Talimhane Tiyatrosu – Mehmet Ergen ve “Yastık Adam”

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Savaş Aykılıç

Talimhane Tiyatrosu Sanat İlkesi

Sanat yönetmenliğini Mehmet Ergen’in yaptığı Talimhane Tiyatrosu, yurtdışında sahnelenmiş çağdaş metinlerin Türkiye prömiyerlerine, Türkiye’nin farklı şehirlerinden tiyatrolara, ulusal düzeydeki film, müzik, dans ve tiyatro festivallerine ev sahipliği yapıyor. Genç, yerli oyun yazarlarının ilk oyunlarının seyirciyle tanışması ve dünya çapında ünlü, klasikleşmiş yazarların Türkiye’de daha önce sahnelenmemiş oyunlarının sahnelenmesini ilke edinmişler…

Mehmet Ergen Tek Başına Kamusal Tiyatro

Mehmet Ergen tek kişilik bir Kamusal Tiyatro gibi çalışıyor. Onun varlığı tiyatromuz için umut, gurur, kıvanç, güven kaynağı.

“Umut”; çünkü bir eşi yok; yönetmen, çevirmen, eğitimci, sanat yönetmeni …”Umut”; çünkü gençler için, genç tiyatrocu adayları için iyi bir rol model; girişimci, çalışkan, aktif… Umut; çünkü fırsat verildiğinde (!) -hep öyle derler ya…- Türk insanının neler başarabildiğinin canlı bir örneği!

İsterseniz burada bir parantez açıp Ergen’in öyküsüne bir göz atalım…

Mehmet Ergen’in Tiyatro Serüveni Bilsak’ta Başlar

Bilsak Tiyatro Kursları’nın ardından Ergen İngiltere yolunu tuttu…(1988’li yıllar)… Önce İngilizcesini geliştirdi, sonra da tiyatro “eğitimini”… Bilebildiğim kadarıyla, o, ne Haluk Bilginer ve Ahmet Levendoğlu gibi Royal Shakespeare Akademia’da “oyunculuk” okudu, ne de Cevat Çapan ve Sevda Şener gibi “akademik tiyatro” eğitimi aldı…

Çekirdekten Tiyatrocu

O, Türk Tiyatrosu için aynı zamanda bir “Gurur kaynağı”; çünkü” O kendi kendini yetiştirdi… Kendi göbek bağını kendi kesti… İngiltere’de işin mutfağından, tekniğinden; işin stage manager’liğinden başladı; hani derler ya “çekirdekten yetişti” (ne çekirdekmiş be kardeşim adam atom bombası çekirdeği gibi Türkiye’deki tiyatro adına yerleşmiş bütün tabuları yıktı, yanlışları açığa çıkardı, sahtesi ile gerçek tiyatro ayrımını getirdi, tiyatronun ve yöneticiliğin sanat kadar işletmecilik bilgisi gerektirdiğini de kanıtladı)… Önce Soutwark Playhouse’nin (1993-99) sonra da yine Londra’da kendi kurduğu Arcola Tiyatrosu’nun Sanat Yönetmenliği’ne adım adım yükseldi…

O Bir Reji Ustası

O, aynı zamanda tiyatromuz için bir “kıvanç kaynağı”… Onunla kıvanç duyuyoruz çünkü genç yaşında yaptıkları ile o şimdiden tiyatromuzun ustaları ile yarışıyor… Usta çırak ilişkisi ile (bizim dünyamızda buna “alaylılık deniyor”) İngiltere’nin en iyi yönetmenleri ile çalışarak yetişti… Bir değil iki kere Peter Brook Reji Ödülü aldı… Bunlar dünya çapında önemli ödüller… Türkiye’dekileri saymıyorum bile…

Mehmet Ergenleri Bizim Tiyatro Sistemimiz Yaratabilir mi

Peki ama Mehmet Ergen’in bunca başarısının kaynağı ne olabilir? Hiç kuşkusuz sıra dışı aklı, yeteneği ve çalışkanlığı dışında yüzlerce oyun sahnelemesinin ardında yatan neden onun bir dahi olması mı? Yoksa İngiltere’deki tiyatro sisteminin, tiyatro yapmak isteyenlere getirdiği fırsatlar, kolaylıklar ve (maddi ve manevi) teşvikler mi? Ya da her ikisi de mi?

Kaçımızın Bir Yıllık Programı Belli

İnanılması zor ama Mehmet Ergen’in bir yıllık programı önceden belli… Üstelik de bir iki ay İstanbul’da, bir iki ay İngiltere’de ve Avrupa arasında mekik dokuyarak geçecek bir yıllık program; nerede ne zaman hangi oyunları sahneleyeceği belli şimdiden…

Umudumuz Yeni Mehmet Ergenler

O’nun varlığı aynı zamanda tiyatromuz için bir “güven” kaynağı… O oldukça, tiyatromuzun yanlışlarından ve eksiklerinden kurtulması için umut hep olacak; o oldukça onun başarıları bizim başarılarımız, tiyatrolarımızın kıvancı ve gururu olacak; o oldukça tiyatromuzun çağdaş tiyatroyu takibi, genç oyun yazarlarına fırsat verilmesi ve repertuarımızın zenginleştirilmesi ve geliştirilmesi güvence altında olacak…

Tek Başına Bir Don Kihote

O, şimdiden tiyatro dünyamızda (incelenmesi gereken) bir fenomen… O, tiyatromuzun önünü saran kara kara bulutların karşısında aydınlık bir güneş… O, tek başına, bir kişilik dev, Devlet Tiyatrosu!

Shakespeare Çıkagelse Kaçımız Tanır

Hep sorarım kendime, “neden Ergen’in birikimlerinden, bilgilerinden, görgülerinden daha fazla yararlanmaz devlet”, “Neden çağırıp karşısına, otur anlat bize nedir bu Art Council, İngiltere’de nasıl bir tiyatro destekleme sistemi var, otur bize de bir bizim şartlarımıza uygun bir “Sanat Konseyi” raporu hazırla, şemalar çiz, öneriler sun…” demez?

Bence Ergen bu çalışmayı devlet istemese de, ısmarlamasa da yapmalı…Bu çalışmayı ona Türk Tiyatrosu ısmarlıyor!

Nesin’in şiirinde dediği gibi: “Hiç kimse buyur etmedi beni”; o fırsatı Ergen kendi kendine verdi; o şansını kendi yarattı; nereden mi biliyorum: “ben oradaydım,bunların tanığıyım”)…

Yastık Adam

Konu: Çağımız Şiddetinin “Fenomen” ve “Nomen”i (Görünüm-Gerçeği)

“Totaliter bir ülkede bir yazar, kısa hikayelerindeki tüyler ürpertici şiddet öğelerinin, şehirde cereyan etmekte olan bazı çocuk cinayetlerine benzerliklerinden ötürü sorguya çekilmiştir. Ancak hiçbir şey göründüğü gibi değildir. “(Broşürden.)

Katmanlı İroni

Yazar bir ironi ustası, bir ironi cambazı… Klasik oyunlarda, örneğin antik oyunlarda, Oidipus’ta ironi “seyircinin bildiği ama oyun kahramanının bilmediği bilgi”den ortaya çıkar. Oysa bu oyunda ironi, “seyircinin de oyun kişilerinin de bilmediği bilgi”den doğuyor. “Leenane’in Güzellik Kraliçesi”nden tanıdığımız İngiliz oyun yazarı Martin McDonagh, bizimle resmen oyun oynuyor! Adeta ironinin ironisi yapılıyor oyunda, katmerli ve katmanlı bir ironi…

Karşıtların Birliği

Çünkü gerçekten de “hiçbir şey göründüğü gibi değildir”… İlk sahnelerde; ilk görünüşte masum sandıklarımız ilerleyen sahnelerde pekala katil çıkabilirler örneğin. Tıpkı gerçek hayatta olduğu gibi… Karşıtlar arasının bu denli yakın olması ürkütücü gerçekten…

İçimizdeki Şiddet

“Otomatik Portakal”da da iki yakın mahalle arkadaşından biri sistem suçlusu diğeri polis olur ama neredeyse ikisi arasında bir fark yoktur ne geldikleri yerler açısından ne de gittikleri yerler açısından! Nedense bana bu oyunu anımsattı bu “görünüşteki karşıtlıklar”…

İroni Özellikle Bir Oyuncu İle Kanlı Canlı Hep Sahnede

Bir an geliyor ki ortada dönen repliklerden kimin psikopat kimin polis olduğu birbirine karışıyor…”İyi polis” rolündeki entelektüel dedektif ise tam bir fenomen. Oyunun başından sonuna ironinin canlı bir timsali adeta… (Al incele rolü ve yorumcuyu, üzerlerine tez yaz…)

Şiddet Üzerine Şaka Şiddeti Meşrulaştırıyor Olabilir mi

Oyun süresince yazar metnini o denli akıl dolu esprilerle ve oyun hünerleri ve mizahla, ironilerle süslemiş ki bu oyun seyirciye eğlenmek ve gülmek garantisi veriyor… Yazar olarak öyle keskin bir zeka ile karşı karşıya kalıyoruz ki; en olmadık şeylere, durumlara hatta bizzat şiddetin kendisine bile gülerken buluyoruz kendimizi…

Şiddet Toplumu ve Şiddet Bireyi Nasıl Dizayn Ediyor

Şiddetin kaynağı görülür, şiddetin kendisi tanımlanabilir ve bu bir oyun haline getirilerek oyunun kurallarının kurguları deşifre edilerek aşkınlaştırıldığı andan itibaren oyundaki şiddet artık korkutmuyor; tam aksine uzak açıdan baktırılarak, yabancılaştırılarak ve dışlaklaştırılarak şiddetin işlevi sorgulanıyor ve giderek denilebilir ki bu şiddet ile mücadele etmenin şifreleri çözülmeye başlanıyor.

Şiddet Yaşantımızın Her Alanına Hükmediyor

Bu oyun sayesinde bir kere daha devletin, kamunun, sistemin bireyi dizayn ederken şiddeti nasıl ve niçin kullandığı ile hesaplaşıyor ve yüzleşiyoruz… Dört bir yanımızın şiddet ile nasıl kuşatıldığımızı, korkutularak nasıl yönlendirildiğimizi anlıyoruz… Hepsinden de önemlisi şiddet dolu dünyamızı daha bir fark ediyoruz, farkındalığımız artıyor… İçinde yaşarken fark edemediğimiz şiddet ve şiddet şekilleri arasında yeni ilişkiler, bağlantılar kuruyor/çözüyor/yeniden anlamlandırıyoruz…

Gerçeklerle Yüzleşmek

Oyun boyunca sorular soruyor, sorduruyor, çok azına cevap veriyor ama onlar bize yetiyor, hatta fazla bile geliyor… Sık sık bizi şaşırtıyor, sarsıyor, çoğu zaman gıdıklıyor ama sık sık da gerçeğin aynasını yüzümüze öyle bir tutuyor ki Zeus’a bakan Semele gibi bu gerçek karşısında yanıp tutuşuyoruz, gözlerimiz kamaşıyor, bir an kör bile oluyoruz ama sonra yavaş yavaş gerçekleri görmeye başlıyoruz, gözümüz açılmaya başlıyor…

Şiddet Düzeni Eleştirisi

Burada olaylar örgüsünü anlatarak oyunun sürprizlerini bozmak istemiyorum henüz izleyemeyenler için. Ama şu kadarını söyleyeyim; “hayat mı sanatı, sanat mı hayatı aşar” sorusuna bir cevap arayanlar, hayat-sanat ve gerçek-kurgu ikilemleri üzerine mükemmel bir zihin jimnastiği arayanlar, çağımızı/ülkemizi/düzen-leri “anlama”ya çalışıp da bir türlü “anlayamayanlar” için bulunmaz bir nimet bu oyun.

Fail-i Meçhullerin ve Sorguya Düşenlerin Anlamı ve Değeri

Tam bir kara komedi… “Çıkış yok”… Sorgulanan/Sanık/Yazar/Katurian, kırk katırı’da seçse kırk satırı’da seçse; sonu önceden bellidir. “Oraya bir defa giren artık sağ çıkamayacaktır”… Nasıl, bu mantık size de tanıdık geldi mi?.. Bunun tek bir “anlam”ı olabilir ki; bu da son çözümlemede “anlamsızlık”tır. Böyle karanlık bir dünyada “tek değer” de “değersizlik”tir…

Şiddete Bakış Açısı Oyun Boyunca Değişir

Önceleri masum sandığımız için özdeşleşmekte acele ettiğimiz tanık’ın da kirli çamaşırları ortaya döküldükçe gerçeğin ne denli katmanlı olduğunu hissederiz. Yazar bizi sık sık böylesi ofsaytlara düşürecek, biz de sık sık sabırsızca oyuna atladığımız için çoğu zaman başımızı yerlere vuracağız oyun boyunca.

Gerçek Eskiden Aynada Belirirdi Şimdi Prizmada

Gerçek, Shakespeare zamanında tekti, ayna idi. Ama artık gerçek bir prizma. Gerçek, çok katmanlı. Bu ayna bazen sirklerdeki aynalar gibi çarpık ve komik olabildiği gibi elmasta olduğu gibi pek çok yüzeyden oluşabiliyor.

Şiddet Geleceğimiz ve Çocuklarımız İçin En Büyük Tehlike

Hayali (!) bir ülkede hayali (!) çocuk cinayetleri işlense ve bunları bir yazar aynen yazmış olsa ne kadar gerçek dışı ve hayali olurdu değil mi? Ama hayır, değil; çünkü oyunumuz tam da böyle başlıyor.

Hayat Kadar Şaşırtıcı Olaylar ve Yaşayan Gerçek Karakterler

Bu öyle bir hikaye yazarı ki eski ve klasik masallara getirdiği çağdaş yorumlar, kusursuz dramaturgi bilgisi, engin çağrışım ve benzetmeleri ile kendisine hayran olmamak mümkün değil. Tam bu masum tanıktan bir kahraman yaratıyoruz ki ayna birden yere düşüyor ve tuzla buz oluyor.

Her Seyirci Kendi Pazıl Parçalarından Kendi Guernicası’nı Yapacak

Şimdi ayna kırıklarının her bir parçası gerçeğin farklı bir boyutunu gösteriyor. Her seyirci kendi gerçeğini kendi bulacak, dağılan pazılın parçalarını kendi birleştirecek ve kendi Mona Lisa’sını ya da Guernica’sını yapacak.

Şiddet Karşısında İnsanın Duruşu Ne ve Nasıl Olmalı

İşte o zaman insan kendi kendisi ile hesaplaşmaya başlıyor. Ben nerede duruyorum? Yerim neresi? Gerçekten durduğumu sandığım yerde miyim? Bunu hiç sınadım mı? Ben olsam ne yapardım? Sevdiklerim için neyi ne kadar göze alırdım? Yazdıklarımın geleceğe kalması adına teslimiyeti ne kadar kabul edebilir bir insan?

Şiddet En Yakınımızda Hatta İçimizde İse

Sevdiklerimiz için feda edebileceğimiz şeylerin bir sınırı var mıdır? Ya bunca değer ve anlamları feda ettiğimiz sevdiklerimiz birer cani çıkarsa ne yaparız? Yine onları sever miyiz? Yoksa biz de onları içimizdeki “Yastık Adam”lara mı teslim ederiz?

İyilik de Kötülük de Değişen Bakış Açıları ve Taraf Olmakla Yer Değiştirebilir

Bu öyle bir oyun ki sürekli şaşırtıyor; mazlum zalimle ve zalim masumla yer değiştirebiliyor. Az önce masum diye özdeşleştiğiniz, acıdığınız oyun kişisine az sonra uzak açıdan bakabiliyor, onu eleştiriyor hatta kızarak nefret bile edebiliyorsunuz.

Şiddetle Tavsiye Ederim

Bir an kendinizi polislere bile yakın bulabiliyorsunuz onların özeline inildiğinde, onların da inandıkları değerlerle tanıştıkça, takıntılı da olsa adalet anlayışlarıyla tanıştığınızda… İki polis (biri dedektif) ve iki tutuklu (kardeş) etrafında gelişen gerçekten şiddetli ya da gerçeğin şiddeti ya da şiddet gerçeği (nasıl ve hangisi hoşunuza giderse) üzerine acıtıcı bir komedya.

Rejiye gelince… Minimum ve işlevsel bir dekor; (seyirciye göre) sağda üzerinde açılı dosyalarla dolu bir sorgucu masası, onun yanında ve arkasında demir dolaplar… Ortada sanık taburesi, solda üzerinde (yasak ya da kuşkulu) yayınlar, kitaplar… Onun hemen yanında altta işkence aletleri, elektrik verme aleti, elektrotlar vb. Sahne arkasında İki kapı efekti veren demir konstrüksiyon; hem sistemi hem de sistemin soğukluğunu, baskıyı imliyor…

Süs yok, işlevsiz tek parça yok… Yalın bir dekor, yalın bir oyunculuk, yalın bir reji… İyi ki de böyle çünkü bu sayede tamamen metne ve düşünceye yöneliyoruz. İstismara ve abartılı duygusal sahnelere açık olan durum reji ve oyunculukla dizginlenmiş ve kontrol altına alınmış.

Loş ışık sayesinde oyunu hemen baştan sona uzak açıdan, zihnimizle ve eleştirel akılla bakıyoruz (seyirci olarak). İyi ki de böyle zira duygu(sal)lıkla baksak ne zihin dayanır bu acılara ne de yürek! Yazarın ustalıkla kotardığı ve reji ile oyunculukla da ifadesini bulan baskı ve işkence sahneleri “oyunsuluk” yorumuyla kırmadan dökmeden komedi ile yoğrularak oynanıyor.

Oyunun asıl gücü ve farklılığı ile çarpıcılığının sırrı ise; tiyatronun “gösteri”den çok anlatı geleneğinde yaslanmasında aranırsa bulunabilir… Oyun boyunca seyirciye pek çok “hikaye” anlatılıyor (Gösterilmiyor; zaten öyle fantastik, öyle kanlı, öyle şiddet dolu ki bu hikayeleri ancak anlatıldıkça zihnimizde canlandırarak “izleyebiliyoruz”; aksi olsaydı yani bu korkunç hikayeleri gözümüzle görseydik buna ne akıl ne vicdan ne de yürek dayanmazdı)…

İlginç olan Antik Oyunlarda da (Roma Tiyatrosu’nun aksine; Roma Tiyatrosu gladyatör oyunları da dahil bir hayli kanlı ve şiddetli idi zira) olduğu gibi, bu oyunda da kanlı ve şiddet sahneleri “gösterilmiyor”, “anlatılıyor”… Tiyatroyu ve tiyatro tarihini çok iyi bilen bir yazarla karşı karşıya olduğumuzun bir kanıtı olmalı bu.

Antik Yunan Tiyatrosu’nda tragedyalar bizzat arınmanın (katharsis) sizi yoğun şiddetle ve korkuyla terbiye etme ilkesi üzerine kuruluydu ritüellerden ve “dinden” taşıyarak dönüştürdüğü kalıntılardan aldığı kökleri ile…

Komedyalar ise benzer bir arınmayı güldürme ilkesi ile yerine getiriyordu. Tıpkı bu oyunda olduğu gibi… Tek farkla ki bu kara komedi de farslarda olduğu gibi doya doya yüksek sesle kahkahalar atamıyorsunuz. Tam kahkahaya hazırlanırken bir söz, bir düşünce, bir imaj kanınızı dondurabiliyor… Bir gözünüz gülerken diğeri ağlayabiliyor çoğu zaman.

Mona Lisa grotesk bir deformasyonla izliyorsunuz oyunu. Bu duygu ile düşüncenin karşıtlığı ve çatışması yeni ve buruk bir tat veriyor seyir keyfine… Çağımızın problemi de biraz bu değil mi zaten; duygu ve düşüncelerimiz arasındaki uçurumlar, çatışmalar, yabancılaşmalar ve bir türlü bütünlenememeler…

Oyunun derin gerçeği ne olabilir? İnsan, insan olduğu için mi suçludur yoksa suç işlemeye yazgılı olduğu için mi suçludur? Hıristiyan teoloji ve mitolojisine göre insan “doğuştan suçludur”…Havva’nın insanlığı cennetten kovulmasına neden olduğu yasak meyveyi yemenin “büyük suçu” ve günahı her dem tazedir Batı’da…

Bu yüzden yönetmenimiz yazarın Hıristiyan mitolojisi ile hesaplaştığı bazı bölümleri bizde anlaşılması ve paylaşılması zor olduğu için budamış… Suç ve günah ile Batı’nın bilimi ve uygarlığı hep bir günaha eksenlemesi ayrı bir yazı konusu. (Havva, Prometeus, İsa, Oidipus vb… hep bir “suç”la intibaklandırılmaları tesadüf olabilir mi?)

Oyunumuzda da bu suç konusu saçma (absürd) boyutları ile irdeleniyor. Mademki hapistesin; o halde suçlusun!… Bizdeki veciz ve saçma (çünkü hukuk dışı; çünkü ispat edilene kadar herkes masumdur karinesini açıkça yok sayıyor bu önyargı) ifade ile; “Ateş olmayan yerden duman çıkmaz! İçeri düştüğüne göre vardır bir suçu!”

İşin garibi ve şaşırtıcı olanı (aynı zamanda saçma) şu ki; oyun kahramanımız hikayelerindeki şiddeti ve suçu finalde gerçekten de hayata geçirmek zorunda kalacak ve her şey altüst olacaktır… “Böyle bir dünyada suçsuz kalmak olasılığı yoktur; bu zindana giren herkes ya suça batmıştır ya da batacaktır” der gibidir karamsar yazarımız…

Oyunculuk

İronik Oyunculuğun Doruklarında Bir Virtüöz Olarak Murat Karasu

“Kuzguncuk Türküsü”ndeki muhteşem Can Yücel yorumundan sonra Karasu’nun alaysılığı ve ironiyi canlandırmada tek başına markalaştırdığını söylemek abartı olmaz… Oyunun ruhunu, iletisini, üslubunu, atmosferini sadece onu izleyerek alımlamak olası…

Eric Morris diyor ya “rol yok -oyuncu olarak sadece- siz varsınız”(Bkz. “Rol Yapmayın Lütfen”); o varken sahnede “Tupolsky” yok; tepeden tırnağa gülen-kızan-iyi bir de hikaye yazan-ama her zaman esprili ve alaycılığı ile bir “sahnede olan insan”; -oyuncu-Murat Karasu var…

Yazarlık İçin Tüm Değerlerinden Vazgeçebilen Bir Antikahraman Tiplemesiyle Serhat Tutumluer

Aynı şey (sahnede yaşayan insan oyuncu olarak) Serhat Tutumluer için de geçerli… Siz bakmayın Murat Karasu’ya saygıdan ondan söze başladığıma… Oyunda başrol (her ne kadar yüksek bir takım oyunculuğu söz konusu ise de) oyun boyunca sorgulanan “Yazar” rolü ile o… Rolünün hakkını da fazlasıyla veriyor diyebiliriz… (Onu en son “Karar Kimin”de izlemiştim, bütün oyunu yattığı yatakta ve muhteşem oynuyordu…)

Murat Garipağaoğlu’dan İyi Bir Oyunculuk Dersi

Gelelim oyunun üçüncü yıldızı Murat Garipağaoğlu’na… John Steinbeck’in ölümsüz eseri “Fareler ve İnsanlar”ındaki “Leni” benzeri engelli-idiot tiplemesi ile oyunun en parlak oyuncuları arasında yer alıyor… Anlatmakla olmaz, izlemek gerek… Bir oyuncunun, kendisini her gün eğiten bir oyuncunun sesine, bedenine, duygu ve düşüncelerine ne kerte üstün bir kontrol ve hüküm geliştirdiğine onu izleyerek bizzat tanıklık edebilirsiniz…

“Kötü Polis” Tiplemesi İle Göz Dolduran Bekir Çiçekdemir

Bekir Çiçekdemir de “Kötü Polis” tiplemesindeki psikopat yorumuyla göz dolduruyor… Yazar, onun canlandırdığı role biraz acımasız ve hoyrat yaklaşmış olsa da, -psikopatlığının altında yatan neden olarak gösterilen ensest işkence ile-inandırıcılık sınırlarını zorlamış olsa da Çiçekdemir inandırıcılığını bir an bile kaybetmiyor…

Tiyatro Kurumlarının ve Oyunculuk Bölümlerinin Talimhane Sentezi

İstanbul DT. okulundan gelen yönetmen ve oyuncu Murat Karasu (Mimar Sinan Devlet Kons.), İzmit Şehir Tiyatroları ekolünden gelen Serhat Tutumluer (Hacettepe Kons.), İstanbul B. Şehir Tiyatroları geleneğinden yetişme Murat Garipağaoğlu (DTCF Oyunculuk ) ve Bekir Çiçekdemir (Hacettepe Kons.)…

Bir Yıldızlar Takımı

Çeşitli kurum ve ekollerden gelen usta oyuncular Talimhane haznesinde Mehmet Ergence ustalıkla kotarılmış ve “samimiyet/içtenlik” dolu bir oyunculuk altyapısında birleştirilmiş… Normal şartlarda bir araya gelmesi zor bir aslar/yıldızlar karması/takımı ortaya çıkmış…

Bu sezon son oyuna yetişebildim, umarım yaz turnesi yapar ve sezonda devam eder… Benim bu sezon izlediğim en iyi beş oyun içinde başlarda gelen bu oyunu kaçırmayın derim…

Talimhane Tiyatrosu Nerede ve Oraya Nasıl Gidilir

Adres: Taksim Dolapdere Cad. No: 97 Taksim / İstanbul.

@ :talimhane@talimhanetiyatrosu.com

0212 238 85 09 ve 0533 927 20 70

Talimhane Tiyatrosu’na üç yoldan ulaşmak mümkün:

1. Taksim yönü: Taksim Anıtı’nın Talimhane yönündeki karşı sokağından (Taksim-Dolapdere caddesi) yürüyüş mesafesinde ( yaklaşık yüz adım.)

2. Elmadağ yönü: Divan Hotel ve Pastanesi’nin Dolapdere yönündeki karşı sokağından (Nizamiye caddesi) yürüyüş mesafesinde (aşağı doğru yaklaşık elli adım.)

3. Dolapdere yönü: Dolapdere’den Taksim’e çıkan yokuşun dönemeç aldığı köşede sağda.

Talimhane Gönüllüleri

Talimhane Tiyatrosu’nun kapıları herkese açık… Özellikle gençlere… Yeni oyun yazarlarına, oyunculara, yönetmen ve asistanlarına, projesi olan herkese… Her yaştan profesyonel veya amatör, tiyatro eğitimli veya henüz tiyatro eğitimi alma şansı bulamamışlar; “Talimhane Gönüllüsü” olarak gösterileri ücretsiz izlemek ve tiyatro dünyasına ve kültürüne daha yakın olmak şansını elde edebiliyorlar. Bunun için yapmaları gereken ilk şey bir özgeçmişleri ile talimhane@talimhane tiyatrosu.com adresine başvurmak.

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Savaş Aykılıç

Yanıtla