Pellozo: Tango Sorgulamaktır

Pinterest LinkedIn Tumblr +

(Delil Delali’nin Bounes Aires’in ünlü tango hocası Hektor Norberto Pellozo ile yaptığı söyleşiyi yayınlıyoruz.) 150 yıllık geçmişinde kaç kere yasaklandı? Önce ‘zencinin’, sonra köylünün, sonra da kenar mahallelinin dediler. Yasaklamalar, darbeler tangonun Bounes Aires’ten çıkıp dünyaya yayılmasını engelleyemedi. Darbe yıllarında bodrum katlarında gizlice tango yapan Bounes Aires’in ünlü tango hocası Hektor Norberto Pellozo’ya göre ise tango tamamen doğaçlamadır, sorgulamaktır, kendini bulmaktır, sistemin istediği tip olmamaktır.

1803 yılındaki İspanyolca akademik sözlüğüne göre tango danstan önce kemik yada taşla oynanan bir oyun adıydı. Fakat 1889 yılında dil kurumu ikinci bir değişiklikle siyahların ve Amerika köylülerinin düzenledikleri festivalin adı olarak kullanmaya başladı. Tangonun sözlüklerde “Arjantinlinin partneriyle pistte müziğin ahengiyle dansı olarak” yer alması için 100 yıl geçmesi gerekiyordu.

Her ne kadar dünya çapında tango bir Arjantin dansı olarak kabul ediliyorsa da, Buenos Airesliler bunu hiç bir zaman kabul etmedi. Zira tango sadece bu şehrin dansı onlar için. İster sürgünden gelsin, isterse de hapishane kaçağı, İtalyan bir hırsız, iç savaş mağduru bir İspanyol, yerinden sürgün edilmiş Kürt, bir Ermeni veya Osmanlı toprağında yaşama şansı olmayan bir Yahudi olsun, tango bu şehre sığınmış herkesin dansı.

Önce “zencinin” dediler, sonra köylünün, sonra da kenar mahallelinin dediler. Bütün yasaklama ve aşağılanmalara rağmen hiçbir zaman bitmedi. Tangonun bu zorlu tarihini dünyanın birçok ülkesinde tango alanında tanınan eğitmen, dansçı, organizatör Hektor Norberto Pellozo  tangoyu anlattı.

* Her Buenos Aires’li tangocu mu doğar, siz de onlardan biri misiniz?

– Pek öyle sayılmaz. Buenos Aires merkezinin nüfusu 4 milyon. 20 bin tangocu var mı? Emin değilim. Tango ile tanıştığım zaman belki daha fazlaydı. Ama tango şimdi ve geçmişte olduğu gibi hep marjinaldi, bence öyle de kalmalı. Bana göre çok elit bir dans her karakterin uyum sağlayabileceği bir dans değil. Bunu kötü anlamda kullanmıyorum, sadece nasıl ki herkes inşaat mühendisi değilse yada olamıyorsa tango da öyledir. Ruh, incelik, kültürel birikim gerekiyor, en önemlisi de empati kurabilmek gerekiyor. Yoksa pistte sadece sallanan iki kişi görünümünden öteye gidemez. Benim tanışma hikayeme gelince henüz 5 yaşındayken, 1942 yılında annemle giderdim milongalara, babam seyyar satıcılık yapardı giriş kapılarında, annem ona yardım ederken ben de içeriyi kolaçan edip dans eden insanlara bakardım. Büyük bir hayranlık besliyordum. İşte tango ile böyle başladım.

* Sözüne ettiğiniz yıllar tangonun altın yılları olarak adlandırılıyor değil mi?

– O dönemler aslında tango müziğinin altın yıllarıydı, orkestralar her gün çoğalıyor, tango sözleri gittikçe kaliteli hale geliyordu ve 4 kişilik orkestralar artık 20 kişi ile çalıyordu. Ayrıca değişik enstrümanlar tangoya can katıyordu ve halkta ciddi bir tango çılgınlığı başlamıştı.

* Yani insanlar Darienzo, Anibal Troilo, Osvaldo Pugliese gibi büyük ustaların canlı müziği ile mi dans ediyordu?

– Evet, fakat bir şeyi belirtmek istiyorum, Pugliese o dönemde çok kaliteli müzik yapıyor olmasına rağmen çok az yerde rastlayabiliyorduk. Daha sonra onun komünist olduğu için birçok yerden tecrit edildiğini duymuştum. Sanırım kimse Pugliese’yi çağırma cesaretine sahip değildi, yada çok az kişi vardı. Buna karşın onun ciddi bir hayran kitlesi vardı. Tabii ki bunda Pugliesse’nin yaptığı müziğin etkisini de unutmamak gerekiyor.

* Yani tangonun içinde siyaset mi vardı?

– Hiç bir zaman ayrılmadılar ki… Bana göre dünyanın neresinde olursa olsun, nerde duygu varsa, politikacılar yada sömürgeciler onu önce kendine mal etmek ister, başa çıkamayınca da ortadan kaldırmaya çalışır. Başarılı olabildiler mi? Sonuç ortada bugün artık milyonlarla ifade edilen tangosever var.

* Tangoyu sevenlerin sayısının fazla olması neyin sonucu?

– Belirtmek istediğim siz bir şeyleri seviyorsunuz, ona tutkuyla bağlısınız bu vatanınız, diliniz, müziğiniz yada dansınız olabilir. Birileri ısrarla tutkunuzu inancınızı anlamak yerine, bunu tehlikeli olarak görüyor. Sonra onu sizden almaya çalışıyorsa, ısrarla illa da ‘seveceksen benim belirttiğim şartlarda seveceksin’ diyorsa, sizin bunu ya kabul etmek ya da tutkularınızın aslında diğer anlamda onurunuzun peşinden gitmek gibi seçenekleriniz bulunuyor. Bir su içmenin bile bedeli varsa, onurunuzu takip etmenin elbette bedeli vardır. Bunu da düşünerek bu ülkenin insanları yani hepimiz bedel ödedik. Bana göre adam olmanın daha doğrusu insan olmanın gerekliliği şudur; birileri senin kimliğinle alay ediyorsa, onu yaşatmamak için türlü düzenbazlıklar yapıyorsa, sen de onun oyunlarını boşa çıkarmakla yükümlüsün. Bunu canınla ödeme ihtimalinle beraber, bunun aksi onursuz bir yaşamı tercih etmek olur.

* Öncelikle şunu sormak istiyorum; altın yıllarında tangoyu Buenos Aires’in hangi tabakası kendi dansı olarak görüyordu?

– Tabii bunun tarihsel süreci var, yani ilk önceleri sadece hayat kadınlarının ve onların peşinden giden erkeklerin dansı olarak görülüyordu. Sonraları özellikle Avrupa ülkelerinin seçkin tabakalarından bu dansın yapıldığını gören orta ve üst katmanda bulunan Buenos Airesliler bu sefer çarkı başka yöne çevirmeye başladılar, sahiplenmeye başladılar. Tabii hiç bir zaman kenar mahallede dans eden yaşlı bir adamın hissettiği duyguyu tatmadılar, çünkü bu bir yürek işidir, sevmek gerekiyor, iliklerinde müziğin o ritmini yaşatmak gerekiyor. Bahsettiğim orta ve üst sınıftakiler olayın duygusunda değillerdi, onların duygusal anlayışı farklıydı. Benim başladığım yıllarda da böyleydi, kenar mahallenin halkıydı Milongalara giden, hiç kimseyi ayırmaksızın herkes istediğiyle dans edebiliyordu. Orta ve üst sınıflar evlerinde tango partileri verir, birkaç büyükelçi çağırır ‘biz de bunu yapıyoruz’ demek için tango yapıyorlardı. Yani tangonun özüyle hiç alakası olmadı. Tabii ki bahsettiğim o dönem içindir.

* Sonra ne oldu, Tango neden düşüş yaşadı, neydi onu popülerlikten düşüren?

– En önemlisi 1955’te gelen ‘özgürleştirici devrim’ darbesi oldu. General Peron sürgüne yollandı, sadece tango değil bütün sosyal ve kültürel aktiviteler yasaklandı. Biliyorsunuz tango yapan insanlar 300- 500 kişi bir arada oluyor, milongalarda, bir kere bu başlı başına bir risktir onlar için, insanlar bir araya geliyorsa bu onların düşünmeye iter.

Sömürgeci sistemler de düşünen insan olmamalı, tabii tango müziği ve sözleri insanların kendilerini sorgulamalarını sağlıyor, buda önemli bir nokta.

* Anlattıklarınıza göre oldukça zor bir dönem olmalı, bu bir nevi izolasyon. Toplumun tepkisi nasıldı?

– Buna gerçekten tek cevap vermek çok zor, o sürecin birçok etkeni vardı; sosyal, kültürel, ekonomik, siyasal gibi. Bir anda nerde olduğunuza şaşırıyorsunuz, birçok anlamda tecrit ediliyorsunuz. En basiti aklınızın bu tür olayları almadığı dönemlerden yetişkinlik evresine kadar gittiğiniz mekanlar, tanıdığınız insanlar, sohbet ettiğiniz tanıdıklar hepsi bir anda yok oluyor. Bunun bünye üzerindeki etkisini düşünebiliyor musunuz?

Diğer tarafta alışkın olduğunuz kültürünüzün yerine yeni icatlar üredi, daha doğrusu ithal edildi. Artık tango için gittiğimiz salonlar ‘Rock and Roll’ çalmaya başladılar. Yani asimilasyonun başka boyutları bir dönem ciddi başarılı oldular. Buenos Airesli gençler, artık bu tür danslarla kendini ifade ediyor. Tam anlamıyla bir kültür erozyonu yaşandı.

* Peki neden tango yasaklandı? Amaç; tek tip insan yaratmak mıydı?

– Çok güzel değindiniz, kesinlikle bu. Bakın olayı çok basit bir yaklaşımla farklı değerlendirebilirsiniz. Ben ‘rock and roll’ dansına karşı değilim, hatta hiçbir dansa karşı değilim. Ama bana göre bu tür dansların tangodan farkı şu; hepsi tek tip, çeşitli hareketler öğreniyorsunuz ve bu ritme uygun müziklerle aynı şeyleri tekrarlayıp duruyorsunuz. Tango bu açıdan farklıdır, dinlediğiniz her müzikle farklı dans ediyorsunuz ve tamamen doğaçlamadır, yani ne hissediyorsanız onu doğaçlıyorsunuz. İşte budur tangoyu ve tango dansını yapanı farklı kılan. Bu durumda neden yasaklayabilirler? Çünkü doğaçlama yapmak sorgulamaktır, kendini bulmaktır. Bunun sonucu da sistemin istediği tip olmamaktır.

* Daha sonraki süreçler tangoyu nasıl etkiledi?

– 1958’de yani yaklaşık 3 yıl sonra yeniden sivil yönetime geçti iktidar, ancak bunun da ömrü çok fazla olmadı. Daha kendimizi toparlamadan, yeniden darbe oldu, tekrar eski zihniyet. 1973 yılına kadar böyle askeri ve sivil iktidar arasında gidip geldik. 1973’de Peron yeniden ülkeye döndü, yeniden iktidar oldu ama onun da ömrü pek uzun olmadı. 76 darbesi sanırım en can alıcı son darbeydi. Bu kez gözaltında kayıplar, insanların ortadan kaldırılması için en ufak bir detay yeterliydi. Şiddet bu kez gerçekten öncekilerden biraz farklıydı, en üst boyutlardaydı.

Bütün bunlara rağmen tango yapan insanlar her ne kadar küçük çaplı olsa da gizli bodrum katlarında eş-dost haftanın bazı günleri toplanıp dans ediyorduk. Tabii her an kapıya birileri dayanacak diye çok endişeleniyorduk. Bu sürecin çok ağır travmaları oldu, ülke tam bir bataklığa dönüştü. Katliamlar, gözaltında kayıplar, ekonomik sıkıntılar, tüm bunlar tabii ki bir şekilde insanları artık kendi canını kurtarmak ve geçinebilmek derdine düşürmüştü. Yani sistem yapmak istediğini birkaç denemeden sonra adım adım yoluna koyuyordu.

* Yani yıldırarak sistem kendi kişiliğini mi yaratmak istiyordu?

– Bir anlamda evet, ama diğer yönüyle Latin Amerika halkı öyle kolay lokma değil, kolay yıldırılamaz. Bu halk 300 yıllık sömürgeyi kökünden kazıyıp kendi topraklarından def etmesini bilmiştir.

* Peki demokrasiye geçiş süreci tangoyu nasıl etkiledi?

– 1983’te demokrasi yeniden geldi, Arjantin halkı bir daha asla geri gelmemek üzere baskıcı, darbeci sistemi tarihin çöplüğüne attı. Tangoya yeniden hayat geldi, bütün eski tangocular bir araya geldi, tango dersleri vermeye başladık. Ciddi anlamda bir bayram havasıydı. Demokrasi, ekmek kadar ihtiyaçtı ve birileri ekmeğinizi elinden almıştı. Buna yeniden sahip olmak, hem de söke söke sahip olmak, onuruna sahip çıkmak. Bu duygunun tarifini yaşayanlar hissedebilir. En nihayetinde bu binlerce onurlu Arjantinlinin canına mal oldu. Bu da demokrasinin kutsallığının ispatıydı.

* Tangonun yeniden hayat bulması zor olmadı mı?

– Demokrasi etkisini çok hızlı gösterdi, tango da çok hızlı başladı. Tango okulları kaldıkları yerden yeniden devam ettiler. Mesela ben hemen o yılın son aylarından mekan aramaya baktım ve milonga organize etmeye başladım, açılış gününü çok sönük beklerken içerde insanlara yetecek sandalye kalmadı, birçoğu ayakta bekledi.

1990’lara geldiğimiz de artık tango tamamen hem de eskisinden çok daha bilinçli, yeniden dirildi. Bu kez tango yeniden yorumlanıyordu, neredeyse bütün Avrupa ülkelerinden tango turizmi başladı. Eğitmen arkadaşlarımız başta Amerika ve Avrupa olmak üzere birçok ülkeye seminer vermek için gittiler. Genç insanların sayısı her geçen gün, kat be kat arttı. Bu çok gurur vericiydi, çünkü ömrümüzden 40 yıl yemişlerdi ve biz bu boşluğu doldurmak zorundaydık.

* Son süreci anlatırken gözlerinizin kamaştığını görüyorum, heyecanınız ve mücadeleci ruhunuz tangoya hayat verdiğinden hiç şüphem yok.

– Kesinlikle katılıyorum, bütün olumsuzluklara rağmen hiç bir zaman umudumu yitirmedim, yitirmedik, hayat budur zaten.

* Bugün tangoyu nerde görüyorsunuz, artık dünya çapında popular bir dans. Tango hak ettiği değeri görüyor mu?

– Bu bizim hayal ettiğimizin de ötesinde bir şey, bu ülkenin insanı olmak, tangonun doğum yeri olan Buenos Airesli olmak, benim için onurdur. Herkes aidiyetiyle onur duymalı, sahip olduklarını korumalı ve başkasının sahip olduklarını da kendi onurunmuş gibi kollamalı. Bu onurlu bir dünya demektir. Bu özlem, bu umut hiç sönmedi ve sönmesin de. Herkes, hepimiz sahip olduklarımızı yaşatalım. Tango bugün çok güzel bir yerde ve bunu yaşatan herkese derin sevgilerimi sunma istiyorum.

* Son olarak konumuz dışında bir şey sormak istiyorum; Kürtleri tanıyor musunuz yada duydunuz mu?

– Evet, duydum. Kürtleri ilk olarak 1988 yılında Irak’ın devrik lideri Saddam Hüseyin bir Kürt şehrinde kimyasal silahla 5000 Kürdü katlettiğinde duymuştum. Sonra farklı kaynaklardan başka şeyler de öğrendim. Türkiye, İran, Irak ve Suriye’de yaşadıklarını ve vatanlarının bu 4 ülke arasında paylaştırıldığını da öğrendim. Politikaya pek girmek istemiyorum ama bütün sömürgecilere söyleyecek bir sözüm var; Eğer bir yerde zulüm varsa, ölüm de vardır.

Fıratnews

Paylaş.

Yorumlar kapatıldı.