İstanbul'un Ruhunda Evrilen Beden-Alessandra Paoletti

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Mimesis Söyleşi-Gülsün Odabaş-İstanbul’da yaşayan biri olarak bu kentin son yıllarda dönüşümünü ve bu dönüşümün sosyal yaşama etkilerini görmemek imkansız hale geldi. 21. yüzyılda kent ve beden üzerine daha çok şeyler yazılıp daha çok gösteriler yapılıyor. 4 Kasım 2011 tarihinde İBB Şehir Tiyatroları Çağdaş Gösteri Sanatları Proje Geliştirme ve Uygulama Merkezi’nde yapılan “İstanbul’un Ruhunda Evrilen Beden” başlıklı on günlük atölye çalışması ve bu çalışmanın sonucunda ortaya çıkan gösteri, İstanbul’un oyuncular üzerindeki etkisini görmek açısından önemliydi.

Atölye çalışmasını yapan Alessandra Paoletti’yi, bu şehirde var olan hareketlilik, karmaşa, zıt kutupların içinde taşıdığı patlamaya hazır enerji, bu şehrin sergileri, sokakları, binaları o kadar etkiliyor ki burada birşeyler yapmak istiyor. İBB Şehir Tiyatroları Çağdaş Gösteri Sanatları Proje Geliştirme ve Uygulama Merkezi’nde on günlük atölye çalışması yaparak bu isteğini bir yıl sonra gerçekleştiriyor.

Alessandra Paoletti, National Academy of Dramatic Art “Silvio D’Amico” oyunculuk bölümünden mezun. Şan, klasik ve modern dans çalışmalarında bulunuyor ve başından beri pedagoglarla çalışıyor. Geçtiğimiz kış İstanbul’a tatile geldiğinde bu şehirden çok etkileniyor ve burada bir şeyler yapmak istiyor. İtalyan Kültür Merkezi’ne bu isteğini ilettiğinde bir şekilde Emre Koyuncuoğlu ile tanışıyor ve böylece İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Çağdaş Gösteri Sanatları Proje Geliştirme ve Uygulama Merkezi’nde 24 Ekim-4 Kasım 2011 tarihleri arasında doğaçlama atölye çalışması gerçekleştiriyor. “İstanbul’un Ruhunda Evrilen Beden” başlıklı on günlük doğaçlama atölye çalışmasının sonucu olarak oyuncuların doğaçlamaları üzerinden Alessandra’nın koreografisini yaptığı gösteriyi seyrettiğimde Alessandra Paoletti’nin nasıl bir atölye çalışması yürüttüğünü merak ettim. Nasıl bir çalışmaydı ki insanların kendi dünyalarını; sevinçlerini, korkularını, onları neyin üzdüğünü görebilmiştik. Gerçekten bu kent miydi insanlara bunları hissettiren yoksa evrensel duygular mı? Söz ve beden nasıl bu kadar uyumlu ve etkileyici kullanılmıştı? İstanbul’un Ruhunda Evrilen Beden” çalışması buraya mı özgüydü yoksa şehrin ismini değiştirerek bu çalışmayı başka şehirlerde gerçekleştirmiş miydi? Alessandra oyuncuyu ve sahneyi nasıl görüyordu?

Alessandra Paoletti- İstanbul o kadar dolu bir şehir ki bir sürü yeni yeni şeyler söyleyebilirim. Bu şehre ilk geldiğimde çok heyecanlanmıştım ve çok hareketli bulmuştum. Bu şehrin gücünü sadece yürüyerek de hissedebilirsiniz. Bu şehir beni hareketlendirmişti. Böyle bir şehirde ve buradaki insanlarla bir buluşma sağlamak istedim. Bu buluşmada, bana ait olan bir dili kullanarak yani tiyatroyu kullanarak bir şeyler yapmak istedim. Burada bir turistin bakış açısına sahip olmak istemedim. Daha özgün şeyler yapmak istedim. Bunun içinde insanlara sorular sorarak onların cevaplarını almak ve bunu yaparken tiyatroda belli yapıları kullanmak istedim. Sıfırdan başlayıp on gün içinde buradaki insanlarla bir şeyler yapmak çok keyifliydi. Tabii bu sorular bir cümle ve sonunda soru işareti olan sorular değildi.

Nasıl bir çalışma yöntemi seçtiniz?

Biz oyunculara altı görüntü verdik ve bir metin, kompozisyon yazmalarını söyledik. Bu küçük bir enstalâsyondu. Kendi dünyalarını görmek istedik.  Onlara gösterdiğimiz görüntüler evrensel bir dili ifade ediyordu. Bu görüntülere her bir oyuncunun ne tür çağrışımlarla cevap verdiğini veya görüntünün sonunda nasıl metinler yazdığı önemliydi bizim için. Bu görüntüler bir insanı nasıl etkiliyor.  Sizin seyrettiğiniz her hareket bizim sorularımızın cevaplarıydı. İlk gün arzularının hareketinin ne olduğunu sorduk ve insanların gözlerinin içine bakarak başladık çalışmaya.

Tiyatroda insan ilişkileri, “İnsanlık” üzerine çalışmak istiyorum.

Çoğunlukla “İnsanlık” üzerine konuşmayı unutuyoruz. Kiminle ne hakkında konuştuğumuz birbirine karışabiliyor. Konuştuğumuz insanlar ile hakkında konuştuğumuz insanlar arasında fark var.  Benim asıl arzum, normal, sıradan insanları, günlük hayatın içinden insanları anlamak ve anlatmak. Bence tiyatro o insanları ödüllendiriyor ve yüceltiyor. Kendini beğenmiş, üst sınıf insanları anlatan tiyatrodan bahsetmiyorum. Bizden bahseden tiyatrodan bahsediyorum. Bu söylediklerimden Yunan Trajedilerine saygı duymuyorum anlamı çıkmasın. Benim ilgilendiğim insanlar sıradan insanlar ve onlara ait olan şeyler.

Sizce bu kentin oyuncular üzerindeki etkisi neler?

Bu kentin insanları nasıl etkilediğini söylemek için daha fazla çalışmam gerekiyor. Genel bir şey söyleyemem. Çalıştığım oyuncuların her biri farklı yerlerden ve tecrübelerden gelmişti. Sadece çalışmadaki bireyleri gördüm. Türkiye’deki genel oyuncuları görmedim. Her yerde ve pek çok oyuncuda görebileceğimiz şeyler vardı. İtalya’da kendini beğenmiş oyuncular, çok büyük ve küçük oynayan oyuncular var. Bence oyuncunun mekanizması birbirine benziyor çünkü tiyatro oyuncusu sahnede yalnız, sahnede durma ve bir şey yapma zorunluluğu var. Bu durum her yerde ortak.

Genelde beden üzerine mi çalışıyorsunuz? Bu gösteride söz ve beden kullanımını gördük?

Sahne üzerinde durup bir cümle söyleyecek olsanız bile beden üzerine çalışmanız gerekiyor. Bence her çalışma da çok özel şeyler bulabilirsin. Yapacağın çalışmaya dair ne söylemek istediğine, kiminle çalıştığına ve hangi metni aktarmak istediğine bağlı. Yöntem her seferinde değişiyor. Çünkü her seferinde özel bir çalışma, özel bir iş çıkarmış oluyorsun ve her seferinde farklı insanlarla çalışıyorsun ayrıca ne olacağını bilemiyorsun. Tiyatro bambaşka bir dil. İnsanları canlı hale getirmek… Her şeyin o anda, şimdiki zaman içinde gerçekleşmesini sağlamak… Bu bir dünyayı canlandırmak demek.

Bence araştırma bedenin içinde bir yerlerde başlıyor. Batı da akıl ve beden arasında bir ayrım söz konusu ama bizim gibi ülkelerde insanlar daha içten yaşıyor duygularını. Çalışmamızın önemli bir noktası akıl ve bedeni bir bütün haline getirmek ve insanın tekil varlık olduğunu ortaya çıkarmak üzerineydi. Sahnede kendi alışkanlıkları, kendi yapıları olan oyuncular görüyoruz.  Sahnede özgür olmak, açık olmak, hatta kırılganlığını bile ortaya koymak gerekiyor. Bu da çok zor. Oyuncunun buna izin vermesi gerekiyor. İnsanların kendi kırılganlığını, kendi gücünü, kendi insanlığını sahneye taşımasını seviyorum. Bu benim için daha samimi ve daha gerçekçi. Diğer türlü insanlardan uzak bir durumdan bahsetmiş oluruz ve insanlar tiyatroya gelmez.

Gülsün Odabaş

Paylaş.

Yorumlar kapatıldı.