Hale Soygazi: Kadınlar Değişimin Öncüsüdür

Pinterest LinkedIn Tumblr +

[Biamag’dan Emel Gülcan 8 Mart Dünya Kadınlar Günü vesilesiyle Hale Soygazi ile yaptığı söyleşiyi yayınlıyoruz. Kadının Türkiye sinemasındaki durumunu, bu durumun geçmişten günümüze nasıl değiştiğini, günlük hayattaki yansımalarının neler olduğunu analiz eden Soygazi, dizilerdeki kadın imgelerinden de bahsediyor.] Hale Soygazi, başkaldıran, güçlü kadın rollerini yıllardır başarıyla canlandırıyor. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü için Soygazi ile buluştuk; oynadığı karakterleri, kadın filmlerini ve sinemada kadın olmanın zorluklarını dinledik.

“Bir Yudum Sevgi”, “Kadının Adı Yok”, “Bekle Dedim Gölgeye” ve “Cazibe Hanımın Gündüz Düşleri”nde cesur, güçlü, hayatı sorgulayan ve hayalleri olan kadınları canlandırdı.

Hale Soygazi, ayakları yere sağlam basan kadınlardan. Kadınların değişime daha açık olduğunu, erkeklerin ise iktidarını kaybetmemek için değişime direndiğini düşünüyor.

1972’den bugüne kadar 50’den fazla filmde oynadı. Rolleri titizlikle seçti, karakterlerin klişe ve tek boyutlu olmamasına özen gösterdi.

8 Mart Dünya Kadınlar Günü için Soygazi ile buluştuk, 1980’lere damgasını vuran kadın filmlerini, oynadığı karakterleri ve sinemada kadın olmanın zorluklarını ondan dinledik.

“Bir Yudum Sevgi” ve “Kadının Adı Yok” en bilinen kadın filmlerinizden. Bu filmler, neden önemli?

Çünkü Türkiye sinemasında masal formatı filmlerde, o zamana kadar kadının belli sunuluş biçimi vardı. Kadınlar anne, eş veya masum-vamp kadın olarak yansıtılırdı; hayatları, iç dünyaları ve çelişkileri işlenmezdi.

1980’lerde feminizmin Türkiye’de sesini duyurması sinemaya yansıdı. Toplumsal, ekonomik ve politik gelişmeler, kadının toplumdaki yerini değiştirdi. Kırsaldan kente göçle geleneksel aileler dağıldı, çekirdek aileler ortaya çıktı.

Çekirdek ailede kadının iş hayatına atılması zorunluluk haline geldi. Çünkü kentte bir kişinin maaşıyla geçinilemiyordu. Kadınlar çalışma hayatıyla tanışıp, evdeki rollerinden sıyrılınca, kararlarını özgürce alabilme cesareti buldu. Bu durum, filmlere yansıdı.

Bir Yudum Sevgi’de nasıl bir kadını oynuyorsunuz?

Film köyden kente göçen bir aileyi ve Aygül’ün arada kalmışlığıyla mücadelesini anlatır. Aygül’ün tutunamayan bir kocası vardır. Benim o koca tipine içim parçalanır. Çünkü o adam limon bile satamaz. Ama Aygül öyle değildir; kendini ve hayatını değiştirmek ister.

Erkekler iktidarlarını sorgulamaz ve değişmesini istemezler. Bu yüzden de statükocudurlar. Ama kadınlar değişime hep daha açıktır. O yüzden Atıf Yılmaz’ın dediği gibi “Dünyayı kadınlarla anlatmak daha ilginç.”

Kadının Adı Yok’taki Işık, Aygül’e benziyor mu?

Kentli kadın-kırsaldaki kadın arasında çok fark yok. Birinin imkânları daha fazla. Ama dünyaya bakış ve yetiştiriliş aynı. Çünkü erkekler iktidara hazırlıklı, kadınlar da o iktidarın tahakkümünde yetiştiriliyor.

Işık, kendini değiştirmek isteyen, entelektüel bir kadın. Çocukluğunda babası, sonra sevgilisi, evlenince kocası otorite kuruyor ve “Senin için bu daha iyi” diyorlar. O karakter de bunu sorgulayıp isyan ediyor ve kendine bir çıkış arıyor.

“Yılmaz’ın filmleri klişeleri kırdı”

“Kadın filmleri” denilince aklınıza ne geliyor? Hangi sorunların işlenmesini seviyorsunuz?

Belli sorunların işlenmesinden ziyade, kadınların başlarından geçenleri konu edinen filmler aklıma geliyor. Yani bildiri veya manifesto gibi değil; kadınların iç dünyaları, arzuları olduğunu gösteren filmler yapılsın. Bu, illa kadın filmi olmak zorunda değil, aşk filminde de kadınlar çok boyutlu yansıtılabilir.

Sizin beğendiğiniz başka kadın filmleri var mı?

Atıf Yılmaz’ın “Mine” ve “Adı Vasfiye”sini beğenirim. “Mine”de, kasabada yaşayan evli ve mutsuz bir kadının başka birine âşık olması anlatılır. Adı Vasfiye’de ise erkek bakışıyla kadınların nasıl anlaşılmadığı gösterilir. Lütfi Akad’ın “Gelin-Düğün-Diyet” üçlemesini severim. Yenilerden de “Kurtuluş Son Durak”ı beğendim.

Sinemada cinselliğini yaşayan kadınlar genellikle femme fatale‘dir. Bu temsili nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bir dönem filmlerde siyah kombinezon giyince, femme fatale olurdunuz. Masal formatında kadının öpüşme, sevişme sahnesi olamazdı. Masum kadınların cinsellikle ilişkisi yoktu. Femme fatale‘ler ayartıcı ve kötü kadınlardı, el ele tutuşabilir, öpüşebilir, sevişebilirdi.

Bu bakış, toplumdaki namus anlayışının sonucuydu. Erkek, eline erkek eli değmemiş biriyle evlenirdi. Bu durum, sinemaya böyle yansıtılırdı.

Bu noktada Atıf Yılmaz’dan bahsedersek…

Yılmaz’ın kadın filmleriyle kadın ve cinsellik bir araya geldi. O filmler, klişeleri kırdı, cinselliğini yaşayan kadının iyi olabileceğini gösterdi.

Atıf Yılmaz, kadınların rolü üzerine düşünüp, hayatlarını perdeye taşıdı. Bu, kadınları tanımayı, başka bir dil yaratabilmeyi gerektirir. Yılmaz da çalışkan bir yönetmen ve yazardı. Kadın filmleri için yeni bir estetik ve dil oluşturmaya çalıştı.

Cesur ve öncü filmlerdi…

Bence de. Çünkü toplumsal değişim, filmlere yansır ama bu toplumsal değişimin algılanması ve sonuçlarını almak uzun sürer. Mesela şu anda erkekler bu durumdan mustarip. Toplumsal hayatta kadın-erkek algısı değişiyor. Fakat erkekler bunu anlayamadıkları ve değişmesini istemedikleri için kadınları öldürüyor. Eskiden boşanma olmazdı, şimdi var ama değişimleri hazmedemeyen erkekler kadınları öldürüyor.

Kadınlar şimdi sinemada ve TV’de nasıl temsil ediliyor?

Son dönem sinemasında genellikle erkeklerle ilgili filmler yapılıyor. Erkek kahramanlar ve onların hayatlarındaki kadınlar işleniyor. Kadınların ikinci rolde olması önemli değil ama o karakterlerin biricikliği yok sayılıyor. Kadınların dünyası yeterince yansıtılmıyor. O zaman her filmdeki kadın aynı oluyor.

Bugün dizilerde de klişe kadınlar var. Çünkü bir kadını anlatmanın en kolay yolu bu. Sanatın bu anlamda öncü olması gerekir. Ama bu konuda sorunlarımız daha dipte.

“Cinsiyet ayrımcılığına dayalı zihniyet değişmeli”

Bu bakış nasıl değişecek?

Ailede ve eğitim kurumlarındaki cinsiyet ayrımcılığına dayalı zihniyeti değiştirmek lazım. Erkek ve kız çocuklar farklı büyütüldükçe, “Kız çocuk, öyle yapmaz”, “Oğlan çocuk, kadın gibi ağlamaz” deyince olay bitiyor. O zaman kocalar karılarını öldürüyor. Çünkü erkek, kadının kendinden aşağı olduğunu öğrenerek yetişiyor ve malı gibi görüyor.

Gazetede askerlerin talimde söylediği marşlarla ilgili bir haber vardı. “Sarışın, esmer fark etmez, fark etmez” gibi, kadını aşağılayan marşlar söylüyorlarmış. Bu marşlar yeni kaldırılmış. Olacak iş değil!

Kadınlar 1980’lere göre hangi meselelerde ilerleme kaydettiler?

Çalışma hayatında daha çok yer alıyorlar. Sadece kadınlara atfedilen hemşirelik, öğretmenlik gibi mesleklerde değiller; yöneticilik de yapıyorlar, politikaya da atılabiliyorlar.

Kadın – erkek eşitliği ve paylaşımın şart olduğu fikri, artık kabul görüyor. Fakat “Erkeğin dediği olur” düşüncesi ile mücadele etmek lazım. Çünkü “Aile reisi erkektir” fikri hala mevcut.

Şu anda kadın cinayetleri ve çocuk evlilikleri Türkiye’nin gündeminde. Kurtuluş Son Durak konuyu komedi türünde işledi ve çok izlendi. Ama çocuk gelinlerle ve aile içi şiddetle ilgili festival filmleri, belgeseller sektörde yer edinemiyor. Bu konuda neler yapılabilir?

Kurtuluş Son Durak sadece komedi olduğu için izlenmedi. Filmdeki kadınlar acı çekiyorlardı. Sonra hayatlarını değiştirebileceklerini gördüler. Bu, izleyicilere bir yerden dokundu.

Artık filmler hangi konuyu ele alırsa alsın, sinemada çok izlenmiyor. Çünkü kadın seyirci, TV dizisi izliyor. Eskiden kadın seyirci sayesinde Yeşilçam vardı. Şimdi çocuklar ve gençler sinemaya gidiyor ve genellikle komedi izliyor. O yüzden bu konulardaki filmlerin şansı pek olmuyor.

Bu konular dizilerde ele alınabilir. Mesela “Fatmagül’ün Suçu Ne?” tecavüzün açtığı yarayı anlatıyor.

Çok eleştirildi ama…

Adım başı tecavüz vakası var ama dizisi yapılınca eleştiriliyor. O dizide tecavüz sahneleri dakikalarca gösterilmedi. Tecavüzün kadında açtığı yaralar, kadın dayanışması ve direnişi anlatıldı.

Tecavüz hiçbir şey olmamış gibi geçiştiriliyorsa, bu eleştirilebilir. Tecavüzü toplumsal bağlamından koparmadan, istismar etmeden işleyebilmek önemli.

Kadın filmleri festivallerini nasıl buluyorsunuz?

Filmmor başlayalı 10 yıl oldu. Bu festivali 10 yıl sürdürebilmek çok önemli. Kadın filmlerine yer vermek, kadınları dönüştürmek, değiştirmek çok güzel.

Uçan Süpürge’de başkaldıran kadınları başarıyla canlandırdığınız için Onur Ödülü alacaksınız. Bugüne kadar size en yakın karakter hangisiydi?

“Bir Yudum Sevgi”deki Aygül benim için önemlidir. Pek çok şeyin yanında, bize kadınların cinselliğin öznesi olabileceğini gösterir. Bir de ters bir örnek vereceğim. Selim İleri’nin yazdığı ve Zeki Ökten’in çektiği “Bir Demet Menekşe”deki Nesrin’i severim.

O film masal formatındadır ama klişe değildir. Tutucu bir mahallede annesi ve teyzesi ile yaşayan Nesrin’in, evli ve zengin bir adamla ilişkisi anlatılır. Fakir kız, zengin adama tutulur. Adam karısıyla ayrı yaşıyordur. Ama kız adamın evli olduğunu öğrenince, onu terk eder. Sonunda adam, kızın annesinden yardım ister. Kızın annesi, adamın kötü biri olmadığını ve ilişkisinin kötü bir ilişki olmadığını kızına anlatır. Bu noktada film, klişeden ayrılır.

Bir de filmde adamın boşanmak istediği kadının da kendi hayatı vardır. Adam boşanmak isteyince, karısı sadece “Fabrika benim” der, kocasıyla kızın arasına girmeye çalışmaz. Böylece klişe olabilecek bir konu, farklı işlenir.

Kuzey-Güney’de nasıl bir karakteri oynuyorsunuz?

İktidarı yerinde, bağımsız, kendi kararlarını kendi veren, hatta herkesi yönetmek isteyen bir kadını oynuyorum. Ama hanım ağa gibi değil; kentli, okumuş, entelektüel ve hayatı değiştirmeye çalışan bir kadın. O yüzden hoşuma gidiyor.

“Sinema erkek egemen sektördür”

Sinemada kadın olmanın zorlukları neler?

Sinema sektörü erkek egemen sektördür. Kadınlar bu sektörde erkeklere göre daha kırılgan ve istismar edilmeye açıktır. Gençlik ve güzellik sinemada yüceltilir. 30-40 yaşından sonra da, kadınlar anne rollerinde oynar. Ama yetenek ve birikim çok daha önemlidir. Bu tür oyuncuların yer aldığı filmleri görüyoruz.

Merlyn Streep gibi örnekler…

Tabii ki toplumsal ve sinemasal olarak daha gelişmiş oldukları için, oyuncuların sadece genç ve güzel olması onlara yetmiyor. İyi oynaması da önemli. Her yaştan kadının hikâyesini, dramını anlatıyorlar.

Ama Hollywood’da da, 30’larında rol bulamayanlar var. Hatta “Debra Winger’ı Aramak” belgeseli, kadınların o piyasada var olmak için sıfır beden olması gibi dayatmalara karşı çıkıyordu.

İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in “Sanatçılar şiirle ve resimle teröre destek oluyorlar” açıklamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sanattan haberi olmayan, talihsiz konuşmalar bunlar. Olacak iş değil! Mümkün olsa ne sinema, ne müzik hiçbir şey yapılmasın. Hepsi zararlı. Sanat bir toplumun en önemli sigortasıdır. Kimse kimseye benzemeyecek, herkes dünyayı nasıl görüyorsa, neleri değiştirmek istiyorsa onları yapacak. Sanat budur! (EG/ÇT)

Emel Gülcan

Biamag

Paylaş.

Yorumlar kapatıldı.