“O Karanlık Günler Nasıl Bitti?”

Pinterest LinkedIn Tumblr +

[Tempo Dergisi’nde yayınlanan Serli Kibar’ın 27 Mart Tiyatrolar Günü nedeniyle Tilbe Saran, Güler Ökten, Zerrin Sümer, Şebnem Sönmez, Genco Erkal, Dolunay Soysert, Haldun Dormen, Nilgün Belgün, Ahu Türkpençe, Ali Poyrazoğlu ile Türkiye’deki tiyatro ortamını değerlendirdikleri röportajı okuyucularımızla paylaşıyoruz.]

Oyuncularla ne zaman bir araya gelsek “Biraz da tiyatroya ilgi gösterseniz” diyorlar. Haklılar, diziler, filmler hayatımızı o kadar etki altına aldı ki, gözümüzü genellikle beyaz cama çeviriyoruz. Oysa birkaç yıl öncesine kadar neredeyse can çekişen tiyatro dünyası müthiş bir canlanma içinde. Konu seçiminde pek çok tabu yıkıldı, sahneye dinamizm geldi. Özel tiyatroların sayısı artıyor. ‘27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü’ şerefine usta ve genç oyuncularla ‘O karanlık günler nasıl bitti?’ sorusuna cevap aradık.

Perde açılıyor. Sahnenin ortasındaki yatakta, bir kadınla erkek üzerlerinde sadece iç çamaşırları ile sanki siz orada yokmuşsunuz gibi sevişiyorlar. Daha bu duruma alışamadan, sevişen çift birden delicesine bağırarak birbirine vurmaya başlıyor. 90 dakika boyunca gözleriniz faltaşı gibi açık, nefesinizi tutup sahnede olup bitenleri izliyorsunuz. Perde kapandığında izlediğiniz şey sizde, adeta tokat etkisi yaratıyor. Bu alışılmadık oyun, son yıllarda tüm dünyada yayılan alternatif tiyatro akımlarının bir örneği. Son beş yılda, Türkiye’de tiyatronun yeniden canlanmasının en önemli nedeni de sahnedeki değişim.

Tiyatronun usta ismi Şebnem Sönmez, bu değişimi hararetle anlatıyor. “2000’li yıllarda tiyatroda, oyuncu ve metin seçiminin, oynama biçiminin değişmesinin artık zorunlu olduğu bir döneme gelmiştik. Yeni tiyatro akımları, küçük grupların sokağa çıkmalarıyla başladı. Anlayışın değişmesi çok iyi oldu. Hamlet yine Hamlet olur, ama başka türlü giyinir, başka türlü konuşur” diyen deneyimli oyuncu, bu yeni akımın en büyük destekçilerinden. “Gelecek onların eseri olacak!” diyor.

“Seyirciyi Biz Küstürdük”

Oysa çok değil bundan beş-altı yıl önce çoğu özel tiyatro, kapılarını tamamen kapatma tehlikesi ile karşı karşıyaydı. Her köşe başında sahne açılan, iki ayda bir yeni oyun sergilenen, ‘Keşanlı Ali Destanı’, ‘Salıncakta İki Kişi’ gibi iyi oyunların İstanbul’da olay yarattığı tiyatronun şaşaalı dönemi, değişen hayatlarla birlikte geri dönmemecesine kapanmış görünüyordu. Tüm oyuncular bir ağızdan giderek egemenliğini daha da artıran televizyonu suçluyorlardı. Onlara göre, geniş kitleler için tiyatroya gitmek, müthiş özveri ve harekete geçme kararlılığı gerektiren bir eylem haline gelmiş; televizyon, tiyatroyu bir tercih meselesi yapmıştı.

Şimdi dönüp baktıklarında, tiyatronun bu karanlık yıllarını kendileri açısından da sorguluyorlar. Büyük bölümüne göre, seyircinin tiyatrodan soğumasının önemli sebeplerinden biri, yine tiyatronun ve oyuncunun kendisi. Dolunay Soysert, Nilgün Belgün ve Ahu Türkpençe bu görüşü savunuyor. “Tiyatro seyircisini, iyi oyun çıkarmayarak tiyatroya küstürdük, çünkü tiyatro seyircisi iyi ve kötü oyun arasındaki farkı anlayabiliyor ve kötü oyun izlemek istemiyor” diye özeleştiri yapıyor Dolunay Soysert. Nilgün Belgün de ona katılıyor ve ekliyor. “Oyunumuza bir aile gelmişti ve ‘Bu oyun da kötü çıksaydı, tiyatroya gelmeyi bırakacaktık’ demişlerdi. Demek ki kötü oyunlar, seyirciyi her zaman itiyor.”

Destek Az, Fiyatlar Fazla!

Sahnelenen oyunların niteliği bir yana, tiyatroların fiyat politikaları da uzun zamandır seyircileri tiyatroya gitmekten alıkoyan etkenler arasında. Devlet ve Şehir Tiyatroları, Kültür Bakanlığı ve belediyelerin ayırdığı bütçeler nedeniyle özel tiyatrolara göre çok daha avantajlı. Fiyat politikalarını, üzerlerinde mali baskı hissetmeden oluşturabiliyorlar. Bu da, temsil, açılan yeni sahne ve oyun sayısında kendisini gösteriyor. Devlet ve şehir tiyatrolarının sayıları artıyor ve her geçen yıl daha fazla oyun sahneliyorlar. Peki ya özel tiyatrolar?

Nilgün Belgün’e göre, özel tiyatronun ayakta durması çok zor. Çünkü gişe dışında başka gelir kaynağı yok. “Toplasanız, özel tiyatrolar senede altı ay çalışıyor. Bu bir paket program. Hem tiyatronun giderleri, dekor masrafları hem de tiyatrocuların, çalışanların ücretleri bu sürede kazanılan paradan karşılanıyor. Biletlerin pahalı olduğunu düşünmüyorum. Bugün bir sinemaya iki kişi gitmek isteseniz de 50 TL veriyorsunuz. Kaldı ki o para, barlarda da harcanabiliyor. Bir genç oraya gideceğine, gelsin tiyatroda kendine bir şeyler katsın. İstedikten sonra, tiyatro insanın ruhuna ruh katar.” Belgün’ün bu düşüncelerine 1972 yılından beri Dormen Tiyatrosu’nu ayakta tutmaya çalışan Haldun Dormen de katılıyor ve tiyatro fiyatlarının daha fazla indirilemeyeceğini savunuyor.

Son Yıllarda Ne Değişti?

Son dört-beş yıldır yeniden başlayan canlanma, buna gerek kalmayacağının sinyallerini veriyor. Kendi sahnesine sahip 21 özel tiyatronun yanı sıra, sahne kiralayarak oyunlarını sergileyen küçük tiyatro topluluklarının sayıları, kimi zaman yalnızca bir oyun için bile bir araya gelseler, giderek artıyor. Bunun sebebi, gençlerin ilgisinin, tiyatro oyunlarında işlenen konuların değişmesine paralel olarak tiyatroya yönelmesi. Her köşe başında oluşmaya başlayan tiyatroların, eskisinden epey farklı şekillenmesi de bunda rol oynuyor. Tiyatro, bugünlerde küçük stüdyo tipi oluşumlara doğru evriliyor. Genç oyuncular, 50 – 60 kişilik salonlarda, kendi dertlerini farklı biçimde anlatma çabasında. Yepyeni bir dil kullanıyorlar. Seyirci ile daha yakın ilişki kurabilen salonlar ortaya çıkıyor.

“Cinsellik, Sapkınlık İlgi Çekiyor”

Genco Erkal’a göre, tiyatro kitlesel özelliğinden uzaklaşıp, daha küçük işlere yöneliyor. “Cinsellik, şiddet ağırlıklı, bol küfürlü konuşmaların olduğu sapkınlıklar, seyircinin ilgisini çekiyor” diyor. Peki, bu tiyatro sürekliliğini koruyabilir mi? Tiyatro, eski kitlesel seyircisine bu şekilde kavuşabilir mi? İşte bu, tam bir muamma. Şebnem Sönmez, özellikle ‘In-Yer-Face’ denen akımın etkisinde gelişen tiyatroların bu şekilde devam edeceğini düşünürken, Ali Poyrazoğlu yeni tiyatro akımlarından kitlesel işlere doğru kayma olacağını, yeni oyuncuların bu tarz tiyatro sahnelerinden doğacağını düşünüyor. Haldun Dormen’e göre ise tiyatro bu akımlarla beraber, günü yakalayabilen bir oluşum haline gelip, içerisine günümüz teknolojik imkânlarını da katarak, hayatına kaldığı yerden devam edecek.

Öyle ya da böyle, oyunculara göre, tiyatro yapmaya müthiş istekli bir nesil yetişiyor. Bu anlamda tiyatronun geleceğine herkes umutla bakıyor.

Çetrefilli Konu: Diziler

Peki konservatuvarlar, oyuncu atölyeleri bir yana, oyuncular en iyi nasıl, nerede yetişiyor? Sinema, tiyatro ya da televizyon fark etmeksizin her mecra, oyunculara ‘okul’ olabiliyor mu, yoksa iyi oyuncunun ‘pişeceği’ tek yer tiyatro mu? Bu noktada oyuncular, birbirinden farklı düşünüyor. Kiminin kalbi sadece tiyatrodan yana atarken, kimi “Oyunculuk olsun da, nerede, ne için oynadığınız fark etmez” diyor. Nilgün Belgün’ün bu konudaki duruşu biraz sert. “Tiyatro er meydanıdır. İyi oyuncu da kötü oyuncu da orada belli olur. Tiyatro ile prestij yapmak isteyen gençler, yeterli özveriyi göstermedikleri sürece, istedikleri yere gelemezler” Tabii bu düşünceye şiddetle karşı çıkan biri var; o da Ali Poyrazoğlu. “Oyuncular birçok dalda düşünebilir ve çalışabilir. Bunların birinde yorulduğunuz zaman, diğerinde dinlenebilirsiniz. Oyuncu dizide de oynamalı, sinemada da, tiyatroda da. Sahne aldığı her yer, ona deneyim kazandırır ve bu deneyimi çalıştığı diğer alanlarda da değerlendirebilir.” Televizyon dizilerinde deneyimi olan Ahu Türkpençe de tartışmaya katılıyor ve dizi oyuncularının tiyatroya seyirci kazandırabileceğini söylüyor. “İzleyici, dizide sevdiği kişiyi merak ettiği için, tiyatroya onu izlemeye geliyor. Oyun iyi çıkarsa, o tiyatronun başka oyunlarına da geliyor. Onlar da seyirciye keyif verirse, tiyatro uzun süreli kazanıyor” diyor.

Konservatuvarlardan çıkan gençlerin, özellikle dizi sektöründe bir yerlere gelmeye çalışmasına, son dönemde çok sık rastlanıyor. Genco Erkal’a göre, diziler bu oyunculara maddi anlamda artılar katarken, oyunculuklarını kötüye götürüyor. “Yeni yetişen tiyatrocular çok yetenekli ama şuna çok üzülüyorum; çoğunu sadece televizyonda görebiliyoruz. ‘Bu arkadaşlar sahneye çıksa ne kadar başarılı olur’ diyorum kendi kendime. Ne yazık ki ekonomik nedenlerle televizyonu tercih ediyorlar. Yeteneklerini orada körelttiklerini düşünüyorum. Çünkü dizilerin çalışma şartları çok yıpratıcı. Bir süre sonra yaratıcı yönlerini kaybediyorlar. Ne yaparsanız yapın, televizyonda bir süre sonra oyunculuğunuz köreliyor. O insanlar tiyatro için birer kayıp.”

Bu İş Zor

Genco Erkal böyle diyor, ama tiyatroya uzaktan bakanların bile iyi bildikleri bir gerçek var: Tiyatro yapmak dünyanın en zor işlerinden biri. Saatlerce süren provalar, bitmek bilmeyen okumalar, ezberler, kostümlü kostümsüz yüzlerce kez tekrarlanan hareketler, replikler. Usta oyuncuların hiçbiri bu ağır şartlardan şikâyetçi değil. Çünkü tiyatro, onların var oldukları yer. Başka bir deyişle tiyatro onların yaşam alanı.

Ali Poyrazoğlu’na göre, tiyatronun en iyi akşamı onun için yarın akşam. Çünkü o her zaman, bir sonraki oyunda, daha öncekinin bir kademe üstüne çıkmaya çalışmış. “Tiyatrocu olmak da aslında biraz budur” diyor usta oyuncu Nilgün Belgün.

“Müthiş kıskanç bir metrese benzer. Karına, kocana, evine, ailene dönme fırsatını çok zor verir” diye ekliyor Güler Ökten. Tam da bu sebepten ailesi ile ilgilenmesi gerektiği için yıllarca tiyatroya ara vermek zorunda kalmış. Ama her oyuncu, onun gibi düşünmüyor. İki kız annesi Nilgün Belgün, kızlarına anneannelerinin baktığını söylüyor. Hemen hepsi belirli zamanlarda, hayatlarının bazı noktalarında, fedakârlık yaparak sahneye çıkıp rollerini oynamaya devam etmiş. Zerrin Sümer, annesini kaybettiği gün sahne alırken, Yıldız Kenter ateşlenip perde arasında bayılmasına rağmen oyunu sürdürmüş. Onlar için ne olursa olsun “Show must go on” (Oyun devam etmeli). Çünkü hep bir ağızdan söyledikleri bir şey var: “İsterseniz eski kafalı deyin, isterseniz yanlış olduğunu söyleyin; bu mesleği yapıyorsanız, ölmediğiniz sürece o perde açılacak!” Onlara göre, tiyatrocu olmak, kendine her daim bir şeyler katmak, toplumda liderlik bayrağını elinde tutmak anlamına geliyor.

Tiyatro, ister farklı yönlere evrilsin, değişsin, ister teknolojinin gölgesinde kalsın, Tilbe Saran’ın sözleriyle “Ölürken mutlaka birinin elini tutmaya ihtiyacımız olduğu gibi, insan kaldığımız sürece de tiyatroya ihtiyacımız hiç bitmeyecek.”

Oyunculardan Tiyatro Ile İlgili Sözler

Tilbe Saran: “Tiyatro gençlerin elinde.”

Güler Ökten: Bu meslek hırs ve çabalama gerektiriyor.”

Zerrin Sümer: “Tiyatro illüzyon işi.”

Şebnem Sönmez: “Tiyatro sahnesi kalbimin ürkek attığı yer.”

Genco Erkal: “Benim için tiyatro hayatın ta kendisi.”

Dolunay Soysert: “Tiyatro için eğitim kesinlikle şart.”

Haldun Dormen: “Tiyatroda kendimi oyuncudan çok yönetmen ve hoca olarak görüyorum.”

Nilgün Belgün: “Beni hayatta tutan tek şey tiyatro.”

Ahu Türkpençe: “Benim için çok sorumluluk hissettiğim yer.”

Ali Poyrazoğlu: “Tiyatro, aile olmak gibidir; bir takım oyunudur.”

Tempo

Paylaş.

Yorumlar kapatıldı.