Tiyatrocuların 1 Mayıs’ı!

Pinterest LinkedIn Tumblr +

[ Halime Kökçe’nin  7  Mayıs 2012 tarihinde Stargazete’de yayınlanan ve Türkiye’deki “İlerici Aydın Tiyatrocu” profilini eleştirdiği yazısını okuyucularımızla paylaşıyoruz.]

Tiyatrocuların mesleki performanslarından bahsetmeyeceğim için ‘tiyatrocular’ demekle çok kaba bir genelleme yapmış oluyorum, farkındayım. Ama bu genelleme için mazeret olabilecek bir ruhsat var. Ne mi? Tiyatrocuların bizzat kendisi. Türkiye’de tiyatrocu deyince tek bir biçim geliyor akla. Aydın, ilerici, çağdaş, muasır… Hepsi müspet sıfatlar, değil mi?

Bu hususiyetleri haiz bir kesim olarak tiyatrocular en halkçı söylemleri bile o kadar halkın uzağında dile getirdiler ki, ilk-orta ve lise yıllarında öğrencileri tiyatroya taşımak bir vatandaşlık ilkesi olmasına rağmen (en azından benim zamanımda) halkın ayağı alışamadı tiyatroya. Ve bu müspet sıfatlar her nedense sempati uyandırmadı halkta.

Bu, tiyatronun mahiyetiyle ilişkili bir durum değildi elbette. Üstelik tiyatro halka en çok hitap eden, etmesi beklenen sanat dalıdır. Zaten tiyatronun tarihi de bu bilgiyi doğrulamaktadır. Tiyatro çoklukla halka dönük bir amaca matuf icra edilmiştir. Misal şiir tiyatronun yanında çok ‘üst’ bir sanattır.

Halk dediğin de zaten somut bir bütünlük değildir. Üzerinde siyasal söylem kurmaya elverişli soyut bir kategoridir. Yani sol ideoloji de, sağ ideoloji de onu çekiştirip pekala kendine bir halk gömleği biçebilmiştir.

Tiyatrocunun halkçılığı böyle bir şeydi işte; kendine o soyut halk kategorisini biçimlendirme misyonu yüklemiş olmasıyla kaimdi. “Yaşar ne Yaşar ne Yaşamaz”ı izlemesi murad edilen halkın “yüzde 60’ı da aptal olduğundan” sanat bildiğimiz tiyatro bir türlü halk inememiştir. Hülasa halka rağmen halkçılık bir türlü tutmamıştır.

Tiyatrocu kabul edilmenin (olmanın değil) bir ön şartı vardır Türkiye’de. Ya sol ideolojiyi benimseyeceksindir ya da tiyatro kamusunun dışına itileceksindir. Sol dediysek evrensel anlamıyla sol değil, tıpkı laiklik gibi solun da bize has hususiyetleri vardır. Halka uzaklık da bunların başlıcasıdır.

Tabii ki siyasetçinin halka ilişkisi de benzeri tespitlerden uzak değil. Ancak şu ayrımı ortaya koymak gerek, siyasetçi ‘süfli’ bir iş yapmaktadır. Yani tiyatro gibi hikmeti kendinden menkul bir ‘yücelik’, ‘öncülük’, ‘sorgulanamazlık’, ‘sanatsal bir dokunulmazlık’ taşımaz.

İstanbul Şehir Tiyatroları’yla ilgili yönetmelik değişikliğinin iyice gün yüzüne çıkardığı bu tiyatrocu-siyasetçi gerilimi 1 Mayıs’ın da en baskın temalarından biri oldu. Sendikacılardan çok oyuncular vardı ‘1 Mayıs sahnesi’nde: “Tiyatrolarımızı kapatmak istiyorlar, operalarımızı kapatmak istiyorlar, bizi Taksim’e almak istemiyorlar, gerici eğitim getirmek istiyorlar, gerici bunlar…” Çok sesli, çok renkli bayram havasındaki 1 Mayıs’ta bunlar da söylendi. Kulağımızın üstüne yatmaya gerek yok, kalabalığı coşturan sahne amigolarının söylemi tam da böyleydi.

Bu hafta Açık Görüş’te Şehir tiyatrolarındaki yönetmelik değişikliğinin tetiklediği tartışmayı devam ettiren önemli yazılar var. Aydın Ünal’ın yazısında, öncelikle Başbakan Erdoğan’ın mevcut uygulamaya ve kendisine yönelik ‘aydın’ların tavrına gösterdiği tepkinin bir sosyolojik okuması yer alıyor. Necip Fazıl’ın aksiyon adamı kimliğinde müşahhaslaşan bir sosyoloji bu. Toplumun bir kesiminin diğer bir kesimine bakışındaki üstenciliği ortaya koyan bir okuma…

İsmail Küçükkılınç ise Abdülmecid, Abdülaziz ve II. Abdülhamid gibi padişahların tiyatroya hassaten önem vermeleri ve ilk İslamcı olarak kabul edilen Namık Kemal’in eserlerinin defalarca tiyatroda sahnelenmiş olmasından hareketle bugünkü tartışmayı ele alıyor ve “çöküş dönemimizde tiyatro kadar belirleyici olmuş başka bir sanat dalına tesadüf etmek mümkün görünmemektedir. Tiyatro, batılı gibi olmanın, batılı değerlerle kaynaşmanın, aydın olmanın, topluma mesaj vermenin, onu eğitmenin ya adı ya da aletidir” diyor.

Tartışmayı sonlandıracak bir özelleştirme hamlesinin doğruluğu yanlışlığı sorgulanabilir ama Türkiye’nin batılılaşma macerasında sanatçı-aydın kesimin üstlendiği aydınlatmacı misyonu ve bunun toplumdaki iz düşümünü bir kez daha görünür kıldı, iyi de oldu.

Star Gazete

Paylaş.

Yorumlar kapatıldı.