Ve Huzurlarınızda Macbeth’in Cadısı

Pinterest LinkedIn Tumblr +

‘Canımın İçi’ dizisinde rol alan, Tiyatro Pangar’ın ‘Macbeth’inde cadılardan birini oynayacak olan Hare Sürel’le tanışmanın vaktidir artık…

İstanbul doğumluyum, ailemle Göztepe’de yaşıyorum. İstanbul’da okudum. Aile biraz karışık; anneannem Bulgar göçmeni, dedemlerde Araplık var, babaanne tarafında Yunan da var. Çocukluğum hep dedemle geçti. Gemlik tarafında bir yazlığımız vardı. Okul kapanırdı, üç ay boyunca o yazlıkta kalırdım. İnek, keçi, bıldırcın, tavuk, hindi falan… Dedem bana kümesler yaptırıyordu. Doğayla iç içe büyüdüm. Liseyi Fenerbahçe Lisesi’nde okudum. Sonra da Yıldız Teknik Üniversitesi’nde Fizik Bölümü’ne girdim.

Oyunculuk nereden çıktı?
İstiyordum ama çocukluktan itibaren ‘Ben oyuncu olacağım’ diyenlerden değildim. Ortaokulda oyunlar yapmıştık. O zaman çok kafama koymuştum. Lisede tiyatro kulübüne girdim, çok fenaydı. ‘Aman yapmayacağım ben bunu’ demiştim o dönem. Derken Fizik Bölümü’ne başladım, üniversitenin tiyatro kulübüne girdim; Yıldız Teknik Üniversitesi Oyuncuları’na. İki sene çalışınca hiç derslere gitmemeye başladım, kulüpte sabahlamalar, tulumlarla falan… ‘Nasılsa Fizik’i okuyamayacağım, konservatuvar sınavına gireyim’ dedim. Annemlerden gizli girdim, “Ya kazanamazsam” diye düşünerek… 2002’de Mimar Sinan Üniversitesi’nin ve İstanbul Üniversitesi’nin konservatuvar sınavlarına girdim, ikisini de kazandım. YÜO’nun bana çok faydası oldu. Oradaki birlik hissi, kulüplerdeki hava çok başka…

Nasıl bulmuştun konservatuvar ortamını?
Büyük beklentilerim yoktu. Arkadaşlarım da vardı konservatuvarda, neler olup bittiğini biliyordum. Çok bir şey beklenecek bir yer değil konservatuvar, özellikle Türkiye’de. Dört senelik sıkışmış bir zaman dilimi veriyorlar, kendinizi keşfetmeniz için. Hocaların ya da eğitim sisteminin sizi alıp parlatacağı bir durum yok. Tabii ki katkısı oluyor ama başlıbaşına onlarla ilgili bir şey değil. Bireysel bir mücadele. İkinci sınıftan itibaren sınıfça Kenter Tiyatrosu’nda çalışmaya, yer göstermeye falan başlamıştık.

İlk oyun?
‘Anna Karenina’, Kenter’de. Aslında Ushan’la (Çakır) bir tiyatro kurmuştuk ‘Oyun Kumbarası’ diye. ‘Carmela ve Paulino’ diye bir oyun yaptık, birkaç kere oynadık. Keyifliydi ama devamını getiremedik. O zaman bu küçük tiyatrolar yoktu. Şimdi olsaydı çok güzel yürürdük… ‘Anna Karenina’dan sonra ‘Cimri’ ve ‘Ölümüne’de rol aldım yine Kenter’de. Devlet Tiyatrosu’nda sözleşmeli olarak ‘Baştan Çıkarma’da rol aldım.

Nasıl hissettiriyor sana sahnede olmak?
Çok heyecanla yapıyorum, belki haddinden fazla heyecanlanıyorum. İlk dönemlerde provalarda ve oyuna çıkmadan önce elim ayağıma dolanırdı. Etrafındaki insanlara iyi hissettirmesi için insanın kendisini iyi hissetmesi lazım. Kendinizi sürekli geliştirmeniz gereken bir iş, elimden geleni yapıyorum. Şimdi Marmara Üniversitesi’nde sinema master’ı yapıyorum. Sinemayla ilgili hayallerim var ama gerçekleştirmeden üzerine konuşmak istemem açıkçası…

Kim, “Gel filmimde oyna” dese havalara uçarsın?
Ferzan Özpetek, Nuri Bilge Ceylan, Zeki Demirkubuz, Woody Allen!

Sana İspanyol rolleri geliyormuş dizilerde…
Normal cast sistemi, fotoğraflara bakıyorlar, ‘Kim İspanyol’a benziyor?’ diye… İki dizide üst üste İspanyol’u canlandırdım. Birinde tamamen İspanyol’du, diğerinde Türk-İspanyol kırmaydı.

Sen aynaya bakınca ne görüyorsun peki?
Kara kaş, kara göz!

Lisenin güzel, havalı kızı mıydın?
Hiç değildim. Gayet silik bir insandım.

Şu ara rol aldığın ‘Canımın İçi’ dizisi ‘Cosby Ailesi’nin uyarlaması. 80’ler çocukları çok iyi bilir Cosby’yi…
Çok yetişemedim, hayal meyal hatırlıyorum. ‘Canımın İçi’ söz konusu olunca bir daha baktım. Biz de tersi oldu; Cosby, Perran Kutman. Sit-com olduğu için çalışma şartları daha rahat.

Perran Kutman hepimizin çocukluğunda yer etmiş bir isim. Şimdi onun kızını oynamak nasıl bir duygu?
Çok kıymetli bir insan benim için. Sadece onunla oynama şansını yakaladığım için uzun süre yukarıyla arz talep ilişkimi kesebilirim. Garip bir hikâyem de var… Küçükken yemeğimi yemeyince dönemde, TRT’de Perihan Abla yayımlanıyormuş, hatırlıyorum beş, altı yaşlarındaydım. Perran Abla’yı ağzım açık izlediğim için, annem de fırsat bilip yemekleri ağzıma tıkıyormuş. Yıllar geçti şimdi onun kızını oynuyorum. Ona zaten âşıktım, şimdi ömürlük bir sevda oldu.

Tiyatro Festivali’nde Tiyatro Pangar’ın sahneleneceği ‘Macbeth’te cadılardan birisin. Nasıl bir Macbeth hazırlıyorsunuz?
Pangar, Demet Evgar öncülüğünde bir tiyatro. Başından itibaren Pangar’a tanıktım. Oyunu Mehmet Birkiye’nin yönetmenliğinde 4-5 Haziran’da oynayacağız. Çok kalabalık bir kadroyuz. Demet Evgar ve Erkan Bektaş başrollerde. Zaman dilimi olarak Birinci Dünya Savaşı’na taşınan bir yorumla çalışıyoruz. Var olmak, var olmak için yok etmek, iktidar hırsı gibi bildiğimiz temalar, yeni bir anlatım biçimi ve prodüksiyonla işleniyor. Gerçekçi üslubun kırıldığı ama sahiciliğin muhafaza edildiği bir yorum olacak diyebiliriz sanırım.

Türkiye’de yaşayan genç bir kadın olarak bu ülkede yaşamak sana nasıl hissettiriyor? Umutsuzluğa düştüğün anlar olur mu? Ya da tam tersi, umudun var mı?
Olmayan gündemlerin yaratıldığı, aslen olan ve olması gereken gündemlerin yok sayıldığı bir dönemdeyiz. Belki de bu işler hep böyle oluyor, herkes kendi gündeminde yaşıyor. Bireysel telaşların ve bireysel çözümlerin dışına çıkınca da büyük bir kaos oluyor. Ben de dertleniyorum ama umutsuzluk gibi bir lüksümüz yok. Bir yandan bizim adımıza kararlar alınıyor bir yandan daha özgür olmaktan bahsediliyor. Bedelini ödediğimiz sürece özgür değiliz. Ben kendi kararlarımla meşgulüm. Sadece kendiyle meşgul olmak anlamında söylemiyorum, insanın yapacağı en doğru şeyin işini en iyi şekilde yapmak olduğunu düşünüyorum, her ne yapıyorsa. Kendimizi doğru ifade edemediğimiz sürece birileri için de bir şey ifade edemiyoruz.

DT’de de sahne almış genç bir oyuncu olarak ne düşünüyorsun tiyatroya dair dönen tartışmalar üzerine? Baskı, sansür ortamı var mı sence?
‘Yok’ demek saçma olur. Türkiye’de sorunsuz olmayan kurum yok. Devlet Tiyatrosu da eksikleri olan bir kurum ama burada iki taraf oluştu. O tarafları çok kavrayamıyorum açıkçası. Çünkü tiyatroya dair bir şey tartışıldığını düşünmüyorum. Bir taraf ‘Tiyatro sizin tekelinizde mi?’ diyor, öbür taraf da ‘Tiyatroma dokunma’ diyor. ‘Ma’, yani ‘Benim tiyatroma.’ İkisi de değil. Zaten bir taraf ‘Siz’ derken ötekini bir yere ayırmış oluyor, diğeri de “Benim tiyatrom” deyince öbürünü dışlamış oluyor. Gerçekten tiyatro için ortak olarak ne yapılabilir, onun derdine düşmek lazım. Zaten hep böyle olmuş, kim yönetimdeyse kendi zihniyetini oturtmaya çalışıyor. Biz de bunu yapmayalım.

Nasıl bir çözüm olmalı sence?
‘Devlet para vermesin’, ‘İstediğimiz oyuna para verelim’ deniyor. Bundan, devletin kendi zihniyetine uyan şeye mi para vermesini anlayacağız? Keşke özerkleşmekle kast edilen özgürleştirmek olsa. Ama yalnızlaştırmak gibi geliyor bana. İkisinin arasında fark var.

Google’a adını yazınca sayfalarca ‘Cem Yılmaz’ın eski sevgilisi’ ifadesi çıkıyor. Canını sıkıyor mu bu?
Bu benim meselem, gündemim değil ki. Buna bu gözle bakan biri zaten benim için bir şey ifade etmiyor. Mesele edenler de mesele etmeye devam edebilir…

‘Anadolu yakası insanıyım’
Fotoğraf çektiğini duydum. Neler çekiyorsun?
İnsanlara objektif doğrultmaya çekinen biriyimdir ama… Mekânların içindeki insanları çekiyorum daha çok. Bol bol fotoğraf çekerek ve görerek açılıyor insan.

İstanbul’da vakit geçirmeyi en çok sevdiğin yerler nereler?
Artık en çok sevdiğim yer evim sanırım. Sonra Boğaz ve sahiller. Anadolu yakası insanıyım, Geçmişi olan yerlerin peşinde oluyorum. En sık gittiğim mekân, Mythos Haydarpaşa Gar Lokantası.

Tiyatro Festivali’nde hangi oyunları önerirsin?
‘Hamlet’, ‘Kafka’nın Maymunu’ ve ‘Hans ya da Heiri’ listemdeki en merak ettiğim oyunlardı. Yoğunluğumdan ilk ikisini göremedim ama üçüncüsünü izleyecğim. ‘Macbeth’ i öneriyorum, hiç utanmıyorum…

Ne izliyor,ne dinliyor, ne okuyor?
Biraz geç izledim, François Ozon’un 2009 yapımı bir filmi, ‘Ricky’. Sıradışı belki anormal denebilecek bir olayı çok basit, sade, normal bir dille anlatıyor ve çok etkili. Bu yılın en sevdiğim oyunu Sıfırnoktaiki’nin ‘Aut’u oldu. Tamamen bize ait bir hikâye, ustalıkla yazılmış ve ustalıkla oynanıyor. Krek’te ‘Güzel Şeyler Bizim Tarafta’ da heyecan verici bir ifade biçimi olan bir oyun. Müthiş yazılmış, müthiş oynanıyor. Kötü deneyimlerini anlatıp tiyatroya gitmeye çekinen insanlara, koşarak ‘Güzel Şeyler Bizim Tarafta’yı izlemelerini öneriyorum. Talimhane Tiyatrosu’nda ‘Önce Bir Boşluk Oldu Kalp Gidince’ ve Serbest Bölge’den ‘Yok Oğlum Biz Evdeyiz’ de sezonun sevdiğim diğer oyunları. Amiina’nın Kurr albümü. Carson McCullers’in Yalnız Bir Avcıdır Yürek’i ve Matt Ridley’in Kızıl Kraliçe’si.

Radikal

Paylaş.

Yorumlar kapatıldı.