Tiyatronun Kraliçesinden: Kraliçe Lear

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Kanadalı yazar Eugene Stickland tarafından kalem alınan oyun, Yıldız Kenter’in yönetiminde 3 kişilik bir kadro ile sahnede.

Bu kez Shakespeare’in kaleminden ‘400 yüzyıl önce’ hayat bulan Kral Lear metni, Türk Tiyatrosu’nun kraliçesinin sahnesinde hem de oldukça kadın’ca bir şekilde yad ediliyor. Elbette pek çok kez, Shakespeare’in ‘kulakları çınlatılıyor’, sanatı bu kadar can’lı tutulan birinin ancak kulakları çınlayabilir, diye düşünüyor insan. Yüzyıllar evvel söyledikleri, Yıldız Kenter tarafından 2009 yılından beri “Kraliçe Lear”da dillendiriliyor. Oyun, bu yıl 18.si düzenlenen İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında da Kenter Tiyatrosu’nda yeniden seyirci ile buluşuyor.

Kanadalı yazar Eugene Stickland tarafından kalem alınan oyun, Yıldız Kenter’in yönetiminde 3 kişilik bir kadro ile sahnede. Kraliçe Lear rolüne çalışan deneyimli ve ‘yaşlı’ Jane, Yıldız Kenter ile onun ezberine yardımcı olan ‘genç’ Heather ise Sedef Şahin ile hayat bulurken, melodileri ile seyirciyi alıp götüren, Jane’in iç sesi Feride Berin Varol ise sahnedeki bütünlüğün bir parçası. Oyun, Stickland’ın da hemfikir olduğu gibi; adeta “Yıldız Kenter için yazılmış..” ‘İhtiyar’ ama bir o kadar da deneyimli bir tiyatro oyuncusunun adeta hayatının özetini, yaşanmışlıklarından öğrendiklerini, genç ve bir o kadar da toy ‘yardımcısı’na aktarmasını oldukça eğlenceli bir metin içinde izliyorsunuz. Küçük çekişmeler, jenerasyon farklılıkları ile beslenen bu ikili ilişki, o kadar tanıdık ki. Jane ve Heather isimleri adete siliniyor izleyicinin zihninde. 62. Sanat Yılı’nı kutlayan Yıldız ‘Hoca’nın izleri o kadar baskın ki oyunda, kendi hayatını; endişelerini, deneyimlerini aktarıyormuş gibi dikkat kesilip dinliyorsunuz her kelimeyi. Jane rolüyle yetmişlerinde kaybettiği kocasını anlatırken ve hüzün kaplarken ifadesini, izleyenin aklına aynı yaşlarda yaşamını yitiren Şükran Güngör’ün gelmesi tam da bu nedenle tesadüf değil.

Kral Lear oyununun ‘sadece kadınlardan oluşan’ uyarlamasını sahneye koymaya hazırlanan ve ezberi için Heather’dan yardım alan Jane, bir çok git geller yaşıyor, en büyük korkusu ise ‘bu yaştan sonra’ başarısızlık. Bu endişeleri ise, iç sesi çellist Feride Berin Varol’un notalarıyla sahnede var oluyor. Ona yardım etmesi için, ‘işe aldığı’ Heather ise kısa zamanda, arkadaşı ve sonrasında öğrencisi oluyor. Aralarındaki yılların getirdiği farklılıkların dillendirilmesi de izleyiciyi adeta kırıp geçiriyor. Yıldız Kenter ise ‘ihtiyar’ yaftasına inat öyle var oluyor ki sahnede. Soğuk algınlığına rağmen, öyle profesyonelce yürütüyor ki sunumunu, sürprizini bile es geçmiyor! Jane’in ‘beynine kan gidince daha zinde oluyor’ diye, amuda bile kalkıyor, “Daha ne olsun !” dedirtiyor ve sorgu işareti olmaksızın Heather’a gönderdiği ‘yazılı mesaj’ ise sahne dışında da gençleri etrafından ayırmayan ve çağın hiç de gerisinde kalmayan Yıldız Kenter’in güzelliğini bir kez daha hatırlatıyor.

Yıldız Kenter’i sahnede izlemek tadına henüz varmamışlar için bu oyun adeta özet bir bilgi gibi; ‘kraliçe’nin nasıl da devleştiğinine ve hayatına neleri sığdırdığına, ne notlar düştüğüne dair küçük bir kesit. Öyle güzel duygularla izleniyor ve öyle yoğun şekilde sonu hiç gelmesin istiyor ki insan. Yıldız ‘Hoca’ Shakespeare’i bolca anarken, o meşhur sözü de etmeden geçmiyor oyunda; “Dünya bir oyun sahnesi, bizler birer oyuncuyuz… Bütün erkekler ve bütün kadınlar, sırası geldiğinde girerler ve çıkarlar bu oyun sahnesine…”, ancak bu kez hak veremiyorum ünlü yazara, Yıldız Kenter, Türk Tiyatrosu’nun sahnesine çıkalıberi, sahne onu bırakmıyor ve bırakmayacak da, aynı Shakespeare oyunları gibi, yüzyıllar sonra bile, o sahneden onun da ‘kulakları bolca çınlatılacak’, hep sahnede kalacak !

Eşsiz bir seyir keyfi olacak, fırsat bulup izleyin derim..

Hadi “kib”, okuduğunuz için “çok tşk”, “byeeee..!”

Sabah / Ceren Öner

Paylaş.

Yorumlar kapatıldı.