Açık Havada Tiyatro: Bazı Şeyler Dışarıda Güzel

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Mimesis Çeviri – İster tiyatronun üstünden geçen bir helikopterin gürültüsü, ister oyuncuların engelleri aşmaları olsun, açık hava gösterileri heyecanlı – ve tamamen teatral – bir şekilde her an her şeyin olabileceği hissini yaşatır.

Guardian, 22 Haziran 2011, Çeviri: Öykü Gürpınar

Kanatlı bir şey geliyor, bu tarafa doğru… Shakespeare’in Globe Tiyatrosu. Fotoğraf: Guardian’dan Tristram Kenton

Yemek, müzik ve seks gibi tiyatro da açık havada gerçekleştirilirken daha fazlasına ihtiyaç duyar. Günışığında göz teması kurabilen oyuncular ve seyirci arasında özel bir etkileşim oluşur ve bana sorarsanız bu konuda hiçbir yer Londra, South Bank’de yer alan Shakespeare’in Globe Tiyatrosu kadar başarılı olamaz.

Düzenli bir Globe izleyicisi olarak, bu heyecanın nereden geldiğini ve bunun kapalı alanda gerçekleşen tiyatrodan nasıl farklılaştığını analiz etmeye çalışıyorum. Stanislavski pek yardımcı olmuyor ama Brecht oldukça alakalı ve Peter Brook’un “dolaysız tiyatro” kavramı da iyi bir başlangıç noktası gibi görünüyor. 1968’de yazdığı “Boş Alan” kitabında (Globe Tiyatrosu’nun bir benzerinin inşa edilmesi henüz Sam Wanamaker’ın aklını kurcalayan bir fikirken) Brook’un öncelikli kaygısı gösterimin açık ya da kapalı alanda gerçekleşmesi değildi. Fakat dolaysız tiyatroyu tanımlayışı, bana Globe’un ne olduğunu da özetliyor gibi geliyor: “Tuz, ter, gürültü, koku: tiyatroda olmayan tiyatro; at arabalarının, vagonların, ayaklıkların üstünde tiyatro; ayakta duran, içen, masaların etrafına oturan bir seyirci; oyuna katılan, laf atan bir seyirci…”

Orijinal Shakespeareyen doğrudanlık, ilk sanat yönetmeni Mark Rylance’la birlikte kısmen törpülenmeye başlanmıştı, o da görevini Dominic Dromgoole’a devretti. Son zamanlarda sahnelenen prodüksiyonlardan bazılarında, orijinal konseptin dışına çıkan, aşırı süslü dekorlar kullanılmıştı. Fakat bu sezon, tiyatronun sahip olduğu benzersiz mekanı sonuna kadar kullanan iki mükemmel prodüksiyonla başladı: Yeter Ki Sonu İyi Bitsin ve Kuru Gürültü. Yeter Ki Sonu İyi Bitsin’de, oyuncular oyun başlamadan önce sahneye çıkarak seyircileri selamlıyor. Seyirci ile oyuncular arasında suç ortaklığına dayalı bir ilişki yaratmanın akıllıca bir yolu bu. Suç ortaklığı ve Brechtyen yabancılaştırma efekti aynı madalyonun iki yüzü aslında.

Roussillon Kontesi rolündeki Janie Dee, kapalı mekanda gerçekleşen -açık havaya kıyasla öngörülebilir- gösterimin yerine, Globe’daki yağmurdan sırılsıklam olma, kumruların saldırısına uğrama ya da geçen helikopterin gürültüsüne maruz kalma riskini tercih eden deneyimli oyunculardan. Yakınlarda katıldığım bir fuayede, mekanın atmosferini ve ayrıca yarattığı risk duygusunu sevdiğini belirtti.

Seyirci ve oyuncular arasındaki dördüncü duvarın tasfiye edilmesiyle birlikte oyuncuların kendilerini başka şekillerde göstermeleri ihtiyacı ortaya çıkar. Deneyimli Globe oyuncusu Peter Hamilon Dyer burasının, Johnny Depp gibi yakın plan çekimde mırıldanmaktan hoşlananlara göre bir mekan olmadığını söylüyor. Yine de burada gösterimden fazlası var; Dee’nin de fuayede bahsettiği gibi, seyirci ile kurduğu yakın temas oyuncuya ne isterse yapabileceği duygusunu yaşatıyor. Hamilton Dyer özellikle komedide abartma tehlikesinin daimi olduğunu hatırlatıyor: “Sahnedeki oyunla bağınızı asla kaybetmemelisiniz. Kaybettiğinizde bunu fark edersiniz zaten.”

Bazı eleştirmenler özellikle bu noktaya dikkat çekiyor. Globe’un Kuru Gürültü oyununda Beatrice’i canlandıran Eve Best ile Benedick’i oynayan Charles Edwards açıkça seyirciye oynuyor: Senaristlerin çözülmemiş cinsel gerginlik olarak adlandırdığı üç saatin sonunda nihayet öpüştüklerinde seyircilerden alkışlar ve çığlıklar yükseliyor. Ama benim için en can alıcı nokta her ikisinin de Shakesperayen karakterin içinde kalarak bunu başarmasıdır; hem Beatrice, hem de Benedick doğal olarak ilgi çekicidirler. Aynı durum, Falstaff rolünü oynayan ve Globe seyircisini avucunun içine alan, Oliver En İyi Aktör 2010 ödülünün haklı sahibi Roger Allam için de geçerlidir.

Karanlık kapalı mekanlarda gerçekleşen tiyatrolar, seyirci ve oyuncu arasında suç ortaklığına dayalı bir ilişki gelişmesini engeller; gerçi Yılbaşı pantomimi izlemiş herhangi biri bunun imkansız olmadığının farkındadır; sadece oyuncuların dördüncü duvarı yıkmak için çok daha fazla çaba harcamaları gerekir. National Theatre’ın Bir Adam, İki Patron adlı prodüksiyonu seyirciyi sahneye çıkararak pantomimden öğelerle beslenir – Globe’da böyle bir şeyin yapıldığını hiç görmedim. Brecht’in yer aldığı Berliner Ensemble’da da verfremdungseffekt, yani sözde yabancılaştırma efekti yaratma kaygısıyla böyle bir şey yapıldığını zannetmiyorum. Bunteresk James Corden’in, Lyttleton tiyatrosunda ilk sırada oturan seyircilere yiyecek bir şeyleri olup olmadığını sorması dolaysız tiyatronun tanımına uyar mı bilmiyorum, ama sonuç oldukça komiktir.

Peter Brook’dan alıntılarsak: “Midesi boş bir adam, kendisini izleyen birinden bir sandviç ister; işte teatral bir eylem için ihtiyaç duyulan şey budur.” Ama bütün kumruların da bildiği gibi, sandviçler her zaman açık havada daha lezzetlidir.

Paylaş.

Yanıtla