Mücadelemizin Tiyatroları: Giriş

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Eren Buğlalılar

Türkiye’de 500 üniversite öğrencisinin şu anda tutuklu olduğu belirtiliyor. Tutuklanan gazetecilerin sayısı 100’ü buldu bulacak. Daha birkaç hafta önce 40 kadar avukat tutuklanarak F-Tipi işkencehanelere konuldu. Bir profesör ve bir yayıncı da tutuklular arasında. Bu tablo faşist iktidarın entelektüellere karşı açık savaş ilanını gösteriyor. Çevik kuvvet polisleri ve helikopterlerle basılan dergi ofisleri, el konulan bilgisayarlar, daha piyasaya çıkmadan toplatılan kitaplar, düzene öyle köklü bir tehdit oluşturmamalarına rağmen kanallarından ve gazetelerinden kovulan haberciler var.

Dünya ölçeğinde baktığımızda Türkiye dünyanın en çok “terör” tutuklusuna sahip ülke. Ve bu gidişle Türkiye’deki F-Tipi zindanlar sadece ülkede değil, tüm dünyadaki eğitim düzeyi ortalamasının en yüksek olduğu yerler haline gelecekler.

Ancak bu tabloda eksik olan birileri var: Sanatçılar. Onlar ne yazık ki seslerini pek çıkarmıyorlar. Ya da belki birkaç basın açıklaması ve birkaç sivri konuşmayla halka yönelik görevlerini yerine getirdiklerini düşünüyor olabilirler. Ama yıllar sonra bu kara geceleri utanarak hatırlama riskleri var.

Oysa hiç küçümsenemeyecek bir direniş mirası yok mudur bizim sanatçılarımızın? Nazım Hikmet’ten, Orhan Kemal’e, Yılmaz Güney’den Ruhi Su’ya ve Sivas’ta yakılanlara dek hepsi ya zindanı ya da ölüme mahkum edilmeyi yaşamadı mı?

Doğru, ülkemizde ve dünyada karanlık bir dönemden geçiyoruz. Bu sıralar sık sık denildiği gibi, Türkiye’de 12 Eylül sonrasında bile bu kadar çok tutuklama, baskı, dinleme, adaletsizlik, yoksulluk yaşanmamıştı. Ama bunlar sessiz kalmak, sinmek için geçerli sebepler midir? Hayır tam aksine, daha yüksek sesle, daha çok konuşmamız, her dilde direnmeyi yazmamız gereken bir çağdayız.

Bugün 20 yaşında insanlar, pırıl pırıl zihinler sizler daha iyi koşullarda, daha özgür bir dünyada sanat yapasınız diye gençliklerinin en güzel senelerini F-Tipi işkencehanelerde geçiriyorlar. Sırada siz varsınız. Sanatınızı direnenlerin hizmetine koşmazsanız, sizin de kapınıza dayanacaklar. Onların sesini kısmayı başarabilirlerse, sizin üzerinize çullanmayacaklarını mı sanıyorsunuz?

Dünyada tutuklu gazetecilerin en çok olduğu ülke bizimkiyse, tutuklu gazeteciler üzerine en çok film bu ülkede çekilmeli. En çok siyasi tutsak bizim ülkemizde varsa, siyasi tutsaklık öykülerine ve şiirlerine boğmalıyız insanların zihinlerini. Birbirlerine anal yoldan tecavüz eden gençlerin değil, okul okul, mahalle mahalle örgütlenmeye uğraşırken sırtından vurulan gençlerin öykülerini sahnelemeliyiz.

2009 yılında dünyadaki devrimci tiyatro deneyimlerini araştırmaya başladığımda aklımda bu düşünceler vardı. Acaba ülkelerin darboğazdan geçtiği, halkların faşizmle terbiye edilmeye direndiği dönemlerde halkın sanatçıları, tiyatrocuları nasıl bir tavır almıştı? Tiyatro tarihine ismini bırakmış pek çok usta sanatçı ve tiyatro teorisyeninden öğrenecek nelerimiz vardı? Onların mücadeleci yanlarını kendimize örnek alıp, olumsuz yanlarından dersler çıkararak onları aşabilir miydik?

Bu fikirle başlayan araştırmalarımı yazılar haline getirmeye de aynı yıl karar verdim. Uluslararası politik tiyatrolar konusunda bugüne kadar Tavır dergisinde 5 yazım yayımlandı ve bu yazılarda Sovyetler Birliği’nden, Almanya’dan, İrlanda’dan, Güney Amerika ve Güneydoğu Asya’dan ilerici politik tiyatro deneyimlerini aktarmaya çalıştım. Böylesi yazıların Tavır gibi bir kültür sanat dergisinde yayımlanması da benim için ayrı bir gurur kaynağı oldu.

Yazılarımda çok özgün tespitler, ilk kez açığa çıkarılmış tarihsel gerçekler veya metinler yoktu, ancak dünyadaki politik tiyatro birikimine ilişkin Türkçede o kadar az kaynak vardı ki, çeşitli İngilizce kaynaklardan okuyup damıtarak oluşturduğum bu metinler pek çok meselenin dilimizde ilk kez gündeme getirilmesini sağladı. Herhalde bu alandaki bir boşluğu doldurduğundan olsa gerek, hem Tavır dergisinin okurlarından olumlu eleştiriler aldım, hem de bu metinleri 2011 Karaburun Bilim Kongresi’ndeki bir oturumda sunduğumda insanlar ilgiyle dinlediler.

İngilizcedeki pek çok kaynak ve Türkçedeki kaynakların neredeyse tamamı, uluslararası politik tiyatro birikimini yalnızca sanatçılar, onların eserleri ve teorileri ekseninde ele alıyordu. Bu sanatçıları ve eserlerini politikleştiren toplumsal ortam, sanatçıların ideolojik ve fiziksel dayanağını oluşturan halk hareketleri ve örgütlenmeleri, çatışmalar ve devrimler bu sanat anlatımlarından adeta silinmişti. Bize devrimsiz bir devrimci tiyatro, politikasız bir politik tiyatro anlatılıp duruyordu. Bu hatayı tekrarlamamak için hem ele aldığım ülkedeki halk hareketlerinin tarihsel gelişimini, hem de o ülkedeki sanat alanının dönüşümünü araştırdım.

Pek çok kaynağı tarayarak yaptığım araştırmalar sonunda halk hareketleriyle politik tiyatro arasında aslında çok güçlü bir bağ olduğunu fark ettim. Biçim ve içerik anlamında cesur bir tiyatro faaliyetine ev sahipliğini yaptığını okuduğum bütün ülkelerde, yüzeydeki parlak sanatsal girişimlerin ardında halkın kolektif emeği, halk örgütlenmelerinin ödediği büyük bedeller vardı. Devrimci ilerici sanatçılar böylesi halk hareketlerinin etkisi altında değişip dönüşüyor, sanatları ancak halkın omuzlarında kıymetleniyordu. Sanatta kayda değer yenilikler yaratanlar, geleceğe miras bırakabilen sanatçılar hep zor zamanlarda konuşan, halkını sahiplenen ve faşizme boyun eğmeyenlerin arasından çıkıyordu.

Birkaç istisna dışında, Türkiye’de sanatçıların halk hareketleriyle ilişkisi ne yazık ki çok zayıf. Bugünkü suskunluğun altında bu örgütsüzlük hali, bu halktan yalıtılmışlık yatıyor. İşin sanatsal ve teatral boyutu bir yana, bu yazı dizisinden çıkarılacak en önemli ders bence bu.

Yazıların sıralaması şöyle olacak: 1- Sovyetler Birliği, 2- II. Paylaşım Savaşı Öncesinde Almanya, 3. Güney Amerika ve Ezilenlerin Tiyatrosu, 4. Filipinler ve Kurtuluş Tiyatrosu.

Yazıları internet ortamında daha okunur kılmak için bazı değişiklikler yaptım. Metinler yayımlandıktan sonra okuduğum yeni kaynaklardan edindiğim bilgiler doğrultusunda kimi eklemeler ve çıkarmalar yapma gereği duydum. Umuyorum ki yazdıklarım her gün ağır ağır karılan direniş harcına mütevazı bir katkı olacak.

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Eren Buğlalılar

Yanıtla