Herkes Gider Mersin'e Biz Gideriz Tersine

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Mehmet K. Özel

Avusturya trollerinde Erl diye bir kasaba var. Nüfusu yaklaşık 1400 kişi. Bu kasaba 1950’lerde inşa edilmiş, enfes akustiğe sahip 1500 kişilik bir tiyatro binasına sahip.

17. Yüzyıldan beri kasabanın geleneği haline gelmiş, altı yıllık periyotlarda sahnelenen dini gösteri “İsa’nın Pasyonu”na ev sahipliği yapsın diye inşa edilmiş bu binada ve çevredeki açık kapalı başka mekanlarda 1997’den beri Avrupa’nın en önemli yaz festivallerinden biri gerçekleşiyor. Hatta Erl Tiroler Festspiele, son yıllardaki Wagner temsilleriyle de, meraklıları için Bayreuth öncesi tadımlık cazibe noktası haline gelmiş durumda.

Durup dururken bu kasabadan neden bahsediyorum!

Erl’liler 1500 kişilik tiyatro binalarıyla yetinmeyip, hemen yanına 800 kişilik bir opera-tiyatro salonu daha inşa ediyorlar. Yok, yanlış okumadınız; 1950’lerden kalan ve hala sapasağlam işlev gören, hatta akustiğiyle hayranlık uyandıran yapıyı yıkıp yerine yenisini inşa etmiyorlar. Hemen yanına “yeni” bir tane ekliyorlar.

1950’lerdeki nasıl o dönemin mimarisini temsil ediyorsa, 2011’deki de bu çağın yapısı. Sanki trol yeşiline uzaydan inmiş yabancı bir yapı. 1950’lerinkinin yumuşak hatlı eğrisel kütlesiyle kontrast teşkil edecek şekilde sert, keskin hatları var. Mimarı Delugan Meissl.

Erl’liler bu uzay gemisinden hiç rahatsız değil. Çünkü günümüzü temsil ediyor.

Bitmedi. Şimdi Avrupa’nın başka bir ülkesine gidelim, ada’ya; İngiltere’ye.

Tarihi Canterbury kasabasında 25,6 milyon poundluk bir projeyle 1200 kişilik bir opera-tiyatro-konferans yapısının inşası bitmek üzere. Binanın sahibi öyle özel bir firma falan değil, kamunun, yani belediyenin kendisi!

İki yıl önce bu yapı için belediye meclisinde yapılan oylamada bütün partilerden vekiller evet oyu vermişler. Yani, anlayacağınız bu öyle belli bir partinin sahiplendiği bir proje değil; kentlilerin hepsinin ortak hayali, ortak “pasyon”u!

Orlando Bloom’dan Timothy West’e birçok sanatçı da parasal anlamda destek olmuş bu projeye.

Canterbury’li ünlü tiyatro yazarı Christopher Marlowe’dan adını alan Marlowe Tiyatrosu kentin dillere destan, ortaçağ’ın başyapıtlarından birine konu olmuş, haç merkezi katedralinden sonraki en yüksek yapısı oluyor. Yapının mimarı Keith Willims “katedral kentin dini doruk noktası, biz ise laik olanıyız” diyor.

Peki, biz bu tablonun neresindeyiz!

Büyükşehir belediyemiz kendi malı olan ve daha bir yıl önce bitirdiği yenilenmiş Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi’ni satışa çıkarmış. Ya sonra? Kendi binasında kiracı olacak herhalde! Yaşasın liberalizm!!!

Bunlar olurken, geçen akşam Elina Garanca konseri öncesi Rengim Gökmen İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bir plaket verdi, Açıkhava Tiyatrosu’nu festivale tahsis ettikleri için. Sonra da, İstanbul’a yakışır bir opera-konser salonu temennisinde bulundu; akşamın, Garanca’dan sonraki en kuvvetli alkışını aldı.

İngiltere bile kamu parasıyla kültür yapısı inşa ederken, biz, “boynuz kulağı geçer misali” kamu parasıyla yapılan binalarımızı özel sektöre peşkeş çekiyoruz. Sonra da o binada kamu olarak kiracı oluyoruz. Tezgah ne güzel kurulmuş!

Zaten, bu zihniyetten başka ne beklenir!

İstanbul’a doğru düzgün, “uluslararası ölçülerde” bir opera-tiyatro-konser salonu beklenmeyeceğini çoktan anlamadıysak suç bizde!

Danzon

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Mehmet K. Özel

Yanıtla