Gün Yüzüne Çıkmayı Deneyen Bir Ses: Geri Çekilen Dünya

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Mimesis Söyleşi / Özgür Çiçek’in Atölye’nin Geri Çekilen Dünya oyunu üzerine oyunun reji ekibinden Burak Üzümkesici, Nihan Acar ve Öykü Gürpınar ile yaptığı söyleşiyi yayınlıyoruz.

Geri Çekilen Dünya’yı seyretmek için İTÜ Maçka Sahnesi’ne gittiğimizde karşılaşıyoruz Ali’yle. Sahnenin ortasında bir başına… Tabure niyetine kullanılan ters çevrilmiş bir kovanın üstüne ilişmiş; elinde kuşlar hakkında bilmemiz gereken en önemli bilginin yazmadığı, kuşbazlık hakkında kallavi bir kitap; önünde rahmetli nenesinden kalma bir şal… Ali, savaşın yıkıntıları altından, kulak kabartmaya niyetliler için gün yüzüne çıkmayı deneyen bir ses.  Iraklı. Ama, siz dilerseniz, Roboskili, Humuslu ya da Bosnalı olmaya da bir itirazı yok. Siyasi diskurun sınırlarına hapsolmaksızın, küçük hikayesi ile büyük masalların altını oymakla meşgul.

Geri Çekilen Dünya aslında geçen seneden tanıdığımız bir oyun. Atölye Tiyatro Topluluğu’nun geçen seneki oyunu “Artık…”ın içerisinde yer alan üç episoddan biri. Yazarı Naomi Wallace. Berk Ataman’ın Türkçe’ye çevirdiği oyunda Burak Üzümkesici,  geçen seneki icrasının üzerine yeni şeyler koyarak seyirci karşısına çıkıyor. Oyun, geçen senekinden farklı olarak, 10 dakikalık bir uzamayla, yaklaşık 50 dakika sürüyor. Müzik yok. Işık kullanımı minimal diyebileceğimiz bir düzeyde. Dekor yok. Aksesuvar namına sahnede bir kitap, bir kova ve bir şal var. Sahne öğelerinin minimal kullanımı ister istemez oyunculuğa ve Ali’nin öyküsüne vurgu yapan bir yorumu güçlendiriyor. Maçka Sahnesi’nde seyrettiğimiz oyunun akabinde Burak Üzümkesici, Öykü Gürpınar ve Nihan Acar’la kısa bir söyleşi yapma imkanı bulduk.

“Artık…”ta yer alan diğer iki episodun ve ara öykülerin “yükü” altında ezilen Geri Çekilen Dünya’yı tek başına izlediğimizde, izlenirliği ve seyir zevki daha yüksek bir oyunla karşılaşıyoruz. Buradan hareketle geçen sezon oynadığınız “Artık…”tan Geri Çekilen Dünya’ya nasıl geldiğinizi sormak isterim.

“Artık…”, benzer dertleri paylaşan farklı yazarların yazdığı 3 ayrı tiyatro metninin, bizim yazdığımız anlatıcı sahneleri ile bir bağlama oturtulmasıyla ortaya çıktı. Kahraman ya da toplumda dönüştürücü rolü bulunmayan sıradan insanların yaşadıkları mağduriyetlere odaklanmıştık. Başlangıçta elbette elimizde tiyatro metinleri vardı. Bu metinlerden biri de Naomi Wallace’ın yazdığı Geri Çekilen Dünya idi. “Artık…”ta bu metinleri kurgularken biyo-iktidar ve hikâye anlatıcılığı konuları üzerine çalıştık. Toplumsal olaylar bireyleri nasıl baskı altına alıyor sorusuna odaklanmıştık; onların yaşamlarını nasıl etkileyip dönüştürüyor.

Çizdiğimiz dramaturjik bağlam, Geri Çekilen Dünya’yı tek başına sergilemeye uygundu. Diğer yandan bu sene topluluktaki çalışma hayatını sürdüren arkadaşların çok fazla gösteri yapamayacak olması gibi bir durumla karşı karşıyaydık. Eş zamanlı olarak tiyatro ile profesyonel bağlamda ilişkilenmek isteyen bir kadro ortaya çıkmaya başlamıştı. Profesyonelleşme çabasındaki kişiler olarak, oyunun derdinin Türkiye seyircisi ve bizim için güncel bir dert olduğunu düşünüp oyunu bu sezon da oynamaya devam edelim dedik. Wallace’ın metnine ufak tefek müdahaleler yaparak bu oyunu çıkardık.

Tam da bunu soracaktım; yaptığınız müdahaleler hangi bağlamda oldu? Neden müdahale etme ihtiyacı hissettiniz?

Müdahalelerde bulunurken çok hassas davranmak durumundaydık. Zira Ali pek de kurgusal bir karakter değil, savaşta sevdiklerini kaybetmiş bir insan ve ne yazık ki içinde yaşadığımız dünyada binlerce Ali var. Metnin yapısını incelediğimizde yazarın anlatı düzleminde seyirciyi de oyuna dahil ettiğini gördük. Yani Ali, doğrudan, o anda, oradaki seyirciye hitap ediyor, dördüncü duvar yok. Anılarını aktarırken kullandığı teatral araçlarla şekilleniyor Ali’nin anlatıcılığı. Biz de anlatı-taklit ilişkisini dengeleyecek bazı ufak müdahalelerde bulunduk. Ali’nin geçmişine dair yaptığı canlandırmaları daha da artırdık. Böylelikle seyirci ile Ali arasında imgesel bir ilişki de kurulmuş olacaktı. Diğer yandan seyirci nezdinde anlatının etkisini kırmamak için teatrallik hissini belli ölçülerde tutmak gerektiğini düşünerek tasarımı sade tutmayı tercih ettik. Sonuçta oyunda dekor kullanmadık, yalnızca üç parça aksesuarla yapmaya çalıştığımızı başarabildiğimizi düşündük. Bir başka husus da seyirciyle kurulacak dil ile ilgiliydi. Şunu düşündük: Iraklı bir adamın hikayesini anlatıyorsun İstanbul seyircisine, Körfez Savaşından yaklaşık 20 yıl sonra. Bu insanın yaşadığı savaş mağduriyetini anlatacak nasıl bir dil kuracağız.  Seyirciyle ilk karşılaşma anı, ortak bir dil, bir samimiyet kurarak başlamalı dedirtti bize. Ali, İstanbul’a gelip de hikâyesini anlatan biri olsun diye düşündük. Orta sınıf hayatı yaşayan Ali, orta sınıfla bir ilişki kurmaya başlıyor. Bu doğrultuda seyircinin Ali’yle arasında yakınlık hissedebilmesini sağlayacak ufak bir ekleme yaptık metnin başına. Ondan sonra zaten Wallace’ın hikâyesine bağladık.

Oyunculuğa yaptığınız reji müdahalelerinden de bahseder misiniz?

Anlatının aksak bir ritmi var. Ali, hikâyesini anlatırken bir yandan da onu susturmaya çalışan iç sesi ile de baş etmek zorunda. Bu da oyunculuk açısından oldukça zorlayıcıydı, zira akıcılığı engelliyordu. Metin ayrı bir oyunculuk yaklaşımı gerektiriyordu. Öncelikle sahne üzerinde doğrudan rol yapma düşüncesini uzaklaştırıp önce oyuncuyu, ardından seyirciyle kurulan ilişkiyi rahatlatmaya çalıştık. Hatta başlarda oyuncu kendisi böyle bir hikâyeyi anlatsa nasıl anlatırdı üzerinden gittik. Ancak bu bir yere kadar yapıldı. Neticede anlatılan Ali’nin hikâyesi, oyuncunun değil. Az önce samimi bir dil kurma çabasından bahsetmiştik, oynayanla rol kişisinin özdeşleşmesi fikrinin rol yapmanın dışına çıkma, hatta belki tiyatrodan uzaklaşma riski barındırdığını düşündüğümüz için hep mesafe ile baktık samimiyet kavramına. Tiyatroda oyuncunun rol yapmadaki ustalığı ile samimi olması birbirine karıştırılmaması gereken şeyler. Seyirci de zaten samimi ve içten bir oyuncuyu değil, iyi rol yapan bir oyuncuyu görmek ister karşısında.

Bu oyunda zor olan tarafın şu olduğunu gördük, acıya bir dil bulmak. Bu noktada, samimi bir dil tek başına bir şey ifade etmiyor. Oyunun kendisi de aslında bir dil arayışı gibi. Yazarın, Ali’nin hikâyesini sürükleyici bir şekilde değil de, aksatarak anlatmasının nedeninin bu olduğunu düşünüyoruz. Biz de oyunda yaptığımız müdahalelerle, canlandırarak, göstererek, taklit anları yaratarak bu dili pekiştirmeye çalıştık. Yani dili çeşitleyerek, yeni dil imkanları arayarak. Sonuçta varmak istediğimiz hem anlatıda, hem de taklit anlarında oluşan duygunun içinde yaşadığımız topluma tercümesiydi; Ali’nin yaşadığı acıya ortak olabilmek ve bu acının nedenleri üzerine düşünebilmekti. Oyunculuk anlamında bunun ne kadar üstesinden gelebildiğimiz sorusunun cevabı seyircide. Ancak Ali’nin hikâyesinin, bize televizyonlarda anlatılan, sürükleyici savaş hikâyelerinden daha samimi olduğu kesin.

Oyunda savaşın yarattığı yıkımı bir karakterin anlatısı üzerinden  takip ediyoruz. Türkiye’ye dönük bir gönderme yapmayı düşündünüz mü, yoksa oyun zaten savaşın insanlar üzerindeki yıkımını anlatıyor diyip böyle bir müdahale yapma gereği duymadınız mı?

Oyunun günümüze ya da bizim memlekete parmakla işaret etmesine gerek duymadan da belli şeyleri yüksek sesle söylediğini düşündüğümüz için özel bir gönderme yapmayı düşünmedik. Hep şuna dikkat ettik; savaş oluyor, televizyondan haberlerden bunu duyuyoruz, özellikle büyük şehirlerde doğrudan tarafsız bir bilgi alabilmek çok zor. Muktedirler ve ana akım medya tarafından belli oranda süzülmüş bir bilgiyi alıyoruz. Herhangi bir savaş savaş kıyımını ya da katliamını yaşamış bir insanın hikâyesinin anlatılması aslında Walter Benjamin’in kelimeleriyle “tarih enkazının altında kalanların sesine kulak verme…” Esas ihtiyacımız olan onların hikâyesini dinlemek. Ve ancak onlara kulak verdiğimiz durumda karşımızdakinin acısını daha net anlayabilme durumunun oluşabileceğii düşünüyoruz. Biz de bunu sahneleyerek öğrendik.

Alinin hikâyesi politik bir hikâye değil. Sadece istemediği bir savaşın altında kalan bir hayatı var. Ve olmayan kalemleriyle seyirciye hikayesini anlatmaya geldiğini söylüyor. Ancak siz bunu devralırsanız, o insanlar yaşayacak isimleriyle diyor. O yüzden biz de bu oyunun bundan daha fazla politik bir iletisinin olmasına da gerek olmadığını düşündük.

Metin de fazla güncel müdahaleye izin veren bir metin değil, Körfez Savaşı’nda Iraklı bir gencin yaşadıklarını anlatıyor. Ayrıca yazar tarafından metin öyle bir örülmüş ki, metnin girişine yazdığımız giriş bölümü için bile akla karayı seçtik.

Savaş karşıtı önemli bir oyun Geri Çekilen Dünya. Oyunun daha fazla seyirciyle buluşması için neler yapacaksınız? Önümüzdeki dönemdeki oyunlarınızdan bahsedelim mi biraz da?

Geçen seneyi saymazsak şimdiye kadar 11 gösterim yaptık. 10 ve 17 Mart’ta Maçka’daki sahnemizde oynamaya devam edeceğiz. Ayrıca Mart ayının son haftasında Gaziantep, Mardin ve Diyarbakır’ı kapsayacak bir turnemiz olacak. O bölgede oyunun alacağı tepkileri görmek, insanlardan gelecek yorumları dinlemek bizim için oldukça öğretici ve değerli bir deneyim olacak.

Özgür Çiçek/MİMESİS

Paylaş.

Yanıtla