırkçılık yüzünden insanların birbirlerini yok etmeye çalışmalarına gerçekten çok üzülüyorum. Dünyada bu kadar sorun varken… Su sorunu, hava sorunu, çöp sorunu ve doğal yaşamın bozulması… Bunlara değinilmesi gerekirken insanları ayrımcılığa sürükleyen nifak tohumlarının oluşması çok üzücü.

Hürriyet

Paylaş.

Yorumlar kapatıldı.