İnançlarını Kendi Seçen Birinin Dogmatik Bataklığına Gömülüşü: Alevli Günler

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Üstün Akmen

2006 yılında Bahtiyar Engin, Yıldıray Şahinler, Kemal Kocatürk ve Levent Üzümcü tarafından kurulmuş olan İstanbul Halk Tiyatrosu adına Bahtiyar Engin İstanbul Halk Tiyatrosunun amaçlarını pek güzel anlatmış. Engin diyor ki: “Din, dil, ırk ve renk ayrımı yapmaksızın, dünyanın bütün halklarını kucaklayan, çağdaş sanatın gerekliliklerini sorgulayan, tarafsız, evrensel değerler çerçevesinde dünyayı güzelleştirmeye yönelik her şeyin savunucusu bir anlayışla yola çıkmıştır. Temel ilkesi hiçbir sansüre ve dayatmaya boyun eğmeden başı dik, alnı açık bir şekilde Türk tiyatro tarihi boyunca yoluna devam etmektir. Tiyatromuzun yol haritası halkın anlamlandıramadığı, belli kesimin beğeni ve ideolojisine hizmet eden değil, sanatın eğlendiren, bilgilendiren, düşündüren ve baş kaldıran estetik nimetleri ile halkın her bireyini buluşturmayı amaçlayan bir duruş sergilerken, geleceğin özgün “Türk Tiyatrosunu” yaratmaya öncülük etmektir.”

Trajikomik Bir Mücadele

İstanbul Halk Tiyatrosunun 2010-2011 sezonunda sahnelemeye başladığı ve Bahtiyar Engin’in işaret ettiği hedefe cuk oturan “Alevli Günler” oyununu ben ne yazık ki ancak 2011-2012 tiyatro sezonunda izleyebildim. Genç yazar Irmak Bahçeci’nin (1983) yazdığı oyun, çocukluk arkadaşı Kasap Hayri (Bahtiyar Engin), Serbest Muhasebeci Mensur (Yıldıray Şahinler) ve Türk Kültürü Profesörü Tarık Öztürk’ün (Cem Davran) başından geçenleri konu ediniyor. Prof. Dr. Tarık Öztürk, Türk kültürü üzerine yaptığı araştırmalar sonucunda Türklerin ilk dini olan Şamanizm’e inanmaya başlamıştır ve teşhis edilen lenf kanseri sonucu 6 ay ömrü kaldığını öğrendiğinde son vasiyeti olarak gömülmek değil Şamanizm’e göre yakılmak isteyecektir. Bu son isteğini yerine getirmek için verilen trajikomik mücadele izleyiciyi yer yer güldürürken, kimi zaman da hüzünlendirmeyi başarıyor. Üç çocukluk arkadaşı bu son arzuyu mümkün kılmak için ciddi bir uğraş veriyor.

Yazarın Yaşından Beklenmeyen Olgunluk

Genç yazar, gerçek hayatta yaşanan bir olaydan yararlanmış. Ankaralı Cahit Bolat adlı bir vatandaş, kimliğine “Alevi” yazdıramayınca tepki olarak din hanesi bölümüne “şaman” yazılmasını istemiş. Mahkemeye başvuran Cahit Bolat, tek tanrılı üç semavi dinden (Müslüman, Musevi, Hıristiyan) başka bir din yazılamaz yanıtını almış. Üstüne üstlük, Hukuk Mahkemeleri Yasası’nda sayılan hallere uymadığı gerekçesiyle 172 TL cezaya da çarptırılmış.
Irmak Bahçeci, konuyu yakaladıktan sonra dramatik yapı, kişiler ve diyaloglarda ne yalan söyleyeyim yaşından beklenmedik bir olgunluğa ulaşmış. Bahçeci’nin içinden gelen içtenlik, izleyiciye (elbette yaratıcı kadronun ve oyuncuların katkısıyla) yansımış. Bahçeci, anlatacağını alıntılara, kaynaklara gerek duymadan anlatmış. Ortaya konuyla ilgili olarak içimizden gelen değil, içimizde yer almasını ve bizi bizim yerimize anlatmasını istediklerimiz halini almış. İnsanı sıkıcı bir ukalaya, işlevsiz bir bilgi yığınına dönüştürüverecek içselleştirmeyi başarıyla işlemiş.

Barış Dinçel’in Dekoru Bu Kere I-Ih

Sahne tasarımını yapan Barış Dinçel kimi kuramlara göre tiyatronun kaynağının Şamanist inançlar olduğunu pek dikkate almamış, alsa Şamanist törenlerin özelliğini, izleyici ya da katılımcılara tanrısal gücün simgesi yerine kendisini göstermesini tasarımına oya gibi işler, duvarlara o uyduruk maskları asmazdı. (Bir tür Şaman davulu olan Tungur’a sözüm yok). Tiyatronun günümüzde de kökenindeki bu eğilimin izlerini taşıdığını yok saymaz, eğilimler arasındaki gerilimden güç alırdı. Anonim olduğunu sandığım giysiler iyi, ancak Tarık Öztürk’ün kullandığı Tunguz şamanı giysisi benzerine biraz daha özenilebilirdi. Işık tasarımını da kimin yaptığı belli değil, ama ışık tasarımı yapılırken, ana renkleri kuvvetlendirici karşıt yardımcı renklerin kullanılmasına belli ki diretilmiş. Renkler oyun boyunca etkisiz ve güçsüz.

Cem Davran’ın Oyunculuğu

Yıldıray Şahinler, oyuncu yönetiminde belli ki oyuncuların edilgen olmamalarına özen göstermiş. Oyuncularda kişisellik yok. Oyuncular da kendilerine, metin ve karakter üzerinde kendi düşüncelerine inanmışlar. Yönetmenin kendilerine ne yapmaları, ne düşünmeleri gerektiğini söylemesini beklememişler, dolayısıyla “nesne” olmaktan kurtulmuşlar. Farklı pırıltısı ve sevimliliği ile dikkatimi çeken  Tuğçe Kıltaç dahil, beş oyuncu da yaratıcılık, özgürlük, fantezi yüklenmiş. Sahnede izlemeyi özlediğimiz (bence büyük yetenek) Cem Davran, metinde yazılı olan bütün sözcükleri ve onların altında, alt metinde saklı olan her şeyi, düşünceleri, duyguları çok iyi kavramış. Gözlerinin ve yüzünün incelikli ifade araçlarından da olabildiğince yararlanıyor, sesini, tınılarını, sözcüklerini, tonlamalarını mükemmel kullanıyor. Davran bu oyunda dikkatle izlenilmeli, coşkuyla alkışlanmalı. Bahtiyar Engin canlı, fiziksel ve psikolojik yönelimlerden oluşan bir karakteri oluşturabilmeyi başarmış. Kasap Hayri’nin içsel yaşamının itici güçlerini, iradesini, aklını ve duygularını aksiyona son derece dengeli geçirmiş, imgelemini canlandırmış. Çok ödüllü sinema/dizi oyuncusu tiyatro kökenli Erkan Can’ın tiyatro tahtasına çıkarken bu kere yanında sinema oyunculuğunu getirmemiş, ama oyun sırasında o ne gülme krizi öyle Sevgili Can!

Bu Oyunu Kaçırmayın

“Alevli Günler” (Oyunun adında Aleviliğe atıf mı var ne), inançlarını kendi seçen bir insanın yaşamaya hatta ölmeye çalışırken nasıl dogmatik bataklıklara gömüldüğüne, başkalarınca anlaşılamamasına, sürekli baştan savılmasına, küçümsenmesine, kimliklerimizin altındaki dayatmaya, özgürlüklerimizin ne denli kısıtlanmış olduğuna iyi oyunculuklarla ayna tutuyor.
İstanbul Halk Tiyatrosu, kutlanması gereken bir oyunu sahnelemeye devam ediyor.
Söylemesi benden, gidip izlemesi sizden…


Bir Satge  Projesi: Buluşmahamlet

Sanatla Toplumu Geliştirme Derneği (SATGE), toplumsal sorunları olan ya da bazı özelliklerinden dolayı toplumda ayrımcılığa maruz kalan kesimlerle sanatsal, kültürel, eğitsel faaliyetlerde bulunarak, bu kesimlerin gelişmelerini, rehabilite edilmelerini, topluma adapte olmalarını amaçlayarak kurulmuş bir kurum. Böyle kutsal bir kuruluşu tanımamak çok ayıp, biliyorum, gel gelelim ne yapayım ki ben yeni öğrendim, yeni tanıştım. Toplumsal sorunları olanlardan kasıtları engelliler,  baskı ve şiddete maruz kalan ya da haklarını arayamayan kadınlar, Çocuk Esirgeme Kurumunda ve benzeri kurumlarda yaşayan çocuklar. Bunlara sokak çocuklarını, tutukluları, akıl hastalarını, darülaceze ve benzeri kurumlardaki yaşlıları, ekonomik ve eğitsel açıdan yoksun olan, hatta cinsel ayrımcılığa maruz kalan insanları da ekleyebilirsiniz. Kısacası SATGE böylesine kutsal bir kurum işte!
Geçenlerde izlediğim özgür, üretken bireyler olarak toplum yaşamına etkin katılım sağlayan genç tiyatro günüllülerinden/heveslilerinden gerçekten çok etkilendim. SATGE tarafından geliştirilen proje çerçevesinde Ayla-(alkışlar arasında uyusun) Beklan Algan Çağdaş Tiyatro Atölyesinde tiyatro oyunculuk, Ekol Drama’da yaratıcı drama ve İstanbul Gösteri Sanatları Merkezinde tiyatro yönetmenliği-oyunculuk eğitimleri alan; televizyon dizilerinde, sinema filmlerinde ve kimi tiyatro oyunlarından tanıdığımız Kadir Kandemir (1980)’in yönettiği Shakespeare’in “Hamlet”inden “mülhem” “BuluşmaHamlet” başlıklı bir oyun sahnelediler. Kandemir, Kral Claudius rolünü de üstlenmişti. Oyun, Hamlet’in sadeleştirilirken derinleştirilmiş yepyeni bir yorumuydu. Jingke Factory’nin müzik, Zilkifli Özdemir’in ışık tasarımlarıyla görsel ve işitsel açıdan güçlendirilmiş “BuluşmaHamlet”; cinayet, ölümün getirdiği yüce kayıp duygusu, ihanet, açgözlülük, entrikalar ve sanrıların heyecanı içinde dinamik bir akışla ilerleyen yepyeni bir Hamlet okuması olmuştu.
Kimin çevirisinden yararlanılmıştı, kostüm tasarımı anonim miydi bilmiyorum, ama “BuluşmaHamlet” “Tüm acılara ve acımasızlıklara karşın hayatta kalmak mı zor, yaşanabilecek onca güzelliğe rağmen hayattan vazgeçip kurtuluşu bıçağın ucunda aramak mı” diye soran, sonuç itibariyle hayatta kalmayı yeğleyenlerin oyunuydu.  Diğer taraftan, eleştirmen tarafından eleştiri masasına yatırılması için henüz erken bir deneyim sonucuydu.
Heyecanımdan olsa gerek Kadir Kandemir’i, profesyonelliğe yeni adım atmış Kraliçe Gertrude’da Elif Yıldız ile Hamlet’te Kutay Sandıkçı’yı ve Polonius’ta Orhan Kanalp’i ve hele hele Ofelia’da Gamze Dirlik’i, Hayalet’te Ali Aydın’ı, Laertes’te Remzi Özcan’ı kulise inerek kutlayamadığım için sonradan çok üzüldüm, ama kabul olursa buradan kutlamak isterim.
Yetmez!
Hepsinin birer birer alınlarından öperim.

Evrensel

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Üstün Akmen

Yanıtla