Viktoryen Kültürüne Başkaldırı

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Can Yücel, Türkiye şiirinin köşe taşlarından biri olduğu kadar tiyatro çevirileri ile de tiyatro edebiyatı içerisinde de önemli bir boşluğu doldurmuş bir şairdir. “Hamlet”, “Fırtına”, “Bir Yaz Gecesi Rüyası” (“Bahar Noktası” adıyla çevrilmiştir), “Kafkas Tebeşir Dairesi” gibi klasikleşmiş tiyatro eserlerini Türkçeye uyarlayarak dilimize kazandırabilmiş bir şairdir. Öyle ki bu çevirilerde, çeviren olarak değil Türkçe söyleyen olarak adı anılır. Tiyatro çevirilerinde de yer yer rastlanan küfür ve argo dili, onun şair ve entelektüel kimliğinin de bir bileşenidir. Yücel Kayıran’ın Can Yücel’in küfür ve argo dili kullanımına dair Radikal’de yayınlanan toplumsal analizini sunuyoruz.

Can Yücel 12. ölüm yıldönümünde ‘mezarı’yla gündemdeydi… Hem Türk şiiri içinde, hem de toplum nezdinde, Can Yücel’in şiiri, genel ahlaka aykırı olmaya devam ediyor hâlâ. Bunun eleştirel kavgası verilmiş değil henüz.

Can Yücel’in şiirini açıklamaya yönelik ileri sürülen yaygın argümanların paradoksal bir pozisyonu olagelmiştir. Bu argüman, hiçbir zaman onun yüz yüze kaldığı ret ve itiraz durumunu açıklamakta yetenekli olamamıştır. İki bakımdan; gerek onun şiirini, gerekse onun şair olarak duruşunu açıklamak bakımından. İlkin, bu argümanlar, bu şiirin, bir yandan ironik, dolayısıyla ahlaki (ironi, gerçek bir sanatçı için fazla ahlakidir çünkü) olduğunu dile getirirken, diğer yandan ise bu şiirin rezaleti kabullendiğini, şiirde önerdiği şeyin rezillik olduğunu söyler.

Cemal Süreya’nın eleştirisinden söz ediyorum. Rezillikle işaret edilen veri, “Sevgi Duvarı” şiiridir kuşkusuz. Özellikle şu dizeler: “Yalnızlığım benim sidikli kontesim/ Ne kadar rezil olursak o kadar iyi. (…) Yalnızlığım benim süpürge saçlım/ Ne kadar kötü kokarsak o kadar iyi.” Ama ondan önce “Bir Numaralı Halk Düşmanı” şiiri vardır: “Reis bey dedim reis bey/ Asın beni dedim dövün öldürün beni/ Suçluyum dedim kahpenin soysuzun biriyim ben” Ama daha başlangıçta, ilk kitabının ikinci şiiri, “Sakız Ağacı” şiiri vardır: “Tanrı adın işitmedi ömründe;/ İnanmadan da madem yaşanıyor diye” İlk dizedeki ‘ömründe’ ifadesi garip şiirini çağrıştırsa da, ikinci dize kesinlikle Can Yücel dizesidir. Ama ‘fazla ahlaki’ bir bakış olarak ironi ile benimsenilen bu rezillik durumu aynı anda açıklanabilir değildir. Bu nedenle olsa gerek, Cemal Süreya da, Can Yücel’in ‘rezaleti’ benimsediğini kesin ve net olarak dile getirmez ve daha edebi, yani bulanık bir ifadeyle “Can Yücel sevecen ve aldırmaz bir tavırla kabullenir rezaleti” der. Ama “aldırmaz bir tavırla kabullenilir” nitelemesi, meseleyi daha da sorunlu hale getirir. Gerçekten de “kabullenilen, aldırmaz bir tavırla” mı dile getirilir rezillik Can Yücel’in şiirinde? Rezalet, bir tavır olarak benimsenip savunulan, ‘kabullenilen’ bir şey midir, hem de ‘aldırmaz bir tavırla’? Örneğin. “Ne kadar rezil olursak o kadar iyi” dizesi ile “ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi” dizelerini bir arada açıklayamaz Süreya’nın argümanı.

‘Genel ahlaka aykırılık’

Kuşkusuz teslim etmek gerekir; Süreya’nın konu edindiği Can Yücel iki kitap toplamı olan Can Yücel’dir; bizim önümüzde duran Can Yücel ise, bütün şiir toplamı olan Can Yücel. Bununla birlikte şu yargısına da değinmek gerekecektir: “Argo ve küfür bir arınma işlemidir Can Yücel’de. Kötülüğe, kötü düzene karşı aşılanmak için kutsal’ı delik deşik eder.” Ama bu açıklama da, onun şiiriyle örtüşen duruşunu açıklamaya yetmeyecektir. Özellikle argo ve küfür, 80’li yıllarda, dönemin genç şairleri tarafından olumlanmazken, dönemin savcı ve yargıçları tarafından ‘genel ahlaka’ aykırı bulunacaktır. Can Yücel, 12 Eylül günlerinde, siyaseten değil, ‘genel ahlaka aykırı davranışla’ yargılanır; Türkçedeki bir kelime nedeniyle. Dönemin kimi genç şairleri, ‘şiirin estetik olması gerektiğini’ sık sık dile getirirken, aslında, Can Yücel’in şiirine karşı olumsuz tavırlarını da dile getirmektedirler; her ne kadar bunu açıkça yazarak dile getirememişler ise de. Sonrasında, ‘estetiğe tutunamamış bir şiir’ olarak da adlandırılacaktır Can Yücel’in şiiri. Can Yücel’i şiiri söz konusu olduğunda, savcıyla kimi genç şairin buluştuğu bir nokta olmuştur 80’li yıllarda.

Can Yücel’in, gerek dilinde gerekse şiirinde ortaya çıkan argo ve küfrü, örneğin “Türkçede göte göt denir” ifadesini, ‘genel ahlaka aykırılık’ dışında, gerek Cumhuriyet dönemi Türk şiirinin, gerekse onun şiirinin sınırları içinde, dolayısıyla şairlik duruşunun bir gereği olarak açıklamak mümkün değil mi idi? Ben mümkün olduğunu savunacağım. Bu olanaklılığın, Can Yücel’in, bir bakan çocuğu olması ve yurt dışında eğitim görmesi koşulları nedeniyle de, devre dışı bırakılmak istendiğini de belirtmek gerekir.

Bir şairin, gerek poetikasının gerek şiirinin neliğini anlamak için bakılması gereken yer, onun neye başkaldırdığıdır. Bir şairin derdinin ne olduğunu anlamak için, onun hangi problemle yüz yüze geldiğini, bu problemi aşmak için neye başkaldırdığını anlamak gerekir. Can Yücel, cumhuriyet dönemi şiiri içinde, problemi olan şairlerden biridir.

Can Yücel’in, viktoryen kültürüne başkaldıran, dolayısıyla viktoryen ahlakına vaziyet alan bir şair olduğunu savunacağım. Yücel’in şiirindeki küfür ve argo dili, rezaleti savunma durumu ve ironik bakış, viktoryen kültürüne karşı ortaya çıkar. Can Yücel’in şiirinde konuşan anlatıcı-ben için dünyaya başkaldıran özne de denmiştir. Can Yücel’in şiirindeki anlatıcı-ben, dünyaya başkaldıran bir özne değil, viktoryen kültürüne ve ahlakına başkaldıran bir öznedir. Ne demek viktoryen kültürü ve viktoryen ahlakı?

Toplumsal cila

Viktoryen kültürünün ayırıcı özelliklerinden biri, ‘viktoryenlerin, akıl biçimlerinin toplum biçimlerine boyun eğmesi gerektiğine inanmalarında’ ortaya çıkar. Viktoryen ahlakı, toplumun her şeyin üzerinde tutulması gerektiği anlayışını dile getirir. Bireysel düşünce ve kendini dile getirme, toplumsal adabın sınırları içinde tutulması gerekir. Onlara göre, toplumun formlarını, entelektüel yönden sınamak veya testten geçirmek nezaketsizliktir. Nezaket, aydınlanma bakımından, uygarlığın ve görgünün en üst düzeyini dile getirir. Ancak viktoryen zihniyette, nezaket ‘toplumsal cila’ya dönüşmüş, dönüştürülmüş durumdadır. Viktoryenlere göre, toplumsal adabın sınırları dışına çıkıldığında, bu yanlış davranış, o davranışı yapanın özünde kötü olması nedeniyledir. Dolayısıyla yanlışı içeren bu davranışın kalıba sokulması gerekir. Yanlış davranış, yani toplumun adabının sınırları dışına çıkan davranış, dayakla, hapisle, kınamayla yani cezalandırılmayla kalıba sokulur. Viktoryen kültürünün ölçüsünü “toplum ne der?” saiki oluşturur. (Viktoryen kültürünün neliğiyle ilgili bu argümanları, Robert M. Pirsig’den aldığımı belirtmeliyim.)

Can Yücel’in ilk şiirlerini 1946’da yazdığını hesaba katarsak, bu dönem, Türkiye’de cumhuriyetçi elit ve seçkinci bir viktoryen kültürünün kurulmasının neredeyse tamamlandığı yılları kapsar. İstanbul Türkçesi, bu viktoryen kültürün dil anlayışını temsil eder. Can Yücel’in şiirinde, rezalet, viktoryen kültürünün nezaket anlayışına bir karşı tavır olarak ortaya çıkarken, küfür ve argonun bu denli kullanılışı da, bu kültürün nezaket kurallarına göre işleyen İstanbul Türkçesine karşı vaziyet alışı dile getirir. Algı yanılmasına yol açan nedenlerden biri, bu başkaldırının, söz konusu dönemi kuran hükümetin bir bakanının, yani Hasan Ali Yücel’in oğlu tarafından yapılmış olmasıdır. Algı yanılmasına yol açan nedenlerden biri, Can Yücel’in anti-Kemalist bir Marksist olduğunun daima göz ardı edilmiş olmasıdır. İngiltere’de bulunmuş olması, onun görgüsünü geliştirmiştir mutlaka ama aynı zamanda da viktoryen kültürünün ne olduğunu kavramasını da sağlamıştır.

Genç şairler…

“Can Yücel’in şiirinde ironi, fenomen ile, onun arka planında yer alan gerçeklik arasındaki düzenlenişi, yanlış bilinç içeren düzenlenişi yıkma, bozma girişiminde açığa çıkmaktadır. Gerçeği gösterme kaygısı, Can Yücel şiirindeki ironinin varlık nedenidir.”(Kritiğin Toprağında, s. 301) Burada ‘fenomen’ ifadesiyle kastettiğim, viktoryen ahlakıdır.
80’li yıllarda, Can Yücel’in, bu dönemin kimi genç şairleri tarafından reddedilmesinin nedeni de, viktoryen kültürüyle bağlantılıdır. Söz konusu şairler, Türk şiirinde, viktoryen kültürünü yeniden kurma, yeniden yeşertme girişimini temsil ederler. Bu şairlerin; içeriğini, anlamını tanımlanmadan sık sık dile getirdiği ‘estetik’ terimi, viktoryen kültürünün ‘nezaket’ anlayışını dile getirir aslında. Birey olmanın ayrıcalığını klasik müzik dinlemeye dayandıran bir şiir yazmak, bu girişimlerden biridir. 80’li yıllar aynı zamanda, yeni bir viktoryen kültürünün icat edildiği bir dönem de oldu: Cumhuriyetçi elit viktoryen kültürüne karşı daha yerli ve daha bize özgü bir viktoryen kültürü. Hem Türk şiiri içinde, hem de toplum nezdinde, Can Yücel’in şiiri, genel ahlaka aykırı olmaya devam ediyor hâlâ. Bunun eleştirel kavgası verilmiş değil henüz.

Can Yücel’in, Birikim dergisinin mayıs 1989 tarihinde ikinci kez çıkışında, birinci sayıya yazdığı kısa yazıdan kısa bir alıntıyla bitirmek istiyorum:

“Türkiye’nin ana sorunu kültürel ekonomiksel hırboca ve marksistçe bir birikiminin kurulmasıydı. Kimi adamlar zannettiler ki Kemal Tarih’den başka tarih yoktur. (…) Türkiye kapalı bir havuz değildir. En azından içinde alabalıklar yaşar. Ve bizim bütün bir hayatımız ciddi bir düşünme sorunudur. (…) Bütün arkadaşlarımız hepsi, çalışan arkadaşlarımız Arapça’dan Acemce’ye, Swahili dilinden Çince’ye kadar her dili ve kültürü öğreneceklerdir. Başka çaresi yoktur. Türkiye kapalı bir havuz olmaktan çıkacaktır.”

Bugün, Türkiye toplumu ve Türk şiiri kapalı havuz olmaktan çıkmış mıdır?

Yücel Kayıran

Radikal

Paylaş.

Yorumlar kapatıldı.