Yanık

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Nedim Saban

Tiyatro sezonunu, beni ertesi gün yeni bir oyun izlemek için heveslendiren, harika bir oyunla açtım: Devlet Tiyatrosu’nda ‘Yanık’! Bazı sezonlara kötü bir oyun izleyerek başlarsam, o sezon hep “kötü şeyler izleyeceğim” korkusuyla bir süre tiyatrodan uzak durma kararı alırım. Ancak, bu yıl sezonu özellikle açmak için bilinçli bir seçim yaptığım ‘Yanık’ oyununu hararetle öneriyorum.

Bu satırların okurları, Avignon Festivali’nde ‘Sofokles’ üçlemesiyle öne çıkan ve doğrusu yönetmen olarak beni çok heyecanlandırmayan, eleştirmenlerden de kötü not alan Lübnan asıllı Wajdi Mouwad’ı hatırlayacaktır. Ancak, o yazımda Türkiyeli seyircinin Mouwad’ı 2010’da RotterdaminIstanbul festivalinde keşfettiklerini ve çağımızın en büyük yazarlarından biri olduğunu da anlatmıştım.

Türkiyeli seyirci, daha önce yabancı bir dilde de olsa ‘Yanık’ oyununu izledi, İstanbul Sinema Festivali’nde Mouwad’ın bu oyundan yola çıkarak yönettiği ‘İçimdeki Yangın’ filmini de gördü.

Ailesiyle 1977’de iç savaştan Fransa’ya kaçan Mouwad, 2005’te “Fransız eleştirmenlerin modern yazarlarla ve çağdaş tiyatroyla barışık olmadığı” gerekçesiyle Moliere ödülünü reddetti. Kanada’ya yerleşen yazar, yönettiği oyunlarla 2006’da Kanada’nın en prestijli ödüllerinden biri olan ‘Siminovitch’ ödülünü kazandı.

‘Yanık’, Batı’dan Doğu’ya bir bakış hikâyesi! Cem Emüler’in çevirisi ve nefes kesen yorumu sayesinde bir anlamda Doğu’dan Batı’ya bakamamayı işliyor, bizi suçluyor.
Devlet Tiyatrosu’na yaraşan büyük bir prodüksiyonla sunulan ‘Yanık’ta, ustalığı tartışılmayan dekoratör Ali Cem Köroğlu’nun dekoru bana bu kez macera hissi vermedi, slaytların çarpıcılığı bile Doğu ile Batı arasında rahatça dolaşımımı engelledi. Ancak, tüm ekibin yadsınamaz başarısının yanı sıra en çok sade bir oyunculukla seyirciyi büyüleyen Emel Göksu gibi bir virtüöz sayesinde, kendimi savaş yolculuğunun içinde buldum. Göksu’nun pencerelerin içinde söylediği tiratlar, bize ‘sağlıklı bakmaktan fazlasıyla aciz’ olduğumuzu kanıtladı. Yönetmen üç saatlik oyunun uzun bulunmasından etkilenerek umarım, Emel Göksu’nun tiratlarına dokunmaz.

‘Yanık’ bana uzun değil, aksine fazla kısa geldi. Dinler, ırklar arasında savaşlar, katliamlara, Lübnan’a, Lübnan’daki acımasız Sabra ve Şatilla katliamına gittim. Doğruyu daha çok öğrenmek, birbirinden daha etkili biçimde oynanan karakterlerle daha çok özdeşleşmek istedim.

Batı’da yaşayan bir Musevi çocuğu olarak, Doğu’yu hiç bilmediğimi, kavrayamadığımı anladım; kendimle hesaplaşıp, üzerinde din ve ırk örtüsü olan katliamların dünyanın her yerinde tekrarlandığını kavradım. Kaldı ki, dünya Yahudilerinin İsrail’in bir ülke olarak benimsediği politikalardan, savaşçı bakış açısından sorumlu tutulamayacağını, kararlarını kendi veren bir ülke olarak algılanması gerektiğini düşündüm. İnsanlık adına çok korktum!

‘Yanık’ aslında iki çocuğun köklerini arayışı olarak da algılanabilir. ‘Savaş’ temasını oyundan tamamen çıkarttığınızda, sahnede Devlet Tiyatrosu’nun genç oyuncu yokluğu ve bu konuda bölgelerden kopuk politikası nedeniyle pek ‘çocuk gibi’ durmayan, ama müthiş enerjileriyle bize gençlik esprisini yaşatan çocuklarımızın köklerini arama kavgası da denebilir. Bu köklü ve saygın arayışta içine düştükleri savaş, tecavüz ve kapitalizmle gelen her pislik, aslında Doğu’nun Batı’dan ithal ettiği pislikleri göstererek, Doğu’dan Batı’ya da bakıp, oyunun döngüsünü değiştiriyor.

Bu bağlamda ‘Yanık’, Devlet Tiyatrosu’nun çok büyük bir riski (kolay seyirlik olmayan ama bize bazı anlamlarda ne yazık ki söyleyecek çok sözü olan) bir oyunu repertuarına alması ve müthiş bir ekip ruhuyla sunması açısından da alkışlanması gereken özel bir çalışma.

‘Yanık’tan çıktığımın ertesi gün, Van’daki artçı sarsıntıda çökenleri, oyunun dünyasına oturtarak acıyla izledim. ‘Köklerini aramak için Doğu’ya gidip, bir savaşın içine düşmek ne demektir, sorguladım. Hiçbir şeyi yadırgamadım. Savaşsız bir dünya olamayacağını artık öğrendiğim için, sadece savaşı bu kadar cesurca ‘dillendiren’ Devlet Tiyatrosu’na tekrar tekrar gidip avuçlarım kopana kadar alkışlamak istedim.

Şimdi sırada Füsun Günersel’in çevirisiyle Şehir Tiyatrosu’nda izlemeyi dört gözle beklediğim ‘Arzunun Onda Dokuzu’ adlı oyun var!

Birgün

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Nedim Saban

Yanıtla