“Yerin Altında” İzmir Devlet Tiyatrosu’nda

Pinterest LinkedIn Tumblr +

İhsan Ata

Geçtiğimiz günlerde İzmir Devlet Tiyatrosu’nun yeni oyunu Yerin Altında’yı izlemek için İstanbul’un o karlı havasında İzmir’e doğru yola çıktım. İzmir’e ayak basmışken oynayan bütün oyunları izlemeye çalıştım. Karşıyaka Ragıp Haykır Sahnesi’nde muhteşem bir koreografiyle Shakespeare’in ölümsüz eseri Romeo ve Juliet’i ve Melek Ökten Sahnesi’nde yazarın kendi ülkesinde bile sahnelemeye cesaret edemedikleri politik oyunu Halktan Biri’ni izledim. Bu karlı havadan nasibini almamış güneşli bir günde 18 Ekim 2011 tarihinde İzmir Devlet Tiyatrosu tarafından prömiyeri yapılan Yerin Altında’yı ise Hayati Asılyazıcı ve Erbil Göktaş’la ile birlikte muhteşem manzarasıyla Konak Sahnesi’nde izleme şansı buldum.

2005 yılında “Türkiye Ütopyası” konulu oyun yazma yarışmasında ödül alan oyun Sema Göktaş’a ait. Yönetmenliğini Tayfun Erarslan’ın üstlendiği oyunun dramaturgluğu Füsun Ataman Berke’ye, dekor tasarımı Behlüldane Tor’a, giysi tasarımı Buket Başaran Akkaya’ya, ışık tasarımı Osman Uzgören’e ve müzik düzenlemesi Tanju Kumbaracıoğlu’na ait.

“Türkiye Ütopyası” konulu oyun yazma yarışmasından ödül alan metin; Mehmet’in “Kesin olarak bildiğimiz şu: Yerin Altında’yız.” cümlesiyle başlayıp yine, ninni söyleyen Mehmet’in uyumasıyla son buluyor. Dünyamızı saran tehlikenin tam olarak metinde karşılığı olmayan oyun, izleyicinin dimağını zorlayabilecek özellikler içeriyor. Çağın gereksinimleri yaşantımızı tehdit ederken çok yönlü bir sorgulama yazar tarafından izleyiciye sorularak cevaplar aranıyor.

Oyun, tam olarak tanımlanamayan felaket nedeniyle kendilerini bir anda yerin altında bulan Mehmet ve Ayşe’nin hikayesini konu ediyor. İkili yerin altına girdiklerinde kızları Deniz de onların yanındadır. Bir süre sonra sisteme daha fazla karşı gelemeyerek onları terk etmiştir. Dışarıdaki tehlikeyi tam olarak tanımlayamayan ikili beklemenin ve dışarıdaki değişimin geçmesini bekleyerek duyarsız kalmayı tercih etmişlerdir. Daha sonra onlara, çaycılık yapan Teslime ve Cenk hoca katılacaktır. Yaşadığımız düzende her kesimden bir sözcünün alındığı oyun sisteme çok sert göndermelerde de bulunuyor

Ayşe ve Mehmet düzene başkaldırmanın yerine değişime ayak uydurmayı tercih etmiştir. Teslime ise alt kesimin sözcüsü olarak teslim olmuş bir bireydir. Cenk ise bilim dünyasının temsilcisi olarak felaketin tanımlamasına ve izleyicinin alımlamasına yardımcı olacaktır. Bu tanımlamayı yaparken Amerika’yı tiye alarak süreci değerlendirmektedir.

Yazar için yerin altı; kayınvalidesinin egemenliği altında yatak odasında hatta karyolaya hapsolması, zorunlu ihtiyaçlar dışında aşağı inmemesi, dolayısıyla uyanık olduğu süreçte çalışmaya, haliyle zihinsel bir kitlenmeye neden olmasıyla ortaya çıkmış. Oyundaki karakterler ise yaşamının parçalarından oluşan gerçek karakterlere dayanıyor. Cenk, Teslime… Cenk yazarın meslektaşı, Teslime ise yazarın çalıştığı Fakültenin çaycısı… Ayşe ve Mehmet ise yazarın özel bir karışımı… Yazar oyun broşüründe yer alan ifadeleriyle yaşamına dair oldukça samimi ve özel itirafları sayesinde oyunun gizli tarihini de ifşa ediyor.

Oyun içerisinde bir türlü tanımlanmayan tehlike her bir izleyici için özel bir anlam ifade ediyor. İzleyicinin gerçek hayatında karşılaştığı sorunların büyük bir bölümünü bu oyunda bulmak mümkün… Genel bir değerlendirme yapmak gerekirse kapitalist sistemin insanı nasıl uyuttuğuna ve değerlerin yok ettiğine dair ipuçlarını barındırıyor.

Oyuna geçmeden önce Füsun Ataman Berke’nin metin üzerinde yaptığı dramaturgiye değinmek gerekiyor. Öncelikle metin üzerinden ilerleyen oyuna sağlıklı bir düzenleme getirerek oyunun daha net anlaşılmasına büyük ölçüde katkı sağladığını söyleyebiliriz. Karakterlerin net ve keskin ifadelerle ortaya çıkışında şüphesiz dramaturgun işlevi su götürmez bir gerçek. Yalnız, karakterlerden Cenk hocanın repliklerinin büyük ölçüde kırpılmasını sanıyorum dışarıdaki tehlikenin tam olarak anlaşılmasını engelleyerek gizemi korumaya yönelik bir çalışma. Çünkü Cenk hoca karakteri bir bilim adamı rolünde ve oyun boyunca bir türlü tanımlanamayan tehlikenin daha net anlaşılmasını sağlıyor. Bunu sağlarken eğlenceli dili sayesinde seyircinin diri kalması da amaçlanırken dramaturg, oyunun başında sonuna dek korku ve paniğin sürmesini amaçlayarak bunu engelliyor.

Oyunun yönetmenliğini üstlenen Tayfun Erarslan’ı kast seçimindeki başarısını kutlayarak başlayalım. Birbirini tamamlayan karakterler oyunun odak noktasında çok önemli bir yere sahip. İletişimsizliğin yaşandığı dünyamızda bir arada yaşadıkları için iletişim kurmak zorunda olan insanların samimiyetsizliklerini ve sisteme olan bakış açılarını çok net yansıtıyor. Yine Cenk hoca karakterinin daha yaşlıca biri tarafından sahnelenmesi söz konusu olabilirken metni bilmeyen izleyici açısından çok fazla sırıttığını da söyleyemem. Bir bilim adamının yerine araştırma görevlisi düşüncesiyle yönetmenin genç oyuncu kullandığını söyleyebiliriz.

Oyunda yer alan tüm karakterler rollerini başarıyla sırtlıyor. Deneyimli oyuncular karakterin özüne ruhuna riayet ettikleri görülüyor. Bunların başında şüphesiz Ayşe rolüyle izleyicinin huzuruna çıkan Canan Erener Şen ve Mehmet rolüyle Fatih Özyiğit var. Canan Erener Şen, Ayşe rolünde tehlikenin korkusuyla yaşayıp çocuğunu kaybetmenin de hüznünü yaşayan bir anneyi canlandırırken tüm bunları aynı dengede yürütüyor. Bir yandan tehlikeyi çözümlemek ve bir an önce buradan kurtulmak isteyen aynı zamanda kızını merak eden, kocasıyla olan ilişkisinin sorgulandığı ve insanlara yaklaşımıyla hedefi 12’den vuran bir karakter çıkarıyor.

Mehmet rolüyle izleyicinin huzuruna çıkan Fatih Özyiğit, Ayşe karakterine karşın daha sakin ve vurdumduymaz bir karakterde yer alıyor. Ayşe karakterinin üstlendiği tüm duyguların tam karşıtıdır. Fatih Özyiğit bu karakterle partneri Ayşe karakterini dengeliyor. Haliyle Ayşe karakterini daha net ve yalın olarak ortaya çıkarıyor. Karakteri gereği insanlara olmayan güveni, çıkarcı yapısı ve “bana dokunmayan yılan bin yaşasın”cı felsefesini tam olarak özetleyerek özelliklerini çok net ve keskin ifadelerle ortaya çıkarmayı başarıyor.

Teslime rolünde izleyiciyle buluşan Gerçek Özkök Yağcı, yazarın olaylara bakış açısını farklı bir kesimden dile getirdiği karakterdir. Halkın alt tabakasının düşüncelerine yer verdiği bu bölümlerde komun yaşamın gerekliliğini ve kapitalist sistemin götürüsünü yaşanan bürokrasi çıkmazıyla çok net bir şekilde ortaya koyuyor. Gerçek Özkök Yağcı ise rolün tüm gerekliliğini gerek dil gerekse beden diliyle çok net yansıtıyor.

Cenk Hoca karakteriyle sahneye çıkan Zafer Öncül, ilk girişte bir bilim adamından ziyade turisti andırıyor ancak oyun ilerledikçe, O’nun her şeye, depreme ve diğer çevresel felaketlere hazırlıklı gezdiği için böyle olduğunu anlıyoruz. Belki repliklerinin çoğunun budanmasından, belki de henüz çok genç yaşta olmasından “hoca” karakterini tam belirginleşmediği görülüyor. Öncül’ün oyun daha çok sahnelendikçe, bu karakteri o ince dengede ya da bıçak sırtı dengede çokk daha net ve yalın bir ifadeyle, “ustaca” oynayacağından hiç şüphem yok. Çünkü bu tür roller, oyuncuyu da “ustalaşmaya zorlayan rollerdir.

Metnin işlenmesi, sahneye koyulması ve karakterlerden söz ettikten sonra sahne tasarımında yer alan ustalara değinecek olursak işe oyuna damgasını vuran dekor tasarımıyla başlayalım. Oyun içerik ve biçem olarak yerin altında sahnelenmesi dekor tasarımının işini sanıyorum biraz güçleştirmiş. Buna karşın sahne üzerinde, olayların yerin altında geçtiği izlenimini vermek için oldukça spesifik bir tasarıma imza atan usta dekor tasarımcısı Behlüldane Tor sahnenin ortasına koyduğu dönen kapsülle müthiş bir başarıya imza atıyor. Bence bu yılın en iyi dekor tasarımlarından biri; üstelik sağdan sola, yukardan aşağıya 180 derece dönüyor ve “deprem” olgusunu birebir yaşatabiliyor. Sahnenin soluna yerleştirilen tünel, sağında yer alan objeler, tam anlamıyla yerin altında olduğu izlenimini güçlendirmekte. Jüriler tarafından mutlaka görülmesi ve ödülle taçlandırılması gereken bu dekor tasarımı oyunda en önemli faktör olarak öne çıkıyor.

Oyunun kostümlerini tasarlayan Buket Başaran Akkaya, karakterlerin özüne ulaşmayı başarırken, Osman Uzgören’in ışıkları özellikle yaklaşan tehlikenin vurgulanmasında müzik düzenlemede Tanju Kumbaracıoğlu’yla birlikte müthiş bir uyum içerisinde. Kısacası başta dekor tasarımı olmak üzere kostüm, ışık ve müzik tasarımının başarılarıyla oyunun yerin altında geçtiğinden hiç şüphemiz yok.

Özetle, Yerin Altında; çağın sorunlarını dile getiren evrensel bir oyun. Oyun, içerik olarak izleyicinin düşünmesini ve düşlemesini amaçlıyor. Aynı zamanda tüm dünyayı kaplayan tehlikeye karşı toplumda duyarlılık ve farkındalık sağlamak isteyen yazar, toplum ütopyasını da gerçekleştirmeye imkan tanıyor. İzmir Devlet Tiyatrosu da bu oyunu repertuara alarak yazarın bu ütopyasına büyük ölçüde katkı sağlıyor. Bu anlamda başta İzmir Devlet Tiyatrosu Müdiresi Hülya Savaş olmak üzere yönetmen Tayfun Erarslan’ı ve tüm ekibi başarılarından dolayı kutlarım.

OYUNUN KÜNYESİ:

Yerin Altında

Yazan: Sema Göktaş

Yöneten: Tayfun Erarslan

Dramaturg: Füsun Ataman Berke

Dekor Tasarım: Behluldane Tor

Kostüm Tasarım: Buket Akkaya

Işık Tasarım: Osman Uzgören

Müzik Düzenleme: Tanju Kumbaracıoğlu

Rol Dağılımı: Canan Erener Şen, Fatih Özyiğit, Gerçek Özkök Yağcı, Zafer Öncül, Yağmur Gören (Ses)

Not: Bu yazı Yeni Tiyatro Dergisi’nin Şubat 2012 tarihli 35. Sayısında yayınlanmıştır.

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: İhsan Ata

Yanıtla