20. Yılında MKM’den Büyük Kutlama

Pinterest LinkedIn Tumblr +

(Mezopotamya Kültür Merkezi’nin kurucularından İbrahim Gürbüz ile yapılan söyleşiyi yayınlıyoruz.) Mezopotamya Kültür Merkezi’nin (MKM) 1991 yılında başlayan kültür sanat yolculuğu 20. yılını geride bıraktı. Asimilasyon ve kültürel soykırıma karşı, alternatif-devrimci sanatı perspektifiyle yola çıkan MKM 20 yılda müzik, sinema, halk dansları, modern dans, tiyatro gibi alanlarda önemli adımlar attı.

Özellikle müzik alanında 20 yılda çok sayıda sanatçı yetiştirirken, sayısız albümle Kürt müziğine önemli eserler kazandırdı. MKM bünyesinde kurulan Koma Agirê Jiyan, Koma Çiya, Koma Gulên Xerzan, Vengê Sodirê, Koma Asmîn, Koma Rojhilat ve Koma Amed gibi gruplar arkalarında sayısız önemli eserler bıraktılar. MKM’de tiyatro grupları önemli oyunları sahnelerken, sinema ve modern danslarda da dikkate değer çalışmalara imza attı.

MKM dün akşam 20. yılını Yedi Kule Zindanlarında düzenlediği konser ile kutladı. Saat 19.00’da başlayan konsere binlerce kişi katıldı.

Şahiya Stranan, Mikail Aslan, Vengê Sodirî, Koma Çiya, Niyazi Koyuncu, Agirê Jiyan, Koma Azad, Koma Gûlên Xerzan, Bandista, Diwana Dengbêjan, Koma Asmîn, Harun Ataman, Koma Serhildan ve Dîwana Dengbêja’nın sahne aldığı konserde yaşamını yitirmiş olan MKM sanatçıları anıldı.

Folklor sanatçıların görsel bir şölen yaşattığı gecede, Kürtçe şarkılarda olduğu gibi Karadeniz şarkılarına da hep bir ağızdan eşlik eden binlerce insan unutulmaz bir gece yaşadı.

20’inci yılını kutlayan Mezopotamya Kültür Merkezi kurucularından ve ilk yönetim kurulu başkanı İbrahim Gürbüz MKM’nin kuruluş yıllarını konuştuk.

“Sanat ve kültürle bütün toplumu bir ağ gibi örerseniz, herkes Kürtçeyi bilirse, herkes Kürt müziğini içselleştirirse, Kürt edebiyatını, Kürt folklorunu, Kürt tiyatrosunu ruhunda hissederse, bütün toplumun genç kuşağı bunu özümserse asimilasyon hayat bulamaz” diyen İbrahim Gürbüz’le MKM’nin nasıl kurulduğunu anlattı.

* Öncelikle kültür merkezi kurma fikri nasıl oluştu, bundan bahseder misiniz?

-Kültür merkezi fikri 1985’te cezaevinde oluştu. O dönem Bayrampaşa Özel Tip Cezaevi’nde tutukluydum. Orada hep şunu düşünüyordum, ‘eğer dışarıya çıkarsam ilk önce ekonomimi örgütleyeceğim, sonra da tahrip edilen kültürel değerlerimizi yeniden inşa etmek için çalışacağım.’ Bunu söyleyerek kendi kendime söz verdim. Bir boşluk vardı ve o boşluğun mutlak suretle doldurulması gerekiyordu. Yağmalanan, tahrip edilen, dağıtılan, yok edilen ve asimilasyona tabi tutulan değerlerin yeniden kazanılması gerekiyordu.

*Neden özellikle kültür merkezi?

-Bir ulusun can damarları, kan damarları, o halkın sanatıdır, kültürüdür, edebiyatıdır, romanıdır, bilimsel ve arkeolojik değerleridir. Yağmalanan kültürel değerlerimizin merkezileştirilmesi, toparlanması, asimilasyondan kurtarılması anlamında bir kültür merkezine ihtiyaç vardı. Bu bilinçle yola çıkıldı.

*Bu bilinç nerede oluştu?

-12 Eylül öncesi arkeoloji müzesinde kimya mühendisliği yaptım. Restorasyon ve konservasyon laboratuarında çalıştım. Daha sonra o dönemin düşüncesi gereği devrim yapma fikriyatı üzerine 12 Eylül sonrasında istifa ettim. Aslında sanata, kültüre ve bilime olan ilgim çalıştığım arkeoloji müzesinden bulaşan güzel bir hastalık. Sanat, kültür ve bilim alanında boşluk olduğunu düşündüm ve Kürt aydınlarıyla, Kürt kurumlarıyla, Kürt siyasal organizasyonlarıyla diyalog kurarak, bir kültür merkezi, bir enstitü, bir vakıf, bir radyo, bir televizyon örgütleme düşüncem oluştu. Tabii ki benim dışımda bu fikir başkalarında da oluşmuştu ve bu diyalog esnasında bir araya geldik.

*Kimlerle bir araya geldiniz, çalışmalarınız nasıl başladı?

-İlk önce bir girişim komitesi kuruldu. O komitede ben, tiyatro öğretmeni Cemil Özen, ressam Feyzi Bilge, Cabbar Gezici, İhsan Dörtkardeş vardı. O dönem MKM çok çabuk kapatılmasın diye çok ustaca, akıllıca bir formül bulduk. Dernek kursak dedik bunlar yarın gelir kapatırlar. Ya vakıf, ya da şirket. Vakıf içersinde örgütlenmek çok zor. Devlet tarafından onaylanması çok zor. Onun için kısa, kestirme ve pratik örgütlülük yaratmak için şirket formülünü kullandık. Bir müddet sonra Taksim Tarlabaşı Bulvarı’nda bir yer aramaya koyulduk ve bir bina kiraladık. O binanın iç dekorasyonunu yaptık ve girişim komitesinden sonra ilk kurucular kurulunu topladık. Bu kurucular kurulunda pratikte çok katılmamalarına rağmen İsmail Beşikçi, Musa Anter de vardı. Ancak işin bütün pratik faaliyetlerini birlikte yürütüyorduk. Onun dışında Cemil Özen, Feyzi Bilge, Ali Temel, Celal Ekin, Filiz Oğuz, Edibe Şahin, Cabbar Gezici, İbrahim Genç, Bahri Gezici, Süleyman Danışment, Mahmut Nayır, Ali Ekber Oğuz vardı. Tabii kuruluş sürecinde çok büyük katkılar sunan arkadaşlar da var. Onları anmadan edemeyeceğim; Turan Yapışkan, Hüseyin İldan (Genim), Yetkin (Rotînda), Zana Farkînî. Daha sonra da ilk yönetim kurulunu oluşturduk. Benim başkan olduğum yönetim kurulunda Filiz Uğuz, Edibe Şahin, Hasan Bildirici, Bahri Gezici vardı.

*Neden Mezopotamya ismi?

-Çünkü Mezopotamya Kürtlerin yurdu. Dicle ve Fırat arasında kalan bölge. Önce Yukarı Mezopotamya Kültür Merkezi’ydi ismi. Sonradan biz ‘Yukarı’yı çıkardık ve ismi MKM olarak kaldı. Yukarı Mezopotamya, Kürdistan’dır. Başta biz bir amblem yarışması da yaptık. Logoda bir dağ var, Fırat Dicle nehirleri var, bütün Kürtlerin o arkeolojik figürleri var, Kawa, barışı simgeleyen zeytin dalı, güneş var, ilk Newroz ateşi var, bilimi simgeleyen kitaplar var. Bütün bunları düşünerek kafamızdaki bu amblemi ressam Mahmut Nayır’a sunduk, o da bizim düşüncelerimizi logoya dönüştürdü. Ve hakikaten çok klasik ve hiçbir zaman eskimeyecek bir logo halinde yerini aldı ve halen devam ediyor.

*Nasıl bir kurum düşünüyordunuz?

-Öyle bir kurum kurulmalıydı ki, bu kurum sıradan bir dernek olmamalıydı. Bu kurum bir defa okul olmalı diyoruz, bir akademi olmalı, öğrenciler eğitilip öğretmen haline getirilmeli. Sanat ve kültür alanında kadrolar yetiştirilmeli, hatta uzmanlar yetiştirilmeli. İkinci olarak, bu kurum ulusal bir kurum olmalı. Bu kurumda farklı düşünceler, farklı ideolojiden, farklı siyasal hareketlerden insanlar siyasal düşüncelerini dışarıda bırakma koşuluyla bir araya gelmeli, sanat üretmeli, bilim üretmeli, kültür üretmeli. Yani olaya ulus perspektifinde bakıyoruz. Kürt sanatı üretme koşuluyla sanat yapmak isteyene açık bir merkez. İçeriye girerken Kürt müziği veya sanatı yapmak üzere gelecek ve o dallarda kendini geliştirecek. Asimilasyona karşı herhangi bir sanat dalında çalışma yapmaya gelecek. Kürt sanat ve kültürel değerlerini geliştirmek üzere girecek merkeze. Biz olaylara çok geniş bir çerçeveden bakmalıyız, herkesi kucaklamalıyız, diyorduk. Ve o dönemde gerek Kürt Enstitüsü kuruluş sürecinde, gerek MKM’nin kuruluşunda çok farklı düşünceler, ideolojilerden insanlar vardı. Mesela Kürt Enstitüsünün bilim kurulunda Nubıhar çevresinden İslamcı Kürtlerden Sabah Kara bile vardı, çok başka insanlar da vardı. Çok geniş bir yelpazeyi kapsıyordu. Kurum okul olmalı, akademi olmalı, sanatçı, uzman yetiştirilen bir merkez olmalıydı ve nitekim bu kurumun faaliyetleri esnasında epey genç Kürtçe yazan yazar, müzisyen çıktı.

*Kurulduktan sonra ilk faaliyetleriniz neydi ve ardından MKM neler yaptı?

-Önce biz MKM’de üç bölüm oluşturduk. Bilim, sanat ve kültür bölümleri. Bilim bölümünün başkanı İsmail Beşikçi’ydi. Sanat bölümünün sorumlusu Cemil Özen oldu, ilk Kürt tiyatrosunu sergileyen arkadaştır. Kültür bölümünde de İrfan Öztürk sorumlu oldu. Sanat bölümü de kendi arasında dört bölüm şekilde örgütlendi. Birisi müzik bölümü, bunun sorumlusu Celal Ekin’di. Resim bölümü bunun sorumlusu Feyzi Bilge ve folklor bölümü bunun da sorumlusu yine İrfan Öztürk’tü, sinema bölümünün sorumlusu Celal Şekeroğlu oldu. Bilim bölümünde kendi içinde üç bölüm kuruldu. Bir dil, iki edebiyat, üç tarih. Dil bölümünün başkanı dil bilimci Feqî Hüseyin oldu. Edebiyat bölümüne Abdurrahman Düre, Tarih bölümüne de Cemşid Bender başkanlık ediyordu. O da önemli bir tarihçidir, dersler veriyordu. Kültür bölümünü de biz komisyonlar biçiminde örgütledik. Mesela atasözleri, halk folkloru gibi komisyonlar oluşturduk. Bu komisyon bütün Kürdistan’ın köylerini dolaşacak, dengbêjlerin CD’lerini toplayacak ve onun üzerine doğaçlama haline getirecek ve bu sözlerden faydalanacak. Çünkü dengbêjlerin sözlerinden roman, tarih, çıkar. Bütün bilgiler orada gizli. Bu konuda da biz adım attık. Dil dersleri verildi, edebiyat dersleri de verildi, bu basına da yansıdı. Tabii burada çok önemli bir aktivite de gelişti. Rewşen dergisini çıkarttık. Rewşen yakın dönemde çıkan ilk kültür sanat dergisidir. İlk sahibi olmaktan da çok mutluyum, o benim için bir onur. MKM’yi biz ulus bilinci oluşturmak için, vatan ve toprak, tarih bilinci oluşturmak için kurduk.

*MKM Aile Birliği’nden bahseder misiniz?

-1992’de MKM dolup taşıyor, bölümler oluşturulmuş, şubeler kurulmuş, müthiş bir heyecan var. Hatta çocuk bölümü bile oluşturduk. Onlara da tarih ve bilim dersleri verildi. Aile Birliği de kuruldu. Nasıl ki okullarda aile birliği olur ya biz de MKM Aile Birliğini kurduk. Bizim orada ki amacımız hem çocuklara kendi kültürlerini vermek, hem de onların aracıyla aileleriyle bağlantı kurup onları da sanata ve kültürüne sahip çıkmalarını sağlamak.

*Kürt Enstitüsü’nün kuruluşu nasıl gerçekleşti?

-O dönemde, 1992’de artık tek MKM ile sınırlı kalınmaması gerektiğini, bilim bölümünü taşıma kararı verdik. Ama kafamızda daha önceden de vardı önce bir kültür merkezi, ardından bir enstitü kurmak. Bilim bölümünü de enstitünün alt yapısını oluşturmak için kurduk. MKM’nin içinde bir çekirdek olarak oluşturduk ve artık yetmiyor, akın akın insanlar geliyor, yurtdışından yazarlar, akademisyenler, sanatçılar geliyor artık biz dedik enstitüyü ayıralım. Kürtlerin de bir enstitüsü olmalı dedik. Ama MKM olarak enstitü kuramıyoruz. Çünkü ya vakıflar bünyesinde kuruluyor ya da üniversite bünyesinde kuruluyor enstitüler. Zaten vakıf izni vermiyordu devlet, üniversitemiz de yoktu… Nasıl kuracağız? Yine usta bir manevrayla dedik ki bu MKM Limitet Şirketi bünyesinde bir bilim araştırma merkezi kuralım. O zaman bir baktık ki Koç Limited şirketinin Bilim araştırma merkezleri, enstitüleri var. Biz hemen o dönemde ticari kanunun 39’üncü maddesine dayanarak içimizde ki bilim bölümünü aldık Yukarıya Mezopotamya Kültür Merkezi Limitet Şirketi’nin bünyesinde Kürt Enstitüsü’nü kurduk.

İLK KÜLTÜREL ANLAŞMA

*Nerelerde şube açtınız?

-1993 yılında ilk şubemizi İzmir’de, daha sonra Diyarbakır ve Adana da kurduk. Daha sonra Güney Kürdistan’da Erbil’de, Süleymaniye ve Dahok’ta kurduk. Güney Kürtleri ve Kuzey Kürtleri arasında ilk kültür anlaşmasını biz yaptık. Ben, Hüseyin ve Filiz Uğuz biz üç kişilik bir heyet halinde Güney Kürdistan’da gittik. Orada bir ay kaldık. Heyetimiz Güney Kürdistan Kültür Bakanı Serko Bêkes’le Parlamento’da kültür anlaşması yapıldı. Bu çok önemli mesela. Bunu Kürt gençleri hiç bilmiyor. Önce Erbil’de büyük bir toplantı yaptık. Yaklaşık 250 kadar aydın, sanatçı, yazar, akademisyen vardı. Bir protokol imzaladık. Çok büyük bir ilgi uyandırdı bütün televizyonlar, radyolar, ilk kez Kuzey’den gelen Kürt aydınları Güney’de bir kültür merkezi kuruyorlar şekilde haberler çıktı. Onlar için heyecan verici bir gelişmeydi. O zaman zaten biliyorsunuz Saddam’ın uçakları geçemiyordu o Kürt bölgesine. Ama herkes ne olacak diye beklerken bu haber büyük heyecan yarattı. Bu anlaşma tarihi bir olaydır. Ama bunu Kürt halkı bilmez. Bizim bu açıdan tarih ve kültürel bilincimiz çok zayıf, ulus bilincimiz çok zayıf. Bütün o barbar istilaları bir çok şeyi yok etti. Mesela o kadar zengin Kürtler var. Vatan, tarih, ulus bilinci olmayınca gidip Çırağan Sarayına bir kahvaltıya 2 bin euro veriyorlar, ama kendi kurumlarının inşasına bir lira yardım etmiyorlar.

*Kuruluş için maddi kaynağı nasıl sağladınız?

-O dönem çok küçük bir kampanya yaptık. İstiklal Caddesi’nde 5 katlı bir bina satın aldık. Bunun mutlaka bilinmesi lazım. Kallavi Sokak’ta 5 katlı bir bina ve biz onu o dönemde aldık. Her katı 150 metre kare, altında 3 tane dükkanı var, dedik ki bu dükkanları kiraya veririz ve kültür merkezinde çalışan üst kadrolar bu kiralardan alınan paralarla ayakta durur kendi kendine yürür dedik. Ben 1994 yılının sonunda düşüncelerimden dolayı aranıyor duruma düşünce, benden sonra gelen yönetici arkadaş o güzelim binayı maalesef Bağcılar da ki bir daire ile takas ediyor ve üzerine 30 bin dolar vererek satıyor. Malesef o bina uçtu gitti.

*Kürtlere ve Kürt kurumlarına baskıların en yoğun olduğu dönemde kuruldunuz, bu durum MKM’ye nasıl yansıdı?

-Düşünüyorum da biz gerçekten büyük bir macera içersindeymişiz. Ateşin, barutun içersinde biz her an ölümle burun burundaydık ve o korkuyla da yaşadık. Mesela MKM’nin başkanı olarak ve Avrupa Birliği Yeşiller Partisi’nin Çırağan Sarayı’nda düzenlediği bir konferansa katıldım. Çok sayıda Avrupa’daki parlamenterler ve Türkiye’deki milletvekillerinin katıldığı bir konferanstı. Orada yaptığım konuşmada, ‘bakın siz Diyarbakır’ın Bağlar semtindeki nüfusu kadar bile olmayan Kıbrıs Türkleri için ne istiyorsanız, biz de onu istiyoruz’ dedim. Hemen arkasından ertesi gün benim aleyhime tutuklama kararı çıktı ve üç ay hapis yattım. Kısa bir müddet sonra tekrar aranır duruma düştüm.

“MUSA AMCA GİTME DEDİM”

*Musa Anter o yıllarda katledildi. Sizin kurucular kurulu üyenizdi aynı zamanda…

-Evet Musa amca öldürülmeden bir gün önce beraberdik. Her sabah önce Musa amcayı, Feqî Hüseyin’i arabayla alırdım ve gelirdik enstitüye. Gitmeden bir gün önce yine Musa Anter ile beraber enstitüden çıktık, Taksim Meydanı’nda ‘Diyarbakır Belediyesi’nde bir konferansa davet edildim’ dedi. Ben de, ‘Musa amca gitme’ dedim. O dönem Kürdistan’da istisnasız her gün beş, on kişi öldürülüyordu. Müthiş bir kırım vardı. Çok ısrar etmeme rağmen, ‘yok gideceğim’ dedi. Ertesi gün öğlene doğru Musa Anter’in vurulduğu haberini aldık. Musa Anter ile her sabah enstitüye gelişimizde ben onlara şoförlük yapıyordum. Diyordu ki, ‘Kenan Evren bok yemiş. Kenan Evren’in şoförü bitli bir asker, ilkokul mezunu bile değil, ama benim şoförüm mühendis’ diye şakalaşıyordu. Bizim beraber açlık grevlerimiz vardı, beraber emniyete alınmışlığımız vardı, çok maceramız vardı. 75 yaşındaydı ama kale gibiydi.

“MKM KÜLTÜR SARAYI OLABİLİRDİ”

*MKM’nin 20 yılını nasıl değerlendiriyorsunuz? MKM hedeflere ulaşabildi mi?

-Kuruluşta bir kültür sarayını hedefliyorduk aslında. Kürt kültürü ve sanatının inşa edileceği bir kültür sarayı tasarlıyorduk. Buna ulaşabildik mi? Buna ulaşabildiğimizi söyleyemem. Ama eksiklerine, zaaflarına, yetmezliklerine rağmen çok önemli kazanımlar olduğunu da söylemek lazım. Çünkü çok sayıda sanatçı yetişti, çok sayıda Kürtçe öykü, şiir, yazı yazan genç yetişti. Tiyatrocu ve sinemacılar yetişti. Ama ilk başta tasarladığımız gibi mi? Yok değil. Kültür Merkezi şu an bana göre o Kallavi Sokak’taki binada bir Kültür Sarayı biçiminde olmalıydı. Yapabilirdik hiç zor değil. O anlamada maalesef orası bir kültür sarayı olabilirdi, güzel bir tiyatro salonu olurdu şu an. En azından bu noktada olması gerekirdi. Ama yine de çok önemli kazanımlar olmuştur.

*Zaten sanat, kültür, siyaset birbirine bağlı değil midir?

-Tabii ki bağımsız olması mümkün değil. Bir kahramanın ya da fedakar bir genç kızın kendi bedenini ateşe vermesini mesela bir ressam muhteşem bir şekilde resmedebilir. Bir yazar bunu romanlaştırabilir. Kürt şair bunu şiirleştirebilir. Böyle bir bağ olmalı. Burada önemli olan, eğer sanatı iyi değerlendirirseniz o halkın mücadelesine de en büyük katkıyı sunmuş olursunuz. Bizde hiç kimse de olmayan kahramanlık destanları var ama bunu sunamadık. Biz bunu şimdilik başaramadık. Bunun nedeni de sanata, kültüre, bilime, dile, edebiyata yeterince önem vermeyişimizdir. Bu benim genel bir eleştirim.

-Daha önce MKM bünyesinde yer almış bazı isimler de dahil olmak üzere bazı Kürt Kürt aydınların ve sanatçıların AKP iktidarının izlediği devlet politikasına yaklaşmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

-Bu gidişi kesinlikle doğru bulmuyorum. Kürt aydınları ve sanatçılarının kendilerine özgü bir duruşu olmalı. Bu duruş daima halkın yanında olmalı. Devletin oyunlarına gelir, onların politikalarına alet olursanız sonuçta onun oyuncağı haline gelirsiniz. Mesela ben Şivan Perwer’in tavrını hiçbir şekilde doğru bulmuyorum. Kendilerine özgü bir duruşları olmalı.

Zeynep Kuray

Fıratnews

Paylaş.

Yorumlar kapatıldı.