Ole Brekke İle Söyleşi

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Mimesis Söyleşi – Ankara’da tiyatro eğitimi almış, 2008’de Tiyatro BeReZe adlı ekibin kurucularından olmuş, İstanbul’a taşınmış ve hali hazırda çocuklara ve yetişkinlere tiyatro yapmayı sürdürürken, fiziksel tiyatro üzerine kafa yormaya başlayıverdik. Türkiye’de bu alanda ne yazık ki her hangi bir eğitim yok. Fransa’da dünyaca ünlü Jacques Lecoq Okulu’nu biliyorduk ama, bu okulda Fransızca eğitim verildiğinden hızla elemek durumunda kalmıştık. Önce Danimarka’da festivalde tanıştığımız, sonrasında Bursa’da ASSITEJ Türkiye Merkezi’nin katkılarıyla gerçekleştirilen Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Festivali’nde verdiği atölye çalışmasına katıldığımız, Estonyalı oyuncu Toomas Tross’dan öğrendik ki; Danimarka’da kendisinin de mezun olduğu, The Commedia School adında fiziksel tiyatro eğitimi veren bir okul var. Üstüne üstlük bu alanda ünlü bir isim olan Carlo Mazzone Clementi’nin, ‘Commedia Dell’arte’ geleneğinden hareketle kurduğu, California’daki ‘Dell’arte Okulu’nun ‘Commedia’ ayağını, Danimarka’da, bu okulda kurduğunu öğrenince iyice heyecanlandık. Ani bir kararla topladık tasımızı tarağımızı, yine yeniden öğrenci olduk. Yaklaşık bir yıldır okuduğumuz bu okulun Türkiye’de tanınmadığını düşünerek, The Commedia School’un kurucularından ve okulun yöneticisi Amerikalı oyuncu/dansçı/eğitmen Ole Brekke ile söyleşi yapıp, cevabını bildiğimiz soruları bir de sizin için sorduk.

Commedia School ne zaman ve nasıl kuruldu?

Commedia School’un temelleri 1978 yılında Stockholm’de atıldı. O tarihte Stockholm’de bir grup genç oyuncuyla atölye çalışması yapmak üzere davet edilmiştim. Yaptığımız anlaşmanın bir parçası olarak; bu atölye sürecinin sonunda katılımcılar bir oyun çıkaracak ve bu oyunu farklı yerlerde oynayarak kazandıkları parayla atölye ücretini ödeyeceklerdi. Ortaya çıkan oyun hikaye anlatıcılığı tarzındaydı ki bu tarz İskandinavya’da pek de bilinmiyordu. Oyun büyük beğeni kazandı ve bütün İskandinav ülkelerini dolaştı. O dönemde ben de kendi oyunumla meşguldüm ve turne yapıyordum, dolayısıyla bir okul kurmak gibi bir amacım yoktu. Ancak atölyeye katılan oyuncuların oynadığı oyunun başarısının ardından, aynı atölyeye katılmak istediğini söyleyen birçok insandan mektup almaya başladım. Ben de ‘tamam’ dedim, ‘bir atölye daha yapacağım’. Bu atölyenin bitiminde, bu sefer daha da fazla insan yeni atölye talebinde bulundu. O sırada dizimdeki bir problem yüzünden bir dizi ameliyat geçirmiştim, dolayısıyla oyunumu oynayamıyordum. Bu yüzden öğretmenlik yapmaya daha fazla vaktim vardı artık. Yeni ve daha uzun atölyeler, giderek daha fazla katılımcıyla birbirini izledi ve bu böyle beş yıl sürdü. Avrupa’nın farklı ülkelerinden sayıları giderek artan bir sürü insan atölyelere katılmak için başvuru gönderiyordu. O tarihlerde, Avrupa Birliği henüz olmadığı için, özellikle İskandinav ülkeleri dışındaki ülkelerden İsveç’e gelmek, İsveç’te yaşamak, eğitim almak pek kolay değildi. Bu yüzden başka bir ülkeye taşınma fikri gelişti. Farklı seçenekler içerisinde Danimarka’nın en uygun yer olduğuna ve atölyeleri burda sürdürmeye karar verdik. Hali hazırda Kopenhag’a gelebilecek yüz kadar öğrenci vardı. Stockholm’de dersler altı ay sürüyordu, Kopenhag’da ise dokuz aya çıkmıştı. Kopenhag’daki bir yılın sonunda öğrenciler bana gelip ‘Ole, bir yıllık eğitimden daha fazlasına, ikinci yıla ihtiyacımız var’ dediler. ‘Hmm… peki, ben bu konuyu bir düşüneyim’ deyip, bana yardım edebilecek birilerini aradım. Bunlardan biri de benim Lecoq okulundan hocam olan Carlo Mazzone Clementi idi. Ders vermeyi kabul etti ve böylelikle ikinci yılı müfredata ekledik; ve esas olarak o zaman Commedia School kuruldu. Yani aslında tiyatro okulu kurmak, ders vermek gibi bir amacım yokken her şey böyle gelişiverdi.

Bir nevi okul kurmaya zorlandınız yani.

Evet. Ve bundan da mutluyum. Birileri gelip ‘Ole bize bir şeyler öğret’ dediği sürece de devam edeceğim.

Commedia School’un eğitim prensibi nedir? Okul nasıl bir oyunculuk eğitimi sunuyor?

Fiziksel yaklaşım. Tiyatro görsel bir sanat dalı ve temelinde mim ve hareket var. Burda kullandığımız şekliyle ‘mim’ terimi illa ki sessiz olmak zorunda değil. Ama şurası kesin ki yaptığımız her şeyin arkasında fiziksel bir itki var. Ardından metinle çalışmaya başladığımızda, şunu söyleyebilirim ki metin oyunun bir sonucu olarak ortaya çıkar, yoksa metin oyunun kendisi değildir. Dolayısıyla temelde fiziksel yaklaşımı önemsiyoruz; ve oyun. Oyun, oyun, oyun… En temel, en basit haliyle oyun. Çocukların oynadıkları oyun gibi. Bir oyuna gittiğimizde, oyun farklı bir dilde de olsa, izlediğimizde bize keyif veren şey oyuncuların ‘oyun’udur. Tabi bunca yıl içerisinde tiyatroya yaklaşımından etkilendiğim insanlar da oldu. Jacques Lecoq’la iki yıl çalıştım, sonrasında Lecoq’la bazı seminerlere katıldım. Ayrıca Jacques Lecoq’un partneri Carlo Mazzone-Clementi ile uzun yıllar beraber çalıştık. Bu sürede Lecoq tekniğini ve Carlo’nun yaklaşımını inceleme ve anlama fırsatım oldu.

Yani eğitimin temelleri Lecoq tekniğine dayanıyor.

Evet. Okulumuzda yaratıcılık son derece önemli. Burada her hafta öğrenciler belirli başlıklar veya ödevler üzerinden yaratmak, yaratıcı olmak durumunda. Ne kadar çalışırsan, pratik yaparsan o kadar öğrenirsin. Burada geliştirmeye çalıştığımız şey oyuncunun yaratıcılığı. Hedefimiz ‘yaratıcı oyuncu’. Sadece oyuncunun sahnede o an ve oradaki yaratıcılığından bahsetmiyorum, aynı zamanda yeni oyunlar, yeni gösteri biçimleri de yaratan oyuncu. Burdan mezun olan oyuncular kendi gösterilerini yapabilecek yetiye sahip oluyorlar, başkalarının oyuncu seçmelerini beklemek zorunda değiller yani. Dışarda, oyuncu seçmelerini bekleyerek zaman harcayan bir sürü oyuncu var, ama kendi oyunlarını yapan oyuncu sayısı çok az. Özellikle günümüzde, küresel bir ekonomik kriz içindeyiz, insanların cebindeki para giderek azalıyor; ve tiyatro yüzyıllardan bugüne hep birilerinin finansına, ekonomik desteğine muhtaç olmuş; ama eğer kendi oyununu, kendi gösterini yaratabiliyorsan, ayakta kalmak için daha fazla şansın var demektir. Dolayısıyla, bu okuldan mezun olan oyuncuların tiyatro yapma yüzdesi oldukça yüksek. Birçok mezun oyuncumuz kendi tiyatrolarını kurdu ve kendi oyunlarını yaparak hayatlarını kazanıyor. Diğer yandan da sık sık farklı tiyatrolardan talep ediliyorlar, çünkü fizikaliteleri yüksek ve yaratıcı oyuncular. Yaratıcı oyuncu birlikte çalıştığı yönetmene de birçok olanak verir. Sürekli ne yapması gerektiğini duymak yerine, yeni fikirler sunabilir.

Bu iki yıllık müfredattan biraz bahseder misiniz? Ne tür dersler görüyor öğrenciler?

Birinci yılın başı benim ‘oryantasyon’ olarak tanımladığım; öğrencilerin ‘oyun’u ve okulun temel egzersizlerini anladıkları ilk bölümü kapsıyor. Bu ilk bölümde öğrencilerin kendiliğindenlik (spontanite) ve yaratıcılık yetilerini gelişirmeye yönelik çalışmalar yapılıyor. Bu başlangıç – oryantasyon bölümünü ‘metafizik mask’ dediğimiz eğitim masklarıyla yapılan çalışmalar takip ediyor. Ardından bu masklarla ‘çevrenin hareketi’ni araştırıyoruz, yani bizi çevreleyen her türlü materyalin ve elementin ‘fiziksel hareket’ açısından tekrar keşfedilmesi süreci. Eğitim maskından sonra performans masklarıyla çalışmaya başlıyoruz. Bu noktada biri Alman, diğeri İrlandalı iki mask hocası bize katılıyor. Öğrenciler profesyonel mask yapım sürecini ve tekniğini öğreniyor, sonra da farklı mask türleriye her bir mask türünün gerektirdiği mask oyunculuğunu deneyimliyor. Birinci yılın ikinci dönemine ‘hikaye anlatıcılığı’ ile başlıyoruz. Sonra clown geliyor. Birinci yılın sonunda da kısa bir süre kukla üzerine çalışıyoruz. Tabi bu arada yıl boyunca akrobasi, Feldenkrais, hareket ve mim derslerimiz devam ediyor. İkinci yıl melodrama ile başlıyor. Bu noktada melodramayı eski formlarıyla tarihsel olarak çalışmak yerine ‘melodramayı bugün geçerli kılan şey ne?’ sorusu üzerinden gidiyoruz. Sonra; farklı türden metinlere yaklaşımı anlamak için antik, klasik ve çağdaş metinlerle çalışmalar yapıyoruz. Ardından Buffoon, Kabare ve son olarak da Commedia Dell’Arte çalışıyoruz.

Buffoon tarzını biraz açar mısınız?

Buffoon tarzı Jacques Lecoq’un icadı. Kendi okulunda eğitmenlik yaptığı yıllarda Lecoq farklı yerlerden gelen öğrencilerinin motivasyonları, düşleri, özlemleri ile yakından ilgileniyordu. Onları harekete geçiren, tetikleyen şeyler neydi? Bahsettiğim dönem 1970’ler, yani tüm Avrupa’da gençler arasında ‘punk’ kültürünün çok popüler olduğu dönem. Ve ‘punk’ kültürü esasen toplum değerleriyle alay etme üzerine kuruluydu. Lecoq bunu farketti ve bu anlayışı/yaklaşımı öğrencileriyle birlikte keşfetmeye koyuldu. Ben de o dönemde Lecoq’un öğrencilerinden biriydim. Dolayısıyla Buffoon tarzının başlangıcına ve bugüne kadarki gelişimine tanıklık etmiş oldum. Buffoon görsel olarak son derece grotesk bir tarz. Aynı zamanda gizemli; ve burda gördük ki, kimi hassas konuların, sorunların ele alınmasında bu tarz büyük olanaklar sağlıyor. Buraya gelen genç oyuncular sıklıkla içinde yaşadıkları toplumla, o toplumun sorunlarıyla ilgili oyunlar yapmak istiyorlar, ancak farkettik ki toplumsal sorunları tiyatroya taşıma noktasında genellikle ya propagandaya kayıyorlar ya da insanların zaten bildikleri şeyleri söylemekten öteye gidemiyorlar. Ancak Buffoon tarzı bu noktada –kendi içeriği gereği- toplumsal sorunlara dair özgün bir eleştiri aracı sunuyor oyuncuya.

Fziksel Tiyatronun günümüzdeki konumunu nasıl buluyorsunuz?

‘Fiziksel Tiyatro’ terimi aslında benim kullanmak istemediğim bir terim. Ama dilimize böyle yerleşti. Çünkü, tiyatro zaten fiziksel bir şeydir. Sadece, bazı oyuncular kendi fizikalitelerinin daha fazla farkındadır, bazıları ise daha az. Bugün artık oyuncular fizikalitelerinin ve bu fizikaliteyi anlamak durumunda olduklarının daha fazla farkında. Tiyatroda olup biten her şey fiziksel olduğu için, bu fizikaliteyle seyircinin zihninde ne tür imgeler yarattığımızın ya da yaratabileceğimizin farkında olmalıyız.

Commedia School uluslararası bir okul ve 1978’den bu yana farklı ulustan birçok oyuncuyla çalıştınız. Birbirinden çok farklı kültürlerden gelen oyuncularla çalışmak nasıl bir şey?

Ben de burda, Danimarka’da ve tüm Avrupa’da bir yabancıyım. Dolayısıyla, buraya öğrenci olarak gelen yabancı oyuncuların yaşadığı zorlukları anlayabiliyorum. Uluslararası bir okul olmak son derece önemli. Aksi halde bu işi yapmazdım zaten. Sadece bir ulustan oluşan oyuncularla çalışmak istemezdim. Çünkü insanlar kendi kültürel alışkanlıklarıyla sınırlanmış durumda ve bu alışkanlıkları dışardan göremiyorlar. Farklı kültürlerden, farklı dilleri konuşan insanları bir araya getirdiğin zaman ise bambaşka bir durum doğuyor. Bazen bir mucize oluyor ve insanlar birbirini anlıyor. Ama yanlış anlama, yanlış anlaşılma çok daha genel bir durum ve bununla yaşamak çok ilginç bir olgu bence. Çünkü, anlaşılmak için, kendini nasıl ifade ettiğin konusunda son derece dikkatli olman lazım. Özellikle de tiyatro yapıyorsan. Tiyatro yaparken seyircinin ve oyuncu partnerinin seni ne kadar anlayabildiğini anlaman gerekir. İçinde yaşadığın toplumdan getirdiğin ve sırtını dayadığın kimi kültürel varsayımlar doğru olmayabilir ve sahnede işlemeyebilir. İşte bu çok ilginç bir farkındalık noktası. Dolayısıyla, uluslararası bir toplulukla çalışmak, ulusal ve kültürel alışkanlıkların ve varsayımların sınırlarından kurtulup, bunları farklı kültürlerle zenginleştirmek açısından müthiş bir avantaj.  Diğer yandan, uluslararası bir okul olmamız, öğrencilere büyük bir iletişim ağı sunuyor. Okul bittiğinde oyuncuların birçok uluslararası bağlantısı oluyor. Sonuç olarak, küçük de olsa farklı kültürlerin birbirlerini etkilemesi, farklı kültürlerin birbiriyle iletişime geçmesi ve birbirini tanıması heyecan verici. Bu yüzden ne kadar uluslararası olursak o kadar iyi bizim için.

Okulda ‘Eğitimde Tiyatro’ ile ilgili de çalışmalar yapılıyor. Bundan da biraz söz eder misiniz?

Eğitimle ilgili çok eskilere dayanan bazı tecrübelerim var. Üniversitede ilk olarak çocuk eğitimi üzerine eğitim almıştım ve sonrasında da birkaç yıllık öğretmenlik tecrübem oldu. Ayrıca farklı eğitim enstitülerinde, tiyatronun eğitimde kullanımı üzerine birçok atölye yaptım. Eğitimle ilgilenmeye Vietnam savaşı sonrasında başladım. Aslında bu ilgi, sonrasında benim tiyatroya yönelmeme neden oldu. Vietnam savaşı zamanında gördüklerimden sonra toplumumuzda ters, yanlış giden bir şeyler  olduğuna karar verdim; ve bu çarpıklık karşısında toplum için olumlu bir şeyler yapmam gerekiyordu. Bu nedenle eğitime yöneldim. Çünkü, benim aldığım eğitim sonuçta insanların soru sormadan savaşa evet demelerine yol açmıştı. Böylelikle eğitim felsefesi üzerine eğitim almaya başladım. Dolayısıyla, o zamandan beri -sonrasında tiyatroya yönelmeme karşın- eğitim enstitüleriyle birlikte de çalışıyorum. Her yıl İsveç’deki bir üniversitede ‘eğitimde tiyatro’ üzerine ders veriyorum. Eğitimde tiyatro programının okuldaki yerine gelince, Commedia School eğitim enstitülerine tiyatronun eğitimde kullanımına dair atölyeler sunuyor. Örneğin, bu yılın Ocak ayında Kenya’daydım. AIDS, uyuşturucu gibi Kenya’nın kenar mahallelerinde yaşayan gençlerin karşı karşıya oldukları sorunlar üzerine eğitim veren diğer gençlerle bir haftalık bir atölye çalışması yaptım. Atölye çok başarılı geçti, katılımcılar o günden bugüne Kenya’da birçok oyun oynadılar ve çok olumlu geri bildirimler aldılar. Orada eğitim veren 250 kadar genç var ve şimdi eğitimlerinde tiyatroya daha fazla yer vermek istiyorlar. Bu program kapsamında, ilerleyen aylarda ikinci sınıf öğrencilerimizle Kenya’ya gidip gençlerle daha uzun süreli ve daha geniş kapsamlı atölye çalışmaları yapacağız. Okulumuzdaki ‘eğitimde tiyatro’ dersleri de ikinci sınıf öğrencilerini Kenya’daki -veya benzeri- atölyelere hazırlama amacıyla veriliyor.

Son olarak eklemek istediğiniz bir şeyler var mı?

Okulu beraber kurduğumuz Carlo Mazzone Clementi’nin tiyatroya bulaşma nedeni İkinci Dünya Savaşı ve o dönemde yaşadıklarıydı. Kendi kendine şunu demiş Carlo ‘Eğer insanların birlikte gülmelerini sağlayabilirsek, muhtemelen birbirlerini öldürmeyeceklerdir’. Komedi sanatına yönelmemizde onun nedeni İkinci Dünya Savaşı idi benimki Vietnam Savaşı. Ve evet, birlikte gülen insanlar birbirlerini öldürmezler.

Mimesis Söyleşi / Erkan Uyanıksoy – Elif Temuçin

Paylaş.

Yanıtla