Yaratmak İsteyene Saygı ve Destek Sunulmalı

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Mimesis Söyleşi / roof (çatı), 18. İKSV İstanbul Tiyatro Festivali’nde seyircinin yoğun ilgi gösterdiği işlerden biriydi. Festivalin genç sanatçılara ayrılan Yeni Dalga Bölümü’nde seyirciyle buluşan roof, Leyla Postalcıoğlu’nun bir okul ya da tiyatronun çatısı altında olmadan bağımsız olarak yaptığı ilk uzun çalışması. Folkwang Hochschule Essen’de dans eğitimi aldıktan sonra Kassel Devlet Tiyatroları’nda dans eden, Pina Bausch yönetimindeki Wuppertal Dans Tiyatrosu’yla ve Tayvan’daki Cloud Gate Dans Tiyatrosu’yla çalışan Leyla Postalcıoğlu son dönemde Meg Stuart’ın Türkiyeli dansçılarla gerçekleştirdiği off course koreografisinde yer aldı. Benjamin Block ile birlikte icra ettikleri roof ve dans eğitim-üretim süreçleri hakkında Leyla Postalcıoğlu’yla Funda Özokçu’nun yaptığı söyleşiyi paylaşıyoruz.

İstanbul Tiyatro Festivali’ne katılmanın senin için önemi ne?

Dans eğitimime yoğunlaşmak için 12 sene önce Almanya’ya gittikten sonra ayrıldığım limana geri döndüm. İstediğim olgunlukta olmasa da kendi çalışmamla böyle önemli bir festival kapsamında buradaki seyirciyle buluşabildim ve sanırım bir şeyler de paylaşabildim. Benim için bir ilk oldu ve ilkler her zaman önemli.

Dans eğitimine küçük yaşta İstanbul’da başlayıp, daha sonra Almanya’da Folkwang Hochschule Essen’de devam ettin. Nasıl bir süreç izledin, Essen’e gitmeye nasıl karar verdin? Folkwang Hochschule’deki eğitim nasıldı?

Alman Lisesi’nde okurken Goethe Enstitüsü’nün kitaplığinda Pina Bausch ve Alman Dans Tiyatrosu ile ilgili kitapları okumaya başladım.15 yaşındayken videodan Pina Bausch hakkında bir belgesel ve onun Orfeus ve Eurydice‘sinden ve Bahar Ayini‘nden kesitler izleme şansım oldu. İlk izlediğim andan itibaren yapmak istediğimin bu olduğundan emindim. Liseyi bitirince Folkwang’ın sınavına girdim ve aklımda ikinci bir alternatif yoktu.

Folkwang’da dansçı yetiştirmek yerine dans eden insanları yetiştirmeyi kendine ilke edinmiş bir eğitim vardı. Bale, Limon, Laban teorileri üzerine kurulmuş Folkwang tekniği ve flamenko; bunun yanında dans notasyon, dans ve müzik tarihi dersleri vardı (benim zamanımda). Çağdaş danstaki gelişmelere ayak uydurma kaygısı olmasa da çok köklü ve aynı zamanda sade bir yöntem uygulanıyordu. Hareketin niteliklerini analiz ederken, aynı zamanda her hareketin başladığı kaynağa ulaşmaya çalışıyorduk derslerde. Süslemelere karşı bir teknik, basitllik ve işlevsellik ön planda. Wuppertal Dans Tiyatrosu’yla sürekli bir ilişki halindeydik çünkü hocalarımızın çoğu Pina’nın eski dansçılarıydı. Bu doğal olarak tekniğin ve performatif yöntemlerin çesitli boyutlarda iç içe olduğu bir ortam yaratıyordu. Ögrendiklerinizi sık sık sahnede izleme şansınız vardı. Ve bu birçok teknik arasında yönünü kaybeden birçok dansçıya rehber olabilecek bir durumdu: Ne için çalıştığının en az bir örneğini görebilmek.

Kassel Devlet Tiyatroları’nda dans ettin ve Cloud Gate Theatre ile çalıştın. Meg Stuart’ın off course adlı eserinde yer aldıktan sonra koreografi asistanı olarak onunla çalışmaya devam ettin. Farklı koreograflarla ve topluluklarla olan çalışmalarından biraz bahseder misin? Deneyimlediğin yöntemler arasında nasıl farklılıklar var? Kendini yakın bulduğun yaklaşımlar var mı?

O kadar farklı ki hepsi, bu beni hep çok heyecanlandırmıştı geçen yıllarda. Her ne kadar ayrı gibi gözükse de hep kendimi bulmaya çalışıyordum bu farklı yöntemlerde. Kimisinde ufacık bir köşe kalıyordu, kimisinde ise gerçekten dünyalar benimmiş gibi hissediyordum. Meg Stuart ile çalışırken böyle hissediyorum, ne kadar çok olanak var önümde diye ve hiçbir zaman çözüm aramıyorum. Ama sanırım zamanlamanın da etkisi var ve yaşın, yani her bir deneyim sanki birbirinin ardından gerçekleşmeliydi ancak birbirinin ardından anlamlı oluyordu. Kassel’de çok büyük prodüksiyonlar yapılıyordu. Virtüözlük istenen bir olguydu, devlet tiyatrolarında olmanın gerektirdiği bir nevi sorumluluk.

Sanırım yöntemler arasındaki en büyük farklılık bazısında nasıl anlatıldığının, bazısında ne anlatıldığının, bazısında da nasıl gözüktüğünün başlıca mesele olması. Nasıl gözüktüğü ağır bastığında kendimi en uzak işte o zamanlar hissettim.

Pratik olarak roof‘un çıkış noktası neydi? İletişimsizlik mi, bir metafor olarak “çatı” mı, fiziksel eylem boyutunda bir araştırma ya da başka bir şey mi? Üretim süreci nasıl geçti? Dramaturjik desteğin katkısı ne oldu?

Somut ve soyut olarak bir barınak arayışı, somut ve soyut olarak bir çatıya sığınmak ve iletişim kurmaya çalışmak ya da baştan sona kadar iletişim kuramamak. Dışarıda her şey hızla akıp giderken yavaşlamak, bu hıza ayak uydurmamak ve hatta durmak. Fiziksel eylem boyutunda bir araştırma olamadı yeterince sanırım. Üretim süreci aralıklarla bir yıl sürdü ve sergiledikçe de üzerinde çalışmaya devam ettik. Dramaturjik destek çok önemliydi çünkü çoğu zaman sorgularken sorguladığımızın ne olduğunu unutuyoruz ve Carmen Mehnert bize başlangıçta bu soruları hatırlattı, karışan yerleri saydamlaştırmaya çalıştı. 2010 Ekimi’nde Dresden’de üç haftalık bir residency’de başladık roof için çalışmaya, daha sonra Berlin’de devam ettik.

Koreografi yapmak ve bunun için başka bir dansçıyla çalışmak nasıl bir deneyimdi?

Folkwang’da okuduğumdan beri aslında koregrafi yapıyorum. İçgüdüsel bir şekilde başladı. Her sene kısa bir koreografimi sergiliyordum. Bu aynı şekilde Kassel’de de devam etti. Aslında başka dansçılarla çalışmayı tercih ediyorum. Roof‘da başka bir tercihim olmadığı için kendim de dansettim. İçinde olunca gerekli mesafeyi alamıyorum ve provalardan sonra videoyu izlemeye mecbur olmak beni çok zorluyor. O anda dışardan izleyememek ve tamamen sezgilere güvenmeye çalışmak zor bir seçim. Başka bir dansçıyla kafamdakileri paylaşabilmek ve beraber yaratabilmek büyük bir zenginlik. Birçok şey ciddileşse de ben koregrafiyi hâlâ bir hobi olarak görüyorum.

İşlerini yeni kamusallaştırmaya başlayan genç bir koreograf olarak yaşadığın güçlükler var mı?

İsmimin okunamadığı bir ülkede yaşıyor ve çalışıyorum. Finansal kaynak en büyük sorunum, roof‘u ve şu anda üzerinde çalıştığım projeyi (backyard) bir bütçe olmadan gerçekleştirdim. Bu Türkiye’nin gerçeği zaten ama Almanya’da en azından para bulabileceğiniz kaynaklar var. Bu kaynağa ulaşmak içinse bir şekilde duyulmuş olmanız gerekiyor. Başkaları için dansederek ya da farklı işlerde çalışarak kendime yaratabileceğim koşullar oluşturmaya çalışıyorum. 10 sene boyunca dansettikten sonra son iki seneyi başvurular yüzünden çoğunlukla bilgisayar başında geçirmek şu anda yaşadığım en büyük zorluk. Teoride birçok eksiğim var. Ve ne kadar deneyimli olursam olayım şu anki sanat dünyasında teori ağır basıyor, en azından kapıları açıyor.

Kendi pratiğini anlatır mısın? Eğitimine devam ediyor musun? Nerde, nasıl çalışıyorsun?

Şu anda Berlin’de stüdyo kiralıyorum provalar için. Derslere ve workshoplara elimden geldiğince katılmaya çalışıyorum. Çoğunlukla tek tip bakış açısı olan ortamlarda bulunduğum için çok küçük yaştan beri eksikliklerimi workshoplarla gidermeye çalıştım, hâlâ workshoplara katılmak benim için heyecan verici. Okumak, izlemek ve araştırmak dışında eğitimime şu anda devam etmiyorum.

Sence çağdaş dans ve performans alanında üretim yapabilmek için ne gibi koşullar gerekiyor?

Mekân ve finansal kaynak olmalı. Düşünce özgürlüğü, yaratmak isteyene saygı ve sanata destek. Ancak bunların olmadığı ortamlarda yaratılan birçok iş de inanılarak ve mücadele edilerek oluştuğu için daha derin izler bırakabiliyor. İnsanların birbirini izleyebileceği ve işler üzerinde tartışabileceği platformlar oluşmalı. Yurtdışında da Türkiye’de de dikkatimi çeken insanların kendi sanat dünyalarına kendilerini kapatıp bahaneler bularak başkalarını izlemeye gitmemesi. Beslenmeden üretebilmek çok zor.

Funda Özokçu / MİMESİS

Paylaş.

Yorumlar kapatıldı.