Sanat mı Uzun? Hayat mı Kısa?

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Nedim Saban

Bu hafta medyadan Perihan Mağden ve Mehmet Altan kopuşunu izledik. Tiyatrodan nefret ettiğini açıkça ifade eden birinin, bir tiyatro yazısına konu olması sizler için hoş olmayabilir belki (biraz sonra yandaş medyayı da savunacağım, hazır olun), ama ben Mağden’in yazılarını sonlandırmasını medyanın kaybı olarak görüyorum.

Mağden’in özellikle Radikal’deki bazı çıkışlarını popülizm olarak değerlendirmiş, samimi karşı duruş olarak görmemiştim. Tiyatroyu sevmeme nedenini ‘Yıldız Kenter düşmanlığı’yla özetlediğinde ise, bunu sadece büyük bir tiyatro ustasına saygısızlık olarak değil, tiyatronun katmanlarını bilmemek olarak adlandırmıştım. Kaldı ki Yıldız Kenter’in ömrü boyunca oynadığı oyunlardaki karakterleri incelerseniz, onun, her rolün kabuğunu çok farklı biçimde ören bir virtüöz olduğunu zaten fark edersiniz.

Hülya Avşar da bu hafta tiyatro oyunculuğuyla ilgili sözler etti. ‘Abartılı oyunculukla, tiyatro oyunculuğunu’ karıştırdı. Oysa, dünyada metot oyunculuğuyla başlayan yüzlerce tiyatro katmanı var! Mesele, fısıltının en arka sıradan duyulması kadar basit değil! Bunu teknikle aşmak, ama kristal berraklığında, yaşam sıcaklığında bir oyunculuk sergilemek çok mümkün! Modern Türkiye Tiyatrosu bunu başarıyor…

Bazen dizi filmlerden çocuklar geliyor, sadece rol kişisinin dünyasını analiz ederken değil, oynarken de bön bön bakıyorlar. Televizyonda uzun süre boş boş bakmaya alışmışlar, oysa tiyatroda her saniyenin bir önemi var.

-N’apıyorsun çocuğum?

Ağızlarına da bir hocam lafı takmışlar.

– Hocam abartmak istemiyorum!

– Abartma çocuğum, sahnede öylesine duruyorsun, ne b..k yediğini anlayamıyorum.

– Hocam, oynamak istemiyorum.

– Oynama yavrum, rolü bul.

Perihan Mağden’in Taraf’tan ayrılırken sözünü ettiği hükümet baskısı, yargının siyasallaşması filan ne yazık ki artık bildiğimiz şeyler. Onun çözümlemesini, yetmez ama evetçilere bırakıyorum. Beni ilgilendiren en önemli  nokta, ‘zaman kavramı’ ile ilgili.

“Haftada iki kez yazınca ister istemez günlük politikanın tuzağına düşülüyor” diyor Mağden ve roman yazımına konsantre olamadığını söylüyor. Yazar, yaşadığı toplumdan ve zamandan  koparsa, zaten sağlam karakterler yaratamayacaktır, orası kesin. Sorgulanması gereken asıl konu, yazarın günlük politikadaki rolü olmalı.

Bir dostum çocuklarına gazete okutmadığı gibi, kendisi de gazeteleri bir gün rötarla okumayı seçiyor. Ruhu temiz, kafası dinç halde, günlük politikadan, haberin sıcaklığındaki yüzeysellikten uzak bir yaşam yaşıyor.

Bizlerse, bilgisayarlarımızın başında, dünyayı dakika dakika takip etme bahanesinin arkasına sığınarak yüzeyselleşiyor, bazen sıcak haberlerin kısıtlı bakış açısı içinde hapsoluyoruz.

Sezon başında oyun seçer, oyun çıkana kadar geçen sürede, bazen “biz bu oyunu niye seçmişiz, güncelliği kalmadı” diye hayıflanırız. Ben, salt bu nedenle defalarca tiyatroyu bırakmayı düşünmüşümdür.

Aynı duyguyu sinemacılar da yaşamıştır elbet! Film yapım süreci o kadar uzar ki, hayat filmin önüne geçer. Ancak  Mağden’in söylediklerini dikkatlice analiz edersek, aslında öne geçenin  hayat değil, günlük sığ politika olduğunu anlarız.

Sığ politika demişken, hemen Mehmet Altan’dan da söz edelim. Star gazetesinden atılınca, birden ‘muhalif oluveren’ Altan’ın hükümeti bombalaması, yandaş medyanın güdümlülüğünü anlatması hiç inandırıcı değil. Kaldı ki, sana onca zaman ekmek kapısı olmuşlar. Onları  içeriden vurmak, reklam gelirleri gibi özel meseleleri paylaşmak son derece ayıp. Ya baştan   yazmayacaksın, ya o reklamların nasıl alındığına tanık olduğun gün istifa edeceksin, ya da kovulduğun gün, susacaksın! Başkaları kovulduğunda da susmuşsun, hep sessiz kalmışsın çünkü…

Aynı şeyi Uzan Grubu’ndan kopanlar da yaptı. Yıllarca Cem Uzan’dan ekmek yediler, ondan sonra Uzan zor duruma düşünce, patron baskısından söz ettiler. ‘Bastırtmayacaksın’ o zaman, ya da ‘baskı yapanların’ ekmeğini yemeyeceksin.

Mesele, fikirleriyle uyuşmadığım Mehmet Altan’ın yazılarının sonlanmasına mutlu olmak  değil, kuşkusuz bir kalemin kırılması karşısında tepkisiz kalınmamalı! Ama açıkçası, çıkarları çatıştığı zaman, baskıdan söz edip, çıkarları çakıştığı zaman da başkalarının baskı görmelerine  boyun eğilmesini kabul edemediğim için, ben bu kez Mehmet Altan’ın değil, yandaş medyanın yanında oluyorum ve BirGün yazarı olduğum halde, Star gazetesini savunuyorum. Bunu özgürce yapabildiğim, güdümsüz bir gazetede yazdığım için de onur duyuyorum.

Kemal Kılıçdaroğlu’nun Mehmet Altan’a “geçmiş olsun”u da biraz ‘geç kalmış’ ama olsun! 100 gazeteci tutuklanırken geçmedi de, şimdi mi “geçmiş olsun”? Paul Auster’i de gazeteci sanan Kılıçdaroğlu’na aşk olsun! Ragıp Zarakolu Nobel’e aday oldu, onu kutlamak için açık görüşe gidecek mi Kılıçdaroğlu?  O kadar ‘açık görüşlü’yse, şimdiden helal olsun!

Bence modern toplumda insan artık ruhunu şeytana değil, günlük sığ politikalara satıyor, bu kadar kolay saf değiştirenlerin değişimleri de yüzeysel bilgi çağıyla açıklanabilir… Yani, eskiden dönek olmak için 140 kitap devirmek zorundaydınız, bugün twitter’da 140 kelime attırıveriyorsunuz.

Günlük politikanın sığ sularında boğulmamak için tiyatroya, edebiyata, sanata sığınmak gerek. Perihan Mağden’i de, bunu seçebildiği için, ayrıca kutlamak gerek.

Birgün

 

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Nedim Saban

Yanıtla