“Sahneye Çıkıp Söyler misin? Seyirciler Alkışlamasınlar!”

Pinterest LinkedIn Tumblr +

[Abdullah Arı’nın, uzun yıllar Mezopotamya Kültür Merkezi’nde tiyatro alanında çalışmalar yürüten Kemal Orgun‘un kendi tiyatro geçmişi, Nusaybin Belediyesine ait Mitanni Kültür Merkezi ve Diyarbakır’da faaliyet Yürüten Cegerxwin Gençlik Kültür Merkezi’nde yürüttüğü tiyatro eğitmenliği üzerine yaptığı söyleşiyi yayınlıyoruz.]

Tiyatroya nasıl başladınız?

1990-91 yılanda Ayla Algan’ın İstanbul da Üniversite öğrencilerine yönelik yapmış olduğu tiyatro atölyesi çalışmasında tiyatro ile tanıştım. Daha sonra 1991 yılında yine İstanbul’da Mezopotamya Kültür Merkezi (MKM)’nin açılmasıyla birlikte tiyatroya başladım. Tabi tiyatroya başlarken bu işi yapıp yapmayacağım henüz net değildi. Yani ne benim kafam tiyatro konusunda netti, ne de bulunduğum kurum tiyatro yapma konusunda… Tabi arayışlarım vardı. Bu arayışlar sonucunda MKM’ye gittim. Genel olarak sanata, edebiyat ve felsefeye ilgim öteden beri vardı.  Ciddi olarak spor ile de ilgilendim. Bu arayışımın belli bir noktasında artık bu işi yapacağıma inandım ve tiyatronun durağında çadırımı kurdum. Bu konuda karar verdikten sonra bu işi daha iyi öğrenmem gerektiğine karar verdim. Yani her şeyden önce yasaklı bir dille tiyatro yapıyorduk. Yasaklı oluşundan dolayı anadilimizi istediğimiz düzeyde kullanamıyorduk.. O ana kadar -bizim tiyatro yaptığımız 91’ yılına kadar- zaten Kürtçe Tiyatro da yapılmıyordu. Sırtımızı dayayabileceğimiz sağlam ve derinlikli bir tiyatro tarihimiz yoktu ve var olanın bilgisine de biz sahip değildik. Çünkü dilin kendisi ile sosyal, kültürel ve bir bütün olarak toplumsal değerler baskı altındaydı. Bu bir yabancılaşmaya götürmüştü bizi, toplumumuzu. O nedenle anadilimiz de yeterince gelişmemişti. İşte bu çerçeveden hareketle dedik madem bu işi yapıyoruz, o zaman anadilimizi iyi öğrenmemiz lazım. “Dünya bu işi nasıl yapıyor ve bu güne kadar neler yapmış? Biz kendi özgünlüğümüz çerçevesinde bu işi daha iyi nasıl yapabiliriz?” gibi sorularımızın da cevap yeri oldu kurduğumuz mektep.

Pratik olarak, 91’ yılında Mişko adlı oyunu oynadık. İstanbul Ortaköy’de 1 Mayıs günü birkaç gün üst üste sahneledik. Bu durum belli bir deneyim kazandırdı. Mezopotamya Tiyatrosu (Şanoya NÇM’ê) ismiyle sahne alıyorduk. Henüz bir tiyatro grubu ismi almamıştık. Daha sonra belli dağılma ve ayrılmalar oldu. Tabi bu durum Ortadoğu’daki halklar ve Kürtler için de belirgin negatif bir durum. Bir arada durma, bir arada iş yapabilme, bir arada düşünebilme, hissedebilme konusunda önemli bir eksilik var. Yani tüm Ortadoğu halkları için böyledir diyebilirim. O yüzden aslında öğrencilerle de konuşurken de farkediyoruz- önemli olan bir arada olabilmeyi başarabilmek, ortak duygu ve düşünceler etrafında buluşabilmektir. Çünkü önemli olan bu sürecin kendisidir diye öğrencilere söylüyorum. Ayrılmalardan sonra biz kalanlar yeniden toparlandık. Daha sonra Hüseyin Kaytan’ın gelmesiyle birlikte, yeni bir tiyatro yapısı oluşturduk.

1992’nin Haziran ayına geldiğimizde üç kısa oyunla NÇM’nin (MKM’nin Kürtçe kısaltılması) düzenlemiş olduğu Akdeniz bölgesindeki etkinliklerde tiyatro grubu olarak biz de yerimizi aldık. Müzik, halk dansları ve biz vardık. İlk durağımız Adana idi. Adana’da 5-6 bin insanın toplandığı açık bir alanda, büyük bir park vardı. Parkın ortasında betondan bir sahne yapmışlardı. İşte bu alanda biz üç oyunumuzu sahneleyecektik. Kostümlerimizi giydik, makyajlarımızı yaptık, dört-beş arkadaştık. Hüseyin Kaytan, Kazım Öz, Nihat Öz ve ben. Aramızda konuşurken dedik artık bir isim bulalım kendimize. Tarih 8 Haziran 1992 kuliste onlarca ismi dizdik alt alta, Hüseyin Kaytan’ın önerdiği isimlerden Teatra Jiyana Nû (Yeni Yaşam Tiyatrosu) ismi ilgimizi çekti. Biz de, madem yeni bir yaşam kurmaya çalışıyoruz, bunun temelleri atılıyor, grubumuzun adı Yeni Yaşam Tiyatrosu olsun dedik. Bu ismi sunucuya sunduk ve bu isimle sahneye anons edildik.

Oldukça yoğun bir izleyici varmış. 5-6 bin insan.

Evet yoğun bir katılım vardı. İşte o gün sahne aldık. Tabi burada ilginç bir hikâyecik var. Bunu anlatmak istiyorum. Bu kısa oyunlarımızdan birinde bir köy baskını sahnesi vardı. Biz, köylüleri canlandıracak kişileri oradaki seyircilerden seçtik.

Önceden bir hazırlık var mıydı, seyircilerden insanları oyuna katmaya dönük olarak?

Hayır yoktu.  O anda gelişen bir durumdu. Oyunumuzda köy baskını sahnesini canlandırıyorduk ve ben oyunda köye baskın yapan timin komutanıydım. Askerlerim olan Hüseyin, Kazım Ve Nihat ile köyü basıyorum. Onlar köylüleri getiriyorlar, ben dolanıyorum etraflarında. Bir tur attım. Bir ara baktım biri arkamda silahımın namlusunu tutmuş. Döndüm, genç bir kadın sahneye çıkmış. Köy baskınının seyirci üstünde oluşturmuş olduğu nefret duygusu genç kadını harekete geçirmiş.  Ben silahımı kurtarmaya çalışırken, kabzasından da tutarak elimden almaya çalıştı. Bu arbedede sahneye birçok insan çıktı ve bize müdahale ettiler. Deyim yerindeyse sahnede dayak yedik. Sunucunun yaptığı anons fayda etmedi. Ben en son boğazımı sıkan seyirciye Kürtçe;

– Bira ma tu çi dikî, te ez kuştim, dediğim zaman yanaklarımdan öperek bıraktı beni.

İnsanlar gerçek bir köy baskını olduğunu düşünüp size müdahale ettiler.

Evet. Üç kısa oyunla turneye dâhil olmuştuk. Oyunlar Kürtçe ve Türkçeydi. Du Çivan, Berber. O gün yaşadıklarımız bizim için önemli bir dönüm noktası oldu. Sanatın kitlelerle olan bağı ve iletişimi noktasında önemli oldu bizim için. Çünkü  tarihte böyle şeyler az olmuştur.

1993’ yılına geldiğimizde belli bir deneyim oldu ama yetmeyen bir deneyim. Dedik ki bu iş ciddi bir iştir. Biz bu işi ciddi yapmalıyız. Bu işi ciddi yapmanın bir yolu da sanatı tüm boyutlarıyla bütünlüklü ele almaktır. Turneden döner dönmez tiyatro okulumuzu kurduk. Yeni Yaşam Tiyatrosu Okulu dedik. Sonra bir tartışma sürecini başlattık. “Bu okulun içini nasıl dolduracağız, hangi derslerle ve nasıl bir öğrenme biçimiyle yürüteceğiz?” gibi sorulara cevaplar oluşturmaya çalıştık. Her şey gibi bilginin de paylaşarak çoğalacağına olan inancımızla müfredatımızı oluşturduk. Her birimiz tiyatronun hangi yönlerine daha çok ilgiliyiz sorusunu da cevaplayarak kendi aramızda dersleri bölüştürdük. Örneğin ben sahne bilgisiyle daha çok ilgiliydim, sahne bilgisi dersinin içinde kuram, oyunculuk biçimleri konularını üstlendim.  Diğer arkadaşlarımızdan kimisi tiyatro tarihi, kimisi de felsefe, estetik, dil, temrin ve diğer dersleri üstlendiler. Büyük bir heyecanla önceden hazırlanıp gelip ders programımızı uyguluyorduk. Elbette burada temel amacımız birbirimize bir şey öğretmek değil, bunun da ötesinde bilgiyi paylaşmaktı.

Sadece kendinize dönük mü yaptınız eğitimleri, yoksa başka katılanlar da var mıydı?

Yok kendimize dönük yaptık. 10–15 kişiydik, hem öğretmen hem de öğrenciydik. Biz pratik olarak toplumla buluşuyorduk. Ama işin kurumsal boyutunda altyapımız zayıftı. Biz bu konuda kendimizi geliştirmeye çalışıyorduk.

Bu konuda ya da bunun dışında da tiyatro alanında size destek veren insanlar var mıydı?

Başlangıçta yoktu. O dönem insanlar MKM’ye gelmeye bile korkuyorlardı. Zor bir dönemdi. Tabi o dönem faile meçhuller had safhadaydı. Bu ve benzeri durumlardan kaynaklı çok sıkıntılı bir dönemdi.

O dönemin koşulları daha farklı tabi…

Tabi günümüzle kıyaslarsak daha farklıydı. MKM’ye gitmek, MKM’de çalışmak başlı başına bir bedeli göz önüne almak demekti. Her gün yollarımızı değiştirir, farklı sokaklardan MKM’ye giderdik. Evden çıkıp MKM’nin dış kapısına kadar sağ salim gelmek önemliydi bizim için.  Kurumun kapısını çalardık bazen kapı geç açılırdı. İşte diyorduk evden buraya kadar sağlam geldik ama şimdi burada ensemizden kurşunu yiyeceğiz.  Dolayısıyla kapıyı geç açıyorlar diye arkadaşlara kızıyorduk.

Okulumuzu kurduk. İlk ders benimdi. Sahne bilgisi dersi. İlk defa çıkıp kendin dışında başkalarına da bildiğin bir şeyleri aktarmaya çalışıyorsun. Tabi bunun heyecanını yaşamak, bunun keyfini ve inancını yaşamak oldukça mutluluk ve güven vericiydi. İlk dersimi verdikten sonra, ara verdik ve ikinci ders için sınıfa girdiğimizde ben artık bir öğrenciydim ve bir öğrenci olarak yerimi aldım. Başka bir arkadaşımızda öğretmen olarak başka bir dersi vermeye başladı. Bu şekilde biz aslında ilk temel bilgilerimizi oluşturduk. Bu eğitim bizim için çok çok önemliydi. Zaten buradaki amacımız birbirimize öğretmenlik yapmak değildi. Amaç bildiklerimizi paylaşarak birlikte çoğalmaktı. Bunun yanı sıra birbirimizi öğrenmeye sevk etmekti. Hem öğrenci hem de öğretmen pozisyonunda olmak, yani sanatın hep iyi bir öğrencisi olmak buydu bizim için.

O süreçte Hüseyin Kaytan’ın yazmış olduğu Mirin û Jiyan (Yaşam ve Ölüm) adlı oyuna çalışmaya başladık. Fabl oyunumuz dışında ilk ciddi perdelik oyunumuzdu. Tabi bu dönemde sadece tiyatro yapmıyorduk. Olmayan tiyatromuzla birlikte seyircimizi de oluşturuyorduk. MKM’nin Tarlabaşı caddesindeki binasında, bodrum katında. Bilmiyorum siz hiç gördünüz mü bodrum sahnemizi?

Evet gördüm. İzmir MKM tiyatro grubunun oyunlarını izledim, 1995 yılıydı galiba.

Yani neredeyse elini kaldırsan tavana değecekti. Küçük bir penceresi vardı apartman boşluğuna bakan. Sahne bile diyemeyeceğimiz küçük bir zemin. Tabi şimdi çalışmakta olduğumuz sahnelere baktığımızda gerçekten hangi zor koşullarda çalıştığımızı daha iyi görebiliyoruz. Ama koşullarda kendi ateşimizde iyi kavrulduk, kendimizi o koşullarda donattık.

93’ yılından itibaren köy seyirlik oyunlarını da sahneledik. Gurubumuzda yirmiye yakın arkadaş da vardık. Tabi bu tiyatro hareketliliği bazı derneklerin de ilgisini çekti. Dersimliler Derneği, KAYY-Der (Bingöl ilinin dört ilçesinin kurduğu dernek: Kiği, Adaklı, Yayladere, Yedisu) gibi. Buralarda da tiyatro çalışmaları başladı. İnsanların tiyatroya ilgisi artmaya başladı. Gidiş gelişler arttı. Bu tiyatronun mektebinde oluşturduğumuz felsefi düşünce tiyatroya bir ivme kazandırırken, o dönem yönetimden kaynaklı bazı sorunlar oluşmaya başladı. Özellikle bizimle o dönemin yönetimi arasında sıkıntılar kendini iyice hissettirdi. 94 yılına geldiğimizde ardımızda bıraktığımız dolu dolu bir tiyatro hareketliliği vardı ama bu tartışmalar sonucunda tiyatro çalışmalarımız durma noktasına geldi. Ve ben MKM’den ayrıldım. Ayrılmak zorunda kaldım.


Tiyatro çalışmasında yer alanların hepsi mi ayrıldı?

Yani hemen hemen tiyatro grubunda yer alanlar-dört arkadaşımız dışında- hepimiz ayrılmak zorunda kaldık. Tabi bende ayrıldım. Kimimizin kısa süreli, kimimizin de uzun süreli ayrılıkları oldu. Kısa bir süre sonra çoğu arkadaşımız MKM’ye tiyatroya  döndüler ama biz dönemedik. Bu dönemde ben KAYY-Der’e geçtim, burada tiyatro çalışmalarına başladım. Oradaki arkadaşları toparlayarak Evîna Welat tiyatro grubunu kurduk. Belli bir oyunculuk atölyesi çalışmasından sonra Govenda Hilo SARYA  (Kartalın Dansı SARYA) oyununu çalışmaya başladık. Televizyonlarda da sık sık çalan Sarya şarkısını insanlar bilirler, klibini de izliyoruz, dansını görüyoruz. Sarya’nın öyküsü orada başlar asıl adıyla Nursen İnce’nin. Saray MKM’de halk dansları ekibinde çalışıyordu. Tabi o süreçte o da ayrılmak zorunda kalmıştı. O dönem gazetecilik yapıyordu. Biz oyunu oynarken bize dans edecek bir kadın arkadaş lazımdı. Dağlara özlem duyan Lal (dilsiz) bir kadının, kendisine sorulan sorulara dansıyla cevap veren karakterdi Sarya karakteri. Bu karakter Kürt tiyatrosunda önemli ve özel bir yerde durmaktadır.

Kürt tiyatrosunda bizler karakter oluşturma konusunda istediğimiz noktaya gelemedik. Ama Sarya karakteri önemli bir karakterdir. Daha derinlikli analiz edilmesi gereken bir karakterdir. Aslında bu süreç bize, Kürt tiyatrosuna bir çok kapıyı araladı. Tabi KAYY-Der’in sahnesi daha küçük bir zemin kattı, penceresiz ve ışıksız. İşte Sarya karakteri burada doğdu, bir ışık gibi.

Tabi ilginçtir, dünya tiyatro tarihine baktığımıza, canlandırdığı karakteri kendi gerçek yaşamında oynayan bir karaktere rastlamadım ben. Ben rastlamadım, duymadım yani. Yirmi yılı aşkın bir süredir tiyatro yapıyorum. İnceleyebildiğim kadarıyla yok. Ama Sarya’yı canlandıran Nursen İnce, Sarya karakterinin düşüncelerini, hayallerini, sırtlayıp yönünü dağlara verdi. Tabi bu tarihin iyi bilinmesi lazım, özellikle bu gün Kürt tiyatrosunu yapmaya çalışanların. Yakın tarih önemli bir geçmiştir. Bundan sonra yapılacaklar elbette büyük değer ifade ediyor ama, daha büyük değerler ifade edebilmesi için bu yakın tarihin çok iyi bilinmesi gerekir diye düşünüyorum. MKM sürecini iyi bilmek, algılayabilmek gerekiyor ki bugün yapılan şeyler bir anlam ifade edebilsin.

KAYY-Der’de çalışmalarınızı devam ettiniz?

Tabi tiyatro çalışmalarıma hiç ara vermedim. 95’ yılına geldiğimizde, değişen MKM yönetimiyle yaptığımız istişarelerden sonra tekrar MKM’de çalışmaya başladım. 95-96 yıllarındaki bu süreçte durma noktasına gelmiş olan tiyatromuzu yeniden yapılandırarak yeni bir hareket kazandırdık. Yönetim işleriyle uğraşan arkadaşlarımızı da dahil ederek sahne üstü çalışmalarımızda yepyeni bir üretim-yaratım sürecini başlattık.

Yani tiyatro yapmıyorlar mıydı?

Tiyatro çalışmaları oldukça sıkıntılı bir süreci yaşıyordu. Sonra Teatra Jiyana Nû’ grubumuzun bir alt birimini oluşturma çalışmasını başlatık. Yeni bir gurup kurduk. Adı: Şanoya Hêlin adıyla. Yani şunu anlamıştık. Bizim sürekli bir alt birimimiz olmalı. Oradan TeatraJiyanaNû’ya geçecek oyuncu adaylarımız olmalıydı. İşte atölye ve diğer çalışmalarla bunu yapmaya çalışıyorduk. 95 yılında bizim tiyatro gurubumuzda yer alan Helin Başak Kanat’ın ölümünden sonra ŞanayoHêlin gurubunu kurduk. Bu grup ile yazar ve yönetmenliğini benim üstlenmiş olduğumuz Bayê Elegezê / Elegez Rüzgarı oyunumuzu sahneledik. Uzun süre gösterimi yapıldı bu oyunun. İyi bir ilgi gördü. Alt grupta bir hareket oluşturup üst guruba bir akış sağlayarak. TeatraJiyanaNû’yu yeniden canlandırdık. Komara Dînan –Şermola adlı oyunuyla iyi bir çıkış yaptık. Bu oyunla gurup yeniden seyircisiyle güçlü buluşarak, oyun şehirler arasında da dolaşmaya başladı.

Oyun sizin için dönüm noktası oldu diyebiliriz o halde?

Aslında ikinci bir doğuş diyebileceğimiz 95-96 yılında ki dönüm noktasının rüzgarı Bayê Elegez / Elegez Rüzgarı oyunumuzdu. Komara Dînan – Şermola buradan beslendi.

TJN’yi (Teatara Jiyana Nû) belki ayrıca bir analize tabi tutmak gerek.  94-95’ yıllarında bir duraklama oluşuyor gurupta. Daha sonra 95-96 yılında yeniden bir doğuşu gerçekleştiriyor. Daha önceden de 91’ yılında da Mamoste Cemil vardı. Öğretmenlik yapıyordu. Aynı zamanda sendikalarda işçi tiyatrosu yapmış, köy seyirlik oyunları hazırlamış, yönetmiş değerli bir sanat insanıydı. 91’ yılında zaten biz tiyatro çalışmasına onunla başlamıştık. Onun yürüttüğü ilk çalışmalarına katıldım. Mişko oyununu o sahnelemişti.

Teatra Jiyana Nû kendini bir tiyatro grubu olarak kabul ettirdi diyebilir miyiz?

Evet, Kürt Tiyatrosunun kimliğidir Teatra Jiyana Nû. Kürt tiyatro tarihinin öncü grubudur. (Bu arada tekrar bu ismi canlandırmaya harekete geçirmeyi düşünüyoruz) O dönem biz haftada üç, dört gösteri yapardık. Cumartesi ve pazar dışındaki günlerde de gösterim yapardık. Halkın çok yoğun ilgisi ve sahiplenmesi vardı. Gerçekten bilet satma gibi bir sorunumuz yoktu. Uzun  kuyruklar oluşurdu salona girip oyun izlemek için. Tabi daha sonra MKM’nin gösteri salonunun mühürlenmesiyle uzun süre seyirci ile buluşma konusunda bizim için ciddi sıkıntılar baş gösterdi.

Sanırım 97 yılıydı ve o tarihten sonrada MKM’nin gösteri sahnesi hiç açılmadı?

Evet. 97 yılında uyduruk bir sebepten dolayı- Yılmaz Güney’in filimin gösterimi bahane edilerek- kapatıldı. Bu durum bizim için ciddi bir sıkıntı yarattı. Biz bu sıkıntıyı turnelerle aşmaya çalıştık. Tabi o dönem turne olarak gidebileceğimiz en uzak yer; Adana, Mersin, İzmir’di.  Diyarbakır’a veya diğer bölge illerine gidemiyorduk. 2003 yılına kadar Kürt tiyatrosunun kendi topraklarında gösterimi yasaktı.

***

Bayê Elegezê ve Şermola oyunlarımızla tiyatromuzun çıtasını yükseltmiştik. Hem Nicel, hem de nitel olarak bir sıçratmayı gerçekleştirmiştik. Teatra Jiyana Nû iki ayrı alt birim çalışmalarıyla (Şanoya Hêlîn ve Sarya Halk Sahnesi) sayısı 30-40 arasında değişen bir tiyatro ekibine dönüştü.  Yeni çalışmaların yanı sıra, kimi zaman eski oyunlarını güncelleyerek yeniden seyirciyle buluşturdu. 99-2000’ yılı ile beraber birtakım değişimler oldu. Daha sonra 2002’ yılına geldiğimizde gruptan toplu bir kopuş yaşandı.  Yani aslında neredeyse grup tasfiye oldu diyebiliriz. Bu grupsal kopuştan sonra geride çok az kişi kaldı. Tabi bu arada ben 98-99’ yılında nedenini burada anlatmaya gerek duymadığım sebeplerden dolayı MKM’nin dışında, evimde daha çok tiyatronun edebiyat boyutu üstünde yoğunlaştım. Oyunların yanı sıra Kürtçe roman çalışmasına başladım.  Kendimi daha çok yazma işlerine verdim. İki kitap yazdım bunlar yayınlandı. Provayên Bidarvexistinê / İdam Provaları oyunum Çima Yayıncılık, Li qerexa Şevê Hîvron / Gecenin Kıyısında Ay Işığı  romanım ise Do Yayınları arasında çıktı. 99 yılı sonunda tekrar MKM’nin çatısı altında çalışmalarımı yürütmeye başladım. Fakat önce Çukurova’ya gittim. Adana MKM de dağılmış olan tiyatroyu yeniden yapılandırmak gerekiyordu. Beş katlı bir binanın çatı katında iki ayrı salon vardı. Birinde halk dansları, diğerinde de tiyatro çalışmaları yapılıyordu. İlk işim bu işlevsiz oda büyüklüğünde olan iki salonu ayrıştıran duvarı kırarak daha daha büyük bir salon yaptık. İstanbul MKM’de kurduğumuz okul sistemini orada da kurduk. Oradaki arkadaşlarla dersleri bölüştürerek ve edinmiş olduğun uzun yılların birikimini de katarak çalışmalarımızı başlattık. Yazıp yönettiğim Mar Fistana Reş (Yılan Kara Fistan) adlı oyunumuzu sahneledik. Oyun için Adana Belediyesi’nin tiyatro salonunu kiralamıştık. Ne olur ne olmaz diye kendi salonumuzu da hazırlamıştık. Her zaman olduğu gibi prömiyere bir gün kala, emniyetten oyunun oynanmasına izin verilmedi. Özünde bu Kürt dilinin yasaklanmasıydı. Prömiyer günü seyircimizi kendi salonumuza yönlendirdik ve büyük bir coşku ile oyunumuzu sahneledik.

İlginç bir hikâyecik daha var burada,  anlatmadan geçemeyeceğim. Alkışlar arasında süregiden oyunun akışı içinde, kurumun müdüründen kulise bana gönderilmiş bir not geldi. Notta şu yazılıydı:

  • Kemal hoca, aşağıda polis ekipleri var, sahneye çıkıp söyler misin seyirciler alkışlamasınlar.
  • Değil polis ekipleri, tankla topla da gelseler bu anonsu yapmayacağım, diye cevap yazdım.

Şimdi düşünüyordum da acaba hangi ruh haliyle kurum müdürü bu notu yazdı ve gönderdi bana. O zaman çok kızmıştım ama şimdi gülümsüyorum sadece.

Daha sonra aynı oyunumuzu İzmir’e, İstanbul’a taşıdık. Temmuz ayının ortası ve İzmir’e trenle 36 saatte varabildik.

Oradaki tiyatroya (Teatra Nûpelda) bir dinamizm kazandırdıktan sonra İstanbul’a döndüm. MKM’nin Tarlabaşı’ndaki eski yerinde, bodrum katında yeniden tiyatro çalışmalarına başladım.  Teatra Amar adında yeni bir grup kurdum. Bu grup ile Çend Diyalog ve Çol û Av oyunlarını sahneledik. O sözünü ettiğim grupsal kopuş yeni grubun tam da bu üretimleri gerçekleştirdiği dönemde gerçekleşmişti. Buradaki teatral yaratım, kopanları kendi üretimsizlikleriyle yüzleştirdi. Üretimsizlik ve yaratımsızlık aldı götürdü onları.  Onlardan geriye kalan üç kişiyi buluşturarak Teatra Amar’un dinamizmiyle, Teatra Jiyana Nû’yu yeniden yapılandırdık. Her şeye rağmen bu kopuşlar Kürt Tiyatrosu için bir kayıptı.  Bu konuya dair bir sanatçı olarak en kötü birliktelik, en iyi ayrılıktan daha iyidir diyorum. Buna inanıyorum. Sıkıntılar olsa da, içeride kalarak sıkıntıları içeriden fethetmek-çözmek bir arada var etmenin ve birlikte ortak eşit bir biçimde paylaşmanın kültürünü yaratmak önemlidir. İhtiyacımız olan da budur.

Bu üçüncü doğuş diyebileceğimiz kendini yeniden diriltme sürecinde Prometheusê Zincîrkirî / Zincîre Vurulmuş Prometheûs, Sê Sêv Bi Nanek / Üç Elmaya Bir Ekmek, Benim Yazıp Oynadığım tek kişilik oyunumuz olan Nobedarê Deriyê Cennetê / Cennet Kapısının Bekçisi, çevirisini ve yönetmenliğini üstlendiğim Dario Fo’nun Mirina Anarşîsteki / Bir Anarşîstin Kazasonucu Ölümü, Li Welatê Wendayî Evîn / Kayıp Ülkede Aşk, yine çevirisini üstlenmiş olduğum Athol Fugart’ın Grav / Ada ve  Navê Vê Lîstikê Çiye? / Bu Oyunun Adı Nedir? oyunlarımızı sahneledik.

2003 yılına geldiğimizde artık kendi topraklarımızda sanat yapmanın koşulları pratik olarak olgunlaştı. Ben de doğduğum topraklarda sanat yapmak istedim. İlk dönemde koşulların tam olgunlaşmamasından kaynaklı gelemedim. Daha sonraki yıllarda bölgeye tiyatro gösterileri için gelmeye başladım. Sonra, 2010’da Nusaybin’e gittim. Nusaybin Belediyesi çatısı altında, Mitanî Kültür Merkezi’nde sanat yönetmeni olarak çalışmaya başladım. Tiyatro okulunu kurarak, geçmişte kısa süreliğine yapılmış olan amatör tiyatro çalışmalarına bir ivme kazandırarak daha profesyonel bir bakış açısıyla tiyatro çalışmalarını başlattık.

Gösteri yapmaya gittiniz o zaman mı karar verdiniz?

Evet. Daha önce tek kişilik oyunumun gösteri için gitmiştim oraya ve Mitanî Kültür Merkezinin insanı büyüleyen atmosferi beni çok etkilemişti. Orada hem atölye çalışmalarıyla hem de tiyatro oyunları projeleriyle güzel bir hareketlilik oluştu. Yirmi ay çalıştım. Orada Çol û Av / Çöl Ve Su, Dîlana Xweristê / Evrenin Dansı oyunlarımın yanı sıra, kısa oyunlarla da seyirciyle buluştuk hem Nusaybinde, hem de il ve ilçelerde.

Siz gitmeden öncede Mitanni Kültür Merkezinde tiyatro çalışması var mıydı?

Amatörce yürütülmüş olan bir çalışma vardı ama durmuştu.

Neden durmuştu?

Çift yönlü çokça sebeplerden dolayı.  Daha sonra ben gittim. Biraz da kavgacı bir yönüm var. İmkân olanak oluşturulması konusunda koşulları zorladım, özellikle belediye ile sanata destek konusunda düşüncelerimi paylaştım. Tartışmalarımızda belli bir düzey yakalandıktan sonra çalışmalarımıza başladık. Nusaybin ilçesi Kürdistan’ın diğer bazı ilçelerine göre sosyo-kültürel yapı olarak daha ileri bir noktada olsa da, feodal ilişkilerin de hakim olduğu bir yerdir. Mesela genç kadın öğrencilerimiz akşam saat beş olduğunda, eve gitmek zorunda kalıyorlardı. Fakat biz teatral çalışmalarımızla bu bakış açısını kırdık. Turneye çıktığımız zamanlarda akşam sekiz de başlayan oyun gece saat onda biterdi. Toparlanıp geri döndüğümüzde kimi zaman saat gecenin üçünü buluyordu.  Bu durum ailelerde bir güven oluşturdu. Bu bizim için çok önemliydi. Başka bir şekilde bu bakış açısını değiştirmek çok zordu.

Bir gruba mı dönüştü tiyatro çalışması?

Evet adı da Tiyatro Mitanni. Daha öncede bu isimle bir iki gösterim yapmışlardı. Tabi biz burada tiyatro çalışmaların okul boyutuyla sürdürdük.

Tiyatro grubunda kaç kişi var? Öğrenci Profili nasıl?

Projede çalışan 11 kişi var. Atölye çalışmasına katılan 20 kişi var. Genelde katılanlar genç insanlardan oluşuyordu. Bunların çoğunluğu da genelde öğrencilerdi. İşçilik yaparak geçimini sağlayan insanlar da geliyordu. Henüz burada ödenekli bir tiyatro yapısını kurmuş değiliz. Çabamız bu yönlü bir altyapının oluşturulması içindi ve bugün bu alt yapı büyük oranda oluşmuştur.  Ödenekli tiyatroyu kurabilirsek eğer, sürekli olan kadrosuyla daha düzenli ve daha büyük çalışmalar yapılmış olur.  Zaten bu yapılmadan sürekli kendini yenileyen bir tiyatro çalışmasını ve kültürünü var etmek mümkün değil.

Şimdi ne yapıyorsunuz?

Yaklaşık altı aydır Amed’de  Cegerxwin Kültür Sanat Akademisi tiyatro bölümünde çalışmaktayım. Tiyatro bölümünde dersler veriyorum. Ve şu Çar Diyalog / Dört Diyalog ve Mar Fîstanê Reş / Yılan Kara Fîstan oyunlarımı yönetiyorum.

Zaman ayırdığınız ve görüşlerinizi paylaştığınız için teşekkür ederim.

Ben de teşekkür ederim.

Kemal ORGUN kimdir?

Bingöl-Kiğı doğumlu, yazar&yönetmendir. 1991 yıllında Üniversite öğrencisiyken İstanbul da MKM’de tiyatro çalışmalarına başlar. 1992 Haziran ayında birkaç arkadaşıyla birlikte Teatra Jiyana Nû’yu kurar. 1995 yılına kadar oyunculuk yapar. 1995 yılında ilk uzun oyunu olan Bayê Elegezê ‘yi yazar ve yönettir. Ardından, Rê û Rêwî, Zeviya Ziyanê,, Pepûk Çiye Tu Dizanî, Dîlana Xweristê, Mar/Fîstanê Reş,, Çend Diyalog,  Homerosê Kurd Evdalê Zeyniê müzikalı, Provayên Bidarvexistinê,, Çöl û Av uzun oyunlarının yanı sıra Nobedarê Deriyê Cennetê, Navê Vê Lîstikê Çiye Tu Dizanî, tek kişilik oyunlarını yazar. Bayê Elegezê, Zeviya Jiyanê, Mar/Fîstanê Reş, Çend Diyalog, Çol û Av, Nobedarê Deriyê Cennetê ve Navê Vê Lîstikê  Çiye Tu Dizanî, oyunlarını yönetip sahneler. 1995 yılından sonra özellikle yazarlık ve rejisörlük alanında yoğunlaşan Kemal Orgun, Agusto Boal’in Ada oyunun 2994’de Kürtçe çeviririsin yanı sıra, Dario Fo’nun, Bir Anarşîstin Kazasonucu Ölümü oyununun da 2006 Kürtçeye çevirerek sahneye taşır. Uzun Yıllar Jiyana Rewşen, Tiroj, Westa, Gulîstan ve Yaba Edebiyat dergilerinde yazılar yazar. Gündem ve Özgürpolitika gazetesinde Kültür Ve Sanat sayfasında uzun yıllar yazan Orgun’un  Provayên  Bidarevexistinê / Îdam Provaları adlı oyunu Çima yayıncılık ve Li Qerexa Şevê Hîvron / Gece Kıyısında Ay ışığı romanı da Sî yayınları arasında yerini alır.. 2010-2011 sezonundda Nusaybin Belediyesi bünyesinde Teatra Mitannî’nin sanat yönetmenliği yapan Orgun Çol û Av oyunun ikinci rejisinden sonra, 2010-2011 kaleme almış olduğu Dîlana Xweristê / Evrenin Dansı isimli oyununu sahneler. Şu an Cigerxwîn Sanat Akademisinde Tiyatro Bölümünde, Lîstikvanî /oyunculuk, Nivîskariya Dramatîk / dramatik yazarlık, Şanoya Kurd û Çavakaniyên wê / Kürt Tiyatrosu ve Kaynakları derslerini vermektedir.

Abdullah Arı

Paylaş.

4 yorum

  1. ahmet Tarih:

    kemal orgun uzun yıllardır kürt tiyatrosuna hizmet eden biridir bunu kabul ediyorum fakat aynı kemal orgun kürt tiyatrosunda kendisinin dışında bişey yapan yokmuş gibi bir hava çiziyor. ne kadar oyun yazılmışsa kemal orgun yazmış ne kadar oyun yönetilmişse kemal orgun yönetmiş. nerde bir tiyatroda sorun olsa kemal orgun düzeltmek için orada….biraz insaf. eksik bilgi vererek kürt tiyatrosuna emek veren herkese haksızlık ettiğnizin farkında mısınız?

  2. Kemal Orgun Tarih:

    ruhun zafer, maddi ve manevi yaşam arasında en büyük köprü olan sanat ayrıntılarda saklıdır. Bu yüzden sanat yapacak ve ona dair söz söyleyecek olan insanın güzel görebilen gözleri, güzel duyabilen kulakları güzel sevebilen bir kalbinin olması esastır. Bu olmazsa eğer, ön yargılarla şişirilmiş bir balon gibi, fikirler ve fikirlerin gerçek kaynakları değil de, kişi(ler) tartışılır. Röportajın hemen girişindeki yazıyı tekrar bilginize sunuyorum.

    [Abdullah Arı’nın, uzun yıllar Mezopotamya Kültür Merkezi’nde tiyatro alanında çalışmalar yürüten Kemal Orgun’un kendi tiyatro geçmişi, Nusaybin Belediyesine ait Mitanni Kültür Merkezi ve Diyarbakır’da faaliyet Yürüten Cegerxwin Gençlik Kültür Merkezi’nde yürüttüğü tiyatro eğitmenliği üzerine yaptığı söyleşiyi yayınlıyoruz.]

    Ne diyor ….”kendi tiyatro geçmişi…”
    Yani bir kişinin kendi tiyatro geçmişi ile ilgili bir röportajda kendi çalışmalarından bahsetmesi kadar doğal ne olabilir! Kaldı ki kendi çalışmalarımızdan çok genele dair düşünce bildiriminde bulunmuşuz. Sonra kimse kusura bakmasın,tankların topların gölgesinde sanat yapıp ve bunu bu günü de hala onurluca sürdürenler elbette tarihin sayfalarına mührünü vuracaklar. İsim hiç önemli değil, kim olursa olsun bu diyalektik gerçek değişmez…
    Siz birbirinizin yorumlarını daha açıklayıcı bulanlar, yolunuz açık olsun diyorum…

  3. ben kemal hocanın nusaybinde ki öğrencisiyim ve onun gibi bir hocayla karşılaştığım için çok şanslıyım. hayattımd çok şey değişti ve hepsi onun sayesinde disiplinli ve merhametli bir hoca. dha nice öğrenciler yetiştireceğine inanıyorum keşke dha fazla kalsaydınız da bilgierinzden ve hayat tecrübenizden faydalansaydık. sizi çok seviyoruz hocam bunu sakın unutmayın.

Yanıtla