Bu Oyunda Kendinizle Çatışacaksınız: Süpernova

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Üstün Akmen

Tiyatro sanatına 2000’li yıllarda giren yeni neslin ilk tiyatrosudur DOT ve arkasında sürüklediği gruplara ufuk açmış, yol göstermiş, cesaret vermiş, ışık tutmuş bir tiyatro topluluğudur. İstanbul’un (şimdilerde bey oğullarına pek rastlanmayan) Beyoğlu semtinde, Ermeni kökenli Mimar Hovsep Aznavur’un (1845-1935) 1905 yılında Mısır Prensi Abbas Halim Paşa’nın (1866-1934) kış aylarında ikameti için yaptığı, Osmanlı’nın ilk beton binalarından sayılan Mısır Apartmanı’nda 2005 yılında kurulmuştur. Kuruluşundan itibaren, Murat Daltaban yönetiminde tiyatro yapmaya başlamış; metin anlayışı, “yeni” olanı seçişi ile o gün bu gündür çizgisinden bir milim şaşmadan kendine akarsu gibi yol bulmuştur.

YAŞAM SIKINTISI, YAŞANTI EZİKLİĞİ

DOT: “Aman nedir o! Her oyunda ayrı bir getto metto, göçmen sorunları, eş cinseller, distopyalar (Sözcüğü “ütopyanın tersi” olarak değil, “kötü bir yer” anlamında kullanıyorum), durduk yere şiddet middet, küfür-kafir” diyen tiyatro sanatımızın geri kalmışlıktan ilericiliğe ağır-aksak yürüyen bezirganbaşılarına inat, 2011-2012 tiyatro sezonunda bir iş daha becermiş. Gençlerin yaşam sıkıntılarını, yaşantılarının ezikliğini unutmak için şiddetin de şiddetlisi boks sporu(!)nu seçmelerini bir antrenör, altı sporcu, bir de zavallı annenin yer aldığı çerçeve içinde anlatan; bu kere gettosuz, göçmensiz, eş cinselsiz, distopyasız bir oyun ele geçirmiş. Ele geçirmiş ve tam bir buçuk yıllık bir çalışma sonucu Maçka G-Mall’un ikinci katındaki yeni (ne yazık ki sıfır akustik donanımlı)  “Black Box” denilen türden sahnede izlenmeye hazır ve değer hale getirmiş. Britanyalı Oyun Yazarı Bryony Lavery’in (1947) 2010 yılında yazdığı Süpernova (alt başlık olarak Beautiful Burnout kullanılıyor), böylece sabır-sebat işi bir emek mahsulü olarak tiyatro tarihimizde kendine yer edinmiş.

‘TİYATRO’ ETKİSİNİ AZALTACAK ARAYA GİRMELERDEN KAÇINMAK

Süpernova, İstanbul Boks Şampiyonu ve Boks Eğitmeni Veysel Karani Demircioğlu’dan alınan boks dersleri, CRR Dans Tiyatrosu yapımı Çıplak Hamlet oyunundan tanıdığım İstanbul Dans Tiyatrosu Topluluğunun başdansçılarından Tan Temel ile partneri olan Sernaz Demirel’in sekiz ay süren dans eğitimleri ve koreografik tasarımlarıyla ve nihayet Murat Daltaban’ın “tiyatro” etkisini azaltacak herhangi bir araya girmekten titizlikle kaçınılmış rejisiyle seyircisiyle buluşmuş. Murat Daltaban, metni etliye sütlüye dokunmayacak biçime getirmeksizin, yani kele çevirmeksizin, oyunu ve fikrini hırpalamadan, detayları savsaklamadan yerli yerine oturtmuş.

BİZLER DE KAVGANIN ORTASINA ATLAMIYOR MUYUZ?

Süpernova, malumdur, enerjisi biten büyük yıldızların şiddetle patlamasına denilmekte… Astrologlar ise bir süpernovanın parlaklığının güneşin parlaklığının yüz milyon katına varabildiğini söylüyor. Tiyatro tutkunlarının Donmuş-Frozen oyunundan tanıdığı Britanyalı Oyun Yazarı Lavery’in Süpernova’sı yıldız olmanın, parlamanın, patlamanın, Hakan Günday’ın deyimiyle: “Gösteri sunmak değil, gösteriye dönüşmek isteyen insanlar”ın öyküsünü anlatıyor. Boksör olmayan bizlere de “ekmek parası” uğruna, “Aslanın ağzındaki lokmayı kapmak” uğruna “Uğraşın, özverinin, kavganın ortasına hiç mi atlamadım” sorusunu sorduruyor. Bir saat on beş dakikalık oyun, hedonist (“En üstün iyilik hazdır” ya da “Her davranışın nedeni, mutlu olmak isteğidir” doğrultusundaki Aristippos öğretisinden söz ediyorum) bir sis bulutu içinden izleyicisini etkiliyor. Uygur Yiğit’in insanın içini pırpırlatan, oyunun temposuna kan pompalayan “underworld”  türü müziği de bu etkiyi perçinliyor. Oyunu izleyen hiç kimse Umut Eker’in kostümlerine söz edemiyor, Pınar Töre-Tuğrul Tülek ikilisinin çevirisiyse tiyatromuzda sıkça tanık olduğumuz çeviri ünlülerinin kötü çevirilerini “s.ktir” ile kovalıyor.

İTİRAZSIZ KESİN BOYUN EĞMEK YAŞAMIN KENDİSİNDE VAR

Günümüz zırtapoz kültürünün yansıması olan maço şiddetine “her vesileyle”  başvuran yeniyetme gençlerin saldırganlığını kontrol altına alarak, hiç değilse sportif bir amaca yönlendirmek için uğraş veren Boks Antrenörü Bobby Burgess (Ünal Silver), İskoçya’da (Glasgow) yerel bir boks kulübünün çalıştırıcısıdır ve eğitmeye kendisini “Tanrı” olarak tanıtmayla başlar, “itirazsız kesin itaat” düsturunu “yıldız boksör” adaylarının kafasına ön koşul olarak sokar. Başarının disiplin ve çok çalışmadan geçtiğine inanmaktadır. Ajay Chopra (Cemil Büyükdöğerli) öykü içinde yeteneği, başarısı bir yana, sonuç itibariyle hınzırlığını ve şımarıklığıyla Bobby’nin sınırlarını zorlar. Chopra ile birlikte, dünyada yer tutmak için dövüşen, doğuştan boksör Cameron Burns (Hakan Kurtaş), metne şiirsellik katan Carlotta (Berrak Kuş), kadın boksörlerle maç yapmayı ısrarla reddeden Dina Massie (Pınar Töre), bir kaza sonucu geleceği kararan Neil Neill (Tuğrul Tülek), babası da tekvando çalıştırıcısı olan Ainsley Binnie (Emre Yetim) ayrı ayrı kendi öykülerinin parçalarıdır.

YÜKSEL AYMAZ’IN IŞIK SİHİRBAZLIĞIYLA

Bunlar, daha doğru deyimle “parça” olmak için can atan, kendini tüketen; yıldız olmaya, şöhreti yakalamaya ve yaşamaya, çok para kazanmaya odaklanan genç “hırslılar”dır. Sahne, Yüksel Aymaz’ın ışık sihirbazlığıyla görünmez iplerle çevirdiği dev boks ringini iki kum torbası, tekerlekli bir buzdolabı/çamaşır makinesi ile anında Cameron’un evine dönüştüren düzeniyle mis gibi Barış Dinçel kokmaktadır. Yıldız boksör adayları, oyun açıldığında bu ring üzerinde hocaları Bobby Burgess yönetiminde önce gölgelerini, sonra yaşamlarını çoktan yumruklamaya başlamışlardır.

İP ATLARKEN REPLİK OKUMAK

İki kere iki gibi bir gerçek ki Süpernova, 2011-2012 sezonunda oynanmakta olan oyunların tümünden çok farklı bir oyun olarak dikkat toplamaktadır. Tamamen fiziksel yapıya dayanması, oyuncuların ip atlayarak repliklerini okurken ya da “snaw” çekerlerken bile hiçbir zorlanma ya da nefes arasına gerek duymamaları, ter içinde yapış yapış boks yapmaları, gerektiği ahvalde dans etmeleri bu oyunu farklı kılmaktadır ve bu oyunun “farklı” olmak hakkıdır.

OYUNCULARIN BİRBİRLERİNİN FARKLILIĞINI TANIMASI

Diğer taraftan, DOT’un Büyücüsü Murat Daltaban, boks sporunun(!) o pek bilinen kendi acımasızlığı içinde, aynen boksta olduğu gibi oyun içinde de oyuncularını kendi stillerini çizmeleri için serbest bırakmış. Boksta rakibin gözünün içine bakmak nasıl kuralsa, oyuncularına da birbirlerinin farklılıklarını tanımlatarak, anlatarak oyunu kurgulamış. Böylece Chopra, Cameron, Neil, Ainsley yıldız olmak, Dina ise intikam almak için çalışırlarken; karakterler sıradan insan hayatının, olağan insan özlemlerinin, ereklerinin dışına çıkmamış.

Yani kısaca gerçek şu ki, onlar Süpernova’da “biz”i oynamış.

Oyunculuğundan ışığına, sahne düzeninden çevirisine, kostümünden müziğine, koreografisinden rejisine arayıp tarayıp eleştirecek yan bulamadığım oyundan çıktıktan sonra Berrak Kuş’u, Hakan Kurtaş’ı, Cemil Büyükdöğerli’yi, Pınar Töre’yi, Tuğrul Tülek’i, Ünal Silver’i, Emre Yetim’i kulis çıkışında kucaklayarak kutlarken, içlerinden birinin sinirlenip pir aşkına suratımın ortasına “çakmasından” korkmam da meğer bundanmış.


CAN BABA’YA 85. DOĞUM GÜNÜ ARMAĞANI: ‘CAN’

Tiyatro Kumpanyası, hayatın içinden bir an bile eksilmemiş, kendi kabına sığamamış bir ozanı, Can Yücel’i 85. doğum yılında kendi şiirlerinden uyarlanmış hayat öyküsüyle anmayı amaçlamış. Bu amaç doğrultusunda,  Can Yücel şiirlerinden Türk Tiyatrosunun Büyük Ustası Genco Erkal tarafından 1999-2000 sezonunda uyarlanmış metni almış, Can Yücel şiirleri kadar muzip, sert, dik ve duyarlı, Türk resminin desen ustalarından Mehmet Güleryüz’ün Can için hazırladığı desenleri eşliğinde Kemal Kocatürk’ün virtüözitesine teslim etmiş.

DEKOR, SEYİRCİYLE ETKİ-TEPKİ BAĞI OLUŞTURMALI

Dramatik yapıya kavuşturulan şiirlerin söylenişini Kemal Kocatürk yönetmiş ve oynamakta. Sırrı Topraktepe: “… dekor dediğin, sahne ile seyirci arasında karşılıklı bir etki-tepki bağı oluşturmalı” düsturundan hareketle iki ayaklı, çok şekle giren bir merdivenle akıl ve düşünce yoluyla değil, duygu ve sezgilerle de seyirciyi etkileyip sarmalına almış. Bir şarkının ezgisi için müzik ne demekse, bir tiyatro oyunu için ışığın da aynı anlama geldiğini bilen Kenan Kocatürk’e Aslı Atasoy, sahneye koyucunun seyirciye aktarmayı hedeflediği ruh halleri ve duygulara aracılık edecek en etkili spotları kullanmış. Ayça Kocatürk’ün müziğiyse belli ki hiç savsaklanmadan ciddiyetle yapılmış bir çalışma. İcra da mükemmel…

PROZODİK DİZGE BİÇİMİ

Gelelim Kemal Kocatürk’ün oyununa. Kemal Kocatürk, elbette Türk tiyatrosunda kendine yer açmış, tiyatroya gönül ve emek vermiş, tiyatro aşkıyla uğraşını özveriyle sürdüren bir sanatçımız. Tanrı vergisi renkli bir “söyleyiş” biçemi, hançeresi var.  Sevinç, hüzün, korku, kızgınlık gibi duyguları “konuşma sesi”yle yansıtırken mükemmelen farklı sesler çıkartabiliyor. Eylemin yer aldığı ortamın konuşma biçimlerine ve öykünmeye bağlı olarak gerçeğe benziyor. Kimi kez her türlü öykünmeyle ilişkisini kesiyor, kahkahadan gözyaşına geçerken otantik konuşma biçimlerini aynen alarak gerçeklik etkisi yaratıyor. Sesbilimsel, retorik, prozodik bir dizge biçimi düzenlemiş. Rejide “Daha dar bölümlerde daha fazla aksiyon” yaratmayı yeğlemiş. Şiirleri değişik bir yorumla seslendirmiş, Kemal Kocatürk, Can Baba’ya 85. doğum yılında yeniden can vermiş.

Can-ı yürekten kutlanmayı gerçekten hak etmiş.

Evrensel

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Üstün Akmen

Yanıtla