Çok Katmanlı Bir Aile Dramı: Limonata / Yalıtım Sarmalında Kendini Yok Eden İnsanlığın Öyküsü: İzole

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Üstün Akmen

Yeni estetik yöntem ve teknikler deneyerek, değişik ifade yolları araştıran alternatif tiyatro gruplarının başını çeken Tiyatro sıfırnoktaiki, 2011-2012 sezonunda sahneye koyduğu ‘Limonata’ başlıklı oyunuyla da oyuncunun yaratıcılığını irdeleyen dinamik tiyatro anlayışını sürdürdü, izleyicisine yeni bir soluk aldırdı, tekdüzeliğe başkaldırdı.

Masaya Yatırılan Aile Kavramı

‘Limonata’nın yazarı Sami Berat Marçalı, oyunda aile kavramını masaya yüzükoyun yatırmış. Yatırdıktan sonra, basit bir aile öyküsünü hesaplaşmaya dönüştürmüş; bu dönüştürme sırasında evrendeki en anlamsız ‘hizmet’ olan askerliğe, vicdani retçiliğe, şiddete, popüler kültüre ve cinsel tercihlere değinmeden de geçmemiş. Sevdiği kadın için karısını ve üç çocuğunu terk edip gitmiş baba, çocuklarının tüm sorumluluğunu üstlenmiş demans hastası acılı anne Özlem ve bu taşlı çakıllı ortamda el yordamıyla yol bulmaya çalışan, bireyselliklerini öne çıkarmak için uğraş veren, mutlu günleri sadece aile fotoğraflarında kalmış biri kız üç kardeş.

Yazar-Yönetmen İşbirliği Örneği

Sami Berat Marçalı ve (kısıtlı olanakları olan ikinci kat adını taşıyan salonda) oyunu sahneye taşıyan Murat Mahmutyazıcıoğlu, belli ki birlikte çalışmışlar. Alışageldiği gibi “al metni”, “aldım metni, haydi şimdi sahne metnini hazırlayayım” yöntemini dehleyip, yazılı metni sahne deneyleriyle ortaya çıkaran bir ‘oyun metni’ oluşturmuşlar. Yanlarına da sorumluluğu paylaşabilecek yetenekteki Iraz Yöntem’i katmışlar.

Sami Berat Marçalı evrensel bir dil hedeflemiş, hedeflediği tiyatro dilindeki sözcükleri cımbızla seçerek gayet ekonomik bir biçimde kullanmış. Söz ötesi alt metin Mahmutyazıcıoğlu-Marçalı işbirliğiyle ortaya çıkmış. Şimdiki zamana ve şimdinin mekânına yayılan olay örgüsü, yazar-yönetmen işbirliğinde izleyici bilincinin sürekliliğini hedef almış, böylelikle bir yandan seyircinin algılama bilincinin açık tutulması, diğer taraftan da anlatılan olayı seyircinin psişik açıdan özümsemesi sağlanmış. Oyuncuların, yani Sunucu’nun, Ege’nin, Melih’in, Özlem Hanım’ın, Müge Dağlı’nın, Koray’ın duygu ve düşünceleri “rol kesmeden” aktarılan öğeler olarak kullanılmış.

O Durağanlık Neden?

Sami Berat Marçalı’nın metninde aksiyon hantallığı yok, ama oyun içinde (bazı tablolarda) nedenini saptayamadığım gereksiz bir durağanlık var. Bu durağanlık, üzgünüm, ama “oyun, ilerleme güçlüğü taşıyor” izlenimini de beraberinde getiriyor. Oysa serim bölümü hiç uzun değil, karakterlerde boyutsuzluk bulunmuyor. Marçalı’nın söze dayandırdığı koyu ‘edebiyatçı’ bir yaklaşım da yok. Canlandırma performansı, oyunun aksiyon hızı da mükemmel. ‘Limonata’nın genel anlamda düzen anlayışından, plandan yoksun sahnelenmediği de ayan beyan belli.

Eee… O halde, durağanlık nereden kaynaklanıyor?

Durağanlık, (pek de gerekli olmayan) kusma tablosundan sonra neden iyice yayılıyor?

Ben müsebbibini bulamadım.

Oyunculuklara Sözüm Yok

Diğer taraftan, oyunculuk başarı oranı dorukta… Yaşadıklarını unutmak istercesine aklı bir gidip bir gelen Anne’de Deniz Türkali, Özlem Hanım’ın içsel, ruhsal imgelerini tümüyle anlamış olmanın rahatlığı içinde. Banu Çiçek Barutçugil, Müge’nin tutkularının nasıl, nerede, ne biçimde ürediğini yeteneğiyle, bireysel malzemeleriyle süsleyerek aktarıyor. Aileyi toparlamak için çırpınan, ama başaramayan, başaramamanın ezikliğini yaşayan, içindeki öfkeyi yazdığı kitaplara yansıtan Müge’ye pek güzel can veriyor. Güneydoğu’da 30 yıldır sonlandırılamayan iç savaşta bacaklarını kaybetmiş, tekerlekli sandalye tutsağı Ege’de Tevfik Şahin, oyuncunun çekirdek ya da gizemli ‘ben’ olarak tanımladığı en içlerdeki derinliklere, derece derece, mükemmel bir performansla ulaşıyor.

Barış Gönenen Özel Olarak Övülmeli

Sevdiği kızın peşinden Paris’e gitmiş olan, döndüğünde hiçbir şeyin aynı kalmadığının ayırtına varan küçük oğul Melih’te Sezgi Mengi canlı fiziksel ve psikolojik yönelimlerden oluşan bir skor oluşturmuş. Ege’nin erkek arkadaşı olup, değişik kimliklere bürünerek Özlem Hanım ile iletişim kuran Koray’da Barış Gönenen, “üstün yönelim” dâhilinde eşcinsel Koray’ın abartılmadan nasıl biçimleneceğinin başarılı örneğini veriyor. Gönenen’in köpüksüz “üstün yönelimi”, oyunun bütün ikincil yönelimlerinin anlamını, içsel duygusunu içermekte.

Sözün özünü isterseniz, deyivereyim: ‘Limonata’ konusu ve yaratıcı kadrosuyla, bu sezon izlenmesi gereken oyunlar arasında kendisine ciddi bir yer edinmekte.


Yalıtım Sarmalında Kendini Yok Eden İnsanlığın Öyküsü: İzole

Fizikten hiç mi hiç anlamam, ama bir eksen etrafında tur atan (tekerlek örneği) bir cismin, dönme ekseni ve kuvvetin uygulandığı nokta arasındaki dikme ile kuvvetinin çarpımına Dönme Momenti ya da Tork diyorlar, onu biliyorum. Ama benim sözünü edeceğim Tork o Tork değil, başka Tork. Bu Tork, Tan Temel ve Sernaz Demirel tarafından Nisan 2011’de İstanbul’da kurulan çağdaş dans topluluğunun adını oluşturmakta.

Tan Temel ile Sernaz Demirel kendi başlarına, Tork yapımı olarak olabildiğince bağımsız dans performansları üretiyor ve sahneliyor; gerektiği ahvalde müzik, tiyatro ve diğer sanatlardan sanatçılarla da işbirliği yapıyorlar. 2012-2013 sezonu için (dört aylık bir araştırma ve prova sürecinden sonra) ‘İzole’ başlıklı bir performans ortaya çıkarmışlar. Temel ve Demirel, ‘İzole’de, ülkemizde var olan (lanet olası) ‘özgürlük duvarı’nı aşmayı amaçlıyor, esas duvar/ları yıkmak için hazırladıkları yeni ve birbirinden farklı, çok özel ve anlamlı duvarlar yaratıyorlar. Hedef, izole sarmalını aşmak, duvarları yıkmak. Duvar/duvarlar yıkılmazsa, insanlığın yıkılacağının farkındalar. Kendisine sosyal yalıtım uygulayan insanlığın, kendi kendini duvarların gerisinde yok etmesine yaratıcılıklarıyla karşı çıkıyorlar. Karşı çıkarken dansta yeniyi, güçlüyü ve günceli asla savsaklamıyorlar.

Tuvalet Kâğıtlarından Sahne Yerleştirmesi

35-40 dakikalık performanslarında, İstanbul Maçka’daki Dotmarsta Salonu’nun fevkalade samimi ortamında pekişen duygularına, birbirine bağlanan solo ve düolarına yoğun içsellik yüklüyorlar. Gösterilerini yanıp sönen, yanarken dönerek gölgeler veren ışıklardan, çok sayıda dansçıdan, görkemli dekoratif malzemelerden ayıklamışlar, arındırmışlar. Sadece, Dilara Akay’ın tuvalet kâğıtlarından oluşturduğu mükemmel zekâ ürünü sahne yerleştirmesinden (enstalasyon) yararlanmışlar. Dilara Akay’ın onlarca tuvalet kâğıdından kalelerini/kulelerini Barış Ertürk-Serkan Emre Çiftçi ikilisinin ‘Ambiance’ müziği olarak da tanımlanabilen elektro akustik müzikleri destekliyor. İkilinin performansa saksafon ve trompet ile eşlik etmesi hiç kuşkum yok ki apayrı bir keyif yaratmakta. Tan Temel ve Sernaz Demirel, gösterileri sırasında Ayşe Ayter’in ekonomik ışık tasarımı altında parlıyorlar, giderek bir anda yıldızlaşıyorlar.

Sözü Olup Söyleyebilmek

Tork’un ‘İzole’sinde devinim var, dans var, beden dili var. Beden dilinin içine yerleştirilmiş gerçekte olmayan, yaşanmayan alt kültürler, hedefler, kişilikler, arzular, inançlar var. Nefes nefese oluşun müziği var. Nefes nefese oluşun devinimle kurduğu ilişki var. Duvara çarpan bedenlerin parçalara ayrışması var. Birbirine el uzatan, sonra bağımsızlaşan, daha sonra yabancılaşan kişilikler var. Kısacası, ortada sağlam temele oturtulmuş, güçlü ve söyleyecek sözü olan bir performans var.

İmgeleri Teatral Anlamda Dansa Dökmek

Bu gösteriyi izlerken, dansta öyküye gerek olmadığını savunanlara neden katılmadığımı, katılmadığım ne kelime tepki gösterdiğimi, dans performanslarında da öykü’nün odak olduğuna nasıl inandığımı, öykünün mutlaka olması gerektiğini yıllardır nasıl savunduğumu bir kez daha anımsadım. Dans performansı bir oyunu, felsefeyi, düşünceyi ya da imgeleri teatral anlamda dansa dökmek anlamını taşıyor benim için. İşte Tork’un ‘İzole’sinde de dansçılar, giderek dünyayı ve kendilerini sorguluyor, kendileriyle ve dünyayla hesaplaşıyorlar. Var olan bütün sanatlar (estetik ve plastik) ‘İzole’nin içinde yer alıyor. Klasik bale, modern dans, mim, hareket tiyatrosu… Bütün bunlar bir bütün içinde hemhal haline geliyor, dans alanında harman oluyor.

Sınırlandırmalara Hodri Meydan

Sonuç olarak Tork yapımı ‘İzole’de dans, tiyatro ve müziğin geleneksel sınırları korkusuzca aşılıyor, sınırlandırmalara meydan okunuyor.

Sunulan, müzik, dans ve öyküdür.

Tümü hep birlikte kendine özgü bir bütünü biçimlendiriyor. Duygu ve düşüncelerin bedendeki etkileri örnekleniyor; bedensel yaşantı, haliyle duygu ve düşünceleri de ayaklandırıyor.

Hemen deyivereyim: ‘İzole’, damaklarda mükemmel bir tat bırakıyor.

(Meraklısı İçin Not: Tork yapımı “İzole”, bu sezon son kez 15 ve 22 Mayıs akşamları saat 22’de Maçka Dotmarsta Salonunda izlenebilinecek. Telefon mu? Hadi onu da deyivereyim: 0212 232 44 40)

Evrensel

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Üstün Akmen

Yanıtla