“Ne Dersin Azizim” Oyununun İsveç Turnesi İzlenimleri

Pinterest LinkedIn Tumblr +

İstanbul Devlet Tiyatrosu Yapımı “Ne Dersin Azizim” Oyununun İsveç Turnesi İzlenimleri…

Savaş Aykılıç

Türk-İsveç Tiyatro Derneği Davet Etti

İstanbul D.T. belki de ilk defa İsveç’e gerçekleştirdiği bir turne ile (03-08 Ekim 2011) başkent Stockholm ve Goteborg’ta iki temsil verdi. Türk-İsveç Tiyatro Derneği’nin davetlisi olarak gerçekleştirilen turne ile çoğunluğu İsveç’te yaşayan Türklerin oluşturduğu izleyiciler oyunu (Türkiye’de de olduğu gibi) ayakta alkışladılar…

Bu Turnenin Gizli Kahramanları Kimlerdi

Peki ama bu tanışma nasıl gerçekleşti? Kimler önayak oldu? İki ülkenin kültür bakanları mı bir araya geldi?) Yok canım, tamamen tesadüf eseri… İstanbul Devlet Tiyatrosu sanatçısı ve D.T. Yönetim Kurulu Sanatçı Temsilcisi Üyesi Sayın Adsız Karaduman ve onun yazlıktan yakın dostu Erhan Bey’in girişimleri ve ülkeler düzeyindeki yazışmalarla bu turnenin temelleri atılmış oldu… Umarım devamı da gelir…

Oyunla İlgili Eleştiri ve İnceleme Yazısını Önceden Yazmıştım

“Ne Dersin Azizim” oyunu ile ilgili geniş bir inceleme ve eleştiri yazısını daha önce kaleme aldığım için (bkz. www.tiyatronline.com, tiyatrodunyasi.com vb. “İşte Aziz Nesin Bu! İşte Yücel Erten Bu!”); bu yazımda İsveç turnesi izlenimlerimi paylaşacağım…

Yaşasın Vikinglerin Ülkesine Gidiyorum

Yaşasın! Vikinglerin ülkesine gidiyorum… Küçük bir çocukken televizyonların siyah beyaz olduğu geçen bin yılda izlediğim Kirk Douglas’ın başrolde oynadığı “Vikingler” filmini hiç unutamadım… Bakalım Vikinglerin torunları nasılmış, neler yapmışlar?

İsveç’te Uzun Yıllar Tiyatro Yapan Ünlü Tiyatrocumuz Kim

İsveç’e gitmeden önce uzun yıllar İsveç’te kalan (on beş yıl civarında), tiyatro yapan Mazlum Kiper ağabey ile onun yakın dostu İsveç vatandaşı ve eski emekli, yeni oyuncu Halil Canay dostumdan İsveç hakkında bilgiler almayı da ihmal etmiyorum… Ekipte tam beş yılını İsveç’te geçirmiş Mahmut Gökgöz ağabeyimiz de var, daha ne isteriz?

Yolculuk Hazırlıkları

Yolculuk telaşı ve stresi bende yine bir gün önce başladı. Uçağımız 08.50’de kalkacaktı. Ancak iki saat önce orada olmamız gerekiyordu… 06.50’de Atatürk Havaalanı’nda olabilmek için Kadıköy ve Taksim servislerinin (trafik ve olası aksilikler de göz önüne alınarak) 05.30’da kalkması planlanmıştı ve aksi gibi benim evim de Kartal-Yakacık’ta idi ki dolayısıyla o gece uyku bana haramdı…

İstanbul’dan Sonra Stockholm Antalya Kadar Bir Yer

Neyse ki her şey öngörüldüğü şekilde tıkır tıkır işledi, limanda (handiyse) hiç bekleme yapmadan topluca işlemlerimizi yaptırdık ve uçağa bindik. (Müdür Yardımcımız Sayın Salih Kızılyaprak’ın önceden yaptığı girişimler sayesinde.) Yaklaşık üç buçuk saatlik bir yolculuktan sonra Stockholm’e indik. İstanbul havaalanı ile burayı karşılaştırmak gerekirse; burası bizim Trabzon havaalanı kadar kalabalık ve yoğun ancak…

Nüfusta Nicelik (Sayısal) ve Nitelik (Kalite)

Zaten burası Trabzon’un nüfusu kadar var yok; bir buçuk milyon kadar… Ne ki meselenin kalabalıkta (sayısal değerde/nicelikte) değil de gelişmişlikte (nitelikte) olduğunu İsveç başkentini gezdikten sonra anlayacaktık… (İsveç bana Platon’un “Devlet”, Campenelli’nin “Güneş Ülke” ideallerinin uyumlu bir sentezi gibi geldi. Ayrıca bkz: Organize olmuş kaliteli (ve bağımsız bireylerin oluşturduğu) bir küçük ordunun; “300 Spartalı”nın bir milyona yakın Pers ordusunu Termopoli darboğazında yenmesi ve zaman kazandırarak savaşı Yunanlıların kazanmasını sağlaması… Aynı adlı sinema filmi ve İş Bankası Yayınları’ndan “Heredot Tarihi”.) (Türkiye’nin yetmiş milyonunun değerlendirmesini sizlere bırakıyorum…J )

Sonunda Türk İsveç Tiyatro Derneği Başkanı Erhan Özay ile Tanışıyoruz

Kapıda bizi, Türk İsveç Tiyatro Derneği Başkanı Erhan (Özay) Bey ve onun asistanı Emre karşıladı… Aynştayn’ın hafif kilolusu, güler yüzlü ve sevimli bu adam, (Sayın Erhan Özay) bize unutulmaz bir altı gün yaşatacak, tek tek hepimizle ilgilenecek ve konaklamaktan her türlü ulaşıma her şeyimizle gece gündüz ilgilenecek ve dostluğu ile hepimizin gönlünde taht kuracaktı…

Birinci Gün Stockholm Gezisi

Birinci gün yol yorgunluğu, dinlenmece derken çabucak geçti… İkinci gün prova ve ardından başkenti otobüs ile gezdik… Aynı zamanda buradaki dernek tiyatrosu oyuncusu ve profesyonel bir rehber olan Ayla Hanım bize hem İsveç, hem İsveçliler, hem de İsveç tarihi hakkında özlü ve esaslı bilgiler verdi…

“Tiyatro Ülkeleri Yakınlaştıran Bir Köprüdür”

Üçüncü gün, Södra (Güney) Teatern’deki oyunumuzu, başta Türkiye’nin İsveç Konsolosluğu protokolü olmak üzere dernek yöneticileri, işadamları, çoğunluğu Türk (üç yüz civarında) izleyici ayakta alkışladılar… Oyun öncesi, Erhan Bey, “dernek olarak müzikten sonra gerçekleştirdikleri ilk tiyatro organizasyonunun İstanbul Devlet Tiyatrosu olmasının önemine” değindiği konuşmasında bunun bir son değil bir başlangıç olduğunun altını çizdi ve iki ülke arasında bir tiyatro köprüsünün kurulduğunu söyledi.

Stockholm Laz Müteahhitleri ve Onların Gökdelenlerini Bekliyor!

Stockholm’de ilk gözlemim eski binaların çokluğu ve bakımlılığı oldu. Bir tane bile gökdelen yok! Gökdeleni geçtim bizim anladığımız anlamda apartman yok (en azından kent merkezinde ve panaromik kent manzarasında). (Bununla ilgili İsveç-Türkiye karşılaştırmasını bu yazının son bölümünde bulabilirsiniz…) (Henüz “Simit Evleri” ve “Köfteciler” yok J ama pek çok Türk Kebabı var ve çoğunu Türkler değil Ortadoğulular işletiyor…)

Stockholm Fena Halde İstanbul’u Andırıyor

Stockholm binaları ve denizleri ile İstanbul’u andırıyor… Topkapı Sarayı, Eminönü, Karaköy, Bankalar Caddesi, Galata ve biraz da Beyoğlu’ndaki tarihi (ortaçağ, gotik ve rokoko) binaları alın ve bunları bütün bir kente yayın… Bizdekinden farklı olarak burada binaların damları genellikle nedense kiremit kırmızısı değil de yeşil! Yüz, yüz elli ve daha eski binaların hemen hepsinin başında ya da tepesinde İsveç krallarının, kahramanlarının ya da İskandinav mitolojisinden karakterlerin taştan ve tunçtan heykelleri var… (Not: Facebook’umda yüzden fazla fotoğrafta görebilirsiniz…)

İsveçliler ve Türkler Demir Çağından Ortak Hun Atalarından mı Geliyorlar

İskandinav ülkeleri olan Norveç ve Danimarka ile birlikte İsveç tarihi için Vikingler ne ise; mitolojileri için de “Tor” aynı o… (Toro-Toros; Boğa!)… Şimdi size kalkıp da birisi “İsveçlilerin Hun bakiyesi” olduklarını (!) ve Türk (Tor; Tur(an)…?) Mitolojisindeki Ergenekon Destanı’ndaki bir elinde örs, diğerinde çekiç olan ve demir eriten Demirci Tengri ile İsveç Mitolojisi’nin elinde çekiç tutan tanrı Tor’un aynı ve/ya benzer Demir Çağı kökeninden ve döneminden geldiklerini” söylese hepimiz onu ırkçılıkla ya da kaçıklıkla suçlarız… Öyle değil mi?… Ama ya gerçek buysa?!…

Nedense İsveç’te Evimde Gibi Rahat Ettim, Uzak Akrabalarım Arasındaydım

İsveç-Hun ilişkisi, Hun-Hungarian (Macar/Macir/Muhacir/Göçmen?) ilişkisi kadar net değil daha örtük ve daha dipte… Sonuçta dil ve kültür olarak İsveçliler de Türkler de Ural Altay dil ve kültür grubundan değil mi? Ha Kirk Douglas’ın Vikingleri ha Kartal Tibet’in sarışın Tarkan’ı; aynı atadan gelme, birbirlerinden uzak düşmüş iki akraba benim zihnimde…

Erkekleri Kıvanç Tatlıtuğ’a Kadınları İse Hülya Avşar’a Benziyor

İsveçliler İngilizce ve Almanca karışımı bir dil konuşuyorlarmış… Ben onları biraz da Ruslara benzettim sarışınlıkları, mavi gözleri ve granit bakışları ile… (Demirbaş Şarl döneminde İsveç ve Rusya savaşmışlar birbirleri ile…) Benzetmek gibi olmasın bizim Rumelileri andırıyorlar, en çok da Kıvanç Tatlıtuğ’u… J Bayanları da Hülya Avşar’a benziyorlar… Viking torunları oldukları için boyları da biraz kavak gibi tabii… (Bu arada dedemler Yugoslavya-Köprülü’de “Torbeş” diye anılıyormuş… (O “Tor” ile bu “Tor” arasında bir ilişki var mı, araştıracağım…J)

İleride dil üzerine yapılacak araştırma ve çalışmalar, İsveççe ile Türkçenin karşılaştırılması sonucunda bakalım “kalabalık”, “yoğurt” vb. daha ne ortaklıklar çıkacak?

Türk İsveç Dostluğunda Önemli Bir Portre; Demirbaş Şarl

Ben Sn. Mahmut Gökgöz’ün yalancısıyım, İsveç kralı Demirbaş Şarl’ın hikayesi Osmanlı ile İsveç ilişkilerinin bir özeti imiş adeta… Demirbaş Şarl denince aklımıza Monte Cristo Kontu ve Demir Maske vb. hikaye ve çağrışımlar gelir değil mi? Oysa Şarl, yani XII. Karl; peşindeki Ruslardan korunmak için Kırım’daki Osmanlı kalesine sığınan ve beş yıldan fazla sığındığı Osmanlı’da yeniçeri tarafından artık demirbaş listesine alınan (!), ülkesini de buradan yöneten bir kral olarak tarihe geçmiş…

Dt. Müsahipzade Celal’in “Demirbaş Şarl” Oyunu Türk İsveç Dostluğu İçin Neden Sahnelemez Ki

Buradan oyun yazarlarına, yönetmenlere ve genel sanat yönetmenlerine sesleniyorum; Türk-İsveç tiyatro ilişkilerimizin gelişmesi için bu Demirbaş Şarl konusu tam bir nimet…Ne? Müsahipzade Celal’in aynı adlı bir eseri mi var? Boşveeeer, kim çıkartıp bakacak şimdi (!)…

Ben yazmaya kalksam, Demirbaş Şarl’ın sığınmak için Osmanlı’ya verdiği iki bin altın rüşvet üzerine kurardım oyunu…J

İsveçliler bu dostluğu ve tabii ki Rus aleyhtarlığı sonucu Ruslara açılan savaşı (bkn. Prut ve Baltacı. ) ve ortak düşman Ruslara karşı kazanılan bu yeni müttefikliği hiç unutmamışlar ve her zaman Türklere sempati ile bakmışlar…

Vikingler Neyse de Modern İsveçliler Bize Neden Uzak

Eğer İsveçliler uzak geçmişimizdeki Hun atalarımızla ortak bir atadan geliyorlarsa; geçen zaman içinde iki halk arasında pergel bir hayli açılmış görünüyor… Modern İsveçlilerin yalnızlığı ve birey olmayı bu kadar çok sevmelerinin tarihi alt metninde belki de onların tam da (burada “yine de her zaman döndükleri bir yurt olarak” İskandinavyalı olmaları ile Türklerden ayrılıyorlar) göçebe ve akıncı (Viking; walking?) (Türk; Yörük; Yürüyen?) bir hayat yaşamaları yatıyor olabilir…

Her Yer Bisiklet

Stockholm’de ve Goteborg’ta handiyse araba sayısınca bisiklet gördük… Yolun üçte biri bisiklet yolu olarak ayrılmış… Çocuk, genç, yaşlı hemen herkes bisiklete biniyor… Metro çıkışları, AVM önleri zincirle park edilmiş onlarca yüzlerce bisikletle dolu…

Demokrasi Bilinci

Çevrecilik Yasası sayesinde havası suyu sağlığı garanti altına alınmış… Ağaç kesmenin cezası hapis… İnsan Hakları çok önemli; her türlü ayrımcılık, nefret söylemi, ırkçılık vb. yasa dışı ilan edilmiş… Özürlüler Yasası ile toplum olarak özürlü vatandaşlara büyük kolaylıklar ve sosyal imkanlar yaratmışlar, toplumca aşırı bir şefkat ve duyarlılık geliştirmişler… Üstelik İsveç bir krallık… Demek ki demokrasinin cumhuriyet ya da krallıkla değil bir hukuk ve insan hakları ülkesi olma ile ilgisi varmış…

İsveç ve Sosyalizmi İçin Tehlike Çanları Olarak Küresel Sermaye

İsveç (Süveyş; Kanal?) ve Türkiye hem birbirlerine çok benziyorlar hem de bazı açılardan hiç benzemiyorlar… Küresel Kapitalizm oralara henüz bize girdiği kadar girmemiş… Ama çok uluslu markalar rekabeti başlamış…

Türkiye İsveç Karşılaştırması ya da İsveç Bize Bak da Ders Al J

Umarım İsveç’te de önce mis gibi dağlardan şırıl şırıl akan tertemiz suları birdenbire içilmez (!) ilan edilmez ve damacana adı verilen iğrenç bidonlarla suları satılığa çıkarılmaz… Küresel kapitalizm ve çok uluslu şirketler çok yakında oranın da maliyesini esir alıp, borsasını rehin edip, istedikleri GDO’lu ve hormonlu ürünleri piyasaya sürmezler…

Umarım çok yakında, küresel kapitalizm hem iktidarla hem de muhalefet ile ayrı ayrı anlaşmalar yaparak hükmünü sürmeye ve sanki ortada bir seçenek varmış gibi, demokrasi oyununu sahnelemeye başlamazlar… Umarım İsveç de sağlık sistemi önce insanlarını kalitesiz ve denetimsiz GDO’lu gıdalarla, Çernobil radyasyonları ve kirli sularla önce kanser edip sonra da hastaneler açmazlar…

Umarım çok yakında orada da siyaseti büyük müteahhitler finanse etmezler, edip de sonra yatırdıklarının yüz mislini iktidara getirdikleri hükümetten devlet ihaleleri ile çıkarmazlar, çıkarıp da Stockholm siluetini Lykya mezarlarına benzeyen yüksek otellerle ve biçemsiz gökdelenlerle bozmazlar…

Umarım 11 milyonluk nüfusuyla dünyanın en önde gelen çelik üreticisi ve gelişmiş ülkelerin başında gelen İsveç, küresel kapitalizme izin verdikten sonra sosyalizmin kazandırdıklarını tek tek yitirmez; eğitim ve sağlık ücretsizden özelleştiriyorum diyerek paralı olmaz; limanları toprakları başka ülkelere satılmaz, az zamanda cari açıklardan ve enflasyonlardan dış para akışına ve sömürüye muhtaç hale gelmez, emeklilik yaşı yetmiş olmaz, grev hakları ellerinden alınmaz…

Umarım onlar da ithalat fazlalığından ihraç yapamaz hale gelmezler, balığı ve çeliği bile ithal etmek zorunda kalmazlar, elektrik-su-doğalgaz ve diğer enerji kaynaklarını Avrupa’dan bile pahalıya almazlar, işsizlik yüzünden başka ülkelere işçi ve beyin göçü yapmak zorunda kalmazlar, hükümetleri de sonra bu gönderilen göçmenlerin gönderdikleri paralarla bütçeyi denkleştirmeye çalışmaz, onların kazandıkları paraları Deniz Feneri benzeri yardım kurumları aracılığı ile toplayıp hiç etmez, deprem vergisi toplayıp deprem olunca da zavallı emekçiye duygu sömürüsü yaparak elindeki son paraları da almaz ve yıllardır toplanan deprem vergileri ne oldu diye sorulunca pişkince “yol” oldu diye cevaplamaz…

Fransa’nın Humeyni’yi ve İran İslam Cumhuriyeti’ni kurması ve İslam’la savaşı ve terörü bütenleştirme ve İslam ülkelerini ötekileştirme ve düşman ilan etme projesi ile Hizbullah’ı ve şeriat ile mollalar yönetimini bütün İslam alemine yayma politikaları gibi umarım İsveç’te de birdenbire köktendinciler türemez; umarım İsveç de benim güzel ve yalnız (!) ülkem gibi halkı laik ve dindar diye ikiye bölünmez, umarım komşu ve süper güçler İsveç’teki bir yerli azınlığı (geçmişteki kimi “33 kurşun”, “Dersim Katliamı” vb. yanlış uygulamaları kullanarak) ve kandırarak, kışkırtarak ve silahlandırıp eğiterek ayrılıkçı bir örgüt kurarak onlara “özgürlük savaşçıları ve gerillaları” adı altında kendi ülkesine ve halkına saldırtmaz…

Kısaca umarım İsveç, küresel sermayenin ve politikalarının (bizim gibi) kurbanı olmaz; G-20’ye girse de gelir dağılımı uçurumları yaşamaz; özetle sosyalizmden kapitalizme geçmez!…

Kumar Bile Devlet Tekelinde

İsveç’te alkol ve sigara çok pahalı. Kumar ise devlet tekelinde. (Sanki bizde başkasında (!) Bkz: “Osmanlı’da her hamam külhanına devletin atadığı “Külhan Beyi” ile ” Kumarhaneler Kralı”nın Katli ve mafya(ların) devlete bağlı ajanlarca yönetilmesi konuları…J)

İsveç’te Devlet Tiyatrosunun Tek Kadrolu Elemanları; Yapımcılar

Son olarak İsveç’te tanıştığım Riskteatern Producent’i Sn. Figen Solmaz’la yaptığımız kısa sohbet sırasında “İsveç’te sadece yapımcıların (Producent) kadrolu olduğunu, producent’lerin bütçe ve cast’ını yaptığı projelerin devletçe kabulünden sonra projenin yönetmeninden oyuncusuna, dekaratöründen teknisyenine sadece o proje bazında devletin sözleşme yaptığı; özetle İsveç’te ülkemizdeki gibi bir Devlet Tiyatrosu kurumu olmadığını ancak devletin bu tür projeleri desteklediği” bilgisini verdi.

Turne bitti, geri dönüş yolculuğu sırasında İsveç’te altı gün hızla geçiyor gözümün önünden ve ben iç çekiyorum, “Benim yalnız ve güzel ülkem” de acaba ne zaman insan haklarına bu denli önem verecek, demokrat ve sosyal devlet olacak, doğaya çevreye özürlüye kısaca insana saygılı olacak? Keşke herkes İsveç’i görebilse, belki o zaman bir başka Türkiye kurulabileceğini, tasarlanabileceğini, yaşadığımız sorunların bir kader değil devletin yetersizlikleri ve Platon’un anladığı anlamda (yüz yıl beş yüzyıl sonrasını gören ve planlayan) Devlet Adamları yetişmemesinden, yetişememesinden olduğunu anlardı…

(Sn. Tayyip Erdoğan’ın kimi uygulamaları dışında son yetmiş yıldır ülkemizin gördüğü tek devlet adamı olduğu yönünde ciddi kuşkularım var! ) (İlk bakışta cümle düşüklüğü var gibi görünse de bu cümle aslında bir önyargı ile alay için özellikle böyle yazıldı…) Bütün eleştirilere, kimi eksiklik ve hatalara (İstanbul AKM’de izlenen yol yöntem ve yanlış politikalar da bunlardan biridir) karşın -ki onların da zaman içinde düzeleceğinden neden umudumuz olmasın- ülkemizde bu payeyi hak eden tek siyasetçi (bence) o çünkü…

 

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Savaş Aykılıç

Yanıtla