Sanat, Ama Kimin İçin?

Pinterest LinkedIn Tumblr +

[Tayfun Serttaş’ın şehir tiyatrolarında yaşanan yönetmelik değişikliği ile başlayan tartışmalara ilişkin kaleme aldığı Taraf Gazetesi’nde de yayınlanan makalesini yayınlıyoruz] Türkiye’de sanat yapmaktan daha zor bir şey varsa, o da sürekli olarak “neden sanat yaptığını” izah etmek zorunda kalmaktır, inanın.

Hele ki kavramsal çalışan sanatçılar için bitmek bilmez bir işkencedir bu. Ahret sorusu gibi “şimdi sen burada ne anlatmaya çalışıyorsun?” diye başlayıp, “peki ne ilgisi var anlatmaya çalıştığın şey ile bunun?” şeklinde devam eden o gevrek meraklar…. Ruh kurutur.

Küçümsemeyin ama bu sorunu, geçtiğimiz yüzyıl içerisinde oldukça saygın sanatçıların dahi azımsanmayacak bir bölümü bu azapla yaşayamadıkları için sonunda ya asosyal oldular ya da dünyadan koptular. Ciddiyim. Çünkü yine sardık o noktaya.

2000’li yıllarla birlikte, “bir nebze olsun rahatlamıştık” hani; iyi kötü popüler kültür tuttu işin ucundan, bir yandan kürselleşme, diğer taraftan sosyal medya, bir tarafta Wikipedia… E dünyanın en saygın bienallerinden birisine sahibiz, yeni kuşak daha konforlu büyüdü, ardı ardına kültür kurumları açılıyor, bir heves var hiç olmadığı kadar bir defa, tamam, bak aşılıyor demek ki bir basamak demeye kalmadan, Kahramanmaraş’tan Başbakan’dan gelmez mi YİNE aynı soru; “Peki bunlar kimin için sanat yapıyor?”

Sayın Başbakan, bir defa tüm içtenliğimle sizi temin ederim, bugün sanatın kimin için yapıldığının katiyen bir önemi yok, ama “ne etki yaptığının” bir önemi var, ama “niteliğinin” bir önemi var, ama “yarına ne bıraktığının” bir önemi var, ama “hangi yeni yaklaşımlara kapı araladığının” bir önemi var, ama“kültürel hafızasıyla ilişkisinin” bir önemi var, ama “dönüştürücü gücünün”bir önemi var, ama “ne derece risk aldığının” bir önemi var, var da var yani, ama bir kriter değil kime hitap ettiği. Eğer yaptığımız “popüler sanat” tabir ettiğimiz türden bir sanat değil ise, kimseye de albüm satma kaygımız yoksa şayet, mesele bu değil.

Bugün sanat aracılığıyla kurulan “dilin” bir önemi var. Sanat tarihinden neyi cımbızla çekip aldığının ya da kopyaladığının değil ama yarın sanat tarihine ne katacağının bir ciddiyeti var. Asıl savaşı biz burada veriyoruz. Bu savaşı uluslararası arenada, kültürel tarihe karşı veriyoruz, üstelik bunu devletten hiçbir destek almadan yapıyoruz. Yoksa tüm kamu kurum ve kuruluşları toplumla alakadar olmak için var.

Sanattan (sosyal bilimler türevi) bir toplumsal fayda beklemek, bu yolla bir kültür mühendisliğine soyunmak ve de bu misyonla sanatı araçsallaştırmak, 1990’lı yıllarda Sovyet Bloku’nun dağılması ile birlikte tamamen sona eren bir eğilim.

Kahramanmaraş’ta bahsini ettiğiniz yaklaşım, Cumhuriyet’in erken döneminde Türk toplumu üzerinde had safhada uygulanmak istenen, bireysellikleri tümüyle gözardı eden, özünde hayli totaliter ve komünizm orijinli bir sanat tezinin savunusudur, ancak çökmüştür. Hedefinde siyasal ideolojileri topluma empoze etmek vardır, adı; “propaganda sanatı”dır. Bugün daha çok o anlayışın eleştirisini vermekten yanayız.

Tartışmayı bu akstan götürmek, 2000’li yılların Türkiye’sinde üretilen sanatı Soğuk Savaş yılları üzerinden anlamakla kalmaz, hem (liberal eğilimli) partinizi gerçekte hiç temsil etmediği bir sistemle özdeşleştirir, yani aslında sizi Kemalistleştirir hem de eleştirisine soyunduğunuz çok açık bir konuda ters köşeye oturmanıza neden olur.

Bugün aynı nedenle çok doğru bir karar alıp, bir yandan 19 Mayıs gösterilerini (nihayetinde) kaldırırken, diğer yandan topluma sanat yoluyla ideoloji empoze edilmesi söylemi arasındaki tezatlığı anlamak çok güç. Hâlbuki eleştirmekte olduğunuz mevcut sistem, hâlihazırda sanatın “ideal toplum” yaratma stratejisiyle kurulmuş ve de katiyen başarılı olamamış bir yapılanmanın enkazı. “Memur sanatçı” dediğimiz o kimseler, tam da o nedenle oradalar. O konuda zaten haklısınız.

Fakat Türk toplumunun kendisine devlet tarafından dayatılan bu ideal sanata daima refleks gösterdiği (hatta yer yer alay ettiği) hepimizin malumu. 1980’li yıllarda ortaya çıkan arabesk, bahsini ettiğiniz üst kültüre tamı tamına toplumsal bir başkaldırının sonucu olarak okunabilir. Yani bugün siz sanat adına ne yaparsanız yapın, adına “toplum için” dediğiniz sürece toplumdan negatif tepki alacağınız açık, bir diğer açık olan ise nihayetinde elitize olmak durumunda kalacağınız. Bugün bizler de tam olarak bunu tartışıyoruz, ama sizin tartıştığınız gibi değil.

Sonuç olarak; bugün fizik, biyoloji ya da kimyadan bahsederken “toplumsal fayda” ne denli önem arz ederse, sanattan bahsederken de o denli önem arz edebilir… Uzaya çıkmak ya da bir futbol müsabakası kazanmak topluma ne yönde katkıda bulunursa, sanat da o yönde katkıda bulunur. Yani tüm bir toplumun saygınlığını ve özgüvenini arttırır. Fakat bu noktaya gelmeden önce her disiplinin kendine dair sorumlulukları vardır.

Sanat katiyen sosyal bilimler değil, ki artık sosyal bilimler dahi bahsi edilen yönde bir toplumsal faydanın peşinde değil. 2000’li yılların tartışması bu değil.. Sanatın topluma bir faydası varsa dahi, bu öyle Kahramanmaraş’ta bir kürsüye çıkıp tahlil edilebilecek cinsten bir pragmatik fayda değil. Herşeyden önce bunu bir sürece yaymak ve tüm dinamikleri kendi süreci içerisinde anlamak zorundayız, basbayağı zorundayız.

Tayfun Serttaş / TARAF Kültür ve Sanat 18.05.2012

Tuvalekarşı

Paylaş.

Yorumlar kapatıldı.