Hrant Dink’i Oynamak İstiyorum

Pinterest LinkedIn Tumblr +

‘Yalan Dünya’nın Çağatay’ı, Hakan Meriçliler ile buluştuk. 15 yıldır oyuncusu olduğu Devlet Tiyatroları’ndan son günlerin tartışma konusu Şehir Tiyatroları’na ve Yunan anneannesinden soyadının hikâyesine uzanan bir sohbete oturduk.

Hayatı dizi olmuş toplumlarda bazen böyle oluyor işte. Yıllarca sahne tozu yutuyor ama bir televizyon dizisinde yer alınca geniş kitlelerce ‘keşfediliyorlar’. Hakan Meriçliler, misal. Kendisini şu ara Yalan Dünya’da ‘Ooo yooo’/Sevgılımmmmm/ ‘Sesim seni tahrik ediyor mu?’ / ilahi komedya çıkışlarıyla ünlü, yalnız ama gururlu, vücut yağ oranı sadece yüzde 12 olan Çağatay Koçtuğ olarak izliyoruz. Halbuki Devlet Tiyatroları’nda 15 yılı devirmiş bir tiyatrocu o. Şu ara Trabzon Devlet Tiyatrosu’nda ‘Ben Feuerbach’ı oynuyor. Bilgisini hemen verelim; oyun, Antalya Tiyatro Festivali’ne gidecek, Trabzon Tiyatro Festivali’ni açacak. Eylül ayında da iki hafta süreyle İstanbul’da oynayacak… Oyunculuğu, ustalaşmış bir masumluk olarak tanımlayan Meriçliler ile güneşli bir İstanbul günü buluştuk, hem Şehir ve Devlet Tiyatroları’ndan konuştuk hem de anneannesi Eleni’yi ve Hrant Dink’i andık…

Bir tiyatro oyuncusu olarak en büyük şöhretin televizyon dizisiyle gelmesi sizi kırıyor mu?
Kırıyor tabii, çünkü Devlet Tiyatroları’nda (DT) geçen bir 15 yıl söz konusu. Nereden baksan 35 oyun oynadım ki bunların 20 tanesi falan başroldür. Hayat böyle giderken, günün birinde ummadık bir şekilde bir televizyon dizisine başlıyorsunuz. Her şey çok hızlanıyor, bir tanınmışlık olayı oluyor. İnsanların davranış biçimleri çok değişiyor.

Yalan Dünya’dan sonra ne değişti hayatınızda?
Şunu gördüm: Ben buradan öksürsem, ülkenin diğer ucundan duyulur. Bütün hareketlerimin bir takipte olduğunun farkına vardım, eskiden böyle değildi.

Devlet Tiyatroları nasıl bir serüvendi?
Kimseye kısmet olmayacak rollerde oynadım DT’de. Doygunum, tokum o anlamda. Devlet Tiyatroları beni bu konuda çok güzel besledi. Kurumuma farklı bir sadakatle bağlıyım çünkü beni yeşerttiği gibi, bana yaşayacağım parayı verip hem de sevdiğim şeyi yapmama neden oldu. Komedi de oynadım, dram da. Normalde tiyatroların altından kalkamayacağı büyük prodüksiyonlarda da oynadım. O yüzden her geçen yıl daha keyifli bir oyuncu oldum.

DOT’ta da oynadınız. DT’de çalışmak ile özel tiyatroda çalışmak arasında ne fark var?
Devlet Tiyatroları’nın özgür olmadığı düşünülür ama çok özgürdür aslında. Sanki Devlet Tiyatroları’nı öven bir konuşma olacak ama çok rahat ettim ben o kurumda. Ne istediysem yaptım ama tabii bunun belli bir yöntemi var. Özel tiyatrolarda ise çok büyük prodüksiyonlar olamıyor fakat mesela çok rahat küfredebiliyorsunuz. Yani sakıncasız olma konusunda daha fütursuz olabiliyorsunuz. En büyük fark bence bu. Ama bu fütursuzluk yorum içinde elbette. Yani özel tiyatrolar fütursuzdur demiyorum. Kastettiğim bu değil… Kısacası birinde prodüksiyon olarak çok daha güçlüsün ama diğerinde daha farklı bir dinginliğin var. Seyirci farkına da gelince, kurumsal tiyatroların daha geniş perspektif seyircisi varken özel tiyatroların daha burjuva bir seyircisi vardır. Ama tabii sanatı bu belirlemez.

Devlet Tiyatroları’nın özgür olmadığı kanısı neden? İçinde devlet ismi geçtiği için mi?
Bence biraz öyle, kuvvetli bir kurumdan bahsediyoruz çünkü. Şunu da eklemek gerek, Devlet Tiyatroları birçok klasiği, birçok önemli romanı görsel olarak veriyor. Okumayı ve çok incelemeyi sevmeyen bir toplumuz. O anlamda DT, bütün bunları paketleyip veriyor. Her yıl nereden baksan 1000 oyun çıkarıyor. DT’nin varoluş amacı biraz da eğitim amaçlıdır. Şehir ve Devlet Tiyatroları bu anlamda olmazsa olmazdır. Onları çektiğiniz zaman, tamam özel tiyatrolar kurulur ama hayır, yetmez!

Bir DT oyuncusu olarak sizin Şehir Tiyatroları’na bakışınız nasıl?
ŞT’de belediye yöneticilerinin tiyatroya etken olma gücü daha fazladır. DT bu konuda çok daha bağımsızdır çünkü yasa ile korunur. Yukarıdan müdahale kabul edilmez mümkün olduğunca ama ŞT’de durum öyle değil işte.

Belediye tarafından sübvanse edildiği için…
Aynen öyle. Bir taraftan devletin bağımsız bir mercii gibi, diğer taraftan belediyenin bir organı gibi çalışıyor. Sürekli belediyenin öngördüğü bir yolda ilerliyor. Tabii ki buna sanatçı arkadaşlar çok direniyorlar, hâlâ direnmekteler. Baktığın zaman belediyenin bu gücü bir hayli elinde tuttuğunu, bu konuda yaptırım gücünü kullanmak istediğini görüyorsunuz.

Peki, ŞT yönetmeliğindeki değişiklikten ötürü DT oyuncularında bir tedirginlik var mı?
Şüphesiz var. Dünya tiyatro tarihine bakalım… Mesela Antik Yunan’da tiyatro çok şahane bir dönemdeymiş. O zaman oyuncular özellikle komedi hicivlerinde oynarken, komedi anlayışı içinde şikâyetlerini sunarlarmış. Oraya yöneticiler, belediye ya da vali makamında olan insan da gelir ve oyuncuların şikâyet ettikleri noktaları not alırlarmış. Hem gülüp hem eğlenirken aldıkları notlarla, sorunları düzeltme yoluna giderlermiş. Şimdi yani binlerce yıl sonra bu durum ortadayken, uygarlık olarak bir arpa boyu yol almadığımız görünüyor.

Peki, ekşisözlük’ten kopya çekerek soracağım… Nedir tiyatro oyuncusu, rüya işçisi mi?
Bence öyle. Çok zevkli bir rüya işçiliği hem de bu. Hayat doğaçlama gelen bir şey ve sana ait bir alan var. Her gece oynuyorsun ama her gece başka oynuyorsun. Bir süre sonra o oyun o gerçeklik duygusunu ele geçiriyor. Eğer bu yolun yolcusuysan, sahiciliği orada yaşıyorsun.

Sahnede yani.
Evet. Ama sonuçta gerçek olmadığı için bir rüya haline dönüşüyor. Bu halin verdiği bir zevk var. Herhalde tiyatro oyuncularının bu rüyayı sürdürme nedenlerinden biri de bu. Bir de bence çocuksu bir şey oyunculuk. Çocukça değil çocuksu! Masum yani. Oyunculuk, ustalaşmış bir masumluktur. Çünkü çocuklar oyun oynamayı çok sever, bir türlü bırakmak istemezler ya, bence bunun devamı gibi bir şey bizim yaptığımız.

Tiyatronun bir toplumdaki görevi nedir size göre en özet haliyle?
Tiyatronun bir görevi olmalı mıdır? Bu, bir soru. DT, 1949’da kurulmuş. Halkını aydınlatmak isteyen, halkını yetiştirmek için kurulan genç bir cumhuriyet var. Tiyatro da bu süreci bir an önce hızlandırmak için kurulmuş, yani bir misyon yüklenmiş…

Soyadı Meriç Nehri’nden…
Yabancı diliniz Yunancaymış…
Evet, ailemde Girit mübadelesiyle gelenler var. Benim de dili öğrenmem için evde çok konuşuldu Yunanca. Yazı yazmayı bilmiyorum ama… Onu öğrenmek için Yunan Konsolosluğu’na başvurdum ama ‘Yalan Dünya’ projesi olduğundan devamsızlıktan atıldım.

Neler anlatırdı mübadil akrabalarınız?
Mesela dedem tıp eğitimi alıyormuş Yunanistan’dayken, ikinci sınıfta mübadeleye kurban gitmiş. Dördüncü sınıfta okuyanlar, Türkiye’de bir yıl okuyup doktor olmuşlar ama dedeme demişler ki “Sen baştan başlayacaksın”.

Başlamış mı?
Başlamamış çünkü yeni bir hayat kurulmuş burada. Neticede İzmir’in en iyi kasabı olmuş. Sonra ikinci evliliğini yapmış Yunanlı bir kadınla. Adı Eleni.

Eleni sizin öz anneanneniz mi?
Evet ve bu arada Atatürk ile dans etmiş.

Nerede, ne zaman?
İzmir’de, 1934 veya 35 olmalı. Anneannem 17 yaşındaymış o zaman. Atatürk ile aralarında ilginç bir muhabbet de geçiyor. Atatürk yaverini yolluyor, kalkıyorlar dansa. Anneannem korkuyor, Atatürk de diyor ki: “Neden korkuyorsun? Bu bir savaş değil Eleni, dans. Dansta dans edilir, savaşta savaşılır. Şimdi rahatla.”

Dedenizle Eleni evleniyor, sonra?
Sonra annem Leyla dünyaya geliyor. Bu arada dedem anneanneme diyor ki: “Kiliseye gitmene izin veremem ama ibadetini evde yapabilirsin.” Anneannem de anneme, “Sen Müslüman olup, babanın öğretilerini öğreneceksin. Ona söz verdim çünkü o beni bu konuda hiç mağdur etmedi. Ben de onu etmeyeceğim” diyor. Baba tarafım ise Selanik’ten… Ama onlar mübadelesiz kaçak yollardan geliyor. Meriç Nehri’ni geçerken, kaptan babamın babasına aldatmaca yapıp, tam Yunanlılara teslim edecekken dedem uyanıyor ve Meriç Nehri’nde tekne üzerinde bir arbede kopuyor. Büyük bir mücadele ile karşıya varılıyor, soyadımız o yüzden Meriçliler…

Bunun filmini çekmek ister misiniz?
Çok isterim. 1993’te buna bir gönderme olarak bir kısa film çekmiştim ‘Madam Madama’ diye. Ama uzun metrajlısı daha şık olur. Dostluk üzerine olur film. Kültürlerde bir şey yok ki zaten, sistemlerin ceremesini çekiyor insanlar. Ama her şeyden önce ne yapmak istiyorsun dersen, bir Hrant Dink filmi derim. Hrant Dink’in ta kendisini oynamak istiyorum. Şu an en çok istediğim şey bu…

Fotoğraf: Muhsin Akgün

İpek İzci-Radikal

Paylaş.

Yorumlar kapatıldı.